MSB Seferberlik Dairesi Başkanlığı, 4x4 cip sahiplerine seferberlikte araçlarına el konulabileceğini hatırlatan bir yazı gönderince cip sahibi ahalinin şaftı kaydı. Biz de yüksek oktanlı fikirlerimizle konuya değinme gereği duyduk.
Trafikte seyrederken “Aman çarpmayayım, altımdaki aracı satsam tamirini ödeyemem!” duygusuyla en az 50 metre mesafeden takip ettiğimiz şehir azmanı cip (jeep) sahiplerinin fiyakası geçtiğimiz günlerde fena hâlde bozuldu. Yani artık neredeyse belediye otobüsünde akbiliyle tıkış tıkış seyahat eden vatandaş bile camdan yan tarafındaki cip sahibine acınası gözlerle bakar oldu. Vatandaşın böyle hislenmesi ve boynunu büküp iç geçirmesine neden olan şey ise haber bültenlerine geçenlerde düştü. Millî Savunma Bakanlığı (MSB) Seferberlik Daire Başkanlığı, ülke genelindeki 4x4 cip sahiplerine bir yazı göndererek muhtemel bir savaş durumunda bu kişilerin araçlarına el konulacağını bildirdi. Sadece İstanbul’da bu sayının 5 bin olduğu ifade edilirken, ilçe emniyet müdürlüklerine çağırılan araç sahiplerinden muhtemel bir seferberlik durumunda araçlarını 6 saat içinde söz konusu birliklere teslim etmeleri istendi. Asgari ücretle çalışan halkın bu tebligata karşı bakış açısı belli: Cipi olan düşünsün!
Türkiye’de yaklaşık 1,5 milyon 4x4 cip olduğu tahmin ediliyor. Seferberlik görev emri alabilecek ciplerin sayısının ise 350 bini bulabileceği söyleniyor. Yani her araç sahibini 4 kişilik bir aileye göre 4 ile çarpıp hesap etsen bir buçuk milyon kişinin homurtusunu duyabilirsin. Trafikte tava sapı gibi dik gezinen cip sahiplerinin mevcut hâli budur. Beslenme çantasından süt çıkmayan memur çocuğu gibi durmadan sızlanmalarının sebebi işte bu açıklamadır. Hem her Türk asker doğar diye övünüp hem de vakti gelince askerlikten kaytarmak için binbir türlü bahane uyduran halkımızın “Nereden çıktı bu seferberlik emri?” diye şaşırmasını garip karşıladım. Valla bilader kusura bakma ama ya bindiğin cipin motor gücünden haberin yok ya da 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu’ndan…
Birincisinden haberdar olmadığını söylemek zor. Zira her gün yoldayken aracının sağındaki ve solundaki dört arabanın motor gücünün toplamına denk geldiğini benden daha iyi biliyor olmalısın. Ha Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu dersen, onu bilmemeni anlarım. Muhtemeldir ki bir yolunu bulup askerliği bedelli yapmışsındır. Öyle değilse bile asgari ücretle geçinen vatandaşı tersine ikna etmen zordur. Hâliyle devlet, bu kanun gereği bırak cipini, bir savaş durumunda evini, tarlanı, fabrikanı, rezidansını, hatta iphone şarjını bile alabilir. Gıkın çıkmaz. Bugünlere geldiğimize dua edelim. Zira verecek bir şeylerimiz var.
Eskiler seferberlik hâllerinden pek korkarlarmış. Zira seferberlik, erkeğin savaşa gitmesi, kadının sahipsiz kalması anlamına geliyor. Şimdi sadece cipsiz kaldığına sevinsen yeridir yani. Balkan Savaşları’ndan sonra çekilen seferberlik fotoğraflarına bakarsan askerin yarıdan çoğunun ayağında sadece çarık olduğunu görürsün. Postal mostal hak getire! Şimdi cepheye sen de gitmeyip cipini gönderiyorsun, askerliğini cipe yaptırıyorsun. Daha ne! Mağduriyet edebiyatı yapmanın anlamı yok. Zira cipteki mp3 çalardan seferberlik türküsü dinleyerek gazi olunmuyor.
“Haklı söz Hacı Emmi’yi eşekten indirir.” diye boşuna dememişler. Mevzu vatansa cipler teferruattır. Gerçi gözün gibi baktığın, bir yere gittiğinde binanın içinden görebileceğin bir şekilde park edip her gün yıkattığın cipine böyle birden seferberlik emri gelmesi nereden baksan insanın canını acıtır. Üstelik cipin askere alınırken ‘En büyük cip bizim cip!’ diye tezahürat yapılıp havaya atılarak uğurlama yapılmayacağına göre de can acısının katsayısı 4x4 şiddetinde artar. İşin tuhaf tarafı sosyal medyada yazılıp çizilenlere bakınca insan gülümsüyor.
Mesele üç beş cip değil, sen hâlâ anlamadın mı?
NŞA’da (normal şartlar altında) servet ve lüks düşmanı olan ve paylaşmayı savunan solcu tayfası, bu tebligat karşısında birden mülkiyet savunuculuğuna soyundu. Durdukları noktayı da anlamış olduk: “Senin malın benim malım, benim malım senin malın değil, devletin hiç değil.”
İşi kılıfına uydurup ne şiş yansın ne kebap davası güdenler ise “Bu savaş benim savaşım değil.” tarzında bir argüman geliştirip ara gazı verme yolunu seçti. Hâlâ kavga tam anlamıyla çıkmış sayılmaz ama çıkarsa kahveden arayın, zıplar gelirim. Bayılırım böyle sahneleri seyretmeye. Altıma bir tabure koyar, sabahtan akşama kadar izlerim.
Normalde kadın-erkek ayrımı yapılarak askere çağrılan gençlerde olduğu gibi cipler için seferberlik çağrısında benzinli-dizel ayrımının yapılmamasını yadırgadım. Şahsi fikrim bu. Ayrıca bu araçların Genelkurmay’ın bütçesine zarar vereceğini düşünüyorum. 100 km’de 10-20 litre arası benzin içen bu lüks araçlarla değil Suriye sınırına, Çemişgezek ilçe sınırlarına kadar zor gideriz kanımca. Üstelik insanımız cipini verecekse de benzinini son damlasına kadar kullanıp ışık yanarken teslim eder. Geri alırken de deponun fullenip verilmesini bekler. Savaş hâli olduğu için kasko yükü de devletin sırtına biner. Malum hiçbir kasko şirketi savaş, deprem gibi felaketlerden dolayı kaskoyu karşılamaz. Al başına belayı! İşin yoksa bir de ortaya çıkacak bu masrafla uğraş. Yani ben Genelkurmay’ın yerinde olsam, bu tebligatı gözden geçirir, en azından cip sahibi ile masrafları fifti fifti bölüşürdüm. Kafamın su basman seviyesi altında kalan kısmıyla üretebildiğim yüksek oktanlı fikir bunlardan ibarettir. Gerçi mesele üç beş cip değil, sen hâlâ anlamadın mı?
Çok yakında ciplerin arkalarına seferberlik kararı ile ilgili yazıları görürseniz şaşırmayın derim. Cipim olmadığı için böyle rahat konuştuğuma bakmayın, cipim olsa bu yazıları herkesten önce ben yapıştırırdım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder