Havale 6 ay-5 yaş arası çocuklarda, ateş ile beraber ortaya çıkan nöbetlere denir. Havale vakalarının büyük çoğunluğu, yüksek ateş, havale ve ardından da orta kulak iltihaplanması, kulak arkasında yara ve ya çıban oluşması ya da bademciklerin şişmesi şeklinde seyreder. Havale, hastalığın ilk 24 saatinde görülür ve ateşlenme sırasında hasta 2-3 nöbet geçirebilir. Nöbetler, ani huzursuzluk veya korku, kısa bir süre tutarsız konuşma, hıçkırık veya kusma, kısa dalma nöbetleri, başını duvara vurma, kısa süreli baygınlık gibi basit nöbetlerden, bilinç kaybı, ellerde ve ayaklarda kasılmalar, ağızdan köpük gelmesi gibi komplike nöbetlere kadar farklılık gösterebilir.
Havale geçiren çocukların epilepsi ve diğer nörolojik hastalıklara yakalanma riski vardır. Basit havale geçiren hastalarda epilepsi riski %l-2, komplike havale geçirenlerde ise %8'dir.
Bugünkü tıp yüksek ateşi ve havaleyi önlemek için çocuklarda yoğun ve disiplinli bir şekilde ateş düşürücü kullanmayı önerir. Ancak ateş düşürücülerin ne ilk nöbeti ne de nöbetin tekrarlamasını önleyemediği tesbit edilmiştir. Nöbet basit tipte olsa bile, dışarıdan korkutucu görünebilir ve ailede panik yaratabilir. Ailenin paniğinden etkilenen doktor gerekli görmese bile çocuğa antiepileptik ve ateş düşürücü ilaç profilaksisi (Devamlı Antikonvülzan Profilaksi) önermek zorunda kalır. Antiepileptik ve ateş düşürücü ilaç tedavisi en az 2 yıl ya da çocuk 5 yaşına gelene kadar devam eder. Profilaksi amacıyla kullanılan antikonvülzan ilaçlar epilepsi riskini ortadan kaldırmaz, sadece nöbetlerin tekrarlamasını azaltabilir ve yalnız kullanıldıkları sürece etkili olur. Yani bu "tedavi"nin hiçbir tedavi edici özelliği yoktur.
Tedavi edici özelliği olmayan bu ilaçların zararlarını görmek için en sık kullanılan Antikonvülzan Profilaksi ilaçlarının yan etkilerine göz atalım:
Fenobarbital: Tedavi sırasında hiperaktivite ve davranış değişiklikleri, öğrenme güçlüğü ve entellektüel kayba neden olur. (IQ'da yaklaşık 7 puanlık gerileme)
Valproik asit: Nöbetin tekrarını önlemede etkindir ancak pankreasın ve kan üretiminin bozulmasına, ölümcül hepatite veya glomerülonefrite ve bebeklerde tanımlanamayan metabolik hastalıklara sebep olabilir.
Nöbetleri azaltma karşılığında bu kadar ağır bir bedel ödemeyi göze alanlar bu konuyu bir daha gözden geçirmelidir. Antikonvülzan Profilak-si'nin zararları sadece bu ilaçların yan etkileri ile sınırlı değildir. Verdiği zararın büyüklüğünü anlayabilmek için öncelikle havaleye bakmak ve havaleye yol açan sebepleri anlamaya çalışmak gerekir.
Havaleye yol açan sebepler:
• İstatistiklere göre bugün Türkiye'de her iki bebekten biri sezaryenle dünyaya gelmekte ve hemen hemen her normal doğum da suni sancı ile gerçekleşmektedir. Sezaryene mahkum olan bu kadınlar, biyolojik doğumun gerçekleşmesi gereken tarihten 2-3 hafta evvel, planlı olarak ameliyata alınmaktadır.
Normalde bebekler beyindeki fazla nemi ancak biyolojik doğum zamanı geldiğinde dışarı atar, gereken kuruluğu ancak o zaman sağlayabilirler. Sezaryen ile dünyaya gelen bebekler ise, henüz doğuma hazır olmadıklarından beyinlerindeki fazla nemi dışarı atamaz ve beyinleri gereken kuruluğa ulaşamadan dünyaya gelirler. Bu şekilde dünyaya gelen bebeğin bağışıklık sistemi, beyindeki bozukluğu düzeltebilmek ve fazla nemi kurutabilmek için, vücut ateşini yükseltmek zorunda kalır. Beyin ancak, yüksek ateşle gerekli kumluğa ulaşabilir. Bu durumda bebeğe her ateşi çıktığında ateş düşürücü verilirse, beyindeki sıvı dengesizliği giderilemediği için ateşlenme son bulmaz ve bebek periodik olarak ateşlenmeye devam eder.
• Doğum normal olduysa fakat doğumu hızlandırmak için suni sancı uygulanmışsa o zaman da bebeğin beyni tam olarak doğuma hazır hale gelememiş olabilir. Burada, suni sancının ne zaman verildiği önem kazanmaktadır. Doğumun başlangıcında verilmişse, bebeğin beyni hazır olmadan doğum gerçekleşmiştir yani bebek ateşli hastalıklara müsait doğmuştur. Suni sancı doğumun son evresinde verilmişse, bebeğin beyni doğuma hazırdır. ("Sezaryenle doğum" ve "İlaçlar" bölümüne bakınız.)
• Ayrıca Türkiye'de normal doğum sırasında hemen hemen bütün kadınlara suni sancıda verilmektedir. Suni sancı doğumda bazı komplikasyonlara, sonra da hamile kadının sezaryene alınmasına sebep olabilir. Suni sancıdan sonra sezaryene alınan kadınlarda suni sancı ilaçlarıyla birlikte genel anestezi ilaçlarının zararı iki katına çıkar. Bu ilaçlar, anneyle beraber bebeğin de beynini tahriş eder,- dokularda depolanarak bebeğe çok fazla rahatsızlık verir. Otistik ve hiperaktif çocukların büyük çoğunluğu sezaryenli çocuklardır.
• Birçok anne şu veya bu sebepten dolayı çocuğunu emzirmez. Bebeklerin büyük çoğunluğu doğumdan hemen sonra veya birkaç hafta sonra mama ile beslenmeye başlar. Hazır mamalar, süt tozu ve katkı maddelerindenibaret olduğu için, bebeğin onu hazmetmesi mümkün değildir. ("Süt" ve "GMO" bölümlerine bakınız.) Hazmedilemeyen mamaların kalıntıları damarlarda birikir ve tıkanıklıklar oluşturur.
• Anne sütü ile beslenen çocuklara da çoğu zaman çok erken ek besin verilir. Bu ek besinlerin en yaygını da bebe bisküvileridir.
Şimdi de bebe bisküvilerinin içeriğine bir göz atalım:
Buğday unu (muhakkak katkılıdır, "Ekmek" bölümüne bakınız): GM buğday asla sonuna kadar hazmedilemez, kalıntıları damarlarda birikir, damarları tıkar. Bu tıkanıklıklar ise havale için zemin oluşturur. ("Ekmek' ve "GMO" bölümlerine bakınız.)
Tatlandırıcılar (fruktoz şurubu, inülinoligofruktoz, bal tozu): Bunların hepsi GM ürünlerdir ve diyabete zemin hazırlarlar. ("Diyabet" ve "Bal" bölümlerine bakınız.)
Vitaminler (A, C, D3, E, Bl, B2, B6, B12, niasin, pantotenik asit, folik asit, biotin): Tüm bu vitaminler büyük ihtimalle GM mikroplar ile üretilmiştir ve toksik etki yapabilir. ("GMO" bölümüne bakınız.)
Mineral premiksi (kalsiyum, fosfor, çinko, bakır, iyot, demir, selenyum): Uzmanlar insan vücudundaki mineral elementlerin önemli görevler yaptığını, ancak fazlalığında toksik etkiye neden olduğunu belirtmektedir.
Örneğin: Mineral formda alınan bakır ve demir iyonları metabolizma unsurları ile reaksiyona girer ve sonuçta oksidatif DNA hasarı oluşur. Kanser oluşumunda ise metallerin aracılık ettiği oksidatif DNA hasarı önemli rol oynar. Gereğinden fazla demir alınmasında vücutta aşırı demir birikir. Karaciğer sirozu, şeker hastalığı, ciltte bronz rengi, kalpte büyüme ve tahribat gibi sorunlar çıkarabilir.
Kalsiyum yükseldikçe kas güçsüzlüğü, böbrek kireçlenmesi, kemiklerde gereğinden fazla kireç toplanması gibi durumlara sebep olur.
Aşırı alınan iyot tiroid bezinin çalışmasını durdurabilir.
Aşırı selenyum alındığı hallerde saç ve tırnak dökülmeleri, deri döküntüleri ve polinevrit denilen sinir rahatsızlığı ortaya çıkar.
Ayrıca bu maddelerin bazıları büyük ihtimalle nanoparçaçıklar halindedir.
Muz tozu: Bütün kurutulmuş meyveler gibi, renk koruyucu ve bozulmayı önleyen Sodyum sülfit (E221) içerir. Yapılan araştırmalara göre, sodyum sülfitin besin yolu ile alınması, öğrenme ve hafıza bozukluğuna yol açmakla birlikte beyin fonksiyonlarına da zarar vermektedir.
Yumurta: Hazır yiyeceklerde yumurta yerine yumurta tozu kullanılır. Yumurta tozuna hiç bir katkı katılmasa da koruyucu olarak sodyum sülfit mutlaka katılmaktadır. Ayrıca taze yumurta kullanılsa bile, ürünün uzun süre bekletilmesi ile o yumurta da zaten "bayat yumurta" sınıfına girer. Bayat yumurtanın hazmı mümkün değildir. Hazmedilemeyen kalıntılar damarlarda birikir, Havale ve böbrek hastalığına temel hazırlar. ("Yumurta" bölümüne bakınız.)
Bitkisel yağ: Türkiye'de halis sızma zeytinyağı hariç bütün bitkisel yağ-lar hem rafine edilir hem hidrojenize edilir, hem de bozulmayı önleyici katkı maddeleri ilave edilir. Hidrojenize edilmiş yağ, hazmedilemediği için damarlarda birikir. İnatçı ateşlenmelere ve havaleye sebep olabilir. ("Yağlar" bölümüne bakınız.)
Tuz: Yapay olma ihtimali vardır ve muhakkak katkılıdır. En azından nem tutucu-sodyum alüminyum silikat ve/veya titanyumdioksit, potasyum iyodür ve iyot stabilizörü-sodyum tiyosülfat vardır.
Kabartıcılar: Beyazlatıcı ve nem tutucu olarak kullanılan titanyumdioksit nanoparçacıklardır.
Tuz ve kabartıcıların içindeki katkı maddeleri bebeğin vücudundaki sutuz dengesini, böbrek ve böbrek üstü bezlerini ve beyni olumsuz etkiler ("Tuz" ve "Katkı Maddeleri" bölümüne bakınız.)
Yapay aroma (etil vanilin): Nanoteknoloji yöntemiyle üretilmiştir. Bebeğin hormon dengesini ve beden-ruh dengesini olumsuz etkiler.
Gördüğünüz gibi temel besin veya ek besin olarak kullanılan bisküvinin, bütün katkılı ürünler gibi hazmı imkansızdır.
• Ayrıca, annenin yediği hazır yiyecek ve içeceklerdeki, vücut bakımında kullandığı ürünlerdeki ve deterjanlardaki kimyasal maddeler ve katkı maddeleri, anne sütüne karışarak sütü bozar ve bebeğin beynini olumsuz etkiler.
• Bebek için kullanılan pişik kremleri ve vücut bakım ürünlerinin katkıları da bebeğin beynini olumsuz etkiler. ("GMO", "Bebek bakımı" ve "Katkı maddeleri" bölümlerine bakınız.)
• Bebeklere belirli aralıklarla yapılan aşılar, dünyada yasaklanmasına rağmen, Türkiye'de hâlâ "Timerosal" denilen bir madde içermektedir. Timerosal, civa kaynaklı kuvvetli bir nörotoksindir ve otizmin sebeplerindendir. Civa kaynaklı maddelerin hayvan ve insan üzerine etkileri konusunda uzman, dünyaca ünlü Dr. Boyd Haley anlatıyor: "Bir hayvanın beynine enjekte edilen Timerosal beyni harap eder, canlı dokulara enjekte edilen Timerosal dokuların hücrelerini öldürür". Suni sancı ve sezaryenle zarar gören bebeğin beynine doğumda ve sonraki ilk günlerde bir de Timerosal eklenir. ("Aşı" bölümüne bakınız.)
Bağışıklık sisteminin bebeğin beyninde oluşan rahatsızlıklara tepkisi: İstatistiklere göre, bugün en sık görülen beyin hastalığı, beyin arterlerinde oluşan atherosklerozdur (arterlerin daralması). Atherosklerozun oluşmasında en sık gözlenen sebep de damarlarda yağ, toksik ve atık madde birikimi ve fibroz plaklarıdır. Yağ, toksik ve atık madde kalıntıları atherosk-lerozun en erken görülen belirtileridir. Bu belirtiler, suni beslenen veya çok erken (3-6 ayda) ek gıdaya başlayan 1-2 yaşın altındaki çocuklarda dahi gözlenmiştir. Beyne kan akımı ile ulaşan ve damarlarda toplanan toksik, katkılı ve atık maddeyi, vücut yüksek ateşle eriterek, geniz akıntisıyla, kulak arkası veya kulaklar aracılığıyla dışarı atmaya çalışır. Ateşin gücü toksik maddeleri eritmeye yetmezse beyin bu maddeyi, öksürüğe benzer kasılmalar oluşturarak dışarı itmeye başlar yani bazı hücreler anormal boyutta enerji akımı üreterek beyin çevresindeki diğer bölgeleri etkiler. Öksürükle beyin kasılmaları arasında önemli bir fark vardır. Öksürükte sadece göğüs kasları kasılır ve mekanik olarak balgamı dışarı atar. Beyin, vücudun her bir dokusu ile bağlantılı olduğu için, beynin kasılmaları farklı nöbetler halinde görülür. Toksik madde beyin kasılmaları ile sinüslere, kulağa ve kulak arkasına indirildikten sonra iyileşme krizleri ortaya çıkar: Kulak arkasına ve kulaklara atılan toksik madde ile kulak iltihaplanması, kulak arkası yaraları ve çıbanlar,- geniz akıntısının aşağı doğru yayılmasıyla bademcik şişmesi ve iltihaplanması olur ve ateş düşer. Bu mekanizma beynin, hiçbir tehlike taşımayan, en kolay ve en doğal temizlenme mekanizmasıdır. Beyin bu yolla, damarlarında toplanan yağ kalıntılarından, toksik ve atık maddelerden kurtulur.
Ancak bebeğe ateş düşürücü, antibiyotik ve antikonvulzanlar verilirse, o zaman biriken madde beyin damarlarında kalır ve çoğalır. Madde çoğalması doğal olarak problemleri de çoğaltır. Şu örnek bu mekanizmayı daha iyi anlamamızı sağlar: İnsanın nefes borusuna birşey kaçsa onu ancak öksü-rerek dışarı atabilir. Bu durumda öksürmeye devam etmek yerine öksürüğü engellemek ne kadar yanlışsa beynin temizlenme mekanizmasına engel olmak da o kadar yanlıştır.
beynin temizlenme mekanizmasını destekleyen tedavi:
· Ateş yükselince bebeği soğuğa yakın ılık suyla yıkamak ateşi düşürür. Havale başladığında bebeğin yüzüne ve göğsüne soğuk su serpmek ve başına ıslak bez koymak gerekir.
· Çocuğa 3 gün hiçbir şey yedirmemek, yemek isterse sadece limon suyu + su karışımı içirmek, her ateşlenmeden sonra yıkamak, açlıktan sonra da beslenmeyi düzetmek gerekir.
· gün sabah kalaya sülük koymak ve sülükler düştükten sonra ısırılan noktaları vakumlamak gerekir (İki çukura vakum yapılmaz: Bıngıldağa ve ense çukuruna).
· 1 hafta sonra 3 günlük açlığı tekrarlamak ve açlığın birinci günü kafa hacamatı yaptırmak gerekir. Sülükler damarlardaki eriyebilen atık maddeleri,- hacamat eritilemeyen maddelerin atılmasını sağlar. Sülüklerden sonra yapılan vakumlama ve hacamat ile beyindeki gaz dışarı atılır.
· Sonra da çocuğa 2-3 defa hicrî ayın 13, 14, 15. günlerinde açlık yaptırmak gerekir.
Açlık ile bütün organlar ve kan temizlenir. Açlık günlerinde bilhassa açlığın 3. günü ateş yükselebilir. Ancak artık biliyorsunuz ki ateş korkutucu değil, kurtarıcı bir faktördür.
Ateş ilaçlarla düşürülürse ne olur?
Ateşe ilaçlarla müdahale edilirse beynin atmaya çalıştığı kalıntılar çoğalmaya başlar. Ateş ise sıklaşarak ve şiddetlenerek devam eder. Ateşlenme sıklığı ve nöbetlerin sayısı ateş düşürücü kullanımı ile direkt bağlantılıdır. Ateş düşürücü ne kadar disiplinli kullanılırsa, ateşin ve nöbetlerin inadı o kadar artar. Vücuttan atılamayan madde, düşük ateş ile yavaş yavaş yanmaya ve gaz oluşturmaya başlar, aynen çöplüklerde olduğu gibi. Bu noktada damarlarda ve dokularda bozulma, hatta mutasyonlar meydana gelebilir. Bozulmuş damarlarda gezen gaz şiddetli ızdıraba sebep olur. Çaresizlikten tiz bir sesle bağıran, ızdırap içinde kafasını duvarlara vuran, yüzünü tırmalayan, anne-babasının yüzüne tüküren küçük çocukları şüphesiz herkes görmüştür. Bu çocuklarda "Dikkat Eksikliği Sendromu" yani Hiperaktivite, Otizm, Epilepsi ve diğer nörolojik hastalıkların görülme riski yüksektir.
Fatma Begüm S., Ankara.
(Babası anlatıyor)
Fatma Begüm 26.08.2001'de normal doğumla dünyaya geldi. İlk günlerde aşı yapıldı. Bir yıl anne sütü emdi. 6 aydan başlayarak ek gıda verildi: Bebe bisküvileri, çorbalar, sonra herşey.
Hastalığın İlk Belirtileri:
Saçları sert, derisi kalın ve kuruydu,- hiç terlemiyordu,- 6 aylıkken başını kaldıramıyordu. 10. ayın sonunda bir ay kadar süren bir ateşlenme geçirdi. İlaç vermedik.
Fatma 11 aylıkken 'göz teması' kurmayı bıraktı. Yürümek üzereydi, bu hali sona ererek emeklemeye geri döndü. Sonra da emeklemeyi bırakıp oturmaya başladı.
12 aylıkken tekrar ateşlendi ve 2 gün boyunca hiç uyanmadan ateşli yattı. Yine bir ay kadar süren ve neredeyse uykuda geçen ateşli bir hastalığı oldu. Pahalı ve kuvvetli bir antibiyotik kullandık.
13 aylıkken otururken yan tarafına yıkılmaya ve sıçramalar halinde nöbetler geçirmeye başladı (Eylül 2002).
Günde 200 civarında olan sıçrama halindeki nöbetler geçmeyince gittiğimiz doktor Miyoklonik Epilepsi teşhisi ile bir Doçente gönderdi
2002 Ekim ortasında doçent doktorun teşhisi: İnfantil Spasm.
Bazı ilaç denemelerinden sonra verdiği Depakin ve Rivotril en uzun dönem kullandığımız ilaç oldu. Depakin'den önce onun muadili bir ilaç olan Convulex'i kullandık. Depakin i Kasım 2002'den 18 Kasım 2006'ya kadar kullandık.
Üç kez başladığımız 16'şar adetlik Synacten, 11 veya 12. iğneden sonra hep yarım kaldı. Bağışıklık sistemi çöktüğü için her seferinde enfeksiyon kaptı.
Synacten kullanırken vücudu şişti, kalın kalın kıllanma oldu, vücut renk olarak siyaha yakın bir matlığa büründü, deri daha da kalınlaştı, pütürleşti, saçları kalınlaştı ve dimdik oldu.
Kısa bir süre Rivotril (2-3 ay) ve iki farklı hap kullandık. İlk doktorumuzun tedavi ettiği 1 yıl boyunca nöbetlerin hem sayısı hem şiddeti artarak devam etti. Önceleri günde 200 civarında sıçrama halinde nöbet olurken, ilaç kullanmaya başladıktan sonra günde 8-10 kez ama 8'li 10'lu grup nöbetlerine, şiddetli ve bazıları kafa travmasına yolaçan nöbetlere dönüştü. Bazen ayaktayken alnının üzerine düşmesine sebep olan, bazen de oturken kafasını çok sert biçimde yere çarpmasına sebep olan nöbetler haline geldi. Bu arada kollarını yanlardan geri doğru kasıyordu. Eğer nöbet ilk olarak başını yere çarpmasına sebep olan bir nöbetse, nöbetin gerisi gelmiyordu. Başı yere çarpmazsa 8'li 10'lu gruplar halinde nöbet oluyordu. ("Febril Konvülziyonlar" bölümüne bakınız.,) Başını yere çarpmasından dolayı kafasında ve burnunda şekil bozukluğu oldu.
Ekim 2003'ten itibaren Gazi Üniversitesi Pediatrik Nöroloji Ana Bilim Dalında bir profesöre götürdük. Önceki doçent doktor West Sendromu'na (Epileptik ensefalopati) dönüşebilir demişti. Bu pro-fösör ise Dravet Sendromu teşhisi koydu ve hem nöbetlerin kesilmeyeceğini hem de tedavi olamayacağını söyledi. Buna rağmen farklı ilaçlar denedikten sonra Depakin, Rivotril damla ve Frisi-um'da karar kıldı. Bu üçlü ilaç grubunu 18 Kasım 2006'ya kadar kullandık. Profesörün tedavi ettiği dönemde nöbet sayıları azalmış olsa da sürekli biçim değiştirdi ve şiddetlendi. Hergün sabah ezanından hemen önce, ezan esnasında veya ezandan hemen sonra rutine binmiş nöbetleri vardı. Yaklaşık son 3 yıldır geceleri hiç uyumuyor, canı sıkılıyormuş gibi dolaşıyordu. Yaklaşık 2 yıldır kafa travmasına yol açacak, kafasını herhangi bir yere vurmasına sebep olacak nöbetleri engellemeye çalışıyorduk. Son 5-6 aydır 'bir şeyden çok korkmuş'gibi boğuk çığlıklar atmaya başlamıştı. 18 Kasım 2006 tarihinde Dr. Aydın Salih'in tedavisine başladık.
Aynı gün ilaçları kullanmayı bıraktık. Beslenmesini düzelttik ve yemeklerini azalttık. Daha önce ilaçlardan herhangi birini 1 öğün ak-satsak nöbetler hem sayı hem de şiddet olarak artardı. Bu tedavi başladıktan sonra ne sayı ne de şiddet olarak artmadı.
20 Kasımda ilk 36 saatlik orucunu tuttu. Bir hafta Davut (a.s.) orucu tuttu. Siyaha yakın kokusuz dışkı çıkartmaya başladı. Bir şeyden korkuyormuş gibi boğuk çığlıklar atma şeklindeki nöbetlerinden yine oldu, ama sayısı ve şiddeti azalmıştı.
İlk 3 günlük orucun (1,2,3 Aralık). 3. günü ve ertesi günü hiç nöbet olmadı. 3 Aralıkta boğazı şişti ve ateşlendi. Bu durum 8 Aralık'a kadar sürdü. Hiçbir ilaç kullanmadık.
Oruçlardan sonra (5 defa bir günlük ve iki defa 3 günlük açlıklar, toplam 24 günlük tedavi) gözlenen iyileşmeler-.
• Gece uykuları düzene girdi.
• Daha diri ve daha hareketli oldu.
• Saçlarında ve cildinde yumuşama başladı. Saçları parlak ve akıcı oldu.
• Seslere karşı daha duyarlı hale geldi.
• Görüntülere karşı daha dikkatli oldu.
• Nöbetler azaldı.
Daha dikkatli, sonra yan yan, 13 Aralıkta da direk yüzümüze bakmaya başladı.
• Eti sıkılaştı, bacakları yürürken bükülüvermiyor.
· 10 Aralıkta saç dipleri, 11 Aralıkta göz altları ile burun kenarları terler gibi oldu. Daha önce hiç terlemiyordu.
• 12 Aralıkta sert ayak derileri dökülmeye başladı. Yeni derisi pütürsüz, daha yumuşak ve rengi daha açık. Aynı gün 2-3 kilometreye yakın yürüdü. Daha önce 50 metre yürütmek bile çok zordu.
• 13 Aralıkta 4-5 saat açık havada dolaşmasına rağmen bir şey olmadı.
• Hacamatta kanı köpüklü, beyaz lifli olarak geldi ve çok gaz çıktı.
• Aralık gecesi birşeyler söylemek için epey uğraştı, ama ağzından kelime olarak çıkmadı. Söyleyemeyince sevgisini sevinç çığlıkları atarak ifade etmeye çalıştı.
• Aralıkta sabah 4-5 kez nöbet geçirdi. Ama nöbetler baş düşmesi ve eğer ayaktaysa yere poposunun üstüne düşme şeklindeydi. Kasılma yoktu.
• İlaç kullanırken koltuğa oturttuğumuzda orada durması için mutlaka tutmak ya da önüne bir engel koymak gerekirdi. Şimdi kendisi çıkıp desteksiz oturuyor.
• İlaç kullanırken evin içinde sürekli koşardı. Koşarken dengesini sağlayamaz, devamlı bir yere çarpardı. Şimdi koşmadığı gibi dengesini de kaybetmiyor, dolayısıyla bacaklarındaki sağa sola çarpmalarla oluşan ezikler ve morarmalar da kalmadı.
• Açlıklara başladıktan sonra yeniden "sağlıklı bir göz teması" kurmaya başlamış, "karaciğer temizlemesi" yaptıktan sonra "göz teması"nı yeniden kesmişti. Şifalı otlarla yaptığımız lavmandan sonra yeniden "göz teması" kurmaya başladı.
• Şubat ayının ilk haftasından bu yana "hacamat"yapılmadı.
• Şubat ayının sonlarından itibaren bizi umutsuzluğa sevkedecek geri gidişler oldu. 3-4 gün kesilmeyen ishaller ve nöbetlerindeki artışlar bizi başlangıca mı döndük tedirginliğine itti. Şubat sonlarında nöbetlerden birinde alnında oluşan yara bir türlü iyileşmiyor.Nöbetlerde eğer biz yakalayamazsak sürekli yaranın üstüne düşüyor ve yara neredeyse bütün alnını kaplayacak şekilde büyüyor.
• Nöbetler oturur halde ise başı yere çarpacak kadar sertleşti.Ayaktaysa genelde olduğu gibi yere çökme şeklinde nöbet oluyor.
• 7 kez yaptığımız 3 günlük açlıkları ikinci defa tekrarlamamız Nisan ayı başlarında bitti.
• Nisandan itibaren perhiz de dahil tedaviye dair hiçbir şey yapılmıyor. Aslında neredeyse tedaviyi bıraktık bile denilebilir. Bu iş kesinlikle tedaviyi ciddiye almayan, tedaviye inanmayan annelerle yapılmıyor, yapılma ihtimali binde bir bile değil.
• iki ayı aşkın süredir hiçbir şey yapılmamasına rağmen Fatma Begüm'ün nöbetlerinin hem sayısı, hem de şiddeti ilaç kullandığımız 17 Kasım 2006 tarihindeki nöbetlerin sayı ve şiddetinin en az 10 'dabirine düşmüş durumda.
• Mayısın ikinci yarısından itibaren 1 yaşındaki çocuklar gibi koltukların üzerine tırmanıyor, sehpaların ve masanın üzerine çıkıyor, kitaplığa tırmanıyor.
Haziran ayının ilk haftasından itibaren bazı nöbetleri tekrar kasılma şekline dönüşmeye başladı.
• İlaç kullandığımız döneme nazaran anlaması çok gelişti. Biz birşeyler söylüyoruz, anlatıyoruz, dinliyor, anladığını da sanıyoruz.
• Hastalık ortaya çıkmadan önceki gibi insanın gözlerinin içine bakıyor, çok ciddi biçimde inceliyor. Günboyu görmediği aile fertlerini özlüyor, özlediğini onlara gösteriyor.
• Sürekli birşeyler anlatmaya çalışıyor, ama henüz konuşamıyor.
Aile, tedaviyi tamamen bırakmasına rağmen, Fatma Begüm'de çok ciddi iyileşme gözlenmektedir. Tedaviye devam edilseydi sonucun ne olacağını az çok tahmin edebiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder