8 Mayıs 2009 Cuma

HASTALIKLARIN ESAS SEBEPLERİ

Fazla Yemek
"Yemek onlar için bir ceza, bir ağ, bir tuzak ve bir pranga olacaktır." Hz. Davut (a.s.)
"Her hastalığın temelinde tokluk vardır." Hz. Muhammed (s.a.v.)
"Çok yeme ağacı diken, hastalık meyvesi toplar" Atasözü

"Çok yeme ağacı"nın hastalık meyvelerini nasıl olgunlaştırdığına bakalım. Çok yemek yenildiğinde midenin daha çok enzime ihtiyacı olur. Enzim üretmek vücut için çok güçtür ve kıymetli maddeler gerektirir. Sağlıklı bir insanın midesi 200-250 gr. yemeğin birinci hazmını, besinlere ve kişinin hazım gücüne göre değişmekle beraber, 3-4 saat içinde kolayca gerçekleştirebilir. Bu miktarda yemeği hazmetmek için kalp zorlanmadan rahatça çalışacaktır. Bunun iki katı yemek yenildiğinde ise, yemeğin hazmedilmesi ve fazlalıkların kısmen depolanarak, kısmen çıkartılması için, kalbin dört-altı misli daha fazla çalışması gerekecektir. Bu işlem sadece kalbi değil, besinlerin hazmedilmesi, depolanması ve çıkartılmasıyla görevli diğer organları da yıpratır. Mesela, bir araba taşlı, bozuk ve dik bir yolda, düzgün yolda harcadığı yakıtın iki-üç katını harcar. Mesafe aynıdır fakat harcanan yakıt miktarı farklıdır. Devamlı zorlu çalışmadan harap olan motor gibi, insan kalbi de aşırı çalışmadan dolayı rızkını çabuk tüketir. Çünkü kalp atışları sayılıdır. Genç vücut, kuvvetli olduğu için, yemekleri hazmederek, fazlalıkları dışarı atabilir. Ancak zorlanma devam ettiği sürece, bu kuvvet tükenir, fazlalıkların giderek daha az atılmasıyla vücutta depolar oluşmaya, depolar dolduktan sonra da atıklar kan ile birlikte dolaşmaya başlar. Böylece kan ağırlaşır, dolaşımı yavaşlar. Ağırlaşan kan bu atıkları damarlarda biriktirmeye ve zamanla damarları tıkamaya başlar. Daralmış ve tıkanmış damarlardaki kan, organları yeterli derecede besleyemeyecek kadar azalır. Beslenemeyen organlar beyne "Açız!" uyarısı gönderirler, beyin de bu çağrıya cevap olarak iştahı çoğaltır. Bu, insanı daha çok yemeye zorlar. Yedikçe kandaki fazlalıklar ve damarlardaki tıkanıklıklar çoğalır. Kan daha da koyulaşır, dolayısıyla organların açlık hissi daha çok artar. Bu kısır döngü devam ederken insanlarda konsantrasyon, hafıza, düşünme, anlama ve öğrenme kabiliyetleri azalmaya, hastalıklar bir bir kendini göstermeye başlar. "Fikir uyur, hikmet ölür, organlar durur, insanî sıfatlar yavaş yavaş kaybolur." Böylece, 'Yemek onlar için bir ceza olacaktır" hikmeti zuhur eder. Bazı insanlar fazla yemenin bedelini aşırı şişmanlıkla ve beraberinde getirdiği hastalıklarla öderler. Bazıları da vardır ki, ne kadar yerse yesin, hep zayıf kalırlar. Bunlar kendi durumlarının şişmanlardan daha iyi olduğunu zannederler. Çoğu zaman onların durumu şişmanlardan daha tehlikeli olabilir. Çünkü fazlalıklardan oluşan atıklar, ilaçlar, toksinler ve katkı maddeleri şişmanların vücudundaki yağlarda depolanarak, organların tahrip olmasını kısmen de olsa önlenebilir. Ancak zayıfların, kan vasıtasıyla bütün vücutlarını dolaşan toksinler, hem ateş, öksürük, terleme, nezle, kusma, ishal, sivilce, çıban gibi yollarla dışarı atılırken bu ağır işlemler organlarını yıpratır hem de eklemlerde, kaslarda ve organlarda depolanarak, buralarda ağrıya, enfeksiyona, kistlere ve genetik değişimlere (mutasyonlara) sebep olur. Bu tip insanlar genelde sık hastalanan, sıkıntılı ve asabî insanlardır. Araf suresi 31. Ayette: "Yiyin-için, fakat israf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez", buyrulmuştur. Ancak Allah'tan korkmayı ve utanmayı unutan insanları artık bu ayet de etkilemiyor. Peygamberimiz (s.a.v.): "Sizin Allah'a en sevimli olanınız, yemesi en az ve bedenen en hafif olanınızdır." "buyurmuştur. Bu söz özellikle günümüz insanının sağlığı için büyük önem taşımaktadır. Vücudumuzdaki sistemler yalnız doğal yiyecekleri kaldırabilir ve doğal besinleri sindirmekte hemen hemen hiç problem yaşamaz. Fakat sindirim sistemimiz ve bağışıklık sistemimiz, genetiği değiştirilmiş, gen teknolojisi ve nanoteknolojiyle üretilmiş ürünlerin belli bir miktarından fazlasına dayanamaz. Bu ürünlerden kaçınmak neredeyse imkansız hale geldiğinden sağlıklı kalmak için az yemek daha büyük bir zorunluluktur.
Karışık Yemek
Peygamberimiz (s.a.v.) süt ile balığı, ekşiyi, yumurtayı ve eti asla birlikte yemezdi. Tabiatınıza uymayan veya birbirine uygun olmayıp, hazmı için ayrı enzimler gerektiren yemekler karıştığında hazmolamadan çürür. Mesela, karbonhidratlar ile proteinler, süt ürünleri ile balık, birkaç inekten sağılarak karıştırılmış süt, karışık et (örneğin, aynı cinsten iki hayvanın karıştırılmış eti, bir hayvanın eti ile bir diğerinin yağı, dana ile tavuk eti veya aklınıza gelebilecek herhangi bir et kombinasyonu), balık ile et, karışık yağlar (örneğin, koyun ile tavuk yağı, katı yağ ile sıvı yağ) birbirlerine zıttır. Çünkü bunların parçalanabilmesi için ihtiyaç duyulan enzimler birbirine zıttır. Bu zıtlık, enzimlerin üretilmesine engel olur ya da üretilmiş enzimlerin birbirini yok etmesini sağlar ve yenen yemek hazmolmadan çürümeye başlar. Bu, midede saatler süren bir işlemdir ve bağırsaklarda da devam eder. Yemekten sonra kanda lökosit sayısı bu sebeple yükselir. Çürüme veya mayalanma sonucu oluşan zehirli ve asitli kalıntılar sinir hücrelerini doğrudan etkileyerek bağırsakların hareketini yavaşlatır. Kalıntılar yavaşlamış bağırsaklarda toplanarak, onları genişletir, cepler oluşturur. Bu ceplerde dışkısal taşlar meydana gelir ve orada yıllarca kalır. Zamanla bağırsak ağırlaşır, hareketi daha da yavaşlar ve kabızlık meydana gelir. Bağırsakların duvarları kanalizasyon boruları misali zehirli, yağlı atıklarla kaplanır. Bu noktadan sonra vücudun intoksikasyonu (toksinlerle dolması) hızla artmaya başlar. Vücut direncini kaybeder, halsizleşir, bağırsaklarda devamlı gaz oluşur, uyku ve tembellik artar. Çürümüş veya mayalanmış yemek artıkları bağırsağı zehirleyerek kana karışır. Bu atıklar kandan bütün organlara ve hücrelere yayılarak onları da zehirler, hastalıklara yol açar. Damarları tıkayıp, organ ve eklemlerde toplanır. Bu tıkanmış damarlarda akan koyu, ağır kan organları beslemekte yetersiz kalır. Ve yukarıda belirttiğimiz gibi, organlar "Açız!" diye çığlık atmaya başlarlar.
Sık Yemek
Hazmın tamamlanmasını beklemeden herhangi birşey yemek
Eski tabipler "Hastalık nedir?" sorusuna "Yediğini sindirmeden ikinci bir yemek yemektir", diye cevap vermişlerdir.
Hastalıkların temel nedenlerinden biri de bir yemeğin üstüne başka bir yemek yemektir. Sindirim sistemi belli kurallarla çalışır. Bu kurallara göre, 200-250 gr. miktarında bir yemek, midede 3-4 saatte hazmolur ki buna birinci hazım denir. Yemeğin cinsine, miktarına ve ağırlığına göre birinci hazım süreci 6-10 saate kadar uzayabilir. Hazım tamamlanmadan ufacık birşey dahi yense, midenin hazım seyrini bozar. Bu bir lokma, önceki yemekle karıştığında hazmolamayacağı için mayalanmaya ve çürümeye başlar. Önceki yemeği de bozup çürüterek midede yanma, ekşime, gaz ve şişkinliğe sebep olur.
Aslında, ilk hazımdan değil, üçüncü hazımdan sonra yani, besin maddesi kandan hücrelere geçtikten sonra ikinci bir yemek yenebilir. Yani günde iki defa yemek insan için yeterlidir. İçme konusunda da hüküm aynıdır.
Günümüzde insanlar, özellikle kadın ve çocuklar, hayatlarının büyük kısmını sürekli çiğneyerek geçiriyorlar. Yolda yürürken, sokakta konuşurken, sinemada otururken veya ders çalışırken sürekli bir şeyler atıştırarak, vücutlarını çöplüğe çeviriyorlar. Peygamberimiz (s.a.v.) çoğu zaman aç ve susuz dururdu. Hatta üç gece arka arkaya karnını doyurduğu olmamıştır. "Geceleyin veya gündüzün ikişer defa yemek yemek illettir" ve 'Tokken yemek hem hastalık, hem de haramdır", buyurmuştur. O halde en önemli sağlık kuralı ve bütün hastalıklara deva olan yegâne ilaç iyice acıkmadan yememektir.

Birbirine Ters Yiyecekler Yemek
Et, yumurta, peynir gibi proteinli yiyecekler midede hazmı uzun süren besinlerdir. Tatlılar ve meyveler midede fazla kalmadan bağırsağa geçerek birinci hazmını burada tamamlar. Su ise midede vücut ısısına ulaştıktan sonra, doğrudan bağırsağa geçer. Demek ki, önce su, sonra birlikte yememek şartıyla meyve veya tatlı, sonra salata ve yemek yenmelidir, iki çeşit yemek yeniyorsa hafif ve sulu olanı ağır ve kuru olandan önce yemek tercih edilir. Önce yemek, sonra meyve veya tatlı yenirse, meyve veya tatlı hazmını tamamlamak için bağırsağa geçemez, midede mayalanır veya çürür ve gaz oluşturur. Kur'an-ı Kerim'de de bu tertibe riayet edilmiş, "beğendikleri meyveleri ve arzu ettikleri kuş etlerini dolaştırırlar." (Vakıa: 20, 21) buyrularak et meyveden sonra takdim edilmiştir. Yine: "Ve size manna ve selva indirdik" (Bakara 57). Gördüğünüz gibi, burada da helva yani karbonhidrat (manna), bıldırcından yani proteinden (selva) önce gelir.
İbn-i Sina sabah ekmek yiyenlere, akşam et yemeyi tavsiye ederdi. Ekmek ve et arasındaki vakit dilimi bu kadar uzun olmalıdır. Ama mutlaka eti ekmek ile yemek isteyenler, ilk önce ekmeği et suyuna veya yemeğin sulu kısmına batırarak yemeli sonra eti ve sebzeyi yemelidir.
Yemekten sonra su içilirse, aynı şekilde su bağırsağa geçemez, midenin genişlemesine, mide asidinin sulanıp zayıflamasına, hazmın uzamasına, zorlaşmasına ve bozulmasına sebep olur. Yemek arasında su içmek de doğru değildir çünkü yemekte su içen, yemeği iyi çiğneyemez. Gerektiği kadar çiğnenmemiş yemek mideye, bağırsağa ve dalağa ağır zarar verir ("Az çiğneme" bölümüne bakınız).
Yemek yendikten 1,5-3 saat sonra su içmek daha uygundur. Zaten 1,5-3 saat sonra midenin hazım işlemi sona doğru yaklaşınca yani yemek ikinci hazma hazır hale gelince insanın su istemesi normaldir, su içmek için doğru olan zaman dilimi de budur. Araf suresi 31. Ayette: "...yiyin-için, fakat israf etmeyin ..."buyrulmuştur. Bu ayette de "için" emri "yiyin" emrinden sonra gelir. Ancak yemek kuru ise o zaman çiğnenip yutulan her lokmadan sonra bir yudum su içmekte zarar yoktur. İsteyenler yemekten sonra birkaç küçük yudum su içebilirler.
Bekletilmiş ve Isıtılmış Yiyecekler Yemek
Taze sebze ve meyveler güneşten aldıkları enerjiyle doludur. Çiğ olarak yendiğinde vücuda çok enerji verirler ve hazımları kolaydır. Pişirilince güneşten aldıkları enerjiyi ve diri sularını tamamen kaybederek aslına yani toprağa ve minerallere dönmeye başlarlar. Suyunu kaybeden sebzenin miktarı azalır, içindeki mineral madde oranı ise artar. Çiğ olarak bir kilo ıspanağı kimse yiyemezken, bir kilo ıspanaktan pişirilmiş yemek kolaylıkla tüketilebilir. Bu mineral maddeler vücutta ağır kalıntı oluşturur ve bu kalıntı kaslarda, organlarda, damarlarda toplanarak onları sertleştirir. Bu sebeple pişmiş sebze yemeği yerine çiğ sebzeyi tercih etmek, pişmiş sebze yemeğini ise az miktarda yemek daha doğrudur.
Yemeği, piştikten sonra biraz soğutarak hemen yemek gerekir. Yemek insanı değil, insan yemeği hürmetle beklemelidir. Mikroplar beklemiş yemeklerin yapısını değiştirir. Yemekler ısıtıldığında ise yeni kimyasal bağlantılar oluştuğu için faydadan çok zararı vardır. Isıtılan yemeğin özü ve tadı değişir, hazmı ağır olur, hatta imkansızlaşır. Yarattığı elektromanyetik radyasyon sebebiyle mikrodalga fırınların kullanılması da sakıncalıdır. ("Su" bölümüne bakınız.)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) akşamdan kalan, ertesi gün ısıtılan yemeği asla yemezdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder