Memurun ölümü
Tipik bir Ankara memuruydu. İliklerine kadar. Bilinciyle, bilinçaltıyla, bilinç üstüyle, bilinç dışıyla, her yeriyle, her şeyiyle.
Böyle olduğu için de, ekmeklerini esas olarak emekli memurlardan çıkaran muhalif gazeteler onu sayfa sayfa, çarşaf çarşaf andılar. Babalarının hayrına değil, bu ölümle elbette "hükümete yeni bir uyuzluk etme" fırsatı da buldular.
Tipik bir Kemalist militandı, hani ADD'ye başkan olacak adamdı...
Önceleri oyun yazarıydı. Ellili yılların sonlarında isim yaptı. "Duvarların Ötesi" en meşhur oyunudur. Filmini de çektiler, Fikret Hakan oynuyordu.
Ne ki, bu oyun, William Wyler'ın ünlü bir filmine, Humphrey Bogart ile Fredric March'ın oynadıkları ünlü "Desperate Hours" (Umutsuz Saatler) filmine fazlaca benziyordu.
İnanmıyorsanız hem Atilla Dorsay'a hem de Refik Erduran'a sorabilirsiniz.
Bu aşırı etkilenme o zamanlar epeyce "kıyl-ü kaali mucip oldu" ama sonra unutuldu gitti tabii. Aradan elli yıl geçti.
Bir süre TRT'de yöneticilik de yaptı. Sonra "sol Kemalizm"den "sağ Kemalizm"e kaydı, faşistlerin gözdesi oldu. İşin matrağı, birçok ahmak komünistin de gözdesi oldu.
Satış rekorları kıran "Şu Çılgın Türkler" adlı eseriyle hatırlanacaktır. (Onun devamı olan ve Çanakkale çarpışmalarını anlatan "Diriliş" pek o kadar tutmadı.)
Bu bir roman değildi ama roman diye pazarlanıyordu. Roman deyince yayıncı malını daha kolay satıyordu.
Merhum Turgut Özakman, bu eserinde, kurtuluş savaşımızı "romanse" etmişti.
Bilinenleri hiçbir şey katmadan tekrarlıyordu. Hiçbir şeyi sorgulamadan, hiçbir şeyi tartışmaya açmadan. Amaç da buydu zaten, doğmakta olan soru işaretlerini önlemek!
Halkın "yakın tarih bilgisi açlığına ve susuzluğuna" denk geldi.
Asıl fonksiyonu, son yıllarda aynı açlığa cevap veren ve büyük ilgi çeken "alternatif tarih" ve "gizli tarih" yazarlarına bir yanıt olmaktı. Resmi tarih, Özakman'ın kalemiyle, düşünce hayatımızı kasıp kavuran "muhalif tarihçileri" çürütmeye çalışıyordu. Ankara, İstanbul'a bozuk çalıyordu.
Satacak başka malı da pek yoktu ki...
Sonra tuttu, Kemalistler'in pek sevdikleri "Atatürk yeniden Samsun'da" temasını işledi. Zekâsından hiçkimsenin şüphe etmediği ama bu gibi konulara hiç aklı ermeyen Cem Yılmaz bile pek beğendi.
Bu saçmalığı çok severler: "Atatürk sağ olsaydı" sızlanmasının başka bir versiyonudur. Atatürk günümüze geliyor, yeniden Samsun'a çıkıyor, oradan Ankara'ya geçip Tansu Çiller'e, Mesut Yılmaz'a, Süleyman Demirel'e, hele hele Necmettin Erbakan'a nasihatlerde bulunuyordu!...
Bunu Macar asıllı Alman yazarı Timur Vermes de yaptı, Hitler'i geri getiren "Er ist wieder da" (Geri Döndü) isimli romanı iki yıldır Almanya'da satış rekorları kırıyor ama Vermes günümüzün Alman toplumuyla dalgasını geçiyor, bizim rahmetlik çok "ciddi" yazmıştı bu zırvayı...
Ölümünden sonra kimlerin onu göklere çıkardığına bakınız, başka bir şey söylemeye de gerek yok.
Tövbe. Merhum Özakman, "Atatürk'ü sahnede ya da perdede canlandıracak oyuncunun içkisi, sigarası, kumarı, gece hayatı olmamalı" demişti... Başka bir şey söylemeye gerçekten gerek yokmuş.
engin ardıç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder