7 Mayıs 2009 Perşembe

HAMİLELİK VE BEBEK BAKIMI

Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik.
Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu!
Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır.
Ahkâf Suresi 15
"Yedikleriniz helal ve temiz olsun, çünkü çocuklarınız, yiyeceklerinizden hasıl olur."
Hz. Muhammed (s.a.v.)

Hamileliğin İlk Haftaları
Kadının yumurtalıklarında ayda bir defa yumurta üretilir. Bu yumurta erkeğin milyonlarca sperminden, uygun olanını bulabilirse, sadece bir ta­nesiyle birleşebilir. Yumurta, herhangi bir spremle, birbirine anahtar ve ki­lit gibi uygun olmadıkça, birleşmez.
Birleşmiş sperm ile yumurtadan nutfe (zigot) meydana gelir. Nutfe rah­min duvarına yerleşince hamilelik başlar. Yumurtalıklardan çıkan yumurta­nın yerinde "sarı cisim" meydana gelir. Sarı cismin vazifelerinden biri, be­beğin sağlıklı olması için kadının vücudunu zararlı fazlalıklardan temizle­mektir. Sarı cisim hem kendi hormonlarını kullanır hem de diğer bezleri gerekli hormonları üretmeye teşvik eder. Üretilen farklı hormonlar sebe­biyle, gerekirse kadında yiyeceklere ve kokulara karşı nefret doğar, iştahı kaçar ve zorunlu olarak açlık yapar.
Midesi bulanan, iştahı olmayan bir kadının hem bebeğin sağlığı, hem kendi sağlığı için en hayırlısı, iştahı geri gelene kadar birşey yememek ve ilk aylarda 3 günlük açlıkları yapmaktır. Kadın sağlıklı olursa, bulantı ve kusmaya ihtiyacı olmadan, rahat bir hamilelik geçirir.
Bazen hasta kadınların hamileliği de rahat geçebilir, ancak bu durum sa­kıncalıdır. Çünkü bağışıklık sistemi kuvvetli olmadığı için, dışarıya atama­dığı zararlı fazlalıkları eş vasıtasıyla bebeğe geçirir. Böyle kadınların doğu­munda eşin kireçlendiği ve bozulduğu, bebeğin ise kalın bir atık tabakası ile kaplandığı görülür. Bebek dünyaya geldiğinde sık ateşlenir, iştahsız, sı­kıntılı ve halsiz olur. Hamilelikte vücudunu temizleyemeyen kadınların sü­tü de zehirli olur. Bebek bu zehirli sütü emmeyi reddeder. Bu yüzden her genç kız evlenmeden önce, rahat hamile kalmak, hamilelik dönemini rahat geçirmek, sağlıklı bebek doğurmak ve süt problemi yaşamamak için sağlı­ğını düzeltmelidir.
Hamileliğin sadece ilk ayları değil, ilk günleri hatta ilk dakikaları dahi çok önemlidir. Annenin ve bebeğin bütün menfi etkilerden korunması için ilişkiye besmeleyle başlamak, ilişki sırasında hiç konuşmamak gibi İslam di­ninde cinsel ilişki sırasında uyulması gereken muayyen kurallar vardır.
Giyimden olumlu olumsuz düşüncelere, hal ve davranışlardan konuşma­lara kadar İslami kaidelere riayet etmek fevkalâde önemlidir. Çünkü sperm ve yumurta birleştikten sonra meydana gelen zigotun hücreleri bebeğin sıhhati, davranış özellikleri ve karakterinin oluşumu için bilgi toplamaya başlar. Bu hücreler, anne, baba ve çevredekilerin tüm hareketlerini, konuşmalarını, televizyon seslerini kendi hafızasına titizlikle kaydeder. Daha sonra, bu kayıtlar bebeğin beyni oluşunca, beynine aktarılır. Ultrason dal­gaları bu kayıtları olumsuz yönde güçlendirebilir. (Avrupa ve Amerika'da hamilelik süresince ultrason tavsiye edilmemektedir.) Bu kayıtların büyük ihtimalle, menfi etkisinin genetik değişimlere ve bunlara bağlı hastalıklara da tesiri vardır. Bu nedenle, ultrasondan kaçınmak, hamile kadınların ya­nında mümkün olduğunca az konuşmak, davranışlarda ve konuşmada çok dikkatli olmak her akıllı insana vaciptir. Bebeğinin sağlıklı doğmasını iste­yenler bu konuyu ciddiye almak zorundadır.
Unutulmaması gereken en önemli noktalardan biri de kadının hamile olup olmadığını ilk saatlerde ve ilk günlerde kimsenin bilemeyeceğidir.

Düşük Tehlikesi
Zıplamak, bilhassa arkaya doğru zıplamak, yük kaldırmak, sıcak banyo yapmak, devamlı hazımsızlık çekmek, sağlığını düzeltmeden evlenen ve daha önce düşük problemi yaşamış olan kadınlarda düşüklere yol açabilir Hamilelik süresince kesilmeyen adet kanamaları, hamileliğin ilk ayında göğüsten akmaya başlayan süt, ceninin zayıf ve düşme ihtimali olduğunu gös­terir. Sağlıklı rahim hasta çocuğu tutmaz ve dışarı atar. Tekrarlayan düşüklerden sonra modern tedavi yöntemleriyle doğan çocuklarda ağır hastalık­lar ve ayrıca lösemi riski artar. Düşük tehdidi geçirip canlı doğan bebekle­rin de risk altında olduğu tespit edilmiştir.
Hamileliğini kurtarmak isteyenler, sancı, ağrı ve kanama başlarsa, bağır­saklarını boşaltıp, 3 gün boyunca yatmalı ve aç kalmalıdır ("3 günlük açlık" bölümüne bakınız.) Sancı ve kanama durduğunda kalkıp ev işi yapmaya başlayabilir. Ancak yemek yememeli, 5-7 gün meyve ve sebze suyu içmeli; çiğ meyve ve sebze yemelidir. Bu günlerde zayıf rahim kuvvetlenir ve ar­tık bebeği sağlam tutacak hale gelir. Bundan sonra da düşük tehlikesi de­vam ederse, demek ki sorun rahimde değil, bebektedir. Bu durumda ceni­nin düşmesi doğmasından daha hayırlıdır.
Hamile Kadının Beslenmesi
Zayıf kadınların hamilelik esnasında 6-10 kiloya kadar kilo alması nor­maldir. Kilolu kadınların ise hamilelik döneminde kilo almaması gerekir, hatta kilo vermesi daha iyidir. Halk arasında yaygın olan "Hamile kadın iki insanın yediği yemeği yemeli" düşüncesi yanlıştır. Hamileliğin iyi geçmesi ve bebeğin sağlıklı olması için kilolu kadınlar da, zayıf olanlar da ilk 3 ayı bol yemekle değil, 3 günlük açlıkları yaparak geçirmelidir. Daha sonraki aylarda yediklerine dikkat etmeli ve doğuma kadar doyuncaya kadar ye­mek yememelidir.
Anne aç kaldığı müddetçe, kanında besin ve oksijen yetersizliği meyda­na gelir. Bu durumda cenin yeterli besin ve oksijen sağlayabilmek için ak­tif bir şekilde hareket etmek zorunda kalır. Bu hareketlilik ceninin kan dolaşımını hızlandırır. Bu şekilde bebeğin vücudunda çoğalan kan yeterli mik­tarda besin ve oksijen taşıyarak bebeğin organlarına ve sistemlerine daya­nıklılık ve kuvvet kazandırır. Bir başka deyişle, bebeğin aktif hareketleri onun fiziksel olarak sağlıklı gelişmesine sebep olur. Böylece annenin açlığı bebeğe sıhhat kazandırır. Bununla birlikte annenin yapacağı herhangi bir hareketli iş, spor veya nefes kontrollü egzersizler de bebek üzerinde aynen açlık gibi tesir eder.
Hamile kadının, doğumunun rahat olması, doğumdan sonra sütünün te­miz ve yeterli olması için ilk 4-5 ay yiyeceği, meyve, karpuz, balkabağı, ta­ze çiğ sebze, yeşillik, doğal bal ve pekmez, kavrulmamış ve tuzlanmamış ceviz, badem, fındık, fıstık gibi kuruyemiş olmalıdır. Hamile kadın, kalsi­yuma ve proteine olan ihtiyacını, kalsiyum ve protein yönünden zengin olan semizotu, ıspanak, roka, tere, dereotu, kişniş, hindiba, ısırganotu, turp yaprağı gibi yeşil yapraklı sebzeler, brokoli, enginar ve haftada 3-4 defa mizacına uygun et veya balıktan karşılaması gerekir. Yeşil sebzede bulunan kalsiyum canlıdır ve proteinlerinin hazmı kolaydır. Sebzelerdeki klorofil kandaki hemoglobine benzediği için kansızlığa iyi gelir. Yeşil sebzedeki organik asitler aktif temizleyici olduğu için rahmi ve doğum yollarındaki kasları kireçten, damarları tıkanıklıklardan temizler. Hamile kadının pişmiş yemeklere ihtiyacı yoktur, fakat isterse, günde 1 defa istediği doğal yeme­ği yiyebilir. Hamileliğin son iki ayında hurma yemek, ıslatılmış keten to­humu içmek, sarımsak yutmak, safran ve zeytinyağı kullanmak rahmi güç­lendirir ve doğum yolu kaslarına esneklik verir.
Ceninin Cinsiyeti
Erkek çocuğa hamile kadın, ağırlığı ve ceninin hareketlerini sağ tarafta hisseder,- sağ göğsünün ucu daha büyük olur ve rengi daha erken değişir,-yürümeye sağ ayaktan başlar,- yerden kalkınca Sağ ele dayanır. Kadın, kız çocuğa hamile ise, bu belirtiler tam tersine, hep sol tarafta olur.
Hamileliğin 16. haftası bitince, olgunlaşan bebeği eğitme zamanı gelir. Bebekle konuşarak güzel şeyler anlatmak, Kur'ân-ı Kerim okumak ve öğret­mek iyidir. Bebek bu süreç içinde duyduğu şeyleri dünyaya geldikten son­ra çok kolay öğrenir yani kolay hatırlar.
Doğum
Doğum, ağaçların ilkbahar güneşiyle birlikte yeşermeye başlaması gibi doğal bir süreçtir ve Allah tarafından en ince ayrıntısına kadar program­lanmıştır. Adem ve Havva'dan bu yana milyarlarca insan ve milyarlarca memeli hayvan doğum yoluyla zahmetsizce dünyaya gelmektedir.
Modern hayatın getirdiği yanlış yaşam tarzı insanların sağlığını zorlaştırmanın yanısıra doğumu da etkilemiştir. Ancak, bilinçli bir hamile­lik ve doğuma hazırlık döneminden sonra normal doğum yapmak ve sağlıklı bebek dünyaya getirmek çok kolaydır.
Doğuma Hazırlık
Doğumun kolay olması için, hamilelik boyunca Meryem Suresi, do­ğumdan önce ve doğum süresince de İnşikak Suresi okunmalıdır. Anne karnındaki bebeğe, kardeşlerinin, anne babanın onu nasıl bekledikleri, onu nasıl sevdikleri ve dünyanın ne kadar güzel olduğu anlatılmalıdır ki, bebek dünyaya gelmekten korkmasın.
Kadın, doğumdan hiç korkmamalıdır çünkü kadının da, bebeğin de ka­deri bellidir. Kaderinde doğumda ölmek yoksa yapılan hiç bir hata onu ölüme götüremez, ölmek varsa hiçbirşey buna engel olamaz. Ancak, Al­lah'ın (c.c.) kanunlarına göre, doğumda ölen kadın şehittir. Çağdaş kadınlar arasında bu yüksek mertebeye layık olan kadına sık rastlanmaz, hatta hiç görülmez. Bu sebeple diyebiliriz ki, bir kadın için doğum süreci ölüm açısından en güvenli olduğu zaman dilimidir. Doğumdan korkmamak için bunu düşünmek yeterli olabilir.
Doğumda kadın korkmaya başlarsa, bu korkuyla doğru karar veremez, doğumu kolaylaştıracak hareketleri yapamaz ve korku bebeğe geçer. Bebek korkudan karaciğere veya dalağa sığınır ve rahimden ayrılmak istemez. Ne­ticede kadın sezaryene mahkum olur. Kadın korkuya düşmez, telaşa kapıl­mazsa, bebek ve rahim (rahim de şuurludur!) doğum için doğru yolu bulur ve muhakkak normal doğum gerçekleşir.
Doğumu kolaylaştıran, doğumdan sonra rahmin temizlenmesini ve eşin atılmasını saklayan uygulamalar:
Hamileliğin son ayında tarçın sık kullanılır ve hemen hemen her gün 1 çorba kaşığı keten tohumu ıslatılarak içilir.
Sağlıklı kadın için en emniyetlisi, evde yakın akrabaların arasında, ebe yardımı ile, sıcağa yakın ılık suyun içinde yani küvette doğum yapmaktır. Ilık su doğum yollarındaki kasların esnemesini sağlar. Bebek ise su ortamı­na alışkın olduğu için amniyon suyundan küvetteki suya rahatça geçer.
Sancı başladıktan sonra ilk önce üzerlik otu ile tütsü yapılır.
Sonra aşağıdaki ilaçlardan biri uygulanır:
v 1 çorba kaşığı papatya bir bardak suyla kısık ateşte 5 dakika kaynatı­lır. Aynı şekilde çörekotu da kaynatılıp süzülür ve süzülmüş papatya suyu ile karıştırılır. Biraz soğuyunca içinde 50 gr. bal eritilir ve küçük bir pompayla veya büyük enjektörle alınıp rahim ağzına duş yapılır. Aynı zamanda safran veya keten tohumundan yapılan içeceğe 7-10 damla çörekotu yağı damlatılır ve içilir. Veya 150 gr. zeytinyağı içilir.
v Bir baş sarımsak, 10 tane taze veya salamura yeşil zeytin ve 1 adet ha­vuç 500 gr. suyla pişirilir. Biraz soğuttuktan sonra ezilir ve süzülüp içi­lir.
v Sancı başladıktan sonra pelinotu ve sinameki yarı-yarıya karıştırılarak öğütülür, 2 saat arayla yarım çay kaşığı karışım 2-3 defa suyla yutulur.
v 5 gr. taze öğütülmüş üzerlik tohumu yutulur ve üzerine demlenmiş ka­ra ardıç çayı içilir.
v Sancı başladıktan ve su geldikten sonra, vajina ağzına ve içine vajinanın esnemesi, doğumun kolaylaşması ve yırtılma olmaması için, zey­tinyağı sürülür. Bir süre sonra taze sıkılmış ve süzülmüş acı kavun suyu göbek altına ve kasıklara sürülebilir.
Normal Doğum
Doğumların yaklaşık % 95'inde bebek başla, %5'in büyük kısmında ise makatla gelir. Gebeliğin sonuna doğru rahimde periyodik olarak zayıf ka­sılmalar oluşur. Bu kasılmalar gittikçe artarak, rahim ağzının açılmasına ve bebeğin doğum kanalına doğru itilmesine neden olur. Doğumun başında kasılmalar 20-30 dakikada bir görülürken gittikçe artmaya ve rahim ağzı genişlemeye başlar. Rahim kasılmaları yukarıdan aşağıya doğru dalgalan­malar şeklinde olur ve bebeği rahim ağzına doğru iter.
Bebeğin içerisinde bulunduğu su kesesi doğumun herhangi bir aşama­sında kendiliğinden yırtılabilir. Açılmış kesedeki sıvı kısmen boşalır ve be­beğin başı otomatik olarak çıkış kanalına sıkıca yerleşir. Rahim kasılmaları sıklaşmaya ve son dönemde her 2-3 dakikada bir olmaya başlar. Kasılma­nın en önemli fonksiyonu rahim ağzını açmasıdır. Doğumun son aşamasın­da rahim ağzı 10 cm'lik genişliğe yaklaşır.
Kuvvetli ve arka arkaya gelen kasılma ile beraber rahimde dolaşan kan azalır, kanın azalmasıyla birlikte oksijen yetersizliği giderek çoğalır. Bu du­rum bebeği, hayatta kalmak için doğum yoluna ve dışarı doğru aktif hare­ket etmek zorunda bırakır. Günümüzde doğum esnasında bebeğin başının kolay çıkması ve yırtık olmaması amacıyla vajina-makat arasındaki kasların kesilmesi alışkanlık haline gelmiştir. Ancak bu kolaylık, bebeğin psikoloji­si açısından lehine değil, aleyhinedir. Çünkü doğumdaki aktif mücadelesi bebeğin psikolojisi ve karakter özelliklerinin oluşmasında büyük önem ta­şır. Sağlanan kolaylıkla, mücadelesiz doğan çocuk dünyaya gelişinin değe­rini algılayamaz, özgüveni olmaz ve kendini değersiz hisseder. Sezaryenle aldırılan çocuklar ise zorla yerinden sökülmüş gibidir. Onlar dünyada, hu­zursuz, korkak, kararsız ve şaşkın bir durumdadır.
Doğum anının nasıl ve nerede olduğu da çok önemlidir: Cennet gibi ra­hat bir yerden büyük bir mücadele sonunda galip olarak Dünyaya gelen bebek birbirinden çok farklı iki durumla karşılaşabilir: Anne, baba ve kar­deşlerin sevgisi, annenin şefkatli elinin dokunuşu, ılık, yumuşacık göğsü, lezzetli, mis gibi kokulu anne sütü ve annenin tatlı sesi ile güzel sözleri, ra­hatlık ve emniyet...
Veya, hemşirenin yorgun ilgisizliği, sert bir el ile poposuna aldığı tokat, soğuk ve kötü kokulu antiseptik bezin vücuduna dokunuşu, ağzına plastik biberonla verilen şekerli su, aşının acı veren iğnesi, soğuk sert bir yatak, dünya korkusu, çocuk odasında hissettiği umutsuzluk, sonsuz ve mutsuz yalnızlık. Sonsuz, çünkü bebek sonsuzluktan yani ruhlar aleminden, za­mansızlıktan gelmiştir ve zamana henüz alışamamıştır.
Bebeğin doğduğu ortamdaki ışığın miktarı da çok önemlidir. Karanlık rahim ortamından gelen bebek parlak ışıktan çok rahatsız olur. Doğduğu odanın ortamı loş olmalıdır. Doğduktan sonra bebek, bir süre, göbek bağı ile eşine bağlı durumda bırakılmalıdır. Yeni doğan bebek, öncelikle anne­sinin göğsüne yatırılır, sonra bebeğin göbek bağı hem anne, hem bebek ta­rafından bağlanır bebeğin göbekbağı yaklaşık 10-20 cm kalacak şekilde ke­silir. O zaman bağ doğal bir şekilde kapanacak ve yaklaşık 5 gün içinde kendiliğinden düşecektir. Bebeğin çıkışından yaklaşık 20-30 dakika sonra, ek rahim kasılmaları ile bebeğin eşi dışarı çıkar. Bu kasılmalar aynı zaman­da eşin rahim duvarından ayrılması ile açılan kan damarlarının kapanması­na da yardımcı olur.
Günümüzde hastanelerde uygulanan doğum pozisyonu (jinekoloji po­zisyonu) efektif olmadığı için uygun değildir. Bazı kadınlara itici geldiği için doğum sürecini olumsuz etkileyebilir. Doğal doğum pozisyonu bir yerden destek alarak veya yatak başlığı gibi sağlam bir şeyi tutup çömele-rek durmaktır.
Kadınlar çatılarının dar veya bebeğin kafasının büyük olduğunu düşü­nerek normal doğumdan korkmamalıdır. Bebeğin kafatası kemikleri henüz birbirine kaynamadığı için birbirinin üzerine geçebilir, hatta neredeyse üstüste binebilir ve kafanın doğum yolundan geçişini kolaylaştırır. Bebeğin beyni bu tür sıkışmalardan etkilenmez. Bebeğin kafası büyük olsa bile nor­mal doğum bebeğe hiçbir zarar gelmeden gerçekleşebilir.
Rahmin açılması ilk doğumda genellikle 14-24 saatte, bazı durumlarda 36 saatte gerçekleşir. Daha sonraki doğumlarda bu süre kısalır.
Köylü kadınlar, çok çalışan hareketli kadınlar, kimyasal herhangi bir madde ve deterjan kullanmayan, yer sofrasında oturarak doğal yemek yi­yen, yerde oturan, ped kullanmayan kadınların rahim kasılmaları suni san­cı verilmediği takdirde ağrısız olur ve çok kolay doğum yaparlar. Çağdaş kadınlar bu kitapta anlatılan şekilde gebelik ve doğuma hazırlık süreci geçirirlerse aynen köylü kadınlar gibi doğum yapabilirler.
Ancak sentetik hormon, antibiyotik, her türlü deterjan kullananlar, kat­kılı yiyecek ve içecekleri tüketenler, gebeliğe hazırlık yapamayan gebe ka­dınlar doğumun her aşamasında farklı komplikasiyonlara maruz kalabilir ve sezaryene mecbur olabilirler.

Safiye Y., 40 yaşında, ev hanımı
Dr. Aydın Hanımla tanışıp onun tedavisini uyguladıktan sonra üçüncü ve dördüncü doğumumu evde yapmaya karar verdim. Üçüncü doğumum kolay geçti.
İki yıl önce, dördüncü doğumumda gece suyum geldi, karnımın çevresinde hafif bir ağrı başladı. Ebeyi çağırdım ve ağrılar artma­ya başlayınca küvete ılık, tuzlu su doldurup girdim. Bir süre sonra sancılarım şiddetlendi. Rahim ağzı açıldığı halde bebek gelmiyor­du, sanki kemiklerime yapışmıştı. Ağrılara dayanamaz olunca kü­vetten çıktım, evin içinde yürümeye başladım, İnşikak suresini okudukça bebeğin dönmeye çalıştığını hissediyordum. Ebe, bebe­ğin omuzdan geldiğini ve boynuna kordon dolandığını söyledi. Su geldikten yaklaşık 6 saat geçtikten sonra bebek döndü ve ıkın­maların başlamasıyla doğdu. Ebe, bebeğin boynuna iki defa do­lanmış olan kordonu açtı.
Eğer hastahaneye gitseydim beni mutlaka sezaryene alırlardı.
Suda Doğum
En rahat doğum, su içinde yapılan doğumdur. Bunun için evdeki küvet ılık suyla doldurulup içinde 1-2 kg. kalın tuz eritilerek su kesesindeki fiz­yolojik amniyon sıvıya benzer hale getirilir. Amniyon suya alışkın bebek bu suyun içine doğduğunda rahat edecektir. Anne, rahim 6-8 cm kadar açıldıktan ve sancılar sıklaştıktan sonra suya girebilir.
Bebek doğduktan sonra onu sudan çıkarmak için acele etmeye gerek yoktur, çünkü bebek suda yüzebilir. Doğduktan sonra 15-20 dk. bebek eşe, eş de rahme bağlı kalabildiği için bu süre zarfında küvetteki suda kalması onun için bir farklılık oluşturmaz. Çünkü eş rahimden ayrılana kadar bebek anne kanındaki oksijeni kullanmaya devam edecek ve dışarıdan hava alma­ya gerek duymayacaktır.


Ümmühan K., 30 yaşında, İstanbul, memur
İlk çocuğum doğduğu günden beri çok kabızdı. O kadar kabızdı ki makatından kan gelirdi. Doktor Aydın Salih bana kabızlığın se­bebini anlattı. Kabızlığın sebebi hazır mamalar ve diğer mama çe-şitleriymiş. Mamaları kesip beslenmesini düzelttiğim zaman kızım rahatladı ve şimdiye kadar sağlığı ile hiç problemi olmadı.
ikinci hamileliğimi burada anlatıldığı gibi geçirdim ve doğal do­ğum yapmak istedim. "Beni ve bebeğimi yaratana ve yaşatana, be­nim ve bebeğimin kaderini yazan Allah'a güveneceğim ve Al­lah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacağım" diye düşünerek, do­ğumu tek başıma yapmaya karar verdim. Doğum sancılarım başla­dığı zaman da sürekli inşikak suresini okudum. Onu her okuyu­şumda içindeki secde ayetini söylerken bebeğin de karnımda sec­de yaptığına inanıyordum.
Bağırsaklarımı temizledim, küvete ılık suyu doldurup, içine kaya tuzu ilave ettim ve içine oturdum. Oturur oturmaz doğum yapma­ya başladığımı fark ettim, ikinci sancımda bebeğimi doğurdum. Doğar doğmaz küvette iken, göbek kordonu kesilmeden göğsüm­de yatırdım. Yaklaşık 10-15 dakika göğsümde yatırdıktan sonra göbeğini kestik, iki doğumum arasındaki farka gelince, sudaki do­ğum hem temiz, hem kolay, hem de harika bir hayat tecrübesi.
Bebeğimin hiçbir sıkıntısı olmadı. Ona iki yaşma kadar sadece an­ne sütü veriyordum.
Şu anda Allah'a çok şükür, akıllı, edepli, saygılı ve uslu bir oğlum var.
Suni Sancı İnduksiyon
Suni sancı, normal doğum sırasında sentetik oksitosin hormonunun se­rumla verilerek rahim kasılmalarını hızlandıran bir işlemdir. Sentetik oksitosinin sebep olduğu rahim kasılmaları doğal kasılmalardan daha sık, daha şiddetli ve daha ağrılıdır. Bazı gebeler bu ağrıya dayanmayarak sezaryen için yalvarırlar. Bazen de oksitosin şiddetli ve sürekli kasılmalara yani ra­him hiperstimülasyonuna neden olabilir. Rahim hiperstimülasyonu, oksijen yetersizliğine dolayısıyla bebeğin kalp atışlarının anormal seviyede hızlanmasına sebep olur. Bu durumda acil sezaryen gerekli olabilir. Rahim hiperstimülasyonu sırasında rahimde yırtılma meydana gelebilir. Daha önce ra­himde sezaryen gibi cerrahi işlem yapılmış olması, çoğul gebelik, amniyon sıvı fazlalığı, iri bebek gibi durumlar rahmin yırtılma riskini daha da artırır. Bu durumda da acil sezaryen gerekli olabilir.
Sentetik oksitosinin yapısı su tutulmasına neden olan antidiüretik hor­mon ile benzerlik gösterir. Bu nedenle oksitosin hem annenin hem de be­beğin vücudunda su tutulmasına neden olur. Şiddetli su tutulması bilinç bu­lanıklığına, istemsiz kasılmalara, nöbetlere, kalp yetmezliğine, komaya ve hatta ölüme neden olabilir. Sentetik oksitosinin özelliği, bebeğin beyin do­kularında toplanması ve bebeğin beyninde ödem oluşturmaya sebep olma­sıdır. Suni sancı ile doğan bebeğin beyni farklı derecelerde hasara uğrar. Bu hasar bebekte huzursuzluğa, ateşlenmeye, havaleye ve hiperaktiviteye se­bep olur.
En büyük hasarı ise önce suni sancı verilip sonra sezeryana alınan kadın­ların ve bebeklerinin beyni görür. Çünkü sentetik oksitosin ve genel anes­tezi için kullanılan anestezi maddesi birbirinin zararını arttırır. Bunların et­kisi ile oluşan beyin hasarı bebekte hiperaktivitenin destekleyicisi, otizm, epilepsi gibi nörolojik veya şizofreni gibi ruhi hastalıkların sebebi olur. An­neler ise zamanla hafıza kaybına ve ruh hastalıklarına maruz kalır. Bu se­bepten psikolog ve psikiyatristlerin muayenehanelerinde büyük çoğunluk­la sezaryenli kadınlara ve çocuklara rastlanır. Çünkü, resmi bir açıklamaya göre, Türkiye'de her iki doğumdan biri sezaryanla gerçekleşmektedir. An­cak gerçekte bu oranın daha da yüksek olduğunu herkes bilir. Ve hemen hemen her doğumda suni sancı kullanılmaktadır.
Sezaryenle doğum
Bugün hamilelikte meydana gelen en ufak bir "risk" sezaryen için sebep teşkil etmektedir:
ikiz bebek: Geleneksel yolla hamile kalan kadınlarda ikiz bebeklerin doğumunun tek bebeğin doğumundan farkı yoktur. Üçüz ya da dördüz bi­le olsalar bebekler muazzam bir sırayla ve sonradan gelen bir öncekine göre daha kolay doğar. Fakat gebe kadına suni sancı vermemek ve onu cihaz­lara bağlamamak gerekir. Çünkü bu işlemler sonucunda oluşan kimyasal veya biyoelektrik fırtınalar bebekleri, yanlış davranışlara sevkeder.
Bebeğin kalp atışlarının hızlanması veya yavaşlaması: Kalp atışlarının değişmesi, her türlü korkuyla, suni sancıyla ve gebe kadının çevresinden et-kilenmesiyle bağlantılı olabilir. Mesela, rahimdeki bebekler çevredeki in­sanların gerçek yüzünü görür ve korkabilirler. Bu durumda kan grubu 0 ve B olan bebeklerin kalp atışları hızlanır, A olanların kalp atışları yavaşlar, AB olanlar farklı tepkiler gösterir.
İlk doğumun sezaryenle olması: İstatistiklere göre ilk sezaryenden son­raki normal doğumda rahmin yırtılma ihtimali binde birdir. Suni sancı kul­lanılan her normal doğumda da aynı oranda yırtılma riski vardır. Rahmin yırtılması dikişler ile değil verilen suni sancı ile bağlantılıdır. Bir, hatta iki sezaryenden sonra bile normal doğum olabilir. Ancak gebeliğe ve doğuma hazılık yapmak ve suni sancı almamak şarttır. ("Gebelik ve doğuma hazılık" bölümüne bakınız.)
Göbek bağının boyuna dolanması: Bu da normal doğuma mani değildir. Göbek bağı esnektir ve el ile yavaşça sıyrılabilir.
Bebeğin rahimde farklı bir pozisyonda olması: Daha önceden bütün ebeler, bebek ayak veya makat ile gelse bile doğumu rahatlıkla yaptırabi­lirdi. Ancak sezaryene alışan kadın-doğum uzmanları bu tecrübeyi kazana­mamıştır.
Rahimde bebeğin aldığı değişik pozisyonlar annenin sağlığı ile bağlan­tılıdır. Bebek, annesinin hasta organından başını uzak tutmaya çalışır. Fa­kat doğum sırasında Inşikak suresi okunursa, bu suredeki secde ayetiyle Hazreti Allah'tan secde emri alan bebek, rahimde ters dahi olsa, pozisyo­nunu değiştirir. Hamilelik süresince Inşikak suresini ezberleyen ve doğum esnasında bu sureyi okuyan kadın korkudan emin olduğu gibi bebeği de korkudan emin olur.
Türkiye artık, bütün dünyada sezaryende rakip tanımaz hale gelmiştir. Her 2 kadından biri ve bebeği sezaryenle sakatlanmakta, fakat bu durum kimseyi ilgilendirmemektedir. Nereden gelip, nereye gittiğimizi unutan çağımız insanının, doğum gibi mühim bir olaya hiç saygısı kalmamıştır. Bugün "tatile girmeden bu kadına doğum yaptırayım da, tatilimi engellemesin", diyen doktorlara ve sezaryenle doğumu normal doğuma tercih eden kadınlara Türkiye'nin heryerinde rastlamak mümkündür.
Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir istatistik vardır ki insanı deh­şete düşürmektedir: Son araştırmalara göre, ilk doğumda sezaryenle doğan hemen hemen her bebeğin hiperaktiviteye,- her iki bebekten birinin ise 40 yaşından sonra şizofreniye yakalandığı tesbit edilmiştir (bazı araştırmacıla­ra göre %70'i). Sezaryenle dünyaya gelen ikinci ve üçüncü çocuğun duru­mu daha da vahimdir ("FK", "Otizm" ve "Dikkat eksikliği sendromu" bö­lümlerine bakınız.) Avrupa ve ABD gibi gelişmiş ülkelerde sezaryen asla bir tercih değildir. Bu ülkelerin doktorları sancı başladıktan sonra 3-4 gün nor­mal doğumu beklerler. Doğum, doktorlar değil ebeler tarafından yaptırılır. Sezaryen ise, çok özel ve nadir durumlarda ve son çare olarak başvurulan bir yoldur. Ameliyatta ise genel anestezi değil, yaklaşık %90 vakada epidural anstezi yani belden omurgadaki sıvıya verilen anestetik madde ile oluş­turulan lokal anestezi uygulanır. Epidural anestezi anne ve bebeğin beyni­ni genel anesteziye nazaran daha az etkiler. Dolayısıyla gebe, doğal sancı başladıktan sonra sezaıyene alınır.
Türkiye'de "prenses doğum" olarak adlandırılan epidural anestezi ile normal doğum yaygın olarak yaptırılmakta ve özendirilmektedir. ABD ve Avrupa'nın hiçbir ülkesinde ciddi sebep olmadıkça bu uygulama kullanıl­maz. ("Dikkat eksikliği sendromu" bölümüne bakınız.)
Bir Türk jinekolog Amerika'da, sancıları başlayıp da hastaneye gittiğin­de gerekli kontroller ebeler tarafından yapıldıktan sonra beklemeye alınır. Bekleme uzun sürünce doktora muayene olmak ister ancak beklemeye de­vam etmesi gerektiği söylenir. Ara sıra gelip kontrolünü yapan ebe dışında gerekli bekleyişe herhangi bir müdahale kesinlikle yapılmaz. Bu bekleme 4 gün sürer ve sonunda doğum normal şekilde gerçekleşir. Bu doktor şöyle diyor: "Türkiye'de olsaydım bu kadar uzun süre sancı çekmeye dayanamaz­dım, yakınlarım razı olmazdı ve doktor arkadaşlarım da kesinlikle buna izin vermez ve müdahale ederlerdi."
Bir ebe anlatıyor:
"Hastanemizde son zamanlarda sezaryen ameliyatları epeyce ço­ğaldı diyebilirim. Genelde bir komplikasyondan ziyade (bebeğin ters duruşu, makat gelişi diyoruz biz buna, annenin normal gününü geçmesi, bebeğin içerde pisleyebilmesi gibi durumlar) normal do­ğum sancısı çekmeyi göze alamayanlardan oluşan bir artış sözkonusu. Kadınların genelinde artık ağrısız doğum yapmak için, hiçbir acı hissetmemek için ve hatta doğum masasına yatmamak için nor­mal doğumdan kaçış gözlenmektedir. Jinekoloji pozisyonu da in­sanlara itici gelen bir husustur".
Bugünkü kadın doğum uzmanları kendilerine göre uygun günü ve saati seçerek sezaryen yapabiliyor. Halbuki doğumun yeri, günü, saati, dakikası insan için çok önemlidir. İsa aleyhisselam Nasara'da, mağarada, o gün, o sa­at, o dakikalarda dünyaya gelmeseydi, onun hayat tarihi başka olurdu. Bu kaide diğer peygamberler ve her bir insan için geçerlidir.
Yeni doğan bebeğe ilk yapılması gerekenler:
Yeni doğan bebeklerin cildi çok nazik ve narin olduğundan, tenine do­kunan her şey sert ve soğuk gelecek ve bebeği rahatsız edecektir. O yüz­den göbek bağı kesildikten ve cildi temizlendikten sonra bebek 1 litre su­ya 1 yemek kaşığı kaya tuzu eklenerek hazırlanmış ılık suyla silinmelidir. Tuzlu su bebeğin cildinin biraz sertleşmesini sağlayacaktır. Ağız ve buruna tuzlu su sızmaması için özen göstermek gerekir.
İlk 40 gün boyunca bebeğin, bizim alıştığımız üç boyutlu dünyadaki görme, işitme, koku alma, dokunma algılayıcıları henüz oluşmadığından ve başka boyutlarda görme ve işitme kabiliyeti henüz perdelenmemiş oldu­ğundan, bizlerin göremediği gerçekleri, hatta insanların gerçek yüzünü gö­rürler. Bu sebepten doğum esnasında kadının çevresinde bulunanların ahlâ­kı çok önemlidir. Ta ki, çocuk cennet misali rahimden çıkarken, dünya ger­çeğinden korkmasın.
Bebeği 40 gün boyunca en yakın akrabaların dışında kimseye gösterme­mek gerekir. Zaten kırk gün sonra bahsettiğimiz algılayıcılar oluşur, diğer boyutlarda görme ve işitme kabiliyeti perdelenir, çocuk bizim gibi görme­ye ve işitmeye başlar.

Lohusalık Dönemi
Erkek çocuk doğuran sıhhatli kadının lohusalık dönemi 25-30 gün, kız çocuk doğuranın ise 35-40 gündür. Sağlıklı kadının lohusa kanamaları git­tikçe azalarak devam eder. Kanamaların bazen azalıp, bazen çoğalması, du­rumun anormal olduğunu gösterir. Bu durumda bağırsakları boşaltmak, 3 gün meyve-sebze suyu içtikten sonra beslenmeyi düzeltmek, makada sülük koymak veya bel ve kuyruk sokumundan hacamat yaptırmak gereklidir.
Bebeklerde Hazır Bez Kullanmak
Anne sütü ile doğal beslenen bebeğin idrarı necis değildir. Peygambe­rimiz (s.a.v.) torununun idrarını elbisesinden ıslak bir bezle siler, namazını kılardı. Yemek yemeye başlayan çocuğun idrarı ise necistir.
Doğumdan hemen sonra veya 2 hafta içerisinde bebekleri, çişini ve bü­yük abdestini tuvalete yapmaya alıştırmak çok kolaydır. Bu onların fıtratı­na en uygun olandır. Her emzirmeden sonra refleksler harekete geçtiği için çiş yapma ve dışkılama zamanı gelmiş olur, Bebek tuvalete götürülür ve "ş-ş-ş", "pis-pis-pis", veya "s-s-s-s" gibi seslerle bebeğe seslenilir. Bebek ne ka­dar küçük olursa, o kadar çabuk alışır. Çocuklar normalde altlarına kaçır­dıkları idrarın sıcaklığını ve bununla beraber gelen rahatlığı çok severler. Ancak bir dakika sonra oluşan ıslaklık ve soğukluk hissi onları bu çok sev­dikleri rahatlıktan meneder. İşte bu noktada, hazır bez kullanan bebekler altlarına kaçırdıkları idrarın ıslaklık ve soğukluğunu duymayacakları için sa­dece hoş tarafını yaşarlar ve idrar tutma ihtiyacı hissetmezler. Bunun sonu­cunda idrar tutma kasları gevşer ve giderek fonksiyonunu kaybetmeye baş­lar. Böylece çocuklarda idrar yapmaktan zevk alma alışkanlığı doğar, bu da mastürbasyon meyline zemin oluşturabilir. Henüz 1,5 yaşında olduğu hal­de aktif bir şekilde, cinsel organı yara olana kadar mastürbasyon yapan ço­cukları görmek mümkündür.
Hazır bez, idrarı ve dışkı suyunu dışarı sızdırmaması için kuvvetli nem tutucu kimyasal maddeler içerir. Bu kimyasallar 24 saat boyunca bebeğin teni, cinsel organı ve makatıyla temas halindedir.
Makat etrafında yeralan yaklaşık 100'e yakın akupunktur noktası mev­cuttur. Bu noktalar enerji akımı yolları ile beyne ve idrar yollarına bağlıdır. Bu noktaların devamlı bez altında, pislik içinde olması çocuğun beyin ve ahlaki gelişimini ve zekasını olumsuz etkiler. Kur'an-ı Kerimde "Hayvan­larda sizin için ibretler vardır" buyuruluyor. Öyleyse hayvanlar alemine bir göz atalım:
Örneğin, kediler yavrularının makadını yalayarak dışkılama refleksleri­ni uyandırırlar ve böylece etrafı kirletmeden, kontrollü bir şekilde dışkılamalarını sağlarlar. Anne kedinin bu yalama içgüdüsünün şöyle faydaları vardır: Makatta bulunan ve beyinle bağlantılı olan akupunktur noktaların­dan beyin uyarılır, enerji ve kan dolaşımının sağlıklı kalması sağlanır. Yav­rular da sağlıklı, akıllı, edepli, uslu, uyumlu olurlar. Hayvanların tümü bu yöntemi uygular.
Bize düşen de her dışkılamadan sonra bebeğin makadını yıkamak, kuru­lamak, zeytinyağı ile yağlamak ve kuru pamuklu bez bağlamaktır.
Emzirme
Doğumdan sonra ilk 3 gün annenin göğüslerinden gelen koyu süte "ağız" denir. Hamile kadının göğsünün ucunda 9 ay boyunca oluşan yarar­lı mikroplar emzirilen "ağız" ile bebeğe geçer. Bebeğe verilecek ilk besin "ağız" olmalıdır çünkü "ağız" üç gün boyunca bebeğin bağırsaklarına yarar­lı mikropları eker ve bağırsaklarını hazma alıştırır. Bebeğin bu ilk sütten başka hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Mama veya şekerli su verildiği takdirde, bu, bağırsaklara "ağızla ekilen mikroplara zarar verir ve bağırsak hastalık­larına yol açar. Annenin ve bebeğin durumuna göre süt, doğumdan hemen sonra ya da bir gün, iki gün veya üç gün sonra gelebilir. Süt gelmeden ön­ce bebeğe hiçbir şey vermemek, sabırla ve huzurla sütü beklemek gerekir. Rızkı taksim eden ve bebeğin rızkını veren Yüce bir Sahibi vardır, ona gü­venmek gerekir. Süt üç gün içinde gelmezse, bebek anne karnında bir za­rar görmüş demektir. Sütsüz geçen üç gün, bebeğe, bu zarardan açlıkla kur­tulmak için verilmiştir. Bu durumda bebeğe bir şey vermek, başka bir ka­dından alınan anne sütü dahi olsa bebeğe düşmanlıktır.
Süt gelince, ilk 3 gün bebeği 3 defadan fazla emzirmemek gerekir. Em­zirmeden önce bebeği biraz ağlatmak ve yumuşak bir antrenman yaptırmak çok faydalıdır. Mide, akciğerler, kalp ve karaciğeri güçlendirir, kanı temiz­ler ve hazmı kolaylaştırır. Bebeği yavaşça sallamak beyni ve sinir sistemi için çok faydalıdır ve onu sakinleştirir. Fakat emzirdikten sonra ağlatmak veya hareket ettirmek veya şiddetli sallamak zararlıdır, hazım bozulur, mi­de ve bağırsaklarda gaz oluşur.
Bebeği sık sık yani her 2-3 saatte bir azar azar emzirmek gerekir. Bu şe­kilde emen bebek sütü kolay hazmeder. Aşırı emilen sütün hazmı zordur ve sonuna kadar hazmedilmeyebilir. Bu sebepten kusma ve gaz bebeklerde sık görülür.
Çocuklarda gaz ve karnın şişmesi annenin karışık ve bozuk yemek tü­ketmesinden dolayı da oluşabilir. Bu durumda anne ilk önce beslenmesini düzeltmelidir. İlaç olarak bebeğe dereotu, rezene, veya anason çayı çay ka­şığı ile verilmeli, anne de içmelidir.
2 yaşına kadar çocuğun sadece anne sütüne ihtiyacı vardır. Bu yaştaki çocukta sadece sütü hazmetmek için enzim mevcuttur ve çocuk diğer ye­mekleri sonuna kadar hazmedemez, mide ve bağırsaklarda gaz oluşur. Onun için anneannelerimiz bebeklere yemeği veya ekmeği çiğneyerek ya­ni kendi enzimleri ile karıştırarak verirlerdi. Bu uygulama çocuklarda haz­mı kolaylaştırır. Bebeğe anne sütü dışında birşey verilecekse 12. aydan iti­baren aynı yöntem kullanılabilir.
6. aydan itibaren meyve veya havuç suyuna 1/2 oranında, karpuz suyu­na 1/4 oranında su karıştırılarak, 10-12. aydan sonra da ezilmiş muz, ren­delenmiş elma, karpuz ve diğer meyveler verilebilir.
"Anne karnında taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır. (Ahkaf su­resi 15.Ayet) ve "Sütten kesilmesi iki yıldır" (Lokman suresi, 14. Ayet).ayet­lerine göre kız veya erkek olsun, bebekleri en az 19 ay, normal olarak 21-24 ay emzirmek farzdır. Çocuk bu süre boyunca anne sütü dışında hiçbir şeye muhtaç değildir. Sütü az olan anneler sütü sabırla beklemeli, sütü ar­tırmak için çaba sarfetmelidir. Bebeğe hayat verenin, sütü de vereceğinden şüphe etmemek gerekir.
Gıda endüstirisi ürünlerini yiyen-içen, kimyasal ilaç, kozmetik ve deter­jan kullanan annelerin sütü yüzlerce, hatta binlerce çeşit katkı maddesi içe­rir. Bebekler bu sütü emmek istemez ve yüzlerini çevirirler. Bu durumda tarçın, zencefil, karanfil, safran, kekik, kimyon kullanmak, bol sıvı içmek ve bebeğin emmediği sütü sağarak atmak sütü çoğaltır ve temizler, sütün ko­kusunu ve tadını güzelleştirir.
Cinsi münasebette sık bulunmak de sütü azaltır, sütün kokusunu ve ta­dını bozar.

Sütü artıran ilaçlar:
v Çiğ lahanayı ortasındaki köküyle birlikte yemek veya lahana suyu iç­mek (bilhassa kan grubu "B" ve "AB" olanlar için)
v Çiğ havuç yemek, havuç suyu içmek veya havuç tohumunu öğüterek günde 1 -2 defa 1 çay kaşığı yutmak,
v Rezene kökünü yemeklere katmak veya rezene çayı içmek,
v Tere, çörek otu, anason ve ısırganotunu yemeklere katmak veya çay olarak içmek sütü çoğaltır.
v Baharatlardan tarçın, zencefil, karanfil, safran, kekik, kimyon kullanı­lırsa, sütü mikroelementlerle zenginleştirir, artırır, kokusunu güzelleş­tirir. Baharatları birlikte değil, karıştırmadan sırasıyla kullanmak daha güvenlidir.
v Arpa suyunu kimyon ve bal ile içmek sütü çok artırır.
v Sütün artması için çok süt içmek değil, bol meyve ve yeşillik yemek
gerekir (Süt sütten gelseydi, inekler ot yemezdi).
Uyarı: Kısa süre emzirilen veya hiç emzirilmeyen çocuklarda omurga deformasyonları ve böbreklerinin yeteri kadar gelişmemesi sık görülür.
Göğüste şişme, göğüs uçlarında çatlama
Göğüs uçlarında çatlaklar veya göğüste ateşli şişlik olursa, 3 gün süre­since hiçbir şey yemeden istenildiği kadar greyfurt suyu içmek, göğüse kompres yapmak ve sülük koymak gerekir.
Kompresler
Öğütülmüş muskat cevizi, zeytinyağı ile, veya ince öğütülmüş bakla zeytinyağı ile, veya tam buğday unundan elenmiş kepek veya öğütülmüş keten tohumu az miktar su ve bal ile yoğrulup yağlı kağıda sürülür. Göğüs­lere koyulup sabitleştirilir. 2-3 saat bekletildikten sonra ateşi düşürür, şişli­ği indirir.
Kompresler ile beraber 3 gün ara ile 3 defa göğüslere hacamat yaptırı­lır. Hacamat ilkinde her iki göğüsün dış tarafına, ikincisinde altına, üçün­cüsünde üstüne yapılır.
Kaza veya ağır hastalık sebebiyle annenin sütü olmazsa İlk 2 hafta:
v 1/3 süt, 2/3 suyla kaynatılır. Örneğin, 100 gr. doğal koyun, keçi veya inek sütü, 200 gr. suyla kaynatılır. Sonra 40 dereceye kadar soğutulur, her seferinde 1-2 damla doğal bal eklenerek bebeğe verilir. Artan ve­ya soğuyan süt ılık suya koyularak ısıtılabilir.
v Hakiki bal ilk günlerde 1 gr.dan başlayarak, 1 aylık bebeğe günde 1 tatlı kaşığı, 6 aylık bebeğe ise bir çorba kaşığı verilebilir. Bal, her bes­lemeden ünce 1 çay kaşığı olacak şekilde ya da sütte eriterek verilme­lidir.
2 haftadan sonra:
v Eşit miktarlarda suyla süt, yarım çay kaşığı zencefil ile kaynatılır Ör­neğin 200 gr. koyun, keçi veya inek sütü, 200 gr. suyla kaynatılır. Son­ra 40 dereceye kadar soğutulur, 120 gramı biberona doldurulur ve ya­rım çay kaşığı bal ile karıştırılarak bebeğe verilir.
3 haftadan sonra (5 haftalık bebeğe):
v 2/3 süt + 1/3 su+ yarım çay kaşığı zencefil kaynatılır Örneğin 200 gr. süt + 100 gr. su. Sonra soğutulur ve her emzirmede yarım çay kaşığı bal ile karıştırılarak verilir.
2 aylık bebeğe:
v 3/4 süt + 1/4 su + yarım çay kaşığı zencefil kaynatılır. Örneğin 300 gr. süt + 100 gr. su. Sonra soğutulur ve 1 çay kaşığı bal ile karıştırılarak verilir.
v Çimlenmiş buğday, veya çimlenmiş arpa ezilir. Suyla karıştırılarak su­ yu süzülür ve bu süzülmüş su, günde bir defa, balla verilir.
v Karpuz suyu ilk günlerden başlayarak verilebilir. Örneğin, 20 gramdan başlanır ve hergün 20 gr. arttırılarak 200 gram, hatta 300 grama kadar çoğaltılır. 3 aylık bebeğe,- karpuz, çekirdeği ve biraz yeşil kabuğu ile birlikte sıkılarak verilir.
Bebek için doğal süt bulunamazsa:
Bebeği iki-üç aydan başlayarak, az miktarda taze sıkılmış havuç, kiraz, vişne, elma, armut, üzüm, nar, karpuz suyunu öğün olarak içmeye alıştırmak gerekir. Meyve sularını suyla karıştırmayı unutmamak gerekir. İlk ön­ce 1/2 meyve suyu + 1/2 su, sonra 2/3 meyve suyu + 1/3 su, sonra da 3/4 meyve suyu + 1/4 su. Süt, yavaş yavaş kesilerek sadece sabah ve akşam ve­rilmeye başlanır. Süt yerine yoğurt verilir. Üç aylık bebeğe blendırda iyice ezilmiş muz, kabuğuyla ezilmiş erik, kabuğuyla ezilmiş şeftali, kabuğuyla ezilmiş incir verilebilir.

5-6 aylık bebeğe:
v 2 çorba kaşığı kuru dut + 6-7 tane badem veya 2 tane ceviz ince öğü­tülür ve yeterli miktarda suyla karıştırılıp, günde bir defa kaşıkla yedirilir.
Veya
v Balkabağı kabuğu ile kuşbaşı büyüklüğünde kesilir ve az miktar suyla kısık ateşte pişirilir. İyice ezilir, öğütülmüş 2 tane cevizle veya 6-7 ta­ne bademle karıştırılır ve günde 1 defa verilir. Aynı gün hem badem hem ceviz verilmez, sırayla verilir.
v Çimlenmiş buğday ezilip 10 dakika kaynatılır. Soğuduktan sonra sü­zülerek posası atılır, suyu balla karıştırılarak bebeğe verilir.
Anne sütünden sonra en doğal ve hazmı en kolay besinler bunlardır.
Bütün dişler çıkıncaya kadar et, yumurta ve peynir verilmemelidir. An­cak yiyecek vermeye mecbur kalınırsa, çiğneyerek vermek gerekir. Et, yu­murta ve peynir sonuna kadar hazmedilemez. Dışkının sert ve kötü kokulu olması hazımsızlığı gösterir. Hazmolunmuş yemeklerden sonra, bebeğin dışkısı kokmaz.
Anne sütünden mahrum edilen çocukların dişleri çıkarken, anne sütüy­le beslenen çocuklara nazaran çok acı çekerler. Ateşlenme, ishal, diş ağrısı, kulak ağrısı sık görülür. Bu rahatsızlıkları önlemek veya azaltmak için, ço­cuğun boynunu ve başını yağlamak, kulağına ve burnuna zeytinyağı dam latmak gerekir. ("Bebek banyosu" bölümüne bakınız.)
Her çocuğun iştahı ve yiyebileceği miktar farklıdır. Organları zayıf olan çocuk iştahsız olup, yemekleri hazmedecek güçte değildir. Bu tip çocukla­ra zorla yedirmek zulümdür. Zayıf çocuklar yemeye zorlanmamalı, kendi haline bırakılmalıdır. Kendisini toparladığı zaman iştahı zaten açılır. Çok iştahlı çocukları da sevinçle karşılamak doğru olmadığı gibi onların her isteğini yerine getirmek de şart değildir. Çocuk ne kadar iştahlı ve kilolu olursa büyüdüğünde de o kadar kilolu olur ve zayıflamakta çok zorlanır. Çünkü her sağlıklı vücudun bir otokontrolü vardır ve doyduğu zaman bu otokontrol sayesinde, beyin tokluk sinyali verir. Çocuklarınızı daha fazla yemeye zorlarsanız bu sistemi bozarak çocuğunuzu ömür boyu şişmanlığa ve sağlıksızlığa mahkum etmiş olursunuz. Diyetle belki zaman zaman za­yıflar fakat yağ hücreleri büyümüş olduğundan, yemeye başladığı andan iti­baren tekrar kilo almaya başlar.
Zayıf veya kilolu, fark etmez, çocuğa yemeği ölçülü vermek, hiçbir za­man zorla yedirmemek, gerekirse, yemekleri ondan saklamak gerekir. Sü­rekli verilebilecek şey sadece meyve ve su olabilir. Bu, çocuğunun sağlıklı yetişmesini isteyen annelerin altın kuralı olmalıdır.
Çocuklar 2 yaşından sonra şu şekilde beslenebilir:
o Öğün (09:00): Bal şerbeti veya taze sıkılmış havuç suyu, herhangi bir meyve suyu veya meyve.
o Öğün (12:00): Yeşil salata ile pilav veya sebze yemeği. Bir parça ba­lık veya bir köfte da olabilir.
o Öğün (17:00): Meyve, karpuz ya da havuç suyu.
o Öğün (19:00): Ballı zencefilli süt, yoğurt, meyve, örneğin ezilmiş ceviz ve bal ile muz veya çiğ sebze ile yumurta.
Haftada bir defa yumurta vermek normaldir. Yumurta seven çocuklar haftada 2-3 defa da yiyebilir. Et ve peynir de aynı şekilde kullanılır. "Et", "Peynir", "Yumurta" bölümlerine bakınız. Aslında çocuklara günde 1 tane havuç, 3 tane meyve, 1 tatlı kaşığı bal yeterlidir.
Yemeği sonuna kadar bitirmeye zorlarsanız, çocuğun midesini genişlet­miş, yemeğe olan hırsını pompalamış, çirkin huy ve davranışlarını destek­lemiş ve ona tüm hastalıkları davet etmiş olursunuz. Çocuğa yalnızca, ger­çekten acıktığı zaman verilen yemek, evlâda merhamet, anneye ise sevap­tır.
Dinimize göre hayvanı bile fazla beslemek, onu semirtmek ve daha çok yemeye zorlamak mekruhtur.
Bebeğin Banyosu
Bebekleri, göbeği düştükten sonra 40 gün boyunca günde bir-iki defa yıkamak iyidir.
Küçük bir küvette sıcağa yakın ılık su hazırlanır. Suyun sıcaklığını elle değil, dirseği suya batırarak ayarlamak gerekir. Bebeğin sadece yüzü dışa­rıda kalacak şekilde beze sarılır, başka bir bez parçasından başının altına yastık yapılarak suyun içine yatırılır ve küvetteki su bebeğe azar azar dökü­lür. Yüzüne su dökülmez. Her 3-5 dakikada bir, su soğudukça direkt bebe­ğe gelmemesi için bir elle bebek muhafaza edilirken diğer elle küvete sıcak su katılarak ılıklığı muhafaza edilir.
Banyo 10-15 dakika, veya uyumaya başlayana kadar ya da uyuduğu sü­rece devam edebilir. Bebekler banyoyu çok severler. Bebek yıkanırken ya da kundaklanırken vücuduna form vermeye çalışırmış gibi hafifçe masaj ya­pılır. Kollan dirseklerinden tutulup nazikçe ve yavaşça dizlerine doğru çe­kilir. İşaret parmağının ucuyla makatı ovulur, idrar torbasının üzerine avuç içiyle hafifçe masaj yapılır.
Süngere, sabuna ve şampuana hiç gerek yoktur, çünkü deri üzerinde ya­şayan mikroplar deriyi temizler, parlatır, sağlıklı tutar. Sabun ve şampuan ise onları silip götürür. Haftada bir defa banyo suyuna, 1 litre suya 1 çorba kaşığı olacak şekilde katkısız kaya tuzu konabilir. Her kundaklama ve yıka­ma sonrasında bebek önce karnının üstüne, sonra sırtüstü yatırılır. Sonra her iki burun deliğine l'er damla, kulaklarına 2-3 damla zeytinyağı damla­tılır ve kulak çubuğu ile temizlenir. Ya da anne bebeğin burun ve kulak de­liklerine kendi sütünü sağar ve kulak çubuğu ile temizler.
Banyodan sonra bebeğin cildini havluyla kuruladıktan sonra, başına, boynuna ve vücuduna zeytinyağı sürülerek masaj yapılır. Sonra temiz bir bezle yağın fazlalığı silinir. Her banyodan sonra ağaç veya kemikten yapıl­mış tarak ile başını taramak, bebeğin sağlığı için çok faydalıdır.
Bebeklerin istem dışı kol-ayak hareketleri, onları uykudan uyandırır ve korkutur. Bu sebepten onları 3-4 ay boyunca kundaklamak gerekir.

Çocukların Hareketleri
Çocuklar hareketi çok severler. Hareketle damarlar etkilenir, kan dola­şımı hızlanır, metabolizmayı da hızlandırır. Vücut böylece kendini fazla­lıklardan temizleme, büyüme, güçlenme ve olgunlaşma imkanı bulur.
Çocuklar zıplamayı da çok sever, zıplarken topuklarını yere vururlar. Vuruşun oluşturduğu titreşim kemik iliğini stimülize eder, ilik kan üretimi­ni yükseltir.
Ellerini sallarlar. Bu hareket sonucu akciğer ve kalp güçlenir. Çocukla­rın çok sık yaptıkları hareketlerden biri de başlarını yere koyup popolarını havaya dikerek, dünyaya alt üst bakmaktır. Bu hareketin sonucunda kan beyne akar, onu besler ve güçlendirir. Çocuklar bağdaş kurarak, çömelerek veya yerde dizleri üzerinde oturmayı severler. Bu, kan ve enerji dolaşımı­nın sağlığını koruyan mükemmel bir oturma pozisyonudur. Yerde ne bul­salar toplayarak ağızlarına koyarlar. Bu da bağışıklık sistemini olgunlaştırır. Çünkü insanın bağışıklık sistemi öğrenme metodu ile, yani herşeyi tadarak ve çocukluk hastalıklarını geçirerek gelişir.
Küçük çocuklar tamamen, herşeyi ve tabiatı yöneten yasalara uyarak küçük hayvanlar gibi hareket ederler. Onlara ibret gözüyle bakan, pekçok şey öğrenebilir.
Çocukların hiçbir hareketi manasız değildir, ta ki büyüklerden birşeyler öğrenmeye ve onları taklit etmeye başlayana kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder