21 Ağustos 2003 Perşembe

Bir Anadolu Gezisi: Bursa

Bursa Kozahan: Reflections of 1001 Nights

Bir kent düşünün, her köşesi binlerce yıllık kültür mirası ile iç içe, yüzyıllarca medeniyetlere kucak açmış, yaşamını, tarihini, başarılarını günümüze kadar ulaştırmayı başarmış... Eskiden tarım ve kültür kenti iken, 1326 yılında başkent olmasıyla beraber uçsuz bucaksız imparatorluk topraklarının merkezi olan Bursa, kendini anlatmak isterse nasıl anlatır?

Türkiye’nin beşinci büyük kenti olan Bursa, Güney Marmara bölgesinde yer alır. Doğal zenginlikleri, yeşil dokusu, şifalı suları, yaz ve kış turizmi, mimari özellikleri, benzerine az rastlanan bir kültür ve tarih mirasına sahiptir. 2l arkeolojik, 1 doğal , 3 kentsel sit alanına, 2042 adet korunması gereken anıtsal yapıya sahip olan kent, yeşil dokusu ile Yeşil Bursa" olarak tanıtır kendini. Kent, Uludağ eteklerine kurulmuştur. İlk hırıstiyan keşişlerin inzivaya çekildikleri yerleşim yerlerinden biridir. Tarihte "Bithynian Olympos", Osmanlı döneminde "Keşiş Dağı" diye anılan Uludağ jeomorfolojik yapısı, doğal bitki toplulukları ve kış sporlarına uygunluğu nedeniyle Türkiye’nin en büyük kış turizm merkezidir. 7500 yatak kapasitesi olan otellere sahiptir. Deniz seviyesinden 2534 m. yüksekliği olan Uludağ’ın en yüksek tepeleri Zirvetepe, Kuşaklıkaya, Şahinkaya’dır. Zirveye yaklaştıkça, ortalama 2000 m.'de buzul taşlar içinde Kilimligöl, Karagöl, Aynalıgöl yer alır. Ender rastlanan Apollon kelebeklerinin barındığı yerdir Uludağ. Teleferik semtinden teleferiğe binerek dağa çıkmak ayrı bir heyecandır. Arabayı tercih ederseniz her virajı döndüğünüzde dağla yeniden tanışıyormuş gibi hissedersiniz kendinizi. İlkbaharla beraber tüm doğa çiçek şenliğine davet eder. Kirazlı yayla ve Sarıalan mevkileri, yaz aylarında trekking, doğa sporları, kamp ve piknik yapmak için olağan üstü güzelliklerini sunar. Dört mevsim Uludağ’ın sunduğu güzellikleri yaşamak onu tanımak demektir.

Bursa bölgesinin tarihi M.Ö. 3500 yıllarını kapsayan kalkolitik döneme kadar uzanır. Frig, Roma, Bizans dönemlerini yaşayan kent daha sonra Selçuklu ve Osmanlı egemenliğine girmiştir. Osmanlı Devletinin kuruluşu sırasında önemli hizmetleri bulunan Türk Ahi Şeyh Edebali’nin zaman zaman konuğu olan Osman Gazi onun evinde misafir olduğu bir gecede rüyasında; "Edebali’ nin koynundan çıkan bir ayın kendi koynuna girdiğini ve kendi göbeğinden çıkan ağacın gölgesinin tüm dünyayı kapladığını" görür. Bu rüyayı yorumlayan Edebali, Tanrı’nın Osmanoğulları’na sultanlık verdiğini söyler ve kızı Bala Hatun’u da Osman Bey’e nikahlar. "Oğul" hitabıyla başlayan bir nasihatnameyi Osman Bey’e bırakır. Osman Gazi’nin kuşattığı fakat alınışını göremediği Bursa, oğlu Orhan Gazi tarafından 1326 yılında alınır. Aynı yıl Osmanlı başkenti olur. Daha sonra başkent Edirne’ye alınsa da kent önemini her zaman korur. Bursa’yı gezerken geçmişten geleceğe yolculuk yaparsınız. Tarihi dokusu sizi geçmişe götürürken, aslında siz bugünü yaşarsınız. Ufak taşlı Bursa sokaklarında gezerken, parklarında oturup kenti seyrederken, çınarların gölgesinde çayınızı yudumlarken geçmişten bir fısıltı duyarsınız.

Kapalı Çarşı çeşitli hanlardan oluşan alışveriş merkezidir. Kuyumcuları, meşhur havlucuları, ayakkabıcıları ile ne ararsanız bulabilirsiniz. Çarşının hemen yanında çınarların arasında yer alır Ulu Cami. 1396-1400 yıllarında Yıldırım Bayezid tarafından, tamamı kesme taştan, çok kalın ve yüksek duvarlarla 12 ağır dört köşeli paye üzerine, pandantiflerle 20 kubbeli olarak inşa edilmiştir. Çok kubbeli camilerin en klasik örneği olan caminin zengin ve ferah mekanı ile bütün Türk camileri içinde en büyük ölçüye sahiptir. (318 m2) İçinde bulunan şadırvandaki su sesi hoş bir müzik oluşturur. Ön cephedeki kitabe ve şebekeli tacı ile minber Selçuklu üslubundan Osmanlı üslubuna geçişin şaheseridir.

Inside Ottoman Mosque

Ulu Camiinin doğusunda yer alan Orhan Camii ve Külliyesi, Osmanlı külliyelerinin ilk örneklerindendir. 1339-1340 yıllarında Orhan gazi tarafından yaptırılan külliye, cami, medrese, imaret, mektep, hamam ve handan (Emir Han) oluşur.

Bursa’da yürüyerek, istediğiniz her yere gidebilirsiniz. Hep beraber yürüyerek kenti keşfedelim isterseniz. Ulu Cami’den çıkınca hemen ilerde harika çay bahçesi olan parkı görürsünüz. Parkın arkasındaki sokağı devam edince çeyiz mağazaları, aktarların olduğu çarşıya girersiniz. Çarşamba günü kurulan pazarında kentin verimli topraklarında yetişen leziz sebzeler, meyvelerin taze görünüşü iştahınızı açar. Ulu Cami’den düz ilerlerseniz sağ ve sol tarafınızda bankalar, PTT, mağazalar yer alır. Tabii Kafkas Pastanesine uğramadan olmaz. Bursa’nın ünlü kestane şekerleri burada imal edilip, satılır. Atatürk Heykelinin bulunduğu semtin adı Heykel, kentin merkezidir. 1867’den beri hizmet veren Heykel Meydanının yan tarafındaki Ünlü Caddesinde bulunan Kebapçı İskender en meşhurudur. Lezzetli döner üzerine hazırlanmış domates sosu, közde pişmiş yeşil biberi, yoğurdu ve tereyağı ile iskenderi her yerde tadabilirsiniz. Ama burada yediğiniz iskenderin farkını hemen anlarsınız. Heykelin karşısında bulunan Ahmet Vefik Paşa tiyatrosu tiyatro severleri bekler.

Yolumuza düz devam ediyoruz ve Setbaşı semtine geliyoruz. Setbaşında caddenin sağ ve sol tarafında mağazalar, pastaneler, çay bahçesi yer alır. Yolun ortasında bulunan köprünün altından çay akmaktadır. Sağ tarafınıza bakınca yemyeşil Uludağ’ın hemen yanınızda olduğunu görürsünüz. Çocukluğumda Setbaşı’nda yürürken bu kadar kalabalık olmadığını hatırlıyorum. Yol ayrımında bulunan çınar ağacı tüm ihtişamı ile yolun ortasında duruyor. Yol yapımı sırasında çınarı kesmek istemişler, kesmeye gelen kişilerin sakat kaldığı biliniyor. Sonunda kepçe getirmişler fakat nafile kepçenin de eğildiği söyleniyor. Bu ulu çınar her şeye rağmen sırlarını kimseye anlatmadan yaşamına devam ediyor.

Yol ayrımının sol tarafından devam ediyoruz, bu sokakta eskiden revaniye dükkanı bulunurdu. Şöyle bir tabak hayal edin; on cm. kalınlığındaki revaniyenin üzerinde taze beyaz kaymak bulunuyor... Bursa’nın en meşhur tatlıcısı artık yok! Bulunduğumuz semt Yeşil, eski cumbalı evlerin korunduğu bir mahalle. Birçoğu restore edilen evler çınar ağaçlarıyla beraber harika görüntü sunar. Turistik eşya satan mağazalar haline getirilen eski evlerin hemen yanında Bursa ile bütünleşen Yeşil Türbe yer alır. Osmanlı türbe mimarisinin en güzel örneklerindendir. Mermer merdivenlerle çıkılan sekizgen yapıyı, yüksek bir kasnağa oturan kurşun kaplı kubbe örtmektedir. Yeşil renkli çini süslemeleri ile eşsiz bir görünümü olan türbe tümüyle çini ile kaplı olan mihrabı bir şaheserdir. Ceviz ağacından geçme tekniği ile yapılmış, geometrik motiflerle süslü ve kitabeli kapı Osmanlı ahşap işçiliğinin en güzel örneğidir. Ne yazık ki bu sanat harikası yapı şu an harap bir vaziyette Kültür Bakanlığının ilgisini beklemektedir.

Hemen karşısında bulunan Yeşil Camii; 1419-1420 yıllarında Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılan caminin süslemeleri, 1424 yılında II. Murat döneminde bitirilmiştir. Süslemede kullanılan yeşil firuze ve çinilerden dolayı Yeşil Camii olarak tanınır. Mimarı Hacı İvaz Paşa’ dır. Bursa’nın en önemli Osmanlı dönemi yapılarından olup, cami mimarisinden çok süslemeleri ile ünlüdür. Çini süslemeler camiinin en önemli özelliğidir.

