Esra Dicle Başbuğ, ‘Resmi İdeoloji Sahnede' adlı kitabında halkevleri döneminde Kemalist ideolojinin tiyatro oyunlarında nasıl kullanıldığını inceledi. Sonuçlar çarpıcı: Atatürk peygamber olarak gösteriliyor, Osmanlı padişahları hain, kan içici, zorba.
Esra Dicle Başbuğ, ‘Resmi İdeoloji Sahnede' adlı kitabında Cumhuriyet'in ilk yıllarında Kemalist ideolojinin tiyatroyu nasıl kullandığını inceledi. Sonuç pek de şaşırtıcı değil. Cumhuriyet inkılaplarının toplum nezdinde kabul görmesinde sinemanın, şiirin, romanın etkisi bilinir; ancak tiyatroya nasıl bir misyon yüklendiği hakkında bilgi sahibi değiliz. Esra Dicle Başbuğ, ‘Resmi İdeoloji Sahnede' kitabında modern-ulus devletinin inşa sürecinde Kemalist ideolojinin yayılması için tiyatronun nasıl araç olarak
kullanıldığını anlatıyor, halkevleri döneminde sahnelenen oyunlar üzerinden tarihin karanlık bir yönüne ışık tutuyor.
Başbuğ'un mercek altına aldığı oyunlar dört farklı bölümden oluşuyor: Mektep temsilleri, Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları için yazılan oyunlar, Türk tarih teziyle ilgili oyunlar ve köy oyunları. Kemalizm'in tiyatronun imkanlarını kullanarak nasıl bir dil kurguladığı, bu dille halkın nasıl bir ideolojiye eklemlenmeye çalışıldığı ve tiyatronun ivedilikle yürütülen toplumsal dönüşüm projesinde nasıl bir rol üstlendiği bu oyunlar üzerinden açıklanıyor. Tespitler ilgi çekici, yer yer tüyler ürpertici...
1932-1951 yılları arasında salt halkevi sahnelerinde 386 farklı oyun sahnelenmiş. Bunların yaklaşık 110'u siyasi propaganda ve ulusal kültüre dayanan, Türk tarih tezini ve Kemalist ideolojiyi yaymayı amaçlayan, yazarlara halkevleri tarafından sipariş edilen veya yarışmalarla teşvik edilerek yazdırılan oyunlar. Hemen hepsinde Türklük bilinci sağlanmaya çalışılıyor, vatan sevgisiyle ulusal birliğe olan inanç vurgulanıyor, devrimler övülüyor. Bazı oyunlar çocukların kendi varlıklarını Mustafa Kemal ve Türk varlığıyla birlikte ondan ayrılamaz bir şekilde kavramasını sağlayan bir içeriğe sahip, bazıları Cumhuriyet'in erdemlerine, neden bize uygun olduğuna dair müsamereyi aşmayan didaktik söylemlere.
Atatürk tanrının kılıcını taşıyor
Mustafa Kemal her oyunun söylem ve anlatı düzeyinde temel figür olarak yer alıyor. Kalkınmanın, bağımsızlığın, Türklüğün özü, ülkesi ve milletiyle bütünleşmiş, onu var eden ve onunla var olacak bir lider-kahramandır o. Çanakkale zaferinden başlayarak İnönü, Sakarya ve Kurtuluş Savaşı'nda yaptıkları anlatılır. Sadece milletin değil tüm dünyanın hayranlığını kazanmış biridir, peygamberdir hatta. Vasfi Mahir'in Destanı'nda ana karakter, dile getirdiği bir soruda onun başka bir boyuttan geldiğini söyler: “Acaba hangi tanrının ruhu bu kahramanın bedeninde yaşamaktadır?” Başka bir oyunda mitolojik bir anlatı içerisinde kahramanlaştırılır; tanrının kılıcını taşıyan mavi bir kurt, düşmanı tek başına yurttan kovan bir efsane olduğundan bahsedilir. Kahraman oyununda Atatürk, “anadan doğma paşa” olarak tanımlanır. Peygamber olduğu vurgulanır, halkın ona iman ederek kara bahtından kurtulacağı söylenir. Tanrısal özelliklerinin anlatıldığı cümleler şunlar: “Asırlara ehramdan değil, gökten bakan… Liderden daha güzel bir ilah yoktur.”
Halkı sömüren, ahlâksız Osmanlı!
Dönem oyunlarının en ilginç ayrıntıları Osmanlı Devleti ile ilgili olanlar. O dönem Türk kimliği, Batılılık kimliğini içererek kurulduğu için somut ‘öteki' imgesi ülkenin kendi tarihi içinden seçildiği oyunlardan da anlaşılıyor. Tek düşman vardır, o da Osmanlı. Dinî dünya görüşünün çevrelediği eski medeniyet yok sayılır. Yeni kimlik inşa edilirken eskiye dair bütün değerler aşağılanır, küçük görülür. Osmanlı'nın halkı sömüren, ahlaken yozlaşmış ilişkiler üzerine kurulu bir devlet olduğu sıklıkla vurgulanır. Osmanlı tarihi ve kimliği Türklük tarih ve kimliğinden ayrıştırılarak şarkılaştırılır; hurafelerle, akıldışılıklarla, ürkütücü, şiddet dolu bir tarih yazılır. Padişahlarla Atatürk'ün On İnkılap ve 29 Birinci Teşrin oyunlarındaki kıyaslanma biçimi iki döneme bakış açısının net bir özeti: Padişah; sarayda, memleketi satan, kendini seven, despot biri… Atatürk; halkın içinde, memleketi kurtaran, milletini seven, sevecen…
Vahdettin kan içici, zorba…
Destan oyununda topuzun kantarı tamamen kaçırılıp Osmanoğulları ‘bunak dervişler' olarak gösterilir. Üç kıtaya hükmeden, Tuna boylarına varan, İstanbul'u alan Osmanlı padişahı değildir, çünkü yiğit askerler cephede vuruşurken onlar rahat saraylarından çıkmamışlardır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethi sırasında otağ-ı hümayunun en gölgeli yerinde gece gündüz keyif çatan bir hünkârdır, Kanuni öz oğlunun ahını almış vicdanı dalgalı bir zalim, Yavuz Sultan Selim hilafet sarığını başına takmak için kum çöllerine yurdun öz evladını gömen bencil... Tarih Utandı oyununda Türk kimliğinin Osmanlı döneminde unutturulduğu, Türk'ün ana vatanında köle gibi yaşatıldığı söylenir. Beş Devir oyununa göre Vahdettin kan içici, ilimden, eğitimden korkan zorba biridir.
Sadece Türk'ün T'si büyük
Cumhuriyet'in 10. yılında iktidar tarafından inkılapları anlatan eserler birçok eser yazdırılır. Eserlerin toplu kaynakçası “Cumhuriyetin Onuncu Yıl Dönümünde Yapılan Neşriyat” başlığıyla yayımlanır. Bu kaynakçada 80 kitap ve 48 dergi özel sayısının künyesi mevcut. Kitapların yirmi beşi edebiyatla ilgili, yirmisi oyun, üçü roman ve ikisi şiir türünde. Kurtuluş Savaşı'nın, Osmanlı'nın ötekileştirilerek ele alındığı, Cumhuriyet devrimleri ve on yılda başarılarını anlatan oyunlar bunlar. Türklük bu oyunlarda da yere göğe sığdırılmazken Osmanlı'ya ait hiçbir şey hayırla anılmaz. Türk sözcüğünün T'si büyük yazılırken islamiyan, osmaniyan sözcükleri küçük harflerle yazılır.
‘Lanet sultanlara, etrafındaki kuklalara'
Oyunlarda çizilen tabloya göre Osmanlı döneminde saray, köylü, cahil ve hor görülen, sorunlarıyla ilgilenilmeyen, sorumsuz yönetimlerle idare edilen, hiçbir temel hizmetin verilmediği bir topluluktur. Örneğin: Hüsamettin Şemsi'nin Kurtuluş oyununda Osmanlı devrindeki köy profili çizilirken, Osmanlı'nın keyfi yönetimiyle halkı sömürdüğü söylenir: “Padişahların içerisinde kardeş katili ve balıklara yem yerine para atacak kadar hatta sakallarına inci dizecek kadar katil ve maskaralar sayısızdır.” Vergi toplayan saray eğitim, sağlık hizmetini umursamamaktadır: “Lanet sultanlara, lanet etrafındaki kuklalara. Türk'ün öz kızına hastaneyi öğrenmeyi bile çok gören hükümdara lanet.” Aka Gündüz'ün Yarım Osman'ında jandarma cumhuriyeti şu cümlelerle över: “Artık millet hükümeti var. Artık can vermekten, mal vermekten bıktık. Saraylara güzel kız, altın para yağdırmaktan bıktık.” Söz, aynı yazarın Mavi Yıldırım oyunundaki bir karakterde: “Ayıplamağa değmez, kırk milletin sülbünden doğan sarayda başka ne aranır?” Oyunlarda dini figürlere pek başvurulmaz, kullanılanlar da malum. Burhan Cahit'in Kurtuluş Savaşı'nı anlattığı üç perdelik Gavur İmam oyununda imam yabancılarla işbirliği yapan cahil biri olarak gösterilir. Halkın gündelik hayatta saygı duyduğu dini figür olma halleri ‘hain' ve ‘kancık' olarak yeniden tanımlanır. Oyunlar içerik olarak benzediği gibi biçim olarak da birbirine benziyor. Batı'daki gibi dekorların, kostümlerin yoğun olduğu klasik sahneleme yöntemi kullanılmış. Mustafa Kemal ve padişahların portreleri-silüeti, altı ok, Türk bayrağı, istiklal tezahüratları, ezan sesi sahne tasarımının değişilmezleri.