31 Temmuz 2011 Pazar
Malabadi Köprüsü
Diyarbakır Silvan'dan Batman'a giden karayolunda, Batman Çayı üzerinde, işte Malabadi Köprüsü...
Malabadi Köprüsü Artuklu Beyliği tarafından 1147 yılında yapılmıştır. Dünyada taş köprüler içerisinde kemeri en geniş olandır. Kemerin her iki yanında, iç tarafta kervan ve yolcular tarafından, özellikle kışın zorlu günlerinde barınak olarak kullanılan iki oda bulunmaktadır. Köprü nöbetçileri tarafından da kullanılan bu odaları daha önceleri dehlizlerle yolun dipleri ile bağlantılı olduğu söylenir.
Evliya Çelebi köprüyü şu şekilde tanıtmaktadır: “Köprünün iki tarafında kale kapıları gibi demir kapıları vardır. Bu kapıların içinde, sağ ve solda köprünün temeli beraberliğinde, kemerin altında hanlar vardır ki gelip geçen, sağdan ve soldan geldikleri vakit misafir olurlar. Köprünün kemeri altında birçok odalar vardır. Demir pencereler şahneşinlerine misafirler oturup, kemerin karşı tarafındaki adamlarla kimi sohbet eder, kimi ağ ve oltalarla balık avlarlar. Bu köprünün sağ ve solunda da nice pencereli odalar vardır. Köprünün sağ ve solundaki bütün korkuluklar Nehcivan çeliğindendir. Ama demirci ustası da bir türlü sanatlı kafesli korkuluklar yapmış ve doğrusu elinin ustalığını göstermiştir. Malabadi Köprüsü'nün altına Ayasofya'nın kubbesi girer..."
28 Temmuz 2011 Perşembe
RUDOLPH NİSSEN’İN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Adam 69 yaşında bir fizikçiydi. Karnının üst tarafında 2-3 yıldır artan ağrı yakınması vardı. Bunlara son günlerde artan reflü yakınması da eklenmişti. Şikâyetleri onun yoğun çalışma temposu içinde çalışma ritmini yavaşlatıyor, yaşam kalitesini ve bilimsel üretkenliğini belirgin olarak düşürüyordu.
Hastayı 1948 yılında dünyanın en ünlü cerrahlarından biri gördü ve ona oldukça karışık ve kendi ismi ile anılan reflü ameliyatı yaptı. Ünlü cerrah, operasyon sırasında fizikçinin karın ağrısına asıl neden olanın aortik anevrizma (ana atar damarda balonlaşma) olduğunu da ortaya çıkardı ve anevrizmayı selafon ile sardı. Selafon o günün inanışına göre ana atar damar duvarında bağ dokusu reaksiyonuna neden oluyor ve damarın duvarını kuvvetlendiriyordu. Fizik profesörü 3 hafta hastanede kaldıktan sonra taburcu edildi ve sonraki bilimsel yaşamını üretken biçimde ve çok daha az yakınma ile sürdürebildi.
Bu fizikçinin ismi Albert Einstein, operasyonu yapan ünlü cerrah ise Prof. Dr. Rudolph Rissen’di.
Dr Rissen, Münih’te bir Yahudi ailenin çocuğu olarak 1896 yılında dünyaya gelmişti. 1931 yılında ilk pnönonektomi, yani akciğer dokusunun ameliyat ile çıkartılması operasyonunu yapmış ve genç yaşta ünü Almanya dışına taşmıştı. Ancak ülkesinde rahatı hiç yerinde değildi. Naziler iktidardaydı ve bir Yahudi olarak büyük bir tehdit altındaydı.
Aynı yıllarda genç Türkiye Cumhuriyeti çağdaşlaşma savaşı veriyordu. Üniversite reformu 1933 yılında gerçekleştirilmişti ve yeni kurulan üniversiteye öncü bilim adamları gerekliydi. Dr Nissen, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün davetiyle İstanbul’a getirildi ve henüz 37 yaşındayken ordinaryüs Profesör olarak İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin Cerrahpaşa’daki 1. Cerrahi kliniğine direktör olarak atandı. Türkiye’de kaldığı sürece Türk Tıbbına akademik ve idari anlamda büyük katkılar sağladı ve ayrıldıktan sonra da ilişkiyi hiç kesmedi. Ayrıldığında geride yeni cerrahi binasının planlanması ve inşaatı, Türkçe ve Almanca yazılmış 4 cerrahi kitabı, 62 adet Türkçe yazılmış bilimsel makale ve yetiştirdiği onlarca öğrenci, asistan ve cerrah bıraktı. Dr. Nissen, 1939-1952 yılları arasında ABD’de çalıştı. Einstein ile yollarının kesiştiği yıllar bu yıllardır.
Nissen’i tıp fakültelerinde son günlerde yaşanan keşmekeş arasında anımsadım.
Henüz genç bir Cumhuriyet iken kalkınabilmenin, çağdaş ve güçlü bir ülke olabilmenin yolunun bilim toplumu olmaktan geçtiğini bilen, son derece kararlı adımlar ile bu amaca ulaşmak için yürüyen, bilim insanlarına büyük değer veren o günün iktidar sahiplerini özlemle andım.
Düşündüm, Türkiye ne kadar büyük bir hızla yön değiştiriyor.
Tartışılanlara bakıyorum ve derin bir üzüntü duyuyorum.
“Bilim üretmek ve eğitim kaygısı” tıp fakültesi öğretim üyelerinin aklına tam gün yasası çıkarken geliverdi.
Üniversiteleri mutlak biçimde kontrol altına almak isteği açık olan iktidarın da ülkemizde bilimin gelişmesi gibi bir derdi kanımca yok.
Uluslar arası örgütlerin suratımızda tokat gibi patlayan raporlarının gölgesinde bu iki taraf arasında anlamsız bir kavgadır sürüp gidiyor.
Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, 2010 yılında Türkiye’yi basın özgürlüğü sıralamasında 178 ülke arasında 138. sıraya koyuyor. Türkiye; Fas, Cezayir, El Salvador, Haiti, Togo, Guatemala ve Mısır gibi ülkelerden bile daha geride yer alıyor.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD)’nın gerçekleştirdiği PISA eğitim araştırmasının sonucu Türkiye’nin son 3 ülke arasında yer alma alışkanlığını sürdürdüğünü gösteriyor.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesinin 2010 raporuna göre sadece İstanbul Üniversitesi dünyadaki ilk 500 üniversite arasına girebiliyor.
Hiç anlamıyorum;
Bir zamanlar dünyanın en önemli bilim insanları için bu toprakları bir çekim alanı haline getiren bizler, nasıl oluyor da şimdi aynı toprakları bilim insanları için yaşanmaz bir çöl haline getirebilmeyi başarabiliyoruz?
Adriyatik ve Balkanlar'a yolculuk...
Önümüzdeki günlerde hayallerimizi gerçekleştirmek üzere yola çıkıyoruz, heyecan hat safhada...Şubat ayından beri planlarını yapmaya çalışsak da, asıl hazırlıkların önemli kısmı son haftalara, hatta son günlere kaldı. Zaman yaklaştıkca sanki günler geçmek bilmiyor ama bir taraftan da yapmamız gerekenler yetişmiyor gibi...belki de bize öyle geliyordur:)
25 Temmuz 2011 Pazartesi
"NO POST JULY"
Sorry to have fallen off of the face of the Earth....
I have had a number of work and personal issues that have kept me from getting to my blog. I will resume in August so hang in there and I will return.
I have had a number of work and personal issues that have kept me from getting to my blog. I will resume in August so hang in there and I will return.
24 Temmuz 2011 Pazar
BABA OLMAK
Oğlumla ilk göz göze geldiğimde tüm yaşamım değişti. Henüz bir kaç gün olmuştu dünyaya geleli. Beni görüyor muydu bilmiyorum, öylecene dikmiş gözlerini gözlerime, bana bakıyordu. Gözlerimi kaçırdığımı, şaşırdığımı, biraz utandığımı hatırlıyorum. Büyülü bir andı ve o ilk bakış, hayatımı “ondan önce” ve “ondan sonra” diye ikiye ayırdı.
Ben bir hekim çocuğuyum, çocukluğum hastaneden yorgun argın eve dönen babamı beklemekle geçti. Öylesine işine yoğun bir adamdı ki, çoğu zaman onunla oturup 10 dakika konuşamazdım. O zamanlar babama çok kızardım. Onu ancak yıllar içinde anladım. Sadece aynı meslekten olduğumdan, o zaman ne hissettiklerini anlamaya başladığımdan değil, başka ve çoğunu tanımlayamadığım nedenlerden de, her geçen gün ona daha yakın hissettim kendimi.
Oğlum ne zaman bana “sitem” etse babam aklıma gelir. Çoğu zaman yorgun bedenim, işimle dolu beynim oğluma yeterli vakit ayırmamı önlüyor. O da bana tıpkı ben gibi kızıyor, biliyorum.
Şimdilerde babam da kızıyor bana, salt torununa daha fazla vakit ayıramadığımdan değil, kendine de yeterli zaman ayırmadığımı düşünüyor. Yanında olmadığımdan yakınıyor hep. Oysa ben de küçük bir çocukken yanında olmak isterdim hep, beni farketmiyor sanırdım. Aynı yanlışı şimdi o bana yapıyor. Ne yaman çelişkidir değil mi? babama en çok gereksinim duyduğum çocukluk yıllarımda, o hep çok meşguldü. Şimdi o beni istiyor ama şimdi de ben çok meşgulüm.
Geçtiğimiz haftalarda oğlumla tüm bir -pazar gününü birlikte geçirdik. İki yetişkin arkadaş gibi birlikte dolaştık sokaklarda, başbaşa yemek yedik, kitaplara, CD’lere baktık, kahve içtik birlikte. Yorulduğumuzda bir kafeye oturup Asteriks okuduk birbirimize. İşlerimden söz ettim, dinledi. O arkadaşlarını anlattı, ben dinledim. Olmadık şeylere güldük, maça gittik birlikte, takımın kötü oyununa sinirlenen taraftarları izleyip çok eğlendik, sosisli sandviç yedik devre arasında. Düşünüyorum da, yaşamında hangi güne geri dönmek istersin deselerdi, yanıtım “o Pazar” günü olurdu herhalde.
Kimi akşamları uykudayken seyrediyorum oğlumu, kokusunu biliyorum, aklıma kazınmış, soluk alıp verişini izliyorum. Uyanıkken eskisi kadar çok yaklaştırmıyor beni yanına, onun istediği başka artık. Artık iki yabancıdan olma üçüncü bir yabancı olduğunu bize öğretme sürecinde şimdi. Öğreniyoruz hepimiz. Bazen kendime soruyorum. “Bu evimdeki küçük adam kim, nereden çıktı şimdi?” Bazen ne kadar büyüdüğüne, ne kadar yaşlandığıma inanamıyorum. Bizim çocukluğumuzda leblebi tozları vardı, komşuların Shaub Lorenz televizyonlarında siyah beyaz “Pilli bebek” dizileri izlerdik. Korkusuzca sokaklarda dolaşır, akşam yemeğine gecikip anne babalarımızı kızdırdırırdık. Benim oğlum farklı benden, bilgisayarın başında çoğu kez, hiç anlamadığım bambaşka bir dünyaya hazırlanıyor. Yardımıma gereksinimi hiç yokmuş gibi hissettiriyor bazen. Benim bilip onun bilmediklerini öğrenmesi gerkemezmiş gibi düşünüyorum.
Ama bana gereksinimi aslında var.
Onun benden ve annesinden özerk biri olduğunu bilmeye gereksinimi var. Farklı zevkleri, istekleri, hayalleri, idealleri olduğunu görmemize gereksinimi var. Saygı görmeye, desteğe, yüreklendirilmeye, korunmaya gereksinimi var.
Dahası da var.