Caminin arkasında bulunan Yeşil Çay Bahçesinde oturunca tüm kent ayaklarınızın altındaymış gibi görünür. Gece ise ışıltıların eşliğinde seyredersiniz kenti. Çocukken bu bahçede servis yapan amca, turistlerin de eğlencesi idi. Tüm bahçede kaç tane çay içilecekse "çaaaaaayyyyyyyyyyy 40" diye seslenirdi çay ocağına. Çocukken çok eğlenceli gelirdi. Ayrıca Ramazan’larda sürahi ya da ibrik şeklinde poğaçalar yapılırdı fırınlarda. Şimdi hepsi hatıralarda kaldı ne yazık ki... Daha içerlere ilerleyen yol Şible semtine ulaştırır. Burada dar sokaklarda eski cumbalı evler koruma altına alınmış. Çoğunda el tezgahları bulunurdu. İpek dokumaları ile ünlü Bursa’da Şible sokaklarından geçerken dokuma tezgahlarının sesleri duyulurdu. Artık onlarda yoklar...

Yürümeye devam edince Emir Sultan semtine geliriz. Ünlü bir bilgin olan Emir Sultan, 1391 yılında Bursa’ya gelmiş ve Yıldırım Bayezıt’ ın kızı Hundi Fatma Hatun ile evlenmiş. Emir Sultan Camii ve türbesi, karısı tarafından II. Murat devrinde yapılmıştır.

Şimdi geri dönerek, tekrar Ulu Cami önüne gelip, karşısından yukarı doğru çıkan yolu takip ediyoruz. Bu yol bizi Muradiye semtine ulaştırır. Muradiye Külliyesi; büyük bir parkın içinde yer alır. Sultan II. Murat tarafından 1424-1426 yıllarında yaptırılan külliye, cami, medrese, imaret, hamam ve 12 türbeden oluşur.

Muradiye’den, Tophane semtine geçeriz. Bursa çay bahçeleri ve parklar bakımından zengindir. Hemen hemen her semtte bir park bulunur. Parkın içinde bulunan Osman ve Orhan Gazi türbeleri kentte tepeden bakar. Parkın hemen yanında küçük çıkmaz bir sokak "ressamlar sokağı" olarak bilinir. Bursa’lı ressamlar yapmış oldukları resimleri burada sergilerler...

Pyramid of Light in the Dark

Yine Ulu Camii’nin önündeyiz. Yolumuza sol taraftan devam edelim. Cam piramitten yapılmış Zafer Plazayı gezmeden olmaz. Burası Ankara Karum alışveriş merkezini anımsatır. Karşıya geçip yolumuza devam edince Altıparmak semtine geliriz. Yüksek binaların yer aldığı semtte ana caddenin üzerinde bankalar, mağazalar, kuaför salonları yer alır. Bu arada kentte bulunan bayan kuaför salonlarının %95’ini hanımlar çalıştırır. İlk zamanlar alışamadım ama titiz çalışmalarını görünce saçlarımı güvenle ellerine teslim ettim.

Kültür Park Bursa’nın simgesidir. Büyük bir alanı kaplayan park yeşilliklerin içinde size şehirden uzaklardaymışsınız hissini verir. Park içinde bulunan Arkeoloji Müzesi, Prehistorik Çağ Eserleri ve Sikkeler, Taş Eserler, Seramik, Cam, Madeni Eşya ve Sanat Galerileri olmak üzere dört salondan meydana gelir.

Hacivat ve Karagöz heykelini geçince semtin adı Çekirge olur. Bu semt, Ankara’nın Gazi Osman Paşa semtini anımsatır. Lüks binalar, mağazalar, oteller ile birdenbire geçmişten kalan izler sizi bırakır. Ünlü Armutlu ve Kükürtlü kaplıcaları bu semttedir. Uludağ’a çıkmak için buradan ayrılan yoldan gitmeniz gerekir. Zaten Çekirge Uludağ’ın eteğinde olduğundan dört bir tarafındaki yollar yokuştur. Ayrıca Türkiye’nin ilk ve tek Ormancılık Müzesi, Çekirge Caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda 1989’dan beri hizmet vermektedir. Müzede bitki, hayvan fosilleri, ormancılıkla ilgili araç - gereçlerden oluşan 2000 eser yer alır.

Kentin her tarafında gördüğümüz çınar ağaçları ayrı bir güzellik katar. Dip çevresi 12 m. olan 563 yaşında Osman Gazi çınarı, 568 yaşındaki İnkaya çınarı, 21.5 m. çevreli Kavaklı Camii çınarı anıt ağaçların bazılarıdır. Geniş gövdeli, yüksek ve kalın dallarında koyu yeşil yapraklı çınarların altında oturup çayınızı yudumlarken kentin tarihinin onda gizli olduğunu bilirsiniz. Rüzgarla beraber hışırdayan dalları bir şeyler fısıldar ama gürültüden duyamazsınız. Düşünün beş yüz küsur yıldır oradalar. Neler gördüler bilinmez ama tüm heybetleri ile yıllara meydan okumanın onurunu yaşarlar.

Dusk at Lake

Kentin belli başlı semtlerini gezdikten sonra biraz da çevresini gezelim. Bursa’da yaşarsanız hiç sıkılmazsınız. Her hafta sonu için ayrı bir gezi programı yapabilirsiniz. Yazın plajı, mesire yerleri, kışın kayak sporları ile ender rastlanan alternatifler sunar kent bize. Sahilde en yakın Kurşunlu, Mudanya, Trilye (Zeytinbağı) yer alır. Bursa’dan 30 dakika uzaklıkta yeşillikler içinde, ilerleyen yol sizi denize ulaştırır. Kurşunlu - Mudanya arası 30 dakikadır. Sahil kenarından ilerleyen yolun sol tarafı yeşil örtü, sağ tarafı mavi örtüyle kaplıdır. Mudanya eski tarihi dokusunu korumakla beraber, betonlaşmadan nasibini almıştır. Tarihi yapıların bir bölümü restore edilmiş. Tahir Paşa Konağı, Halil Ağa Evi gibi, Kurtuluş Savaşı sırasında imzalan Mudanya Ateşkes antlaşmasının yapıldığı binada restorasyon çalışmaları halen devam ettiğinden gezemiyoruz. Etrafta limon, zeytin ve mandalina ağaçlarını sıkça görürsünüz.

Sahil kenarında uzun yürüyüşler yaptığımız Mudanya’ya 10 dakika mesafede bulunan Trilye’ye geçiyoruz. Burada yeşil ve mavi birbiriyle kucaklaşmıştır. Kırmızı kiremitli evler ayrı bir güzellik katar Trilye’ ye. Sahilde yan yana sıralanmış balık lokantalarında her zaman taze levrek, çupra, barbun, tekir, kalamar, karides bulabilirsiniz. Taş mektebi, kiliseleri, camileri, Rum evleri ile tarih dokusunu koruyan Trilye’ de denizden gelen rüzgar hiç eksilmez. Ünlü Trilye zeytininin tadına bakmadan Bursa’ya dönmek olmaz.

Flight of Seagull

Genellikle on yıl ya da daha önce gittiğimiz yerlerde çok büyük değişiklikler olduğunu fark ederiz. Zaten yaşam değişimler sürecidir ama eskiden kalan güzellikleri, gelecek nesillere aktarmak gerektiğini düşünüyorum. Bu da çok zor olmasa gerek. Biraz özen ve ilgiyle her şey gerçekleşebilir. Cumhuriyetin ilanı ile kültür, sanat, sanayi ve ziraat merkezi olan kent hızla büyümüştür. Bu da betonlaşmayı beraberinde getirdi. Bursa ovasını binalar kapladı. Ünlü şeftali bahçeleri neredeyse yok olmak üzere. Uludağ’a çıkan yol kenarına yapılan villalar ormanlık alanların kaybolmaya başladığının göstergesi. Şehre tepeden bakınca ovanın ve dağ eteklerinin betonla kaplandığını üzülerek görürsünüz. Camiler, tarihi eserler etrafına yapılan binaların arasında sıkışıp kalmışlardır. Geçmişten geleceğe köprü oluşturan Yeşil Bursa, korkarım yakın bir gelecekte beton Bursa diye anılacak. Ne yazık ki; betonlar oksijen sağlamıyor ve meyva vermiyor. Şeftaliyi, kestaneyi artık resimlerde göreceğiz. Aklıma Cree kızılderilerinin kehaneti geliyor. "Son ağaç kesildiğinde, son ırmak kuruduğunda, son balık öldüğünde paranın yenemeyeceğini anlayacaksınız!!!"

Bunları yapmadan dönmeyin:

- Cumalı kızık (Uludağ eteklerinde Osmanlı köyü) gezmeden,
- Ankara- Bursa yolunda Mezit’ler mevkiinde fotoğraf çekmeden,
- İnegöl Oylat Kaplıcaları’na uğramadan,
- İnegöl yolunda Orhan lokantasında inegöl köfte yemeden,
- Özdilek havlu fabrikasının satış mağazasına uğramadan,

Watch Tower

Yazı: Nurperi Ünsal, Fotoğraflar: voyageAnatolia.blogspot.com

7 Ağustos 2003 Perşembe

bir anadolu gezisi: Fethiye



Öyle bir yer düşünün ki ; fantezi hikayeleri olan antik kentleri, gerdanlıkta yer alan pırlanta gibi koyları, dağların arasına gizlenmiş doğa harikası vadileri ile siz isteseniz de , istemesiniz de başınızı döndürecek bir yer . Tabii ki burası FETHİYE....

En önemli tatil ve turizm merkezi olan Fethiye koyları, denizi, vadileri, sahilleri, kültürü ve tarihi ile bir tatil cennetidir. Çıldırtıcı turkuaz denizi, çıldırtıcı yeşil sedir (katran) ormanlarıyla mıknatıs gibi çeker kendisine doğa severleri. Akdeniz’in içinde irili ufaklı adaların serpiştiği Fethiye Körfezi, arkası çam ormanlarıyla çevrili kuzeye açık bir koyda yer alır. Etrafını pırlanta taneleri gibi koylar çevrelemiştir. Mavi yolculuğa çıkan doğa severleri sürprizleri ile hayran bırakır. Sayılı günler hızla geçer gider ama hafızalarda bir ömür boyu kalmayı başarır. Fethiye ilçesi, çarşısı, cafeleri, marinası, lüks otelleri ile herkese dolu dolu tatil yaşatır. Fethiye’nin antik dönemdeki adı Telmessos. Anadolu’nun en eski uygarlığı Likya’nın en önemli kentidir. M.Ö. 4. yy. kadar uzanan Likya medeniyetindeki efsaneye göre; Tanrı Apollon Finike kralı Agernor’un küçük kızına aşık olur. Küçük bir köpek kılığına girerek sevdirir kendini, çekingen kral kızına. Bu birleşmeden doğan oğluna Telmessos adını verir. Kent M.Ö. 547’de Pers kralı Harpagos’un tüm Likya ve Karya kentleriyle birlikte Telmessos’uda ele geçirmesiyle Perslerin 1. Satraplığını oluşturur. M.Ö. 344-333 kışında Asya seferine çıkan Büyük İskender tarafından ele geçirilen kent, bir rivayete göre; kendi isteği ile B. İskender’e teslim olmuştur. M.Ö. 189 Bergama krallığına geçen kent , M.Ö. 133’de Likya Federasyonuna bağlanmıştır. 8 y.y. kentin adı, Bizans İmparatoru II. Anastasios’un onuruna Anastasipolis olarak değiştirilmiştir. 1284 yılında Menteşe oğullarına geçen kent 1424 yılında Osmanlı topraklarına katılmasıyla Mekri (uzak şehir) adını alır. 1934’de Şehit Pilot Fethi Bey’in anısına ‘’FETHİYE’’ adı verilir. Likya uygarlığının en görkemli örneklerinden biri olan Amyntas kral mezarı ilçe yamacına oyulduğu dağın heybetiyle bütünleşir. İyon stilinde ve tapınak tipindeki bu mezarın önünde iki ayrı bitişik sütunlu sağanlığa, dört basamakla çıkılır. Soldaki sütunun orta kısmında M.Ö. 4. y.y. alfebesi ile ‘’ Hermepias Oğlu Amintas’’ yazılıdır. İlçenin içinde ve çevresinde kaya tipi ve lahit mezarlara rastlanır. Lahit mezarların en güzel örneği belediye binasının doğusunda yer alır.

Fethiye denilince ilk akla gelen, dünyanın en güzel lagünlerinden biri olan ÖLÜ DENİZ’ dir. Fethiye’den Ölüdeniz’e çamlar arasından giden yol 14 km ‘dir. Yol bitiminde çıldırtıcı mavi deniz aniden önünüze çıkar. Burası Belkızı koyudur. Koyun içinden uzanan kumsalı yürüdüğünüzde muhteşem Ölüdeniz’i görürsünüz. Dibi beyaz kumla kaplı bu sahilde, deniz turkuvaz mavisidir. Bu sahilde oturup güneşin batışını seyretmek ayrı bir zevktir. Sırtını Baba Dağı’na yaslayan Ölüdeniz’in çeşitli efsanelerinden biri şöyledir; ‘’ baba,oğul tekneleriyle Akdeniz’in fırtınasından birine yakalanırlar. Oğul, kıyıya yaklaşırlarsa sığınabilecekleri bir koy olduğunu söyler. Baba ise kıyıda sarp kayaların olduğunu inatla söyler. Tekne kayalıklara iyice yaklaştığında kavgada şiddetlenir. Sinirlenen baba kürek darbesi ile oğlunu denize atar. Sabah olup fırtına dindiğinde baba dağların arasında kıpırtısız duran koyu görür.’’

SAKLI KENT KANYONU ; Fethiye’nin sıcağından kaçıp dinlenmek için idealdir. Kanyon 17 km. dir. Kanyon girişini, keçisi buraya kaçan bir çobanın tesadüfen bulduğu söylenir. Buradaki dağ sanki çok keskin bir kılıç ile ikiye ayrılmış gibidir. İçinden büyük bir coşkuyla akan beyaz köpüklü Eşen Çayının sesi girişten duyulur. Eşen Çayı , kanyonun 100 m. içinden patlayarak çıkar yeryüzüne. Dik granit kayaların duvarlarına yapılmış ahşap dar köprü sizi içeriye ulaştırmaya yardımcı olur. Köprünün altından akan çaya bakınca, onunla beraber akıp gitmek istersiniz. Kanyon içinde yeryüzüne çıkan kaynak büyük gürültü ile akıp çayla birleşir. Yanınızdaki arkadaşınızın sesini güçlükle duyarsınız. Başınızı kaldırdığınızda her tarafınız siyah granit kayalarla kaplı olduğunu görürsünüz. Eğer isterseniz kanyonun daha iç kısımlarına yolculuğa devam edersiniz. Kanyon girişinde sağ ve sol tarafınızda çeşitli dinlenme yerleri vardır. Tahtadan yapılmış geniş iskelelerin üzerinde oturup, iskelenin altınından akan çayın sesini dinleyerek öğlen yemeğinizi yiyebilirsiniz.

KAYAKÖY; Fethiye’den 7 km. uzaklıktaki Hisarönü köyüne giderseniz Kayaköye ulaşırsınız. Aslında burası hayal köy gibidir. Yamaca doğru , birbirinin önünü kesmeden yapılan bir veya iki katlı gri , 2000’ne yakın binalardan meydana gelmiş boş bir köydür. Yılların sessizliği ve hüznü ile karşılar sizi. Bu köy eski Rum yerleşimi. 1922’de Kurtuluş Savaşı sonrası ‘’Mübadele’’ ile köyün sakinleri Yunanistan’a yerleşmiştir. Köyde 2 kilise, 14 şapel (küçük kilise) yer alır. Tüm köy koruma altına alınmıştır. Köyde bulunan çay bahçesinde dinlenip, gözleme yiyebilirsiniz.

Anadolu’nun en önemli medeniyet merkezi Likya’nın yurdu olan ilçenin etrafında önemli antik kentler yer alır. Likya medeniyeti M.Ö.7. yy. başlar. Kendilerine Trmmli, ülkelerine Trmmisa adını vermişler. Daha sonra Yunancayı benimsemişler. Batıda Dalaman Çayı, doğuda Olympos(Bey Dağı) sınırları içinde yaşamışlar. Likya Birliği temsili demokrasi fikrinin antik çağlardaki, ender örneğidir. En parlak dönemleri 23 kentin birliğe üye olduğu dönemdir. Kentler önemlerine göre bir, iki veya üç oy kullanma hakkına sahipti. Üç oy sahibi kentler Tlos, Pinara, Xanthos, Patara, Myra ve Olympos. En çarpıcı yapıtları kayadan oyma mezarlar ve lahitlerdir.

LETOON; sahilden 3 km içerde ünlü Leto tapınağı yer alır. Fransız arkeologların su seviyesi altında yaptığı çalışmalar sonucu gün yüzüne çıkan antik kent Zeus’un Leto’ya aşık olmasına sinirlenen Hera’nın gazabına uğrar. Kıskanç, hoşgörüsüz eşinin baskısı yüzünden Leto oradan oraya sürülür. Sonunda Delos’a gelir. Burada Apollo ile Artemis’i doğurur. Likya dahil gezdiği tüm ülkelerde Leto’nun hikayeleri anlatılır.

XANTHOS (KINIK) ; Tarih boyunca bir çok istilaya uğramalarına rağmen, canları pahasına sahip çıkan Xanthos’luların, kazılarda ele geçen tablet üzerindeki şiir çevirilerini Arza Erhat yapmıştır. Asırlar boyu zorba istilacılara ve yağmacılara karşı gösterdikleri mücadele ile ünlü ve onurlu kent 1838 yılında Sir Charle Fellows tarafından British Museum adına yapılan tarih yağmacılığı karşısında kendisini savunamamıştır. Xantos’un tarihteki ilk kaydı M.Ö. 540 civarında Pers generali Harpagos’un küçük Asya batısını işgalinde ortaya çıkmaktadır. General Karya’dan Xantos vadisine yürümüş, burada Likya ‘nın büyük direnişi ile karşılaşmıştır. Düşman ordusunun sayıca üstünlüğü karşısında kentte mahsur kalan halk eşlerini,çocuklarını,esirlerini ve tüm mallarını Akrepol’e toplayıp ateşe vererek tek kişi sağ kalmayana dek savaşı sürdürürler. Savaş sırasında kent dışında olan seksen kadar aile Xanthos şehrini yeniden kurarlar. Pers hakimiyetinden sonra Büyük İskender ve Ptolemy hanedanının eline geçen kent daha sonrada Suriye kralı 3. Antichos’un istilasına uğramıştır. Her istiladan sonra onurla ayakta kalmayı başaran Xanthos ‘a bakarken sanki bütün başlarından geçen olayları görür gibi olursunuz.

PATARA (GELEMİŞ); Fethiye’ye 78 km. mesafedeki Gelemiş köyü 2000 yataklı otel, motel, pansiyonları ile tatilcileri en iyi şekilde ağırlar. Köye 1 km. uzaklıktaki Patara antik kenti ve 21 km. uzunluğundaki harika plajı , sığ denizi ile tatilcileri cezbeder. Antik çağda Pttara olan kent çağının en önemli limanı ve ticaret merkezi olmasının yanında tanrı Apollon’a adanmış ünlü bilicilik merkezidir. Yapılan tüm araştırmalara rağmen tapınağın yeri bulunamamıştır. Büyük İskender zamanında deniz üssü olan kent, Suriye kralı 3. Antiochos’un eline geçerek, Romalı ve Rodosluların tüm çabalarına rağmen M.Ö. 189’daki Apemka barış antlaşmasına kadar onun elinde kalmıştır. M.Ö. 42.’de Xanthos’daki büyük felaketten sonra Brutus , Patara’yı ele geçirir. Likya’nın en önemli kentlerinden olan Patara ‘da Myra Papazı St. Nicholaus’un doğum yeri olması nedeniyle dini merkez konumuna gelir. Bugün kumlar altında olan kentte arkeolojik kazılar zorlukla yapılmaktadır. Kumların kenti istilasını engellemek için sahil şeridi ağaçlandırılmaktadır. Patara’da yol üzerinde bulunan üç kapılı zafer anıtı eski ihtişamı ile ayakta durmaktadır. Anıtın hemen önünde bululan daire şeklindeki hurma ağaçlarının içine girdiğinizde, nasıl oluyor da dışarı son derece sıcakken, ağaçların içi bu kadar serin olur anlam veremezsiniz. Bu ağaçların Arap istilası sırasında dikildiği tahmin ediliyor .

KEKOVA yolu sahillerimizin en güzel görüntülerinden birine sahiptir. İlk başta Üçağız (Tristome) köyü yer alır. Üçağızdaki bir kanal daha geniş olan dış bölüme açılır ve hemen hemen tüm körfezi kaplayan uzun ve dar Kekova Adası ile kapalıdır. Bu kanal adanın doğu ve batısındaki iki giriş üçağızı oluşturur. Sahilde doğudaki girişe bakan bölümde olan Kekova ‘da Simena Ören yeri ve Üçağız’da Tesimiussa kalıntıları yer alır.

Simena (Kale köy); eski kent ve bugünkü koy çok güzel biçimde bütünleşmiş olup orta çağ kalesinin altında yer alır. Kıyıdan yukarı çıkarken iki büyük lahit mezar göze çarpar. Bunlardan biri İdagrus’un oğlu Mentor’a aittir. Diğerinin önünde oturma yeri bulunur. Kale duvarının hemen altında bir tapınağın sundurması vardır. Kaleye merdivenlerle çıkınca içinde tümüyle kayaya oyulmuş küçük, tiyatro yer alır. Burada 7 sıra oturma yeri bulunmakta ve çapı da 1.5 mt.dir. Bu da kentin küçüklüğü hakkında bilgi verir bizlere. Ama kaleden manzara harikadır. Daha da yukarı çıkarsanız tüm Kekova adası ve Üçağız muhteşem görünür. Simena’ da bulunan iskelenin hemen yanındaki lokanta da öğlen yemeğinizi yiyebilirsiniz. Burada su sorunu yaşanıyor. Su motorlarla Demre’ den taşınıyormuş.

Adanın Kaleköy’e bakan kıyısında bulunan BATIK ŞEHİR görülmeye değer. Suyun altında bulunan cadde ve bina kalıntıları, pencere ve kapı kenarları,merdivenler net şekilde görülebiliyor. Antik kent M.Ö.2. yy. büyük bir deprem sonucu suların altında kalmış. Adanın batısında bulunan TERSANE KOYU yer alır. Sahildeki bazalika kalıntısı olan koyda guletler yüzme molası verirler. Kumsalı taşlı da olsa deniz suyu, tıpkı saten örtü gibi teninize değer.

KAŞ (ANTİPHELLUS); Likya dilinde ‘’Habesos’’ diye anılır. Daha sonra Antiphellus adını alır. Kentin kuzey-doğusundaki kaya mezarları M.Ö. 4.y.y. ‘dan kalmadır. Kentin Uzunçarşı sokağında bulunan aslan figürlü anıtta Likya dilinde yazıtlar vardır. Yerel halk tarafından kral mezar olarak bilinen tek bir mezar odası bulunmaktadır. Bu lahit Kaş’ın simgesidir. Bugünkü Kaş , Antiphellus antik kenti üzerine kurulmuş. Yürüdüğünüz sokakların ve binaların altında kalan antik kent sit alanı olduğundan kazı çalışmaları yapılamamaktadır. Antiphellus , Likya Birliği üyesidir. Helenistik dönemde liman kentidir. Kaş’ın batısında bulunan antik tiyatro iyi durumdadır. Tiyatronun kuzey doğusunda nekropol bulunur. Büyük bölümü kayalara oyularak meydana getirilmiş dorik nizamdaki mezarın giriş duvarlarında kadın figürleri yer alır. Kaş marinası, çarşısı,pastanesi,lokantaları ,çay bahçeleri, barları ile sevimli tatil beldesidir. Kaş’ın sıcağından kaçmak isterseniz, iskelenin yanında bulunan çay bahçesine gitmezseniz Kaş’a gelmiş saymayın kendinizi. Çay bahçesi ağaçların altında, elinizi uzatınca Meis adasına deyecek kadar yakın bir noktada. Bahçede isterseniz deniz ürünleri, mangal balık ve gözleme hizmeti veriliyor. Dalgalı denizi seyredip , serin rüzgar ile serinlerken karşıda duran Meis adasının arkasındaki manzarayı merak edersiniz.

Kaş’tan Elmalı’ya doğru, büyük bölümü çam ağaçlarının yeşilliği içinde ilerleyen yol tahmini 70 km.dir. Bu yol sizi 1320m. yükseklikte bulunan Sinekçibeli’ne ulaştırır. Burada durup GÖMBE YAYLASI’nı seyredebilirsiniz. Yayla köylerinde elma,armut,ceviz yetişir. Yaylada halen yörük yaşamı devam eder. Yayla, Hirıstıyanlık döneminde piskopozluk merkezi olarak önem kazanmış. Yaylaya yakın Akdağ’da bulunan UÇAR SU , eriyen karlarla beraber 60 mt. yükseklikten dökülen şelale oluşturur. Kayalara çarparak uçuyormuş hissini verir. Burada oturup gökyüzündeki bulutları, etraftaki dağları ve aşağıda uzaklarda görünen yeşil Gömbe yaylasını seyrederken çeşitli düşüncelere dalarsınız. Uçarsu’ya çok yakın Yeşil Göl yer alır. Etrafında hiç ağaç olmayan bu krater gölün çevresi çayırlıktır. Adını yeşil renkli sudan alan göl, çöl ortasında karşılaştığınız bir vaha gibi aniden önünüze çıkar.

Kaş , Kalkan arasında bulunan KAPUTAŞ PLAJI, dar bir kanyonun denize açıldığı noktada bulunuyor. Yolda arabanızı park ettikten sonra sol tarafınızda yüksek dağın ikiye ayrıldığını görürsünüz. Yolun kenarındaki köprüye doğru ilerleyince kanyonun başını görebilirsiniz. Buradan yağmur suları ile akan toprak aşağıda bulunan muhteşem kumsalı oluşturmuş. Plaja uzun merdivenlerle iniyorsunuz. İki tarafı kayalık olan kumsal ince kumu ile dikkat çekiyor. Turkuvaz renginden açık laciverte, sonrada koyu laciverte geçen deniz turizm broşürlerinin sayfalarını süsler. Plajdan 500.mt. uzaklıkta Kaş tarafındaki Mavi Mağaraya denizden ulaşmak mümkün. Teknelerin rahatlıkla içine girdiği mağaranın 18 mt. genişliği , 10 mt. yüksekliği , 35 mt. derinliği var. En önemli özelliği su altından yansıyan güneş ışığının oluşturduğu, yeşil ve mavinin tüm renklerini yansıtan floresan turkuvaz mavisidir.

KALKAN ; Mimari yapısı ve kent dokusu fazla bozulmamıştır. Beyaz boyalı evleri, rengarenk çiçekleri, dar temiz sokakları ile sevimli balıkçı kasabasıdır. Burası hilal şeklinde bir koy. Gün batarken, terasta ya da iskelede oturup o gün tura ya da balığa çıkan teknelerin limana yanaşmasını seyretmek ayrı bir zevktir. Marinadan kalkan guletlerle günübirlik turlarla Kaş, Patara, Kekova’ya gidebilirsiniz. Eğer grup oluşturabilirseniz dolunaylı gecelerde gece turu da yapılmaktadır. Kalkan geceleri de renklidir. Dar sokaklara taşan barların canlı müzik sesleri ile sabaha kadar devam eder yaşam. Kalkan ne yazık ki , yeşillikten nasibini alamamıştır. Ama Bezirgan yaylasına giderek hem serinleyebilir, hem de ağaçların altında sakin bir gün geçirebilirsiniz. Ispanaklı veya peynirli gözleme, kuzu kebabı, saç kavurma tabii ayranı önerebilirim.

Kumsala uzanın, gözlerinizi kapatın !!! Bir düş kurun. Bir körfez düşünün cennet gibi, yeşil orman tepelerin arasındaki masmavi, lacivert - turkuvaz denizinde ilerlerken, binlerce yıllık medeniyetlere kucak açmış yerleşim yerlerini görün düşünüzde. Kimler yaşamış, ne mutluluklar paylaşılmış, ne hüzünler yaşanmış bilinmez. Doğa harikası Ölüdeniz’e gelin. Denizinde tıpkı balık gibi yüzün, günbatımında belki bir daha başka bir yerde göremeyeceğiniz renkleri düşünün. Kuş olup Baba Dağ’dan Ölüdeniz’e uçun. Oradan yaylara göç edin.... Koylarında bir bir dolaşın, bilinmeyenleri keşfedin. Güneşin sıcaklığını teninizde hissederken düşünüzün adı FETHİYE olsun.......

Nurperi Ünsal.
Thu Aug 7, 2003 fotoGezi