7 Mayıs 2009 Perşembe

DNA'DAKİ DEĞİŞİMLER

Dünyadaki bütün canlı varlıklar, virüs, mikrop, sinek, böcek, bitki, ba­lık, hayvan ve insanlar iki kıvrımlı DNA'ya sahiptir. Normal bir yaşam sür­düren insanın veya dünyadaki herhangi bir canlı varlığın DNA'si doğum­dan ölüme kadar geçen sürede değişim geçirmez. Değişimlerin oluşjnası için, yüzlerce yıl gibi çok uzun zaman gerekir.
Diğer taraftan, bilim adamları artık DNA'daki değişimlerin kısa periyodlar içinde gerçekleşmesinin mümkün olduğunu, insan ömrü süresince belirgin bir değişimin olabileceğini söylüyorlar.
Örneğin:
DNA'yı değişime uğratmanın en kolay yolu, bir virüsle etkileşimidir. Epsteyn Barr ve Herpes6 gibi DNA virüsleri, hücresel yapıda değişiklikle­re sebep olur.
Bazı yankılanma ve ses dağılım titreşimleri DNA moleküllerinin içinde­ki helezonun çözülmesine ve değişime açık hale gelmesine neden olur.
DNA'daki değişimleri araştıran bilim adamları "Tahminen 5 ila 20 sene önce başlayan süreçte, insanlık sürekli bir değişim içindeydi. Artık in­san DNA'sı 12 kıvrımlı hale gelmektedir. Bu, türümüzün, sonuçlarının ne olacağı henüz bilinmeyen bir değişimidir." diyorlar. Bazı araştırmacılara göre, insanlardaki DNA değişimi 2012 yılına kadar tamamlanacaktır. Yani, bu tarihten itibaren dünyada 2 kıvrımlı DNA'ya sahip insan, başka bir de­yişle hiçbir insan kalmayacaktır.
Bu olağanüstü dönüşümde yani bir tür varlıktan henüz bilinmeyen bir tür varlığa geçişte, insan ne gibi belirtiler hissedebilir?
Bilim adamlarının cevaplarına bakalım:
• DNA ve hücreler değişimden geçerken, insan kendini bulunduğu yerde değilmiş gibi hissedebilir.
• Yorgunluk hissedebilir, çünkü beden hücreleri tamamen değişiyor ve insan yeni, farklı bir varlığa dönüşüyor. Bir bebek gibi çok daha fazla dinlenme ve uykuya ihtiyaç duyabilir.
• Zihinsel karışıklıklar ve sıradan işlere yoğunlaşmada zorluklar oluşabilir.
• Vücudunda belli bir sebebi olmayan ağrı ve sızılar sıklaşabilir.
• Görünen fiziksel bir sebep olmadığı halde ruhsal çöküntü ve problemler oluşabilir.
• Kadınlar sebebini bilmeden ağlarlar ve menapoza daha erken yaşta girerler.
• Erkekler canlı ve enerjikken, yorgunluk hissi ile huzursuzlaşır, kadınsı şefkat yönlerinin açığa çıktığı görülür.
Bu tür şikayetlere tedavi uygulayan dünyaca ünlü doktorlardan biri an­latıyor: "Hastaya öncelikle DNA'sının değişime uğradığını ve bu değişimin normal olduğunu anlatıyoruz, iyileşmek için bu duruma engel olmaması, onu olduğu gibi kabul etmesi gerektiğine ikna ediyoruz. Tedavi yöntemi olarak bioenerji terapisi gibi enerjetik beden üzerinde çalışma, hormonal terapi, homeopati, vitamin, şifalı ot, aromaterapi ve soğuk lazer terapisi uy­guluyoruz. Tedavi yöntemlerinin çoğunu, diğer güneş sistemlerindeki ge­zegenlerden bu gezegene, şimdiki değişim sürecine yardım etmek için enkarne olmuş varlıklardan ve ruhsal atalarımızdan öğreniyoruz".
Demek oluyor ki,
• Hayatın her anında karşımıza çıkan ve her mağazada, hatta yeni model her asansörde sürekli çalan, sinemalarda dört taraftan bizi bombardı­mana tutan, yankılı ve ses dağılımlı müzikler,
• Genteknolojisi ve nanoteknoloji yöntemleriyle elde edilen ilaçlar,
• Hormon dengesizliği tedavisinde kullanılan sentetik hormanlar,
• Her köşede satılan ve her hastalığa karşı homeopatide kullanılan küçücük haplar,
• GM bakteri yöntemiyle üretilen vitaminler, enzimler ve tatlandırıcılar,
• GM şifalı ot ürünleri,
• Genteknolojisi ve nanoteknoloji yöntemleriyle elde edilen "doğala özdeş aramalar",
• Soğuk lazer terapisi ve lazer cerrahi,
• "Enkarne olmuş varlıklardan" öğrenilen diğer yöntemler,
DNA'da köklü bir değişim başlatıyor ve bizi insan türünden çıkartarak tamamen başka tür varlıklara dönüştürmüş oluyor. İnsanın farkında olup ol­maması, müziği yapan veya dinleyen ya da bu tedavileri gören veya uygu­layan olması sonucu değiştirmiyor.
Sözlerini aktardığımız doktorun "İyileşmek için bu duruma engel olma­ması, onu olduğu gibi kabul etmesi gerekir" demesinde dikkatimizi çeken şey, DNA'daki değişim için, insanın bu değişimi kabul etmesi ve istemesi gerektiğidir. DNA değişiminin farkında olan ve bu değişime razı olmaya­nın DNA değişimi kolay kolay gerçekleşmez.
Bu anlatılanlar bizim için yeni değildir. Aynı durum Bakara Suresi 102. Ayette anlatılıyor: "Onlar (şeytanlar), insanlara sihri ve Babil'deki iki mele­ğe, Harut'a ve Marut'a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, her­kese, "Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış anlayıp da kafir ol-mayasınız, demeden hiç kimseye sihir ilmini öğretmezlerdi..."
"Ruhsal atalarımız ve diğer güneş sistemlerindeki gezegenlerden bu ge­zegene, şimdiki değişim sürecine yardım etmek için enkarne olmuş varlık­lar" acaba bu ayette geçen varlıklar mıdır?
Enerjetik beden üzerinde çalışma yani biyoenerji gibi parapsikolojik te­rapi, hormonal terapi, homeopati, müzik terapisi, aromaterapi, soğuk lazer terapisi ve cerrahi gibi işlemler direkt DNA ve ruhu etkilediği için aslında büyü niteliğindedir. Burada ilginç bir örneğe dikkatinizi çekmek istiyorum: Birkaç yıl önce rastladığım bir bilgisayar oyunu reklamının sloganı şöyley­di: "Siz hala bunun bir oyun olduğunu mu zannediyorsunuz?" Bugün artık biz bilgisayar oyunlarının beyni yönlendiren psikotronik bir silah olduğu­nu biliyoruz.
Bilim adamları "Dünyadaki her canlı varlık iki kıvrımlı DNA'ya sahip ol­duğuna göre, biz dünya varlığı olmaktan çıkıp, ne gibi gezegenler arası bir varlığa dönüşüyoruz?" sorusuna bir yandan belirsizlikle karşılık verirken di­ğer yandan vaadlerini sıralamaktadır:
• Bedensel hastalıklar, genetik mühendislik ile kişinin genetik yapısını direkt etkileyerek tedavi edildiği gibi, madde bağımlılığı, davranış bo­zuklukları, anti-sosyal kişilik, şizofreni ve suç bağımlılığı gibi ruhsal bozuklukların ve akıl hastalıklarının tedavisi de mümkün olacak.
• Kişinin genetik yapısına özel etkili ve sadece hastalıklı bölgeyi hedef alan, bedenin geri kalan kısmını etkilemeyen ilaçlar üretilecek.
Hastalıklar olmayacak, ölmemize gerek kalmayacak.
Çocuklar gen teknolojisi yöntemiyle isteğimiz üzerine üretilecek.
Hapishanelere gerek kalmayacak.
Ölülerimiz diriltilecek.
• Yaşam bilgisi acılar çekerek değil, zevk ve sevgi içinde öğrenilebile­cek."
İlginç olan şudur ki bu vaadler bize 1427 yıl önce Kur'an-ı Kerim'de ha­ber verilmiştir: "Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse, elbette apaçık bir ziyana düşmüştür. Şeytan söz verir ve umutlandırır, ancak onun sözü bir aldatmacadan ibarettir, işte onların yeri cehennemdir, ondan kaçıp kurtu­lacak bir yer de bulamayacaklardır." Nisa Suresi 120-121.
Yukarıda sıralanan vaadlerin benzerleri daha önce de verilmişti: İcad edilen makinalar üretimi kolaylaştıracak, böcek ilaçları ürün kaybını engel­leyecek, hormanlar hasılatı artıracak, sentetik ilaçlar ve antibiyotikler bü­tün hastalıkları ortadan kaldıracak, doğurganlık kontrol altına alınacak, do­ğumda ağrı olmayacak...
Ancak bütün bu gelişmelerin sonucunda ekolojik kıyametin yaklaştığını görüyoruz.
Teknolojinin gelişmesi ve konforlu bir hayat uğruna tüketim çılgınlığı­nın bütün dünyayı sarması, bencilleşen insanların, dünyayı paylaştıkları di­ğer canlıların haklarına tecavüz etmesi ve doğallıktan uzak yaşaması ile ekolojik denge altüst olmuştur.
ilaç, katkı maddeleri ve gıda endüstrisi, kimyasallara dayalı tarım, oto­mobiller, uçaklar, elektrosantraller ve fabrikalar gibi milyonlarca sistemin her gün ürettiği milyonlarca ton atık ekolojik sistemin dönüştüremeyeceği nitelikte ve çok miktardadır:
Bu atıklar toprağı, suyu, havayı ve tüm canlıları zehirlemektedir.
• Ormanlar kurumakta, ekolojik zincirin birer halkası olan bazı hayvan türleri azalmakta ve tamamen yok olmaktadır.
• Klorlu karbon, azot oksit, karbondioksit gibi atık gazlar ozon tabaka­sının delinmesine ve küresel ısınmaya yol açmıştır.
• Ozon tabakasındaki delinme sebebiyle Dünya, ultraviyole ışınların etkisi altında kalmıştır. Ultraviyole ışınlar mutasyonların ve kanserin art­masına sebep olmaktadır.
• Küresel ısınma ile kutuplardaki buzullar hızla erimekte, buzulların eri­mesiyle yeni virüsler ve bakteriler ortaya çıkmaktadır.
• Kutuplardaki buzulların erimesi okyanuslardaki sıcak-soğuk su akıntılarını ve rüzgârların hareketlerini etkilemekte, dolayısıyla yeryüzünde iklimin seyri değişmektedir. Yağışlar azalmakta, çöller çoğalmakta, buna mukabil bazı bölgelerde daha önce hiç görülmeyen seller mey­dana gelmektedir.
• İklim değişikliği hayvan ve bitkilerin biyolojik ritmini bozmaktadır.
• Su kaynakları tükenmek üzeredir.

• Doğum kontrol haplarının kalıntıları ve östrojen hormonunu taklit eden kimyasallar doğal alanlara, nehir-deniz sularına karışmakta, hay­vanların ve balıkların kısırlaşmasına ve cinsiyet değiştirmesine sebep olmaktadır.
• Tıbbi ilaçlar, katkı maddeleri ve sentetik yiyecekler kadınları erkekleştirmekte, erkekleri kadınlaştırmakta ve insanları kısır etmektedir. Kısırlaşan insanlar yapay çocuklar üretmeye yönelmekte, insanlık robot­laşmaya doğru gitmektedir.
Bugün gen teknolojisi ve nanoteknoloji ile donanan tıp makroseviyede hastalıkların sebeplerini anlamadığı ve tedavi edemediği halde mikroseviyede, hatta gen seviyesinde insanı tedavi etmeye kalkışmaktadır. İnsan, in­sani sıfatlarını kaybetmekte, bilinmeyen varlıkların sıfatlarına bürünmekte­dir. ("Zihin kontrolü", "Kısırlık", "Endometriozis", "Katkı Maddeleri" bö­lümlerine bakınız.)
"Fitne zamanında insanların en hayırlısı dağ başında koyununun sütünden yiyendir." Hadis-i Şerif

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder