7 Mayıs 2009 Perşembe

ZİHİN KONTROLÜ

"insan vücudu bir elektrokimyasal sistemdir ve artık bu sistemi etkile­yecek mekanizma üretilmiştir. Bu mekanizma insanların beynindeki elek­tromanyetik dalgaların normal seyrini sekteye uğratabilir ve bu yolla in­sanların davranışlarını değiştirebilir. Belli bir zaman dahilinde insan biyorobot düzeyine indirilebilir". "Mikroway News" dergisinin editörü Luis Slizen
Bir bilgisayar, herhangi bir insanın beyin faaliyetini çözümleyerek ekra­na yansıtabilir, aynı zamanda beyin faaliyetini etkileyecek ve kontrol ede­cek dalgalar gönderebilir. Geçmişte, bu amaçla insanların kafalarına elek­trotlar yerleştirilerek deneyler yapılmıştır. 1960'larda hayvanlar üzerinde yapılan "radyo sinyalleri ile yönlendirme deneyleri" sonradan psikologlar tarafından Vietnam askerlerine uygulanmıştır. Esir askerlerin kafatasına elektrotlar yerleştirilmiş, sonra ellerine bıçaklar verilmiş ve birbirini öldür­meye yönlendirilmişlerdir.
Yıllar önce başlayan zihin kontrolüyle ilgili bu tür araştırmalar ve de­neyler ara vermeden bugüne kadar ulaşmıştır. Ancak bu kaba metodlar, ye­rini artık daha ince metodlara bırakmıştır,- günümüzde her şey kablosuz olarak gerçekleştirilebilmektedir.
Beyin, Çok Yönlü Bir Kontrol Merkezidir
Beyin bütün vücut sistemlerini yönetir ve aralarında işbirliği sağlar. Tüm zihinsel faaliyetler, düşünceler, duygular, fiziksel duyular ve hareket­ler kendilerine özgü frekanslara sahiptir. Beş duyu organımızla algıladığı­mız her şey belirli bir beyin faaliyeti meydana getirir. Bütün hastalıklar, davranışlar, düşünceler, duygular ve algılamalar da kendine özgü dalga boyuna ve frekansa sahiptir. Söylediğimiz her kelime ve aklımızdan geçirdi­ğimiz her düşünce beynimizde kendi frekans dalgasını şekillendirir. Çevre­mizde konuşulan her kelimenin dalgalan beynimize kendi frekansıyla gelir ve tercihimize göre reddedilir veya yerleşebilir. Hipnoz, anestezi, bayılma, ağrı veya korku anında ise beyin, o sırada çevrede söylenen kelimelerin dalgalarına kontrolsüz olarak açık durumdadır. Bu sebeple insan beynini yönlendirmenin en basit şekli ameliyat esnasında beyne yerleştirilen prog­ramlardır. Anestezi de bir nevi hipnozdur, hatta hipnozdan daha büyük et­kiye sahiptir. Çünkü ameliyata alınan insan bayılma, ağrı ve korkuyu aynı anda yaşar. Ameliyat sırasında söylenen her kelime beyne yerleşerek bilgi­sayar virüsü gibi çalışır. Bu virüslerin sayısı ve niteliği tamamen ameliyat­hanede bulunanların ahlakına, konuşmalarına ve konuştukları konuya bağ­lıdır. Onun için gelişmiş ülkelerde ameliyat sırasında konuşmak yasaklan­mıştır. ("Sezaryenle doğum" bölümüne bakınız.)
25. Kare
Sinema, televizyon veya reklam filmleri ya da her türlü televizyon prog­ramı 24 kare resmin bir saniye içinde ardarda gelmesiyle hareketli hale ge­lir. İnsan gözü ardarda gelen bu 24 kareyi algılarken, bunların arkasına yer­leştirilen 25. kareyi algılayamaz. İnsan, algıladığı kareler hakkında yorum yapabilir, ondan etkilenip etkilenmemeyi seçebilir, insan gözünün algıla­yamadığı 25. kare ise kontrolsüz olarak beyne gider ve insan bilincine yer­leşir. 25. kare genellikle yazı şeklindedir ve bu efekt "algılama dışı uyarıcı" olarak da isimlendirilir. 25. kare program yapımcıları tarafından insanları yönlendirmede kullanılabilir. 25. kare ile insanlan, herhangi bir fikre veya eyleme, belli bir adaya oy vermeye, bir ürüne bağımlılığa ya da başka bir amaç doğrultusunda yönlendirerek beyinleri yönetmek mümkündür. Ayrı­ca dil öğrenme programlarında da yaygın olarak kullanılır.
25. kare prensibi ses dalgaları vasıtasıyla teyp, CD çalar, radyo gibi ses­li cihazlarda da kullanılır. 20. yüzyılda insan davranışlarını kontrol etmede en cazip yöntem haline gelen bu yöntemin temelinde insanın şuuraltına te­sir etmek vardır.
Özel kodla şifrelenen ses kasetleri, radyo ve televizyon aracılığıyla in­sanlara herhangi bir emir verilebilir ve onların bu emir çerçevesinde hareket etmesi sağlanabilir. Kişi, kasetten veya CD'den, müzik dahil herhangi birşey dinlerken veya televizyon seyrederken, seslerde ve görüntülerde tehlikeli bir buyruk gizlenmişse, bunun şuuraltına indiğini farkedemez.
Zihin Kontrolünde Renk, Ses ve Şekillerin Birlikte Kullanılması
Renklerin insan psikolojisinde ne kadar etkili olduğu yıllardır bilinmek­tedir. Örneğin kırmızı, turuncu ve sarının uyarıcı, mavi ve morun sakinleş­tirici, yeşilin ise uyum sağlayıcı etkileri vardır. Renklerin, seslerin ve şekil­lerin tek tek veya birlikte, belli bir düzende, belli bir sırayla ve hızla hare­ket ettirilmesiyle insanların, özellikle çocukların beynini kontrol altına al­mak mümkündür. Bu prensiple renkli lekeler, sesler ve geometrik şekiller 25. kareye yerleştirilerek "V-666" virüsü üretilmiştir. 666, Hristiyanlıkta "antichrist"i yani "deccal"i sembolize eder.
Bu virüs bilgisayar kullanıcısına çok büyük bir kuvvetle etki edebilir. İlk önce belli bir amaçla düzenlenmiş renk lekeleri ki bunlar şekiller içine yer­leştirildiği zaman daha da etkili olabilir, sesler ve görüntüler kullanıcıyı hipnotize eder. Sonra şekillerin ve renklerin programlanan düzene göre değiştirilmesi kalp ritmini ve tansiyonu kontrol altına alır, hastalığa hatta ölüme götürebilir. 1999 yılında sadece Rusya'da, bilgisayar kullanıcıları arasında bu şekilde gerçekleşen, 46 ölüm vakası tesbit edilmiştir. Japon­ya'da 1 Aralık 1997'de "Pokemon" çizgi filmini izleyen 700 çocuk epilepsi nöbetleri ile hastahaneye getirilmiştir. Bu "televizyon epidemisine, kırmı­zı ışığın saniyede 10 ila 3030 defa kesintiler halinde verilmesi yol açmıştır. Kesintiler halinde hızla geçen kırmızı ışık ilk önce beyin damarlarında spazm, sonra da bayılma, kasılma ve boğulma hissine sebep olmuştur.
Bu tür efektler vasıtasıyla "psikotron" silahlar üretilmekte, televizyon ekranı ve bilgisayar monitörü aracılığıyla kullanılmaktadır.
Psikolojik Savaşta Müzik-Koku İkilisinin Kullanımı
İnsanın sinir sistemi elektrokimyasal sinyallerle çalışır. Bu sebepten beynin düşüncesini yöneten ve etkileyen elektrokimyasal sinyallerin üretiminde, besinler, su ve solunum yoluyla vücuda alınan ve beyne ulaşan maddeler çok önemlidir. İnsan bedenini, aklını ve ruhunu etkilemek için bir takım ritüeller, yiyecekler, içecekler ve kokular ezelden bugüne kadar kullanılmıştır ve bugünden ebede kadar da kullanılacaktır.
Dikkat ettiyseniz bugünkü uçaklarda müşteriler kokulu müziklerle kar­şılanıyor. Bu garip müzik ve koku dağıtımı sinemalarda, asansörlerde, oto­büslerde ve büyük mağazalarda da kullanılmaya başlamıştır. Bu, globalle­şen dünyanın bir nimeti ve konforun bir parçası şeklinde sunulmaktadır. Fakat müzik-koku ikilisinin psikolojik savaş silahlarından biri olduğunu çok az kişi bilmektedir. Bu fenomene "psikotropik etki" denmektedir. Psikotropik etki, tıbbi ilaç ve katkı maddeleri vasıtasıyla insan psikolojisini etkile­yerek, ona yapmak istemediği eylemi yaptırmaktır.
Kimyasal maddelerin yiyecek endüstrisinde yoğun bir şekilde kullanımı 1940'larda başlamıştır. O zamanlar çoğu doğal kaynaklı olan kimyasal maddelerin kullanım miktarı kısa sürede dünya çapında yılda 7 milyon to­na kadar ulaşmıştır. O zaman bir kaç bin çeşit kimyasal madde kullanılmak­taydı. Bugün ise milyonlarca ton ve yaklaşık 100.000 çeşit kimyasal mad­de, ilaç, gıda katkı maddesi, kozmetik, vücut bakım ürünleri, temizlik mal­zemeleri, tarım ilacı endüstrisinde kullanılmakta ve bu sayı her geçen yıl artmaktadır. Katkı maddelerinin yoğun kullanımından insanların aklı ve beden-ruh sağlığı negatif yönde etkilenmektedir.
Bu grup etki maddeleri arasında kokuların özel bir rolü vardır. Kokular, insan ruhunu ve psikolojisini güçlü şekilde etkileyen faktörlerdir. Amerika­lı psikiatrist A. Hirsh belli bir kokunun insanı belli bir tavır ve eyleme yönlendirebildiğini ispatlamıştır: Bazı mağazalarda belli bir koku yayıldığında mal satışının yüksek seviyelere ulaştığı ve bazı kokular koklandığında hızla kilo verilebildiği görülmüştür. Bu arada yapılan klinik araştırmalar sonucun­da lavanta, papatya, limon ve sandal ağacı kokularının en güçlü antidepre-sanlardan daha etkili olabildiği; yasemin, gül, nane ve karanfil kokularının ise insan beynini en sert kahveden bile fazla etkilediği ortaya çıkmıştır.
Günümüzde ruhi gerginlikleri artıran veya ruhsal sıkıntıları çözen, cin­sel istek veya isteksizlikleri arttıran, duygusallığı güçlendiren, dişiliği kuv­vetlendiren, insanın manevi dengesini bozan, insanda korku halleri doğu­ran, agresifliği artıran veya azaltan çeşitli aromalar yani kokular üretilmeye başlamıştır.
Bu aramalar insan davranışlarını kontrol altında tutmak için kullanıl­maktadır.
İnsan beyninde kokulara ait bilgilerin saklandığı bir hafıza merkezi var­dır ancak onların beyin tarafından denetimi mümkün değildir. Bu yüzden kokular insan psikolojisinin en zayıf noktasıdır ve psikolojik savaşta kulla­nıma elverişlidir.
Psikotronik ve Psikotropik Teknoloji
İnsan ruhunun çağımızdaki diğer bir düşmanı ise "psikotronik etki'dir. Psikotronik etki, parapsikolojik ve ekstrasensör etkilerin diğer bir adıdır. Psikotronik etkinin en basit kullanımı hipnozcu ve ekstrasenslerin müşteri­lerine uyguladığı "seanslar'dır.
Sovyetler Birliği yıkılmadan önce Taşkent'te çeşitli kahin, şaman, hip­nozcu, medyum ve ekstrasenslerin faaliyetlerini incelemek için bilimsel merkezler kurulmuştu. Bu merkezlerin ilgisini çeken esas şey bu insanların beyinleri tarafından üretilip yayılan elektromanyetik dalgaların (biyolokasyon) müşterilerinin beyinlerini nasıl yönlendirebildiği olmuştur. Araştırma­lar sonucunda şamanın, kullandığı davul sesinin dalgaları ile tedavi ettiği kişinin beyin dalgalan arasında bir uyum oluşturduğu ve bu sırada dua oku­yarak onun beynine istediği emirleri yerleştirdiği gözlenmiştir. Çağımızda bu olaya "nerolinguistik programlama" denilmektedir.
Nerolinguistik programlama metodları kullanımının en yaygın örnekle­rini, distribütör yetiştirme merkezlerinde, rap müziğinde, reklamlarda, pek çok filmde ve televizyon programında görmek mümkündür.
Diğer yandan Ruslar ve Amerikalılar uzaydan yere doğru holografik tas­vir transferi gibi ilginç bir proje geliştirmişlerdir. Bu holografik resimler 100-150 kilometre çapında belli bir alan üzerinde görüntülenmekte ve bel­li amaçlara hizmet etmektedir. Nitekim, 1 şubat 1993'te Somali'de, Ameri­kan piyadeleri üzerine Hz. Isa (a.s.)'ın 150 metrekare büyüklüğündeki çok canlı ve gerçekçi bir görüntüsü yansıtılmıştır. Askerler bundan güçlü bir şe­kilde etkilenmiş ve diz çökerek ağlamaya başlamışlardır.
Rusyalı eksperlerin fikrine göre bu tür psikotron silahlar, Amerikan or­dusunun "barış misyonu!" ile bulunduğu ülkelerde kullanılabilir. Örneğin, Irak veya başka bir işgal altındaki ülkede, direnişçilere savaşmaktan vazgeç­melerini telkin eden şehitlerin holografik görünütüleri gökyüzünü sarabilir.
Bilim adamlarına göre, psikotronik ve psikotropik teknoloji, atom bom­basından daha tehlikelidir. Onlara göre bu teknoloji, insanlardan her emri yerine getiren "zombiler üretme teknolojisidir. Bu, sadece bir kişiye ya da küçük bir gruba değil, bir etnik gruba veya bir topluma karşı kullanılabile­cek çapta bir teknolojidir.
Bu dehşetli araştırmalan yapan bilim adamlannın ortak kanaatine göre Psikotropik ve Psikotronik silahlann etkisinden konulabilenler yalnız inanç sahipleridir.
İnanan insanı ne hipnoz, ne de elektromanyetik dalga ile kontrol altına almak mümkün değildir. Bu çarpıcı fenomen, bütün araştırmalarda ve de­nemelerde yalın bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Örneğin bu denemelerden birinde hipnoz altındaki bir adama birisini öldürme emri verilmiş, ancak adam tam bıçağı saplayacakken koluna kramp girmiştir. Demek ki, katil olmayan, etki altında da öldürmez, haramdan kendini koruyan harama yaklaşamaz, yalancı olmayan yalan söyleyemez, hain olmayan ihanet edemez, imanlı insan küfredemez.
"Gerçek şu ki, şeytanın, İnanan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kim­seler üzerinde bir hakimiyeti yoktur. Şeytanın hakimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah'a ortak koşanlar üzerindedir." Nahl Sûresi 99-100
"İnsan Genom Projesi"nde çalışan ünlü Amerikalı araştırmacı Dr. Collins: "Mükemmel genetik yapımızda "Tanrı geni" adı verilen bir gen oldu­ğu ortaya çıktı. Bu geni aktif olmayanların inançsız olduğunu tesbit ettik. Fakat şimdiye kadar yaptığımız araştırmalarda 'Tanrı geni"nin aktif hale gelmesini sağlayan dış bir etken bulamadık. Ne çevrede olan değişiklikler ne de kalıtsal nedenler 'Tanrı geni"nin üzerinde etkili olmuyor. Tanrı ge­ninin mucizevi bir şekilde aktif hale gelerek insanlarda inanç olgusunu meydana getirdiğini düşünüyoruz" şeklinde bir açıklama yaptı.
Yani ancak Allah'ın isteğiyle inanç geni aktif olabilir. Aynı şekilde sade­ce Allah (c.c.) aktif inanç genini inaktif hale geçirebilir.
"Allah dilediğini saptırır, dilediğine de hidayet verir. O mutlak güç sa­hibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." İbrahim Suresi 4.Ayet

Nanoteknoloji ile Zihin Kontrolü
Nanoteknoloji ve gen teknolojisi ürünü yeni katkı maddeleri ve tıbbi ilaçlar
Nanoparçacıklar:
Maddenin atomik-moleküler boyutta mühendisliği­nin yapılarak yepyeni özelliklerinin açığa çıkarılması ile oluşan madde par­çacıklarıdır. Altın gibi değerli bir madenin bile nanoparçacık hale geldiğin­de tehlikeli bir kimyasal katalizöre dönüştüğü ortaya çıkmıştır.
Titanyumdioksit (TiO2): Dünyada en sık kullanılan mineraldir ve nanoteknolojide kullanılan üç ana maddeden biridir. Titanyumdioksit nano-parçacıklarının atom yapısı değiştirilerek, görülebilen ışık huzmesine olan tepkisi "yeniden inşa" edilmiştir, sığın (foton) titanyumdioksit nanoparçacığına düşmesiyle birlikte, organik madde, kimyasal reaksiyon sonucu par­çalanmaya başlar. Bu yapay fotosentez, bitkilerde gerçekleşen fotosenteze benzer. Fotosentez, karbondioksit ve suyun, ışığın da etkisi ile organik madde yani besin üretmesidir. Ancak, titanyumdioksit, bitkilerden farklı olarak, organik maddeleri parçalayarak karbondioksit ve suya ayrıştırır, ya­ni tam tersi. Bunun anlamı, titanyumdioksit nanoparçacıklann, herhangi bir organik madde ya da canlı hücreye teması halinde, canlı dokunun, özel­likle proteinin parçalanmasına ve proteinin fonksiyonunun değişmesine neden olan kimyasal reaksiyonu başlatabilecek korkunç bir yetenekte ol­duklarıdır.
Türkiye'de artık bütün duvar boyaları nanoteknoloji yöntemiyle ve özellikle titanyumdioksit nanoparçaçıklar ile üretilmektedir. Şu anda Tür­kiye'de nanoparçacıklar bütün ilaçlarda, ambalajlı hazır yiyecek ve içecek­lerde, tuzda, şekerde ve unda koruyucu, beyazlatıcı veya nem tutucu ola­rak kullanılmaktan Ayrıca kendi kendini temizleyen kumaş ve giysiler üre­tilmektedir.
Nanoparçacıkların canlı organizmalara etkisi
Nanoparçacıklann canlı organizmayı nasıl etkilediğini araştırmak ama­cıyla yapılan deneylerde kobay olarak fareler kullanıldı. Fareler bir kaç haf­ta boyunca havası, volfram ve kobalt nanoparçacıkları ile kirletilmiş bir bölmede tutuldu. Bilim adamları bu farelerin organizmasına karışan nano­parçacıklann organizmayı hiç bir şekilde terketmediğini ve organlarda çökelti olarak biriktiğini tespit etti.
Nanoparçacıklar canlı hücrenin yapısına nüfuz edebilme ve bunun so­nucunda da genleri mutasyona sokma yeteneğine sahiptir. Ayrıca nanopar­çacıklann bulunduğu ortamın solunmasının ciğerlere büyük hasar verdiği tespit edilmiştir.
Terliksiler (dafniya) ve balıklar üzerinde yapılan başka araştırmalarda ise bunların yaşadığı akvaryuma karbon nanoparçacıkları katıldı. İki gün sonra akvaryumdaki terliksiler hızla ölmeye başlamış, kobay balıkların ise beyin hücrelerinde hasarlar tesbit edilmiştir.
Nanoparçacıklann canlı organizmalar üzerindeki etkisini inceleyen de­neyler Türkiye'de karbon nanoparçacıklann suya katılmasıyla devam et­mektedir. Ancak karbon nanoparçacıklar artık terliksilerin suyuna değil, in­sanların içtiği içme suyuna katılmaktadır.
Günümüzde Nanoteknoloji en geniş şekliyle tıpta kullanılmak üzere ge­liştirilmektedir. Bugün nanoteknoloji ve gen teknolojisi metodlanyla sen­tetik hormon, enzim, vitamin, aminoasit gibi pek çok yeni ilaç üretilmek­tedir. İlaçlarla, yiyecek ve içeceklerle, tuzla ve suyla insan organizmasına giren nanoparçacıklann, insan vücudunda ne gibi kimyasal reaksiyonlara sebep olabileceği henüz bilinmiyor. Uzmanlara göre sentetik nano ilaçla­rın vereceği fizyolojik zararların tespiti imkânsızdır. Belli bir süreçte bağı­şıklık sistemlerinin farklı özelliklerine göre herkeste farklı fizyolojik tahri­batlar ortaya çıkacak, tehlikenin büyüklüğü anlaşıldığında ise iş işten geç­miş olacaktır.
Psikolojik savaş ustaları insan ruhunu rehin alma stratejisini çoktan yü­rürlüğe koymuştur. Biz artık görünmez bir savaşın tam ortasında yaşıyoruz. Bugün ilaç, gıda, müzik, sinema, psikotronik ve psikotropik silah endüstri­sinin, gen teknolojisinin ve son olarak nanoteknolojinin insanlığı vahim bir sona doğru hızla sürüklediği çok açıktır.
Uzaktan zihin kontrolü sınırsız bir alandır. Görüntüleme cihazlarıyla, uydudan takip ile yapılan beyin taraması süperbilgisayarlarda bir araya ge­tirilerek insan davranışları, tüm yönleriyle, uzaktan idare edilebilir.
Yapay uzuvlara sahip insanlar, beyinlerine yerleştirilen bir tuz tanesi büyüklüğündeki mikroçip sayesinde robot kollarını ve bacaklarını hareket ettirebilmektedir ve bu mikroçip, o kişiyi uzaktan yönetmek için yeterlidir. Ancak mikroçip olmasa bile, beyne mikrodalgalar ve dijital dalgalar ilet­mek mümkündür.
Şu anda cep telefonları ve arabalar sürekli olarak izlenmektedir. Ulusla­rarası büyük firmalardan satın alınan eşyalar ve giysiler RFID (Radyo Fre­kans Kimliği) cipleri taşımakta ve böylelikle takip edilebilmektedir. İleride, nüfus cüzdanları da RFID cipleri taşıyacaktır. Ciplere nanomoleküller ile bir nanotüp yerleştirilebilir, gerektiği zaman bu tüp hareke geçirilebilir, bu tüpün içeriği vücuda enjekte edilebilir veya planlanan herhangi bir şekilde kullanılabilir. Yani araba kullanmasak ya da cep telefonu taşımasak da ye­rimiz tespit edilebilir, üzerimizde taşıdığımız nanotüp uydudan veya bir bilgisayardan yönlendirilebilir ve gerektiğinde kullanılabilir. Örneğin bu­gün herhangi birine ait cep telefonunun radyasyonunun yükseltilmesi, ölümcül bir seviyeye getirilmesi mümkündür.
Bir insanın parmakizi, avuçiçi, göz irisi, yüzü, retina tabakası, el yazısı, yürüyüş ve yüz ifadesinin özelliklerinin, Kapalı Devre Kamera Sistemleri ve diğer yöntemlerle biyo-ölçümleri alınır ve biyoölçüm tanımlama sistem­lerine aktarılabilir. Bu şekilde o insanın hastalıkları, zayıf noktaları, hafıza­sındaki gizli kayıtlar ve ruh hali belirlenebilir.
Nanoteknoloji, zihin kontrolünde gelinen son aşama
Bu aşamada insan biyorobot düzeyine indirilebilir.
DNA molekülleri baz alınarak, bir Bio-Nanoteknolojik anahtar olan "Nanoactuator" geliştirilmiştir. Saç teli kalınlığının binde biri kadar olan nanoactuator temelde, mikroçipin minyatür bir kanalına bağlanan DNA molekülü ipliğidir ve canlı hücrelerin ürettiği doğal enerjiyi kullanarak ça­lışır. O anda meydana gelen elektronik sinyaller direkt olarak bilgisayara aktarılabilmekte, böylece canlı biyolojik sistemler dünyası ile bilgisiyar dünyası arasında doğrudan bağlantı kurulabilmektedir. Nanoactuator aynı zamanda organizmalar arasında bağlantı kurmak için de kullanılabilir. Bu mikroçipin her dokuya, özellikle beyin dokusuna yerleştirilmesi mümkün­dür.
Bu şekilde, bilgisayardan gelen sinyaller doğrultusunda beyin kontrol altına alınabilir. Nano-nöro-bilgisayardan beyne yerleştirilen mikroçipe gelen sinyaller beyne bir takım resimler, sesler, objeler, kokular ileterek ona programlar yükleyebilir. Böylece istekler, duygular, sevinçler ve üzün­tüler, insanın yapması veya yapmaması istenenlen nano-bilgisayarlar tara­fından yönlendirilebilir. Ve tamamen farklı, yapay bir zihin inşa edilebilir.
Küçücük, birkaç molekül büyüklüğündeki nanoaktuatorlar tuza, suya, una veya herhangi bir yiyeceğe katkı maddesi olarak katılabilir veya solu­nan havaya serpilebilir. Sindirim veya solunum yoluyla gelen bu nanoparçacıklar vücudumuzu dolduracak, vücudun her yerine yerleşebilecekler.
Nano-robotlar hastalıkları tedavi edebilecek
İnsan vücudundaki hücreler, nanorobot ve nanostrürktürler vasıtasıyla moleküler seviyede takip edilecek, kontrol edilecek ve düzeltilebilecekler. Nanorobotlar hücreleri düzeltme veya yeniden inşa etme yeteneğine sahip olacaklar. Mesela, insanda erken skleroz başladıysa, vücudundaki nanoro­botlar hastalığın yerleştiği bölgeyi bulacak, hasta hücreleri ve damarların­daki birikintiyi mekanik ve kimyasal yöntemlerle derhal temizleyecekler. Herhangi bir genetik hastalığı varsa, nanorobotlar hastalık ile bağlantılı ge­ni tespit ederek, kesip atacak ve yerine yapay "sağlıklı" bir gen yerleştire­cekler. Ya da insan yaşlanmaya başladığında nanorobotlar bedeninin tümü­nü kapsayacak bir çerçevede her hücreyi atom seviyesinde düzelterek gençlik çağına geri döndürebilecekler. Ve insan her zaman 20-30 yaşında görünecek.
Binlerce yıl önce ölmüş varlıklar diriltilebilecek
Ameliyatlar organlarda değil moleküler seviyede yapılacak ve insan fii­len ölümsüz olacak. Şayet vücudundaki robotlar hastalığına çözüm getire­mezse, robotlar yeraltında ya da uzayda bulunan "Merkezi Tıp Bilgisaya­rına ulaşarak ondan yardım isteyecekler. Merkezi Tıp Bilgisayarı ise bütün sağlık problemlerine çözüm bulabilecek kapasitede olacak. Hatta kriyonik metot ile yıllar önce dondurulan insanların hücreleri milyonlarca nanoro­bot tarafından onarılacak ve diriltilecek. Bu şekilde binlerce yıl önce ölmüş fakat cesedi bir şekilde korunarak tamamen çürümemiş varlıklara, bitki, mikrop, sinek, böcek, balık, hayvan veya insanlara yeniden hayat verilecek.

Bütün insanlann beyinleri tek beyin haline gelecek
İnsan vücudundaki fizyolojik işlemleri ve kişisel iradeyi elde tutabilen bu nanobilgisayarın en geç 2050 yılına doğru üretilmesi planlanmıştır. An­cak, nanobilgisayarı ilk üreten olmak için, gelişmiş ülkeler arasındaki yarış sürmektedir. Dolayısıyla bu nanobilgisayar planlanan tarihten çok daha önce üretilecektir. Çünkü bu bilgisayara ilk hangi ülke sahip olursa, "belir­li bir insan"ın beynini bilgisayara yükleyecek ve vücutlarına birer alıcı nite­liğindeki nanoparçacıklar yerleştirilerek, önceden hazırlanmış olan bütün insanlann beyinlerini bu bilgisayarla yönetecek. Böylece bütün insanların beyinleri tek beyin haline gelecek.
"Ol!" dendiğinde istenilen şey hemen varolacak
Bütün dünyayı saracak olan, bir kaç molekül büyüklüğündeki nanorobotlar, kendi kendilerine hızlı bir şekilde çoğalabilecekler. Herhangi bir orga­nik veya inorganik maddeyi atomlarına kadar çözebilicekler. Sonra da bu atomlardan yeni bir madde veya istenilen herhangi bir eşyayı, hemen he­men her şeyi yeniden inşa edebilecekler. Nanorobotlar insan sesi veya dü­şüncesi ile yönetilecekler. "Ol!" dendiğinde istenilen şey hemen varolacak.
"Hiç şüphe yok Deccal çıkacak"
Bütün bu gelişmeler insana çok cazip gelebilir, bunda hiçbir mahzur görmeyebilir. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.) iki farklı Hadis-i Şerifte şöyle buyuruyor:
"Hiç şüphe yok Deccal çıkacaktır. Deccal'in yanında cenneti ve cehen­nemi vardır. Onun cehennemi cennet, cenneti cehennemdir." "Körleri ve abraşlıları (ağır hastaları) iyi eder. Ölüleri diriltir ve "Ben Rabbinizim" der. Kim onu tasdik ederse fitne-i Deccale düştü. Kim de "Rabbim Allah" der ve böyle ölürse o zaman Deccal'in fitnesine düşmemiş olur ve ona bir daha fit­ne ve azab yoktur."
Allah (c.c.) bize verdiği, hayır ile şer arasındaki seçim hakkını son nefe­simize kadar korumaktadır.
O (şeytan) sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan kork­mayın, eğer mü'min iseniz, benden korkun. İsrâ Sûresi 64

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder