Bilimsel araştırmalara göre, her insanın bedeninde devamlı olarak kötü huylu hücreler oluşmaktadır. Fakat bedenin savunma sistemi, henüz gelişme başlangıcındaki bu hücreleri yakalar ve yok eder. Bağışıklık sisteminin herhangi bir sebeple zayıflamasıyla kanser hücreleri gelişmeye ve çoğalmaya başlar. Bağışıklık sisteminin zayıflamasının çeşitli sebepleri vardır. Fakat, kanserli hücrelerin çoğalması ve tümör oluşmasındaki en önemli sebep, "Hastalıkların Başlangıcı ve Seyri" bölümünde anlatılan sebeptir. Önce bağışıklık sisteminin dengesinin nasıl bozulduğunu görelim:
Hazmedilemediği için çürüyen yemeklerin kalıntıları bağırsaklara inerek bağırsakları zehirler ve kana karışır. Bağışıklık sistemi bu duruma kanda lökositleri çoğaltarak cevap verir. Zararlı yemekler devamlı yendiği sürece toksinler ve atıklar çoğalmaya, bağışıklık sistemi de daha şiddetli tepki vermeye başlar: Toksinleri atabilmek ve kanı temizleyebilmek için ateşi yükseltir ve bademcikleri şişirir. Ateşlenmeyle ısınan kan toksinleri deriden ter yoluyla, lökositler ise eriterek, bademcik iltihabı ile dışarı atar. Fakat insan ateş düşürücü ilaçlar ve antibiyotikler kullanırsa bağışıklık sisteminin tepkisini etkisiz hale getirir,- atılması engellenen toksin ve atıklar ise vücutta çoğalır. Bu şekilde her zararlı yemek ve bağışıklık sisteminin her tepkisine ilaçlarla karşılık vermek bağışıklık sistemini sarsa sarsa felakete götürür. Beslenme alışkanlığı düzeltilmedikçe bu durum defalarca tekrarlanır.
Neticede, ikinci bir hata yapılarak savunma sisteminin ön saflardaki askerleri olan bademcikler vazife başında iken ameliyatla aldırılır. Bu durumda bademciklerin hizmetinden mahrum kalan bağışıklık sistemi şaşırır, dengesini kaybetmeye başlar. Yanlış beslenme, bu noktadan sonra da düzeltilmezse apandist şişerek iltihaplanır. Vücutta tümör oluşum sürecini başlatan üçüncü hata da yapılarak, apandist ameliyatla aldırılırsa savunma sistemine üçüncü büyük darbe de vurulmuş olur. Çünkü görevi bağırsaklar için gerekli olan mikropları üretmek, bu mikroplar ile tümörlü hücreleri sıkı sıkıya kontrol etmek ve sağlıklı hücreleri korumak olan apandist, bağışıklık sistemi için hayati önem taşımaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v.): "Sığır ve dana eti devamlı yenilecek olursa ab-raşlık (sedef), alaca (vitiligo), fil hastalığı, cüzzam (lepra) ve daha bir çok hastalıkları meydana getirir" buyurmuştur ki bu hastalıklar en hafifinden en ağırına kadar aynı kökten gelen hastalıklardır. Eski tabipler cüzzamı bütün vücudun kanseri olarak görürlerdi. ("Yiyecekler" bölümü "Et" konusuna bakınız.)
Kırmızı et, midesi az asit üreten insanların (kan grubu "A") midesinde hazmadilemez, yalnızca çürür. Çürümüş et kalıntıları kılcal damarları tıkar, organlarda ve deri altında depolanır. Depolanan bu atıklar, tıkalı damarlara kan gelemediği ve lökositler ile çürütülüp dışarı atılamadığı için, aynen büyük çöplüklerde olduğu gibi, içten içe yavaş yavaş yanmaya başlar. Deri altındaki ve organlardaki atıkların yanması ile dokular bozulur, kuru egzama, sedef ve vitiligo için zemin oluşur. Atıklar çoğalınca ve yanması şiddetlenince tümörler, genetik mutasyonlar ve bunun neticesinde de kanser veya cüzzam ortaya çıkar. Çok kırmızı et yiyen "A grubu" taşıyıcılarında sedef, vitiligo ve kanser sık görülür.
Nobel ödüllü Alman araştırmacı Otto Warburg yıllar önce, 1931'de kanser oluşumundaki aynı mekanizmaya işaret etmiştir,- kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizmasının olduğunu ve şekerin kanserli hücreleri beslediğini yaptığı deneylerle göstermiştir. Aşırı şekerli gıdaları tüketmek büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırır.
İnsanlarda hastalıkların tedavisinde kullanılan veya süt üretimini artırmak için ineklere verilen büyüme hormonu da vücuttaki büyüme faktörü IGF-1'i arttırır.
Büyüme faktörü (IGF-1) hemen hemen bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden olabilir. Diğer kanser sebepleri için "Katkı Maddeleri", "İlaçlar" ve "GMO" bölümlerine bakınız.
Tümör oluşumu suyun akması gibi kesintisiz bir süreçtir. Yalnız bir noktada değil, vücudun pek çok yerinde aynı anda başlar va hata yaptıkça çoğalmaya devam eder. Ancak, bu tümörlerden belli büyüklüğe gelenler teşhis edilebilir. Tümörler aslında bağışıklık sisteminin atıklardan kurtulmanın son çaresi olarak oluşturduğu birer "enerji santrali"dir. Bu santraller vücudu fazlalık ve atık maddelerden arındırmak için onları yakıt olarak kullanılır. Teşhis edilen bir tümör ameliyatla alınınca, yakıt mecburen başka bir tümöre yönlendirilir, yani oradaki tümör veya tümörler büyümeye başlar. Kemoterapi yapılınca bağışıklık sistemi çöktüğünden tümör oluşum süreci bir müddet için durur. Bağışıklık sistemi kendini toparlayıp canlanmaya başlayınca tümör oluşumu daha büyük bir hızla artmaya başlar. Böyle olması doğaldır çünkü kemoterapi ile verilen ve bütün hücreleri dolduran "böcek ilacı" "enerji santralleri" için bitmez tükenmez bir yakıt kaynağıdır!
Bu sebeple bir tümöre cerrahi müdahale yapmak fayda sağlamaz, tam tersine büyük zarar verebilir. Büyük tümörler ancak vücutta tümör oluşum süreci durdurulduktan sonra alınabilir.
Tecrübemize göre, herhangi bir organında herhangi bir tip tümör oluşan hastaların hemen hemen hepsinin geçmişinde bademcik ve apandist ameliyatı vardır.
"Kanser" teşhisinde çok sık hata yapılmaktadır. Çünkü kanser teşhisi konulup da, bu kitapta anlatılan tedavileri uygulayanların %90 hatta %95i iyileşmektedir. Gerçek kanserde ise tedavi yoktur. Ancak konulan teşhis doğru ya da yalnış olsun farketmez, kanser tedavisi görerek kemoterapi verilenlerin tamamı kansere adaydır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder