30 Eylül 2013 Pazartesi

Hakkı Bulut Senden Vazgeçmem Şarkı Sözü

Hakkı Bulut Senden Vazgeçmem Şarkı Sözleri
Sen benim canımda can, rüyalarım ve düşümsün
Beni hayata bağlayan sen yaşama gücümsün
Sen varsan bende varım, sen yoksan ölümümsün
Canımdan vazgeçerim senden vazgeçmem
Sen benim canımda can, rüyalarım ve düşümsün
Beni hayata bağlayan sen yaşama gücümsün
Sen varsan bende varım, sen yoksan ölümümsün
Canımdan vazgeçerim senden vazgeçmem

Aldırma gözlerimden düşen yaşıma
Tarifsiz sevinçtir çıkman karşıma
Aldırma gözlerimden düşen yaşıma
Tarifsiz sevinçtir çıkman karşıma
Sanki şimdi girdim yirmi yaşıma
Ömrümden vazgeçerim senden vazgeçmem

Bastığın toprakları kutsalım bir sayarım
Dokunduğum goncadan güzelliğini ararım
Yaradandan sonra inan, inan ben sana taparım
Cennetten vazgeçerim senden vazgeçmem
Bastığım toprakları kutsalım bi sayarım
Dokunduğum goncadan güzelliğini ararım
Yaradandan sonra inan, inan ben sana taparım
Cennetten vazgeçerim senden vazgeçmem


Öylesine bir aşk ki bu hayatımın anlamısın
Varlığımın tek nedeni, gözlerimin çırasısın
Yaşantımın gayesi, ömrümün manasısın
Kainattan vazgeçerim senden vazgeçmem
Öylesine bir aşk ki bu hayatımın anlamısın
Varlığımın tek nedeni, gözlerimin çırasısın
Yaşantımın gayesi, ömrümün manasısın
Hayattan vazgeçerim senden vazgeçmem

Aldırma gözlerimden düşen yaşıma
Tarifsiz sevinçtir çıkman karşıma
Aldırma gözlerimden düşen yaşıma
Tarifsiz sevinçtir çıkman karşıma
Sanki şimdi girdim yirmi yaşıma
Ömrümden vazgeçerim senden vazgeçmem

Bastığın toprakları kutsalım bir sayarım
Dokunduğum goncadan güzelliğini ararım
Yaradandan sonra inan, inan ben sana taparım
Cennetten vazgeçerim senden vazgeçmem
Bastığım toprakları kutsalım bi sayarım
Dokunduğum goncadan güzelliğini ararım
Yaradandan sonra inan, inan ben sana taparım
Cennetten vazgeçerim senden vazgeçmem

Söz: Hakkı Bulut
Müzik: Hakkı Bulut
İlgili Aramalar: Hakkı Bulut Senden Vazgeçmem Sözleri

Zakkum Ben Ne Yangınlar Gördüm Şarkı Sözü

Zakkum Ben Ne Yangınlar Gördüm Şarkı Sözleri
Sen bana bakma,
İlk değil bu.
Gidenin kazandığı
Hileli bir oyun bu.
Sen bana bakma
Belki de en doğrusu bu.
Ben sonbaharım,
Döktüğüm son yaprak bu.

Ben ne yangınlar gördüm,
Öylece bırak beni.
Sen ateşten korkarsın,
Kaç kurtar kendini.
Ben ne yaralar aldım,
Hiç biri öldürmedi.
Sen de git,
Unut beni..
Ben ne yangınlar gördüm,
Öylece bırak beni.
Sen ateşten korkarsın,
Kaç kurtar kendini.
Ben ne yaralar aldım,
Hiç biri öldürmedi.
Sen de git,
Unut beni..


Sen bana bakma,
İlk değil bu.
Gidenin kazandığı
Hileli bir oyun bu.
Sen bana bakma
Belki de en doğrusu bu.
Ben sonbaharım,
Döktüğüm son yaprak bu.

Ben ne yangınlar gördüm,
Öylece bırak beni.
Sen ateşten korkarsın,
Kaç kurtar kendini.
Ben ne yaralar aldım,
Hiç biri öldürmedi.
Sen de git,
Unut beni..
Ben ne yangınlar gördüm,
Öylece bırak beni.
Sen ateşten korkarsın,
Kaç kurtar kendini.
Ben ne yaralar aldım,
Hiç biri öldürmedi.
Sen de git,
Unut beni..

Söz: Mustafa Cem Senyücel
Müzik: Yusuf Demirkol
İlgili Aramalar: Zakkum Ben Ne Yangınlar Gördüm Sözleri

Ferhat Göçer Git Şarkı Sözü

Ferhat Göçer Git Şarkı Sözleri
Aramızda görünmeyen duvarlar var
Bilmediğim caddeler, bulvarlar
Yabancısın hanidir, söylesem yeridir
Kavuşmuyor hiç dudaklar

Yavaş yavaş erityor bizi bu yalanlar
Bir hesap ki tutmuyor elde kalanlar
Son durak dedi aşk birimiz inmiyor
İzliyor bak uzaktan uzaktan

Git, hevesini al gel, nefesini al gel
Belki de bulduğun aşkından git
Tutamam zaten dağ gibi dursam
Kendine bir tünel kazarsın git

Git, bana benzeyen ya da benzemeyen birini belki de çok seversin git
Ayrılığı kabullendim,
Ben seni sen olmadan da severim git

Yavaş yavaş erityor bizi bu yalanlar
Bir hesap ki tutmuyor elde kalanlar
Son durak dedi aşk birimiz inmiyor
İzliyor bak uzaktan uzaktan

Git, hevesini al gel, nefesini al gel
Belki de bulduğun aşkından git
Tutamam zaten dağ gibi dursam
Kendine bir tünel kazarsın git

Git, bana benzeyen ya da benzemeyen birini belki de çok seversin git
Ayrılığı kabullendim,
Ben seni sen olmadan da severim git

Söz: Zeki Güner
Müzik: Zeki Güner
İlgili Aramalar: Ferhat Göçer Git Sözleri

İrem Derici Sevgi Olsun Taştan Olsun Şarkı Sözü

İrem Derici Sevgi Olsun Taştan Olsun, yapmış olduğu 2013 İki adlı albümünün çıkış parçası olan bu şarkı en çok dinlenen ve sevilen şarkılardan bir tanesi oldu.Şarkının sözleri ve müziği Hüseyin Boncuk'a aittir.



İrem Derici Sevgi Olsun Taştan Olsun Şarkı Sözleri
Geceleri paylaşır düşlerle bir çözümü yok ki bunun
Yanlışa düşer çıkmazlara dönüşü yok ki bunun

Sevgi olsun taştan olsun ama benimle olsun
Çile çeker aşkın mapusunda kaçışı yok ki bunun

Koşmayı seviyor aşkın yıllarına
Kendini yormayıp bıktırmadan
Her acıyı çekip alışa alışa aşkı öğreniyor
Sevmeyi seviyor diyorum ya sana
Kalpleri kırmayıp aldatmadan
Farklı dünyalar tanıya tanıya doğrusunu arıyor

Yar bana bakmasa da
Yar benim olmasa da
Heyecan duymayı seviyor bu gönlüm bir sonuç almasa da
Yar bana bakmasa da
Yar benim olmasa da
Heyecan duymayı seviyor bu gönlüm bir sonuç almasa da


Geceleri paylaşır düşlerle bir çözümü yok ki bunun
Yanlışa düşer çıkmazlara dönüşü yok ki bunun

Sevgi olsun da taştan olsun ama benimle olsun
Çile çeker aşkın mapusunda kaçışı yok ki bunun

Koşmayı seviyor aşkın yıllarına
Kendini yormayıp bıktırmadan
Her acıyı çekip alışa alışa aşkı öğreniyor
Sevmeyi seviyor diyorum ya sana
Kalpleri kırmayıp aldatmadan
Farklı dünyalar tanıya tanıya doğrusunu arıyor

Yar bana bakmasa da
Yar benim olmasa da
Heyecan duymayı seviyor bu gönlüm
Bir sonuç almasa da
Yar bana bakmasa da
Yar benim olmasa da
Heyecan duymayı seviyor bu gönlüm
Bir sonuç almasa da

İlgili Aramalar: İrem Derici Sevgi Olsun Taştan Olsun Sözleri

Mezheblerin Kaynağı Olan Kıyas

”Onlara, öf sıkıldım demeyin!” 

Ehli sünnete göre mezhebler, dinin dört kaynağı olan Kıyas üzerine bina edilir. Kıyas, birşeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkhta, nasstan(Kur’an-ı kerimden, Hadis-i şeriflerden) anlaşılamıyan birşeyin hükmünü, bu şeye benziyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. 

Kıyas, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin, derin, örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapar, onların da ayrı mezhebleri var idi. Beydavi tefsirinde kıyas ve icmaın, İmran suresinin 108. ayetinde emredildiği yazılıdır. İbni Abidin hazretleri, “Kıyas ile anlaşılan bilgileri kabul etmiyen, doğru yoldan saparak bid'at ehli olur, muhakkak Cehenneme girer” buyuruyor. 

Kıyasın delil olduğu aklen ve naklen sabittir. (Fatebiru) ayet-i kerimesine, “Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin” manası verilmiştir. Bu ayet-i kerimenin, kıyasın caiz ve gerektiğini bildirdiği, Beydavi tefsirinde yazılıdır. 


Araf suresinin, “Allahü teâlâ, rüzgarı, rahmeti olan yağmurdan önce, müjdeci gönderir. Rüzgarlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırır, o yağmurla yerden meyvalar çıkarırız. Ölüleri de mezarlarından böyle çıkaracağız” mealindeki 57. ayet-i kerimesi de kıyasın hak olduğunu isbat etmektedir. Bu ayette, ihtilaflı olan bir şeyi, sözbirliği ile anlaşılmış olana benzetmek bildirilmektedir. Çünkü, Allahü teâlânın yağmur yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu. Öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu, yeryüzünün kuruduktan sonra tekrar yeşillenmesine benzeterek isbat etmektedir. 

Kıyası, ictihad yapma yetkisi olan müctehidler yapabilir. İctihâd, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihâddan maksat, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, mânaları açıkça anlaşılmıyanları, açıkça bildiren diğer ahkâm-ı şer'ıyyeye kıyâs ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükmler çıkarmaya uğraşmak, çalışmak demektir. 

Meselâ anaya, babaya itaati emreden âyet-i kerimede,”Onlara, öf sıkıldım demeyin!” buyuruluyor. Dövmekten, söğmekten bahis buyurulmamıştır. Âyet-i kerimede, yalnız bunların en hafîfi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehidler, dövmenin, söğmenin ve hakâret etmenin elbette haram olacağını ictihâd etmişlerdir. 

Musluman Muslumanin Kardesidir
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Arama Motorlarının Özellikleri Nelerdir?

http://egitim-akademisi.blogspot.comARAMA MOTORU: Anahtar kelime ya da kelime gruplarını içeren internet sitelerini arayan araçlardır. İnternet ortamına arama robotları salarak elde ettikleri bulguları kendi veritabanlarına eklerler.
            Arama motorlarinin 2 islevi bulunmaktadir:
            Veri toplamak: Veri toplama isi, Wanderer, Spider, Harvest, Pursuit… vb gibi otomatik robot sistemler ile, çeşitli web, gopher, ftp siteleri arasında gezinerek ve buralardaki kaynakları tarayarak yapılmaktadır.
            Sorgulama mekanizmaları sunmak: Sorgulama mekanizmaları sistemlerinde, toplanan veriler üzerinde sorgulama yapılabilmesini sağlayan kullanıcı arayüzleri ve üzerinde hızlı sorgulama yapılabilecek veritabanı (database) sistemleri vardır. Kullanıcı, seçilen bazi anahtar kelimelere uyan bilgileri kolayca tarayabilmekte ve web arayüzü içinde aradığı bilgilerin bulunduğu site adresleri arasında gezinerek bilgiye ulaşılabilmektedir.
            Internet üzerinden arama motoru hizmeti veren birçok site bulunmaktadir. Günümüzde
Google (https://www.google.com) ve Yahoo (http://www.yahoo.com) sitelerinin kullanımı tercih edilmektedir. Bunun yani sıra sadece belirli konular için özelleşmiş arama motorlari da
bulunmaktadir.
            Bazı arama motorlari belirli bir dönem iyi hizmet vermekte ama bir süre sonra arama
sonuçlarında yeterli performansı verememektedir. Altavista(http://www.altavista.com) buna bir örnek olarak verilebilir.
            Ancak unutulmaması gereken önemli bir nokta da vardır ki bu da internet demek arama motoru demek değildir. Arama motorları kullanılmalı ancak bağımlısı olunmamalıdır. Çünkü arama motorlarlarının birçok konuda avantajları olduğu gibi birçok da dezavantajı bulunmaktadır.         

            Arama Motorlarının Avantajları
       Kompleks ve soyut kelimelerle arama için çok uygundur.
       Kullanıcı kontrolü vardır.
       Aramalar belli zaman aralığı, alan, bilgi kaynağı, veri türü vb. ile sınırlandırılabilir.

Arama Motorlarının Dezavantajları
       Zaman kaybına yol açabilir.
       Her arama motorunun kendine özgü kuralları ve teknikleri vardır.
       Çalışmayan veya alakasız bağlantılarla karşılaşılabilir.
       Farklı arama motorlarında farklı sonuçlar bulunabilir.
       Bütün arama sonuçları incelenemeyebilir.

Arama Motorlarının Sınırlılıkları
       Hiçbir arama motoru WEB ortamının %40’ından fazlasını indeksleyemiyor.
       Bilgiler her zaman güncel değildir.
       Yeni sayfalar hemen bulunamayabilir. ( Geç indexlenmeden dolayı)
       Belli zaman aralıklarında indeksleme yaparlar.
       Kelimenin yalın anlamı ile arama yaparlar.
       Özelleştirilmemiş aramalarda çok sayıda istenmeyen sonuçla karşılaşılabilir.

Arama Motorlarının Çalışma Prensibi
       Spider (Örümcek) veya Crawler (Tırtıl) kullanarak interneti belli aralıklarla tararlar.
       Düşünmez ve yargıda bulunmazlar.
       Anahtar kelimeleri toplayarak indekslerine eklerler.
       Arama algoritmaları birbirinin aynı değildir.
       Hatta arama algoritmaları kendi içinde değişkendir.
       Hangi algoritmayı ne zaman kullandıklarını açıklamazlar.
       Sayfaların değişik yerlerini ararlar. (Başlık, Etiket, içerik ya da içeriğin bir bölümü gibi)
       Aradığınız kelime o sayfada en çok geçen kelime değildir. (%2 - %3)


Bu metin DMCA tarafından korunmakta olup, kaynak göstermeden yayınlayan web siteleri, başta Google olmak üzere arama motorları tarafından banlanacak ve ilerleyen aşamalarda site kapattırılacaktır. Bu yüzden kaynak gösteriniz.

Benzer Konular:
İnternetten Hızlı Araştırma Yapma Yöntemleri
İnternetteki İlk Faaliyetler
İnternet Terimleri

YAVUZ HOCAMIZDAN MUHTEŞEM BİR YAZI

YAVUZ HOCAMIZDAN MUHTEŞEM BİR YAZI

Geçenlerde beş yıldızlı ve de oldukça yaldızlı bir otelde verdiğim konferansta tarihi örnekleriyle birlikte “sade hayat”ı anlatmaya çalıştım, ama katılanların çok da hoşuna gittiğini sanmıyorum.

Çünkü herkes çok gösterişli giyinmişti... “Müslüman aristokrasi” üzerine okuduğum bir yazıyı acı acı hatırladım.

Kadınların çoğu baloya (bu gidişle yakında eminim “Müslüman balosu” da başlar) gider gibi süslenmişti. Erkekler biraz daha umursamazdı, ama hemen hemen hepsi bilinen markaların elbiselerini, ayakkabılarını, kravatlarını, saatlerini taşıyorlardı.

Ben mi nasıldım? Doğrusu içlerinde “ayrık otu” gibi kaldığımı itiraf etmeliyim. Yaldızlı salona en yakışmayan kişi sanırım bendim.

Ayağımda blücin, sırtımda deri montla sığır çobanı gibi kaldım.

Böyle bir topluluğa “sade hayat”ı anlatmanın uygun olup olmayacağını uzun süre düşündüm. Çelişki olursa bu kadar olurdu. Sonra “Her şey zıddıyla” dedim ve konuya Yavuz Sultan Selim’den girdim.

Müthiş bir “sade hayat” tutkunuydu. Neden süslenmediğini soranlara şöyle cevap verirdi: “Vezirlerin süslenmesi padişahlarına hoş görünmek içindir, benim padişahım kılığa bakmaz yüreğe bakar! Bu yüzden süslü elbiseler giymeme gerek yoktur.”

Öyle bir Peygamber-i Alişan sevdalısıydı ki, Kapıcıbaşı Hasan Ağa’nın rüyasına girip, “Selim evlâdımız Hilâfet sancağını yüceltsin” der demez, “Mısır Sefer-i Hümâyunu”na çıkmıştı. Halife unvanıyla İstanbul’a döndüğünde kendisini alkışlamak için günlerden beri bekleşen halka gözükmeden, arka kapıdan sarayına girmiş, bunun sebebini soranlara şöyle demişti: “Biz bu yola, halka kendimizi alkışlatmak için çıkmadık, Biz bu yola Peygamber-i Zişan emriyle, Allah rızasını tahsil için çıktık! Bu durumda halka kendimizi alkışlatmamız kul hakkına girer.”

Yavuz Padişah’ın duruşu böyle bir duruştur. Yürek pusulasını Peygamber-i Alişan Efendimiz’in yüreğine ayarlamış, bu aşk sayesinde, sekiz yıllık saltanata seksen yıllık icraat sığdırmıştır.

Anlayacağınız Yavuz Padişah’ın kendi duruşu, kendi anlayışı, hayata kendi bakışı vardı. Bu haliyle, kıble yürekli Osmanlı insanının özü ve özeti gibiydi.

Sonra ne olduysa oldu, ya kıyamet öncesinde eseceği söylenen o müthiş rüzgâr esti, ya da yürek depremine uğradık, yürek pusulamız şaştı! Yönümüz kıbleden saptı.

Duruşumuz bozuldu, ihlâsımız çözüldü, direncimiz ezildi, irademiz yamuldu!.. Batı’ya özenmeye, “ehl-i dünya”yı taklide başladık. Önce kıyafetimizi, sonra siyasetimizi uydurduk onlara...

Derken sıra, onlar gibi yaşamaya geldi. Gerçi hala “mazbut”, hala “tesettür”lüyüz, ama onların öngördüğü “moda”ya göre giyiniyor (epeydir moda dergimiz bile var çok şükür), moda ürünler tüketiyor, moda olan tatil yerlerinde tatilimizi geçiriyor, aynı podyumda aynı mankenlerle “defile”ye çıkıyoruz...

Yedi yıldızlı devremülk “şeriat oteli”miz de inşa aşamasında...

“Bikini mayo”ya itirazımız hala sürüyor. Ne var ki, “özenti”miz de devam ediyor: “Çıplaklık”tan beslenen “mayo” ile “örtünme” anlamına gelen “tesettür”ü birleştirip icat ettiğimiz “tesettür mayo” deniz sefamızın özünü teşkil ediyor.

Denize girmek “farz” olmuş da benim mi haberim yok?

Artık bizim de, tıpkı “ötekiler” gibi tatil köylerimiz, tesettür plajlarımız, gösterişli ciplerimiz, ikişer bin dolarlık ayakkabılarımızla çantalarımız, yatımız-katımız var... Bizim de “Cafe”lerimiz, “Restaurant”larımız, “boutique”lerimiz, beş yıldızlı “Hotel”lerimiz, “Palace”larımız, “Branche”larımız var... Biz de tıpkı “onlar” gibi, gecekondulardan yüksek duvarlarla ayrılmış Avrupai “City”lerde, yahut “Rezidance”larda oturuyor, bizim kadar şanslı olmayan “dindaş”larımıza hava basıyoruz!

Yavuz Bahadıroğlu - Yeni Akit

Türkiye'yi Tanımamak Ancak Kemalist Olmakla Mümkün

Türkiye'yi Tanımamak Ancak Kemalist Olmakla Mümkün.”

Engin Ardıç, parasını Atatürkçü Düşünce Derneği'nin verdiği İngiliz The Times gazetesinde yayımlanan, sömürge valisi üslubuyla Başbakan Erdoğan'a yazılmış mektupta imzası bulunanları eleştirirken malumu da ilan ediyor.

Zeki, çevik ve ahlaklı değiller mi?

Daha önceleri neredeydiniz? Bu soru, The Times gazetesine o ünlü ilanı verenlere kaç gündür soruluyor... Mısır'da darbe yapılıyor, kan gövdeyi götürüyor, sizden tık çıkmıyor. Suriye'de insanlar katlediliyor, umurunuzda değil. Türkiye sizin için önemli ama.
İlanınız, hem de tutuculuğuyla ünlü bir İngiliz gazetesinde yayınlanıyor. Der Spiegel dergisinden sonra The Times da "Erdoğan karşıtı Avrupa basını" safına geçiyor. Hayrola, Almanya ile İngiltere Erdoğan'ı devirme kararında birleşiyorlar mı?
Bunu en iyisi, bu ülkelerden hangisinin gizli servisi hesabına çalıştığı pek bilinemeyen "karanlık Türk Marksist ve Kemalist'lerinden" birilerine sormalı! (Türk gizli servisi hesabına çalışan Türk Marksist'leri konumuzun dışındadır.)
Hem Marksist hem Kemalist, ikisi birden nasıl oluyor? Oluyor efendim, oluyor.
Dilber yıldız Vanessa Redgrave mesela, hem Troçkist hem Kemalist...
Dilber dedik, altmışlı yıllarda öyleydi, şimdi 76 yaşında.
Yaşı tutuyor: Bizim 27 Mayıs darbesinde 23, 12 Mart darbesinde 34, 12 Eylül darbesinde 43, 28 Şubat darbesinde de 60 yaşındaydı hatun...
Hiç sesinin çıktığını duymamıştık. O darbeler, ilandaki kendi deyimiyle "Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün doğrultusunda" sayıldığından herhalde. (Çünkü Türkiye, Atatürk'ün doğrultusundan çıkmış, Ortadoğu'yla falan ilgilenir olmuş. En kısa zamanda Erdoğan'ı devirip ülkenin ayağını oralardan kesmek şart. Eylül ayında yeni bir ayaklanma çıkarmak ilginç olabilir!)
Sir Ben Kingsley'in de yaşı tutuyor, asıl adı Krişna Pandit Bhanji olan bu değerli sanatçı, azınlıkların, ezilenlerin, sömürülenlerin temsilcisi olarak tanınıyor (yoksa V.S. Naipaul ya da Salman Rüşdi gibi İngiliz efendilerine biat etmiş bir tür "yeni Gungadin" olarak mı?)
Klasik müzik seven leydiyi ya da dış politika meraklısı lordu tanımıyoruz, bizim için önemli de sayılmazlar. Lakin, değerli sanatçı Susan Sarandon'un da yaşı tutuyor, kendisi 66 yaşında... Yani bol bol vakti olmuş daha önce Türkiye'deki insan hakkı ihlallerine eğilmeye...
Değerli sanatçı Sean Penn? Bakın o daha süt kuzusu sayılır, 53 yaşında. Bizim darbelerde çocuktu, bilememiştir.
Fazıl'ı hiç saymayın, Fazıl 43 yaşında... 12 Mart darbesinde süt emiyor, 12 Eylül'de de Beyer metodundan kromatik gamları çalışıyordu, babasının gözetiminde...
İstanbullu bir Rum dostumuz, Yunanistan'a yerleşmek zorunda bırakılmış Hıristo Elmacıoğlu bize mektup yazmış, demiş ki: "Bu herifler Kemalistler zamanında azınlıklara yapılan baskılarda, bizi yurt dışına zorlayan hükümetlerin zamanında ve cemaatlerin mülklerine hükümet tarafından el koyulduğu vakit neredeydiler? Sesleri hiç çıkmamıştı. Galiba film çeviriyorlardı!"
İlahi Hıristaki... Adamlar bizatihi Kemalist... Ne mutlu bize ki, yalnızca on yılda her yaştan on beş milyon genç yaratmakla kalmamış, Hollywood'da bile Kemalist yetiştirmişiz.
Yeşilköy'de uçaktan inip Taksim Meydanı'nın yolunu bulamazlar, taksici de sevinir, "bizim oğlanın nişan parası çıktı" diye, Sultanahmet üzerinden geze geze giderler.
Galiba Türkiye'yi "tanımamak" da ancak Kemalist olmakla mümkün. Öyle olmasaydı "CHP seçim kazanacak" demezdi birçok şaşkın!

No metro, yirmi beş santimetro

No metro, yirmi beş santimetro

Eskiden alay konusuydu... Paris ve Londra'daki gibi büyük şehirlerin "mufassal" metro planları yayınlanır, altına da bizim İstanbul'un kıytırık Tünel-Karaköy "füniküler" hattı konur ve dalga geçilirdi...

Batılılar değil, biz kendi kendimizle dalga geçerdik.

Sonra, İstanbul metrosu çok geç de olsa yapılmaya başlanınca, bu sefer de "sızlanmak" için başka yollar bulduk: Her yer kazılıyor, üstümüz başımız toz toprak oluyor, trafik tıkanıyor, yerin altındaki tarihi eserler gümbürtüye gidiyordu!

Tıpkı doğal gaz kazılarına küfür edenlerin şimdi doğal gazı fıs fıs kullandıkları gibi, hele bir metro yapılsın arslanlar gibi binecektik ama.

Harcanan paralar da cabası... İSKİ müteahhitlerinden "tamamen gönüllü" olarak alınan paralar partiye aktarılmıyor, cebe de atılmıyor, halkın parası inşaata gidiyordu! (Yaşı otuzun altında olanlar, CHP'nin İstanbul'da bu belediye seçimini de neden kaybedeceğini hiç anlamayacaklardır. Yaşlı amigolar da domuz gibi anlayacaklar ama ses etmeyeceklerdir.)

Şimdi de çamur atmak için yeni yollar aranıyor.

"Her yerde metro, her yere metro" sloganını İstanbul belediyesi "Taksim çocuklarından" araklamış!

Merdiven boyama saçmalığına "sahiplenme" yoluyla set çekip ortalığı yatıştırınca alkışlıyorlar, aferin, belediye imana gelmiş, eylemcilerin istediğini yapar olmuş...


Ama öteki olumlu yönde etkilenme değil araklama oluyormuş.

İktidar partisinin "paket" açarken "her yerde demokrasi, her yere demokrasi" sloganını atmasını öneriyorum, bakalım malum basının zibidileri o zaman nasıl bir kulp bulurlar?

Şimdilik şunu bulmuşlar:

Metro yapmak marifet değilmiş, belediye dediğinin işi "zaten" metro yapmakmış, marifet yerin altındaki tarihi eserleri ihya etmekmiş...

Üstelik bu bir seçim yatırımıymış... Ayıp değil miymiş?

Türkiye'de "eseriyle" oy istemek fevkalade ayıp, "vaatle" oy istemek meşrudur.

Örneğin "Özal'ın bilmemnesiyle İnönü'nün bilmemnesini birleştireceğim" diye saçmalayan adamı desteklemek, o adam "bizim patronun adamı" olduğu için doğaldır.

Şimdiki belediyenin yaptığı bütün işler onun zaten yapması gereken küçük işlerdir, bunlarla övünmek propagandadır.

2019 yılının metro planına, bunun "projeksiyonuna" baktım, iktidar yalakası, Mehmet Barlas'ın kankası, SABAH gazetesinde yazacak kadar yerlere düşmüş aşağılık bir herif olarak gurur duydum.

İstanbul sistemi, Paris'ten de, Londra'dan da, Berlin'den de, Viyana'dan da aşağı kalmayacak.

2014 ve 2018 belediye seçimlerini, ayrıca 2015 ve 2019 genel seçimlerini AKP kazanacağı için bu projeyi rahatlıkla tamamlayıp bitirecek.

Ya kazara CHP kazanırsa, ya madara olursam peki?

Başlanmış işi bitirmek zorunda kalır, İstanbullu olarak gene biz kazanırız. Hem, metro yapmak belediyelerin "zaten" görevi değil midir canım? Ne yani, bununla mı övüneceksiniz? Ayıp değil mi?

Siz onu bırakın da, kimin nesiyle kimin fesini "nasıl" birleştireceğinizi açıklayın bakalım, boş laf değil somut öneri bekliyoruz.

Engin Ardıç

Memurun ölümü

Memurun ölümü

Tipik bir Ankara memuruydu. İliklerine kadar. Bilinciyle, bilinçaltıyla, bilinç üstüyle, bilinç dışıyla, her yeriyle, her şeyiyle.
Böyle olduğu için de, ekmeklerini esas olarak emekli memurlardan çıkaran muhalif gazeteler onu sayfa sayfa, çarşaf çarşaf andılar. Babalarının hayrına değil, bu ölümle elbette "hükümete yeni bir uyuzluk etme" fırsatı da buldular.
Tipik bir Kemalist militandı, hani ADD'ye başkan olacak adamdı...
Önceleri oyun yazarıydı. Ellili yılların sonlarında isim yaptı. "Duvarların Ötesi" en meşhur oyunudur. Filmini de çektiler, Fikret Hakan oynuyordu.
Ne ki, bu oyun, William Wyler'ın ünlü bir filmine, Humphrey Bogart ile Fredric March'ın oynadıkları ünlü "Desperate Hours" (Umutsuz Saatler) filmine fazlaca benziyordu.
İnanmıyorsanız hem Atilla Dorsay'a hem de Refik Erduran'a sorabilirsiniz.
Bu aşırı etkilenme o zamanlar epeyce "kıyl-ü kaali mucip oldu" ama sonra unutuldu gitti tabii. Aradan elli yıl geçti.
Bir süre TRT'de yöneticilik de yaptı. Sonra "sol Kemalizm"den "sağ Kemalizm"e kaydı, faşistlerin gözdesi oldu. İşin matrağı, birçok ahmak komünistin de gözdesi oldu.
Satış rekorları kıran "Şu Çılgın Türkler" adlı eseriyle hatırlanacaktır. (Onun devamı olan ve Çanakkale çarpışmalarını anlatan "Diriliş" pek o kadar tutmadı.)
Bu bir roman değildi ama roman diye pazarlanıyordu. Roman deyince yayıncı malını daha kolay satıyordu.
Merhum Turgut Özakman, bu eserinde, kurtuluş savaşımızı "romanse" etmişti.
Bilinenleri hiçbir şey katmadan tekrarlıyordu. Hiçbir şeyi sorgulamadan, hiçbir şeyi tartışmaya açmadan. Amaç da buydu zaten, doğmakta olan soru işaretlerini önlemek!
Halkın "yakın tarih bilgisi açlığına ve susuzluğuna" denk geldi.
Asıl fonksiyonu, son yıllarda aynı açlığa cevap veren ve büyük ilgi çeken "alternatif tarih" ve "gizli tarih" yazarlarına bir yanıt olmaktı. Resmi tarih, Özakman'ın kalemiyle, düşünce hayatımızı kasıp kavuran "muhalif tarihçileri" çürütmeye çalışıyordu. Ankara, İstanbul'a bozuk çalıyordu.

Satacak başka malı da pek yoktu ki...

Sonra tuttu, Kemalistler'in pek sevdikleri "Atatürk yeniden Samsun'da" temasını işledi. Zekâsından hiçkimsenin şüphe etmediği ama bu gibi konulara hiç aklı ermeyen Cem Yılmaz bile pek beğendi.

Bu saçmalığı çok severler: "Atatürk sağ olsaydı" sızlanmasının başka bir versiyonudur. Atatürk günümüze geliyor, yeniden Samsun'a çıkıyor, oradan Ankara'ya geçip Tansu Çiller'e, Mesut Yılmaz'a, Süleyman Demirel'e, hele hele Necmettin Erbakan'a nasihatlerde bulunuyordu!...

Bunu Macar asıllı Alman yazarı Timur Vermes de yaptı, Hitler'i geri getiren "Er ist wieder da" (Geri Döndü) isimli romanı iki yıldır Almanya'da satış rekorları kırıyor ama Vermes günümüzün Alman toplumuyla dalgasını geçiyor, bizim rahmetlik çok "ciddi" yazmıştı bu zırvayı...

Ölümünden sonra kimlerin onu göklere çıkardığına bakınız, başka bir şey söylemeye de gerek yok.

Tövbe. Merhum Özakman, "Atatürk'ü sahnede ya da perdede canlandıracak oyuncunun içkisi, sigarası, kumarı, gece hayatı olmamalı" demişti... Başka bir şey söylemeye gerçekten gerek yokmuş.

engin ardıç

KIYAMETE KADAR İslamiyet Her Devre Hitap Eder

Bu ve bunun gibi emrin öncesini, safhalarını bilmeyen doğru hüküm verebilir mi? 

İctihad yapabilecek özellikler ve üstünlükler, ancak Eshâb-ı kirâmda ve sonra, ikiyüz sene içinde yetişen, bazı büyüklerde bulunabildi. Daha sonraları, fikirler, reyler dağılıp, bid’atler çıkıp yayıldı. Böyle üstün kimseler azala azala, dörtyüz sene sonra, bu şartları hâiz kimse, yanî mutlak müctehid olarak meşhûr olan görülmedi. 

Hicretten dörtyüz sene sonra, müctehide ihtiyâc da kalmadı. Çünkü, Allahü teâlâ ve O"nun Resûlü Muhammed aleyhisselâm, kıyâmete kadar hayât şekillerinde ve fen vâsıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan ahkâmın hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. 

Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni hâdiselere nasıl tatbîk edileceklerini, tefsîr ve fıkh kitâblarında bildirirler. “Müceddid” denen bu âlimler kıyâmete kadar mevcûddur. Bunlar da ahkamın yeni hadiselere nasıl tatbik edileceğini bildirdiler. 


“Fen vâsıtaları değişdi. Yeni hâdiselerle karşılaşıyoruz. Din adamları toplanarak yeni tefsîrler yazılmalı, yeni ictihâdlar yapılmalıdır” diyerek, nasslara ilâveler, değişiklikler yapmak lâzım olduğunu savunanların islâm düşmanı oldukları anlaşılır. 

İctihadın inceliklerini bilmeyen, bu konuda ehil olmayan, Kur”an-ı kerimden, Hadis-i şeriflerden hüküm çıkarmaya çalışırsa yanılır; kendini de başkalarını da helak sürükler. Çünkü, pek çok ayet-i kerime sonra nesh edildi, hükmü kaldırıldı. Pek çok hükümde içki yasağında olduğu gibi ayet-i kerimelerde tedricen bildirildi. Bu incelikleri bilmeyen nasıl hüküm verecek? 

İmâm-ı Muhammedin “Siyer-i kebîr” kitâbının tercemesi, seksenikinci sahîfesinde buyuruyor ki: Cihâd emri yavaş yavaş geldi. İslâmiyyetin başlangıcında müşriklerle karşılaşmamak, onlardan uzak kalmak, onlara yumuşak davranmak emir olundu. Sonra, ikinci emir gelerek, kâfirlere yumuşak ve güzel sözlerle islâmiyyeti bildir! “Ehl-i kitâb” denilen yahûdîlerle hıristiyanlara yumuşak, güzel karşılık ver denildi. Üçüncü emir ile harb etmeğe yalnız izin verildi. Dördüncü emir ile kâfirler size eziyyet verince, onlarla harb ediniz, diyerek, karşı koymak farz oldu. Medînede islâm devleti teşekkül edince, beşinci olarak, dört aydan başka zamanlarda harb ediniz emri geldi. Altıncı olarak gelen âyet-i kerîmede devletin, her zaman harb etmesi emir olundu.” 

Bu ve bunun gibi emrin öncesini, safhalarını bilmeyen doğru hüküm verebilir mi? 

NAMAZ iSLAMIN DiREGI
http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Mazlumun Bedduası

Sana bir dava getirilip arz edildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?

İslam âlimleri, ictihad etme ehliyeti olanın ictihad etmesinin lazım olduğunu şu meşhur hadis-i şeriften çıkarmışlardır: Peygamber Efendimiz, bir gün sabah namazını kıldırdıktan sonra cemaate yüzünü döndürüp “Hanginiz Yemen’e hazırlanıp gider?” diye sordu. Muaz bin Cebel hazretleri kalkıp “Ben giderim ya Resulallah!” dedi. Peygamberimiz “Ey Muaz! Bu vazife, senindir!” buyurdu. 

Muaz bin Cebel, Kadılık, Hakimlik yapacak, halka İslamiyeti, Kur’an okumayı öğretecek, Yemen ülkesinde tahsil edilen zekat ve sadakaları da vazifelilerinden teslim alacaktı. 


Peygamber Efendimiz, Muaz bi Cebel hazretlerini bu vazifelerle Yemen’e gönderirken “Sana bir dava getirilip arz edildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?” diye sordu. 

Muaz bin Cebel “Allahın Kitabındaki hükümlere göre hüküm veririm!” dedi.Peygamberimiz “Eğer Allahın Kitabında dayanacağın açık bir hüküm olmazsa? Neye göre hüküm verirsin? diye sordu 

Muaz bin Cebel “Resulullahın o husustaki hükümlerine Sünnetine göre hüküm veririm!” dedi.Peygamberimiz “Eğer, Resulullahın hükümlerinde Sünnetinde de dayanacak bir hüküm bulunmazsa, ne yaparsın?” diye sordu 

Muaz bin Cebel “O zaman, ben de tereddüd etmeden kendi görüşüme göre ictihad eder, hüküm veririm!” dedi 

Bunun üzerine, Peygamberimiz, elini Muaz bin Cebel’in göğsünü sığayarak “Hamd olsun o Allah’a ki, Resulullahın Elçisini , Resulullahın hoşnud olacağı şeye muvaffak kıldı.” buyurdu.

Sonra şu tavsiyelerde bulundu: 

“Sen, Kitap ehli olan bir kavme gidiyorsun.Onları, Allahdan başka ilah bulunmadığına, benim de, Resulullah olduğuma şehadet getirmeğe davet et! Eğer, bu hususta sana itaat ederlerse, kendilerine bildir ki: Allah onlara, her gün ve gecede, beş vakit namaz farz kılmıştır.Eğer, sana bu hususta da, itaat ederlerse, onlara bildir ki: Allah, kendilerine, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir zekat farz kılmıştır. Eğer, sana bu hususta da, itaat ederlerse, sakın, mallarının en kıymetlilerini alma! Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü, bu dua ile yüce Allah arasında perde yoktur! Allah için tevazu göster. Allah, seni yükseltir. Sakın, iyice bilmedikçe, hüküm verme! Sana, müşkil, karmaşık gelen işi ehline sor, danış, utanma! En sonra ictihad et! ” buyurdu. 


Bakara 153
http://gercektarihdeposu.blogspot.com


29 Eylül 2013 Pazar

Atiye Ya Habibi Şarkı Sözü

Atiye Ya Habibi, Soygun Var adlı albümünün 2.ci video klibini ya habibi şarkısına çekmiştir.Ya Habibi şarkısının klibinde 4 yabancı 2 türk dansçı eşlik etti.




Atiye - Ya Habibi Şarkı Sözleri
Bir Gözüm Görmüyor Bir Kulağım Duymuyor
Bir Elim Tutmuyor Hayat Sensiz Bir Yarım
Koşuyorum Sebepsiz, Nefesim Yetersiz
Kaldım Ben Sensiz Yarım
Ya Habibi Bekletme Sevdiğini
Dünya Dönüyor Ama Günler Dönmüyor Geri
Ya Habibi Kaybetme Sevdiğini
Dünya Dönüyor Aşka Haydi Sende Dön Geri
Ya Habibi Kalbimin Sahibi
Ya Habibi
Bir Gözüm Görmüyor Bir Kulağım Duymuyor

Bir Elim Tutmuyor Hayat Sensiz Bir Yarım
Koşuyorum Sebepsiz Nefesim Yetersiz
Kaldım Ben Sensiz Yarım
Ya Habibi Bekletme Sevdiğini
Dünya Dönüyor Ama Günler Dönmüyor Geri
Ya Habibi Kaybetme Sevdiğini
Dünya Dönüyor Aşka Haydi Sende Dön Geri
Ya Habibi Kalbimin Sahibi
Ya Habibi Kalbimin Sahibi
Ya Habibi

İlgili Aramalar: Atiye Ya Habibi Sözleri

Her Son Bir Başlangıçtır - İnceleme VLOG Konuşan kitaplar ile Blog Turları

Herkese Merhaba!

 Heyecanlı Tuğçe dayanamadı ve tur takviminden bir gün önce videoyu yayınlamaya karar verdi :)

İyi seyirler :)





Bu güzel Kitabı kazanmak için çekilişe katılmayı unutmayın ;)

a Rafflecopter giveaway



fransa strasbourg Manzara

















fransa strasbourg manzara fotoğrafları 2013
29.09.2013

Manzara fotoğrafları



Manzara fotoğrafları 2013
29.09.2013

Sihirli kareler 2013






29.09.2013

Ramiz dayı öldü(tuncel kurtiz).



Tuncel Kurtiz Hayatını Kaybetti...


Tuncel kurtiz.Nanı Değer Ramiz Dayı 2 gün önce hakın rahmetine kavuştu.Kendisine allahtan rahmet ailesine başsağlı diliyorum.Gerçekten çok değerli bir sanatçı ve iyi bir insandı.Bir çok film,belgesel,dizi,seslendirme yapmış ramiz dayı mız  biz ekran başındaki izliyicileri sözlerine ve oyunculuğuna hayran bırakmış bir kişilik idi çok beğendiğin bir sanatçı idi.Mekanı cennet olsun.Uğurlar Olsun.
29.09.2013

Resmi İdeoloji Sahnede

Esra Dicle Başbuğ, ‘Resmi İdeoloji Sahnede' adlı kitabında halkevleri döneminde Kemalist ideolojinin tiyatro oyunlarında nasıl kullanıldığını inceledi. Sonuçlar çarpıcı: Atatürk peygamber olarak gösteriliyor, Osmanlı padişahları hain, kan içici, zorba.

Esra Dicle Başbuğ, ‘Resmi İdeoloji Sahnede' adlı kitabında Cumhuriyet'in ilk yıllarında Kemalist ideolojinin tiyatroyu nasıl kullandığını inceledi. Sonuç pek de şaşırtıcı değil. Cumhuriyet inkılaplarının toplum nezdinde kabul görmesinde sinemanın, şiirin, romanın etkisi bilinir; ancak tiyatroya nasıl bir misyon yüklendiği hakkında bilgi sahibi değiliz. Esra Dicle Başbuğ, ‘Resmi İdeoloji Sahnede' kitabında modern-ulus devletinin inşa sürecinde Kemalist ideolojinin yayılması için tiyatronun nasıl araç olarak kullanıldığını anlatıyor, halkevleri döneminde sahnelenen oyunlar üzerinden tarihin karanlık bir yönüne ışık tutuyor.

Başbuğ'un mercek altına aldığı oyunlar dört farklı bölümden oluşuyor: Mektep temsilleri, Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları için yazılan oyunlar, Türk tarih teziyle ilgili oyunlar ve köy oyunları. Kemalizm'in tiyatronun imkanlarını kullanarak nasıl bir dil kurguladığı, bu dille halkın nasıl bir ideolojiye eklemlenmeye çalışıldığı ve tiyatronun ivedilikle yürütülen toplumsal dönüşüm projesinde nasıl bir rol üstlendiği bu oyunlar üzerinden açıklanıyor. Tespitler ilgi çekici, yer yer tüyler ürpertici...

1932-1951 yılları arasında salt halkevi sahnelerinde 386 farklı oyun sahnelenmiş. Bunların yaklaşık 110'u siyasi propaganda ve ulusal kültüre dayanan, Türk tarih tezini ve Kemalist ideolojiyi yaymayı amaçlayan, yazarlara halkevleri tarafından sipariş edilen veya yarışmalarla teşvik edilerek yazdırılan oyunlar. Hemen hepsinde Türklük bilinci sağlanmaya çalışılıyor, vatan sevgisiyle ulusal birliğe olan inanç vurgulanıyor, devrimler övülüyor. Bazı oyunlar çocukların kendi varlıklarını Mustafa Kemal ve Türk varlığıyla birlikte ondan ayrılamaz bir şekilde kavramasını sağlayan bir içeriğe sahip, bazıları Cumhuriyet'in erdemlerine, neden bize uygun olduğuna dair müsamereyi aşmayan didaktik söylemlere.

Atatürk tanrının kılıcını taşıyor

Mustafa Kemal her oyunun söylem ve anlatı düzeyinde temel figür olarak yer alıyor. Kalkınmanın, bağımsızlığın, Türklüğün özü, ülkesi ve milletiyle bütünleşmiş, onu var eden ve onunla var olacak bir lider-kahramandır o. Çanakkale zaferinden başlayarak İnönü, Sakarya ve Kurtuluş Savaşı'nda yaptıkları anlatılır. Sadece milletin değil tüm dünyanın hayranlığını kazanmış biridir, peygamberdir hatta. Vasfi Mahir'in Destanı'nda ana karakter, dile getirdiği bir soruda onun başka bir boyuttan geldiğini söyler: “Acaba hangi tanrının ruhu bu kahramanın bedeninde yaşamaktadır?” Başka bir oyunda mitolojik bir anlatı içerisinde kahramanlaştırılır; tanrının kılıcını taşıyan mavi bir kurt, düşmanı tek başına yurttan kovan bir efsane olduğundan bahsedilir. Kahraman oyununda Atatürk, “anadan doğma paşa” olarak tanımlanır. Peygamber olduğu vurgulanır, halkın ona iman ederek kara bahtından kurtulacağı söylenir. Tanrısal özelliklerinin anlatıldığı cümleler şunlar: “Asırlara ehramdan değil, gökten bakan… Liderden daha güzel bir ilah yoktur.”

Halkı sömüren, ahlâksız Osmanlı!

Dönem oyunlarının en ilginç ayrıntıları Osmanlı Devleti ile ilgili olanlar. O dönem Türk kimliği, Batılılık kimliğini içererek kurulduğu için somut ‘öteki' imgesi ülkenin kendi tarihi içinden seçildiği oyunlardan da anlaşılıyor. Tek düşman vardır, o da Osmanlı. Dinî dünya görüşünün çevrelediği eski medeniyet yok sayılır. Yeni kimlik inşa edilirken eskiye dair bütün değerler aşağılanır, küçük görülür. Osmanlı'nın halkı sömüren, ahlaken yozlaşmış ilişkiler üzerine kurulu bir devlet olduğu sıklıkla vurgulanır. Osmanlı tarihi ve kimliği Türklük tarih ve kimliğinden ayrıştırılarak şarkılaştırılır; hurafelerle, akıldışılıklarla, ürkütücü, şiddet dolu bir tarih yazılır. Padişahlarla Atatürk'ün On İnkılap ve 29 Birinci Teşrin oyunlarındaki kıyaslanma biçimi iki döneme bakış açısının net bir özeti: Padişah; sarayda, memleketi satan, kendini seven, despot biri… Atatürk; halkın içinde, memleketi kurtaran, milletini seven, sevecen…

Vahdettin kan içici, zorba…

Destan oyununda topuzun kantarı tamamen kaçırılıp Osmanoğulları ‘bunak dervişler' olarak gösterilir. Üç kıtaya hükmeden, Tuna boylarına varan, İstanbul'u alan Osmanlı padişahı değildir, çünkü yiğit askerler cephede vuruşurken onlar rahat saraylarından çıkmamışlardır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethi sırasında otağ-ı hümayunun en gölgeli yerinde gece gündüz keyif çatan bir hünkârdır, Kanuni öz oğlunun ahını almış vicdanı dalgalı bir zalim, Yavuz Sultan Selim hilafet sarığını başına takmak için kum çöllerine yurdun öz evladını gömen bencil... Tarih Utandı oyununda Türk kimliğinin Osmanlı döneminde unutturulduğu, Türk'ün ana vatanında köle gibi yaşatıldığı söylenir. Beş Devir oyununa göre Vahdettin kan içici, ilimden, eğitimden korkan zorba biridir.

Sadece Türk'ün T'si büyük

Cumhuriyet'in 10. yılında iktidar tarafından inkılapları anlatan eserler birçok eser yazdırılır. Eserlerin toplu kaynakçası “Cumhuriyetin Onuncu Yıl Dönümünde Yapılan Neşriyat” başlığıyla yayımlanır. Bu kaynakçada 80 kitap ve 48 dergi özel sayısının künyesi mevcut. Kitapların yirmi beşi edebiyatla ilgili, yirmisi oyun, üçü roman ve ikisi şiir türünde. Kurtuluş Savaşı'nın, Osmanlı'nın ötekileştirilerek ele alındığı, Cumhuriyet devrimleri ve on yılda başarılarını anlatan oyunlar bunlar. Türklük bu oyunlarda da yere göğe sığdırılmazken Osmanlı'ya ait hiçbir şey hayırla anılmaz. Türk sözcüğünün T'si büyük yazılırken islamiyan, osmaniyan sözcükleri küçük harflerle yazılır.

‘Lanet sultanlara, etrafındaki kuklalara'

Oyunlarda çizilen tabloya göre Osmanlı döneminde saray, köylü, cahil ve hor görülen, sorunlarıyla ilgilenilmeyen, sorumsuz yönetimlerle idare edilen, hiçbir temel hizmetin verilmediği bir topluluktur. Örneğin: Hüsamettin Şemsi'nin Kurtuluş oyununda Osmanlı devrindeki köy profili çizilirken, Osmanlı'nın keyfi yönetimiyle halkı sömürdüğü söylenir: “Padişahların içerisinde kardeş katili ve balıklara yem yerine para atacak kadar hatta sakallarına inci dizecek kadar katil ve maskaralar sayısızdır.” Vergi toplayan saray eğitim, sağlık hizmetini umursamamaktadır: “Lanet sultanlara, lanet etrafındaki kuklalara. Türk'ün öz kızına hastaneyi öğrenmeyi bile çok gören hükümdara lanet.” Aka Gündüz'ün Yarım Osman'ında jandarma cumhuriyeti şu cümlelerle över: “Artık millet hükümeti var. Artık can vermekten, mal vermekten bıktık. Saraylara güzel kız, altın para yağdırmaktan bıktık.” Söz, aynı yazarın Mavi Yıldırım oyunundaki bir karakterde: “Ayıplamağa değmez, kırk milletin sülbünden doğan sarayda başka ne aranır?” Oyunlarda dini figürlere pek başvurulmaz, kullanılanlar da malum. Burhan Cahit'in Kurtuluş Savaşı'nı anlattığı üç perdelik Gavur İmam oyununda imam yabancılarla işbirliği yapan cahil biri olarak gösterilir. Halkın gündelik hayatta saygı duyduğu dini figür olma halleri ‘hain' ve ‘kancık' olarak yeniden tanımlanır. Oyunlar içerik olarak benzediği gibi biçim olarak da birbirine benziyor. Batı'daki gibi dekorların, kostümlerin yoğun olduğu klasik sahneleme yöntemi kullanılmış. Mustafa Kemal ve padişahların portreleri-silüeti, altı ok, Türk bayrağı, istiklal tezahüratları, ezan sesi sahne tasarımının değişilmezleri.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Dört Büyük Halife Dinin Direkleridir

Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olan ahkâmın çoğu, mücmeldir, kapalıdır.
Sahâbe-i kiram birçok işlerde ictihadları farklı olmuş fakat, hiçbiri diğerinin ictihâdına yanlış dememiş, bunu hâtırlarına bile getirmemişlerdir. Meselâ, Ebû Bekr-i Sıddîk halîfe iken, müslüman olmasını teşvîk için, bir gayri müslimi, bir sahâbînin yanına katarak, beyt-ül-mâlın muhâfaza memuru olan Hz. Ömere gönderdi. Buna zekât hissesini versin! diye emreyledi. 

Hz.Ömer ise, bu parayı vermedi. “Müellefe-i kulûb” ismi verilen bu gibi kimselere zekât verilmesi, âyet-i kerimede emredilmiş iken, neye vermedin? diye sorunca, Hz. Ömer “kâfirlerin kalblerini yumuşatmak emri, Allahü teâlânın vaat ettiği zafer ve gâlibiyet başlamadan evvel, kâfirlerin azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, müslümanlar kuvvetlenmiş, kâfirler mağlup ve âciz olmuştur. Şimdi kâfirlerin kalblerini mal ile kazanmaya lüzûm kalmamıştır” buyurdu.

Sonra, “Müellefe-i kulûb” denilen kâfirlere zekât verilmesi emrini nesh eden, yâni yürürlükten kaldıran Mu'âz hadisini okudu. (Bu hadis-i şerifte, zekatı zenginden alıp, müslüman fakirlere vermesini emir buyuruyordu.) 

Hz. Ömerin bu ictihâdının, Hz.Ebu Bekir’in re'y ve ictihâdına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir. Beyt-ül-mâlin yâni, müslümanlara âid para ve eşyanın muhâfazasına ve idaresine memur olduğu için, ictihâdını söylemişti. 

Ebû Bekr de bu ictihâdından dolayı ona bir şey dememişti. Hattâ, ictihâdını değiştirerek, Eshâb-ı kirâmın hepsi, Hz. Ömer gibi ictihâd eylediler. 

Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî hazretleri meşhûr “İzâle-tül-hafâ” kitâbında buyuruyor ki: 

“Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiş olan ahkâmın çoğu, mücmeldir, kapalıdır. Selef-i sâlihînin tefsîrleri olmadan çözülemez, anlaşılamazlar. Bir kişinin bildirmiş olduğu hadîs-i şerîflerin çoğu, Selef-i sâlihînden çok kimse bildirmedikçe ve müctehidler bunlardan ahkâm çıkarmadıkça, sened olamazlar. O büyüklerin çalışmaları olmasaydı, birbirlerine uymuyor sanılan hadîs-i şerîfler bir araya getirilemezlerdi. 

Bütün bu bilgilerde, Selef-i sâlihîne kaynak olan, ışık tutan, Eshâb-ı kirâmdır. Selef-i sâlihînin yapışdıkları direk, Hulefâ-i râşidînin etekleridir. Bu aslı, bu direği kırmağa çalışan kimse, bütün din bilgilerini yıkmış olur”. 


http://gercektarihdeposu.blogspot.com

Cahillerin Dinde Söz Sahibi Olması

Müslümanlar uyanık olmalıdır.
Kıyâmet alâmetlerinin, şimdi çoğu çıkmış, her yere yayılmışdır. Bu alâmetlerden biri, câhiller çoğalacak, ilim adamları azalacakdır. Câhiller, dinde söz sâhibi olup, herkese yanlış yol göstereceklerdir. 

Bunun için Müslümanlar uyanık olmalıdır. Her söze güvenmemelidir. Hutbelerde, kitâblarda ve gazetelerde, “Ehl-i sünnet” âlimlerini ve bunların kitâblarını bildirmeyip, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden, kendi kafalarına göre ma’nâ çıkaranlara inanmamalıdır. 



Mezhebsizler, yâ bid’at sâhibi sapıkdır, yâhud kâfirdir. Bunların her ikisi de, her zaman din adamı kılığına girerek Müslümanları aldatmışlar, doğru yoldan çıkarmışlardır. Mezhebsizlerin bildirdikleri âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere, Ehl-i sünnet âlimlerinin nasıl ma’nâ verdiklerini aramalı, işin doğrusunu öğrenmelidir. 

Bunun için de, güvenilen, fıkıh “İlm-i hâl” kitâblarını okumalıdır. “Ehl-i sünnet” âlimleri, âyet-i kerîmelerin ve hadîs-i şerîflerin hepsini incelemiş, kılı kırk yararak doğru ma’nâlarını bulmuşlar. Kitâplara yazmışlardır. 

Şimdi biraz arabî bilen din câhilleri, kendilerini müctehid sanıyorlar. Biz fakülteyi de bitirdik, diploma aldık diyerek islâm âlimlerini küçük görüyorlar. Hâlbuki, bir zamanda yaşamış olan müctehidlerin “İcmâ’” ya’nî sözbirliği ile bildirmiş oldukları birşey, dinde zarûrî olan şeylerden ise, ya’nî câhillerin bile işittiği, heryere yayılmış bilgilerden ise, bu şeye inanmak da, uymak da farzdır. 

Böyle icmâ’a inanmıyan kâfir olur. İnanıp da uymıyan, fâsık olur. İcmâ’ ile bildirilmiş olan şey, zarûrî bilinen şeylerden değil ise, buna inanmıyan kâfir olmaz. “Bid’at sâhibi” sapık olur. Uymıyan yine fâsık olur. Günâh işlemiş olur. 

İbni Melek, “Usûl-i fıkh” kitâbında, icmâ’ bahsinde diyor ki, “Bir zamanda yaşamış olan müctehidler, birşeyin nasıl yapılacağında, sözbirliğine varamamış, başka başka söylemişler ise, bunlardan sonra gelen âlimlerin bunların sözlerinden birine uyması lâzımdır. Başka dürlü söylemeleri câiz değildir, bâtıldır. Böyle olduğunu bütün âlimler sözbirliği ile beyân buyurmuşlar, icmâ’ hâsıl olmuşdur”. 


http://gercektarihdeposu.blogspot.com