Daha adil bir dünyaya, daha yeşil, daha mutlu, daha sulak bir dünyaya gereksinimi var, kansız, gözyaşı olmayan, insanların “öteki” olmadığı bir dünyaya.
Eskiden uydurup anlattığım masalları dinlerdi merakla. İyi adam hep kazanırdı. Artık kulak asmıyor. Şimdi 10 yaşında ve iyi adamların hep kazanamadığını öğrendi belki de. Eskiden o uyumadan yanına uzanırdım. Meraklı gözleri loş ışıkta gözlerime kenetlenirdi ve ben anlatmaya başlardım.
“ Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde “Basra” diye bir kent varmış. Bu kentte “Sinbad” adında biri yaşarmış...”
Ben masalı bitirmeden, ufaklığın gözleri kapanır, öykünün sonunu beklemeden uykuya dalardı. Belki de düşlerinde “halısının üzerinde uçan neşeli adamı” görürdü. Oysa gerçek yaşamdaki öykünün sonu yetişkinler içindi.
“Bunca kan ve gözyaşından sonra geride ne Sinbad’a, ne de onun doğduğu şehir “Basra”ya ait bir iz, bir kalıntı kaldı”
Onunla ilk göz göze gelişimiz ile değişti herşey. Henüz bir kaç gün olmuştu dünyaya geleli. Beni görüyor muydu bilmiyorum, öylecene dikmiş gözlerini gözlerime, bana bakıyordu.
Kendi çocuğunuz olması hiç gerekmez. Bir çocuğun gözlerinin ta derinine bakamadan, bir çocuğa emek vermeden, onun sorumluluğunu duymadan eksik bence insan. Eğer bu dünyayı değiştirecek bir güç, bir umut varsa, sanırım o güç masum bir çocuğun gözlerinin derinliklerinde saklanandır. Bu dünyayı değiştirecek olanlar, o bakışların derinliklerindeki gücü görmeyi başaranlardır.
31.03.2009
www.mustafacetiner.com
21 Temmuz 2011 Perşembe
Elçin Orçun - Deli Gibi (ft. Birkan Nasuhoğlu) Şarkı Sözü
[Elçin Orçun]
Bugünler de o günlerden biri gibi
Terk edip gittiğin gibi karanlık
Bugünler de o günlerden biri gibi
Terk edip gittiğin gibi karanlık
Bilmezdim, bilmezdim ben ağlamayı
Sevmezdim, sevmezdim ben kara çamurlarla oynamayı
[Nakarat X2]
Yok, artık seni deli gibi sevmek seni
Yok, artık seni deli gibi sevmek seni
Deli gibi
[Birkan Nasuhoğlu]
Bugünler de o günlerden biri gibi
[Elçin Orçun]
Terk edip gittiğin gibi karanlık
[Birkan Nasuhoğlu]
Bugünler de o günlerden biri gibi
[Elçin Orçun]
Terk edip gittiğin gibi karanlık
Görmedin, görmedin yok oldum eridim
Duymadın, duymadın sessiz çığlıklarımı
[Nakarat X2]
Yok, artık seni deli gibi sevmek seni
Yok, artık seni deli gibi sevmek seni
Deli gibi
Yok, artık! Yok, artık!
Elçin Orçun - Kalbi Kuruttum Şarkı Sözü
Ne çok düşündüm seni
Üstelik hak vermeye çalıştım
Hiç ummadığın gibi
Ne çok özledim seni
Parça parça kalbimi topladım
İlk gün ki gibi
Oysa ardına bile bakmadın
Kaçtın sanki aldırmadın
Kabullendim, değişmezsin
Unutmak seni tek tesellim
[Nakarat X2]
Sevdiğim gibi kalabilseydin
Mesafeden kaçabilseydin
Esaslı aşkım, diğer yanım
En büyük yalanım
Unuttum kalbi kuruttum
Oysa ardına bile bakmadın
Kaçtın sanki aldırmadın
Kabullendim, değişmezsin
Unutmak seni tek tesellim
[Nakarat X2]
Sevdiğim gibi kalabilseydin
Mesafeden kaçabilseydin
Esaslı aşkım, diğer yanım
En büyük yalanım
Unuttum kalbi kuruttum
Elçin Orçun - Bırakma Ellerimden Şarkı Sözü
Çok kez ağlattı beni
Ama çözüm değildi ki
Kırılmam sandın değil mi?
İyimser serseri
Düşlerde buluştuk
Sormadın halimi niye mi?
Aşkının esiri oldum serseri
[Nakarat X2]
Bırakma ellerimden
Yoksa düşeceğim
Kim olsa yerinde
Ben yine seni seveceğim
Kaçar diye mi?
Sıcaklığınla erittin içimi
Duyarsız olma kapındayım bak
Davet et içeri
Koştum sana doğru
Nedir şimdi bu çelişki
İnanmak istemezdim
Özür dilesem geçer mi?
[Nakarat X2]
Bırakma ellerimden
Yoksa düşeceğim
Kim olsa yerinde
Ben yine seni seveceğim
Elçin Orçun - Sar Şarkı Sözü
Kalbimi sakladım senin kalbine
Kimse karışmasın dokunmasın diye
Bir kere hissedeilir bir duygu bu
Al beni soru sormadan
Götür istediğin yere
[Nakarat X2]
Aşkımmm, sar beni
Tüm gücünle sar
Senden öncem yok
Günüm senle doğar
Hissediyorum seni
Çok istiyorum
Al ruhumu yanına
Öyle anlamı var
Bekledim bunca yıl, özleminle
Tüm şarkılarda, kitap aralarında
Bildiğim bütün masallarda
Kalbimi sakladım senin kalbine
Kimse karışmasın dokunmasın diye
Bir kere hissedeilir bir duygu bu
Al beni soru sormadan
Götür istediğin yere
[Nakarat X2]
Aşkımmm, sar beni
Tüm gücünle sar
Senden öncem yok
Günüm senle doğar
Hissediyorum seni
Çok istiyorum
Al ruhumu yanına
Öyle anlamı var
Elçin Orçun - Derdin Ne Şarkı Sözü
[Nakarat X2]
Derdin ne günlerdir
Bocalıyorum bir garip oluyorum
Yine kaçırdım aklımı senle
Unutamıyorum bir garip oluyorum
Boşversene bütün olanları
Koş gel demeyeceğim sana
Bu sefer o yüzden
İnanması zor ama bitti o günler
Şizofrene bağlayıp korkuyor dünden
Kalbim kırık bir cam gibi
Hava geçirip üşüyor bitap bir can
Kimi sadece görüntüde kibar mı kibar
Ama kadın ruhundan anlamaz
Git al bir kitap
[Nakarat X2]
Derdin ne günlerdir
Bocalıyorum bir garip oluyorum
Yine kaçırdım aklımı senle
Unutamıyorum bir garip oluyorum
Unutamıyorum yine aklım sende
Kaç kere yalan söyledin akıl verme
İhanetin umutlarıma taktı çelme
Ve giden geri gelmez bu nasıl gerçek
Gerçek senin olmayan yanın
Bunu yeni anladım
Kalbi zorlayan yanım şu ki
Es geçmek zorundayım
Fısıldayın ona bunu
Boşa yorulmasın
[Nakarat X2]
Derdin ne günlerdir
Bocalıyorum bir garip oluyorum
Yine kaçırdım aklımı senle
Unutamıyorum bir garip oluyorum
Elçin Orçun - Aşk Şarkı Sözü
Kolay kafese girmeyen
Vahşi bir hayvan
Aşk yüzümde binlerce yırtık
Derinden nişan
Zapt etmeye çalışmam
Yok diye kandıramam
Ruhumun diplerinde
Sessizce işleyen zaman
Sinsice geçer aklından
Korkulu bakışlarından
Sıkıntı bastı sıktı bahtı kötü olan
Kulundan akan yaşlardan
Merhem olur yaralarına
Aşk yüzümde binlerce hatıra
[Nakarat X2]
Aşk yüzümde hatıralar biriktirsin
Tüm mimikler sade ağlar keyifsizsin
Aşk yanımda dostum oldu
Anlattım derdimi sustu
Sen kanımda damla oldun
Kestim aktın zor bulundun
[Nakarat X2]
Hay hay hoş geldin
Vay vay söyle neler getirdin
Sinsice geçer aklından
Korkulu bakışlarından
Sıkıntı bastı sıktı bahtı kötü olan
Kulundan akan yaşlardan
Merhem olur yaralarına
Aşk yüzümde binlerce hatıra
[Nakarat X2]
Aşk yüzümde hatıralar biriktirsin
Tüm mimikler sade ağlar keyifsizsin
Aşk yanımda dostum oldu
Anlattım derdimi sustu
Sen kanımda damla oldun
Kestim aktın zor bulundun
Mehr Nichts: Alice by Judith Hermann
In his essay for the TLS, Tim Parks wonders what kind of literature will reach the international public after “what is now an industrialized translation process”. He points out that, while authors from English-speaking nations can include meticulous detail on every aspect of everyday life, to reach a global audience a writer from, say, Serbia, the Czech Republic or Holland “must come up with something impressive and unusual in terms of content and style. Five hundred pages of Franzen-like details about popular mores in Belgrade or Warsaw would not attract a large advance.” He cites the struggles of editors in various European countries to sell foreign rights for their authors. Worse, for readers less concerned with popular mores (such as the size of advances) than discovering novels exploring content and style, what Parks calls “direct, unmediated contact between a writer and reader” may not survive such translation because “the final product will be flattened and standardized”.
A case study may be Alice, a translation by Margot Bettauer Dembo of Judith Hermann’s 2009 German novel. It is published by The Clerkenwell Press, a new imprint of Profile Books, publishers of such mainstream favourites as Alan Bennett and Susan Hill. Hermann’s work is very popular in Germany, so cannot be accused of pandering to the foreign image of Germany. Her 1998 volume of short stories Sommerhaus, später sold a quarter of a million hardback copies in Germany and, according to The Independent, its translation revealed “a master storyteller”. When Alice was published in Germany, Katy Derbyshire reported that “the press are (sic) going absolutely wild” and Irish novelist Hugo Hamilton says “Alice has the breadth of an epic novel”. Might local appreciation indicate a writer of her time and place, and thereby allay Parks’ disquiet?
The answer is no, probably, but this has very little to do with the translation. Alice is an effortlessly readable sequence of five linked stories each named after a man who is dying or dead: Misha, Conrad, Richard, Malte and Raymond. The novel itself is named after the woman to whom they are related either by love or blood. In the first three chapters, Alice visits the men on their death beds. They are almost entirely silent and their deaths occur off screen, implied in the description of a hospital room being cleared or guessed interpretations from words in a foreign language. Instead, the narrative consists of descriptions of Alice’s thoughts, actions and polite interaction with the dying men’s relatives and carers. There is almost no backstory or passages of nostalgic reminiscence. A certain chill pervades:
The incommensurability of death then is the dominant theme and determines the style and content. Alice avails herself of the modern world, phoning for taxis, visiting cafés and state-of-the-art hospitals, yet these are the limits of reference. There is only one reference to literature, an unnamed SF novel being read by her husband. It is as if the loss of religious context has also emptied art and literature of consolation; the fate of art has followed the fate of theology. It has disappeared, more or less. However, while characters have bland, pan-European names and live in bland, pan-European cities, as if to emphasise the universality of the incommensurable, there’s only so much that can be drained from the particulars of place and time before it disappears into silence. As well as evoking obscure pathos, such motifs and metaphors inevitably invoke a tradition.
For example, in an otherwise insignificant moment, an unidentified, “multi-legged” insect drowns in Alice’s latte macchiato. The readerly impulse here is to recognise a possible allusion to Kafka’s Gregor Samsa, and thereby to appreciate the implications of this absurd event. We may ask: is German literature drowning in consumer culture? Instead, or in addition, we ought to admit the tension this moment generates, when literature tries to exhaust literature by means of literature. Rather than having been flattened and standardised by translation, Alice is flattened and standardised in its quest for an impossible loss of meaning. The plaintive death of the insect is a small manifestation. In his review of Hermann’s first book of stories, Zulfikar Abbany says the word “Nichtssagend”, meaning empty or meaningless, “describes a host of young German literary lights who, aside from a smattering of cute observations, have nothing to say”. The leading light of Nichtssagend, he says, is Judith Hermann. The problem for them and their admirers is that the cute observations say more than they may wish.
In Hermann’s case, North American minimalist realism is the clearest influence; Alice’s husband is called Raymond. Perhaps this indicates the loss of tradition in German fiction concurrent with multinational cultural homogeny; the odd translation decision suggests as much: American English such as “liquor bottles” and “fat bugs” appear alongside “centre”. Yet no matter how much the stories appeal to an international audience, the contradictions within Nichtssagend are distinctly European. It was Kafka, after all, who said the true artist is someone who has nothing to say. In October 1921, Kafka wrote about the essence of Moses’ wandering in the wilderness and death before he can enter the promised land.
The fourth story is unique among the five in that Malte, Alice’s uncle, is already long dead and Alice never knew him. He killed himself decades ago and she seeks out Frederick, Malte’s lover, to learn more about his death. He gives Alice the letters he received from Malte, which, however, she does not read before the chapter ends: "It didn't matter what was in them - it wouldn't change anything. But it would add something - one more ring around an unknowable permanent centre." The reader is both disappointed and relieved. The centre is his death and, while an addition may be welcome, it is merely a surplus of strength. This is confirmed in a nice, metafictional moment when Frederick, who has no contact with Malte's family since his death, asks after Malte’s mother, who happens to share the protagonist’s name: "Alice has been dead a long time, Alice said."
On reaching the final page of Alice, the reader appreciates why it has to end without epiphany, unless that epiphany is its own absence, an appreciation that neither diminishes nor improves upon re-reading. Alice is dead. It is a prime example of what Life Unfurnished calls the Emperor’s New Clothes of contemporary literature: "writing in a manner to give the appearance alone of literature", and wishes someone would cry: "But they aren't writing anything at all!" (To which we may respond: if only!)
Reading Alice we can only wonder if this is a failing of living writers or a necessary characteristic of literature itself to which they are admirably faithful. Perhaps the failing is that writers do not strive more determinedly for Mehr Nicht (rather than Mehr Licht). What does it mean to acknowledge the limits of writing? After his own wandering in the wilderness, Kafka concluded, “Moses fails to enter Canaan not because his life is too short but because it is a human life."
A case study may be Alice, a translation by Margot Bettauer Dembo of Judith Hermann’s 2009 German novel. It is published by The Clerkenwell Press, a new imprint of Profile Books, publishers of such mainstream favourites as Alan Bennett and Susan Hill. Hermann’s work is very popular in Germany, so cannot be accused of pandering to the foreign image of Germany. Her 1998 volume of short stories Sommerhaus, später sold a quarter of a million hardback copies in Germany and, according to The Independent, its translation revealed “a master storyteller”. When Alice was published in Germany, Katy Derbyshire reported that “the press are (sic) going absolutely wild” and Irish novelist Hugo Hamilton says “Alice has the breadth of an epic novel”. Might local appreciation indicate a writer of her time and place, and thereby allay Parks’ disquiet?
The answer is no, probably, but this has very little to do with the translation. Alice is an effortlessly readable sequence of five linked stories each named after a man who is dying or dead: Misha, Conrad, Richard, Malte and Raymond. The novel itself is named after the woman to whom they are related either by love or blood. In the first three chapters, Alice visits the men on their death beds. They are almost entirely silent and their deaths occur off screen, implied in the description of a hospital room being cleared or guessed interpretations from words in a foreign language. Instead, the narrative consists of descriptions of Alice’s thoughts, actions and polite interaction with the dying men’s relatives and carers. There is almost no backstory or passages of nostalgic reminiscence. A certain chill pervades:
That morning Alice sat at Misha’s bedside until noon. First on one side of the bed, then on the other. The room was utilitarian, fitted cupboards, a sink, the door to the toilet, a bare area of painted linoleum where a second bed had stood in which another patient had been lying. Some days ago the nurses had pushed him elsewhere, without giving any reasons. To some other place.The abrupt division of the final sentence, which we must assume is a feature of the German original, mimics the pauses in speech; an aural semi-colon adding a peculiar stress to the banality of the information it contains. It stands for Alice's experience in general.
Sitting on the left-hand side of the bed, she’d be next to the IV drip stand for the morphine, but leaning back against the wall unit, she could look out of the window and see the hills when she could no longer bear to look at Misha. To look at his face. Misha slept with his eyes open. The entire time. Like a plant, he had turned to the light, towards the grey but bright day.The technique is soon dropped, yet the motifs hinted at here continue and begin to dominate the content: light on walls, distance – physical and psychological – water for drinking and swimming in, and insects. Alice describes how, in her final days with Misha, a spider built a web between their two beer bottles which they had to destroy in order to share a drink. Later, questions about a dead relative are described as threads of spider webs broken as soon as one seeks an answer. Back in the present, Alice moves close to the hospital and notes that she can see his room from her window: "Misha's there. And we're here". In the second story, she lies in Conrad’s empty bed and watches a spot of light on the wall, realising Conrad would have seen it too. In the next story, there is more light on another bedroom wall and then later, as Alice travels to Richard’s Berlin home, she thinks: "In a room in that apartment in this house on this street, a man I know is dying. Everyone else is doing something else." So, rather than Franzen-like details about popular mores in Germany, we have stories drained of the usual personal histories and emotional struggles and instead the distance felt between one living on and another on the brink of a grave. The reader lives with Alice on the surface of the narrated moment like the pond skater, unsure if it is over a millennia-old ocean floor or a transient puddle.
The incommensurability of death then is the dominant theme and determines the style and content. Alice avails herself of the modern world, phoning for taxis, visiting cafés and state-of-the-art hospitals, yet these are the limits of reference. There is only one reference to literature, an unnamed SF novel being read by her husband. It is as if the loss of religious context has also emptied art and literature of consolation; the fate of art has followed the fate of theology. It has disappeared, more or less. However, while characters have bland, pan-European names and live in bland, pan-European cities, as if to emphasise the universality of the incommensurable, there’s only so much that can be drained from the particulars of place and time before it disappears into silence. As well as evoking obscure pathos, such motifs and metaphors inevitably invoke a tradition.
For example, in an otherwise insignificant moment, an unidentified, “multi-legged” insect drowns in Alice’s latte macchiato. The readerly impulse here is to recognise a possible allusion to Kafka’s Gregor Samsa, and thereby to appreciate the implications of this absurd event. We may ask: is German literature drowning in consumer culture? Instead, or in addition, we ought to admit the tension this moment generates, when literature tries to exhaust literature by means of literature. Rather than having been flattened and standardised by translation, Alice is flattened and standardised in its quest for an impossible loss of meaning. The plaintive death of the insect is a small manifestation. In his review of Hermann’s first book of stories, Zulfikar Abbany says the word “Nichtssagend”, meaning empty or meaningless, “describes a host of young German literary lights who, aside from a smattering of cute observations, have nothing to say”. The leading light of Nichtssagend, he says, is Judith Hermann. The problem for them and their admirers is that the cute observations say more than they may wish.
In Hermann’s case, North American minimalist realism is the clearest influence; Alice’s husband is called Raymond. Perhaps this indicates the loss of tradition in German fiction concurrent with multinational cultural homogeny; the odd translation decision suggests as much: American English such as “liquor bottles” and “fat bugs” appear alongside “centre”. Yet no matter how much the stories appeal to an international audience, the contradictions within Nichtssagend are distinctly European. It was Kafka, after all, who said the true artist is someone who has nothing to say. In October 1921, Kafka wrote about the essence of Moses’ wandering in the wilderness and death before he can enter the promised land.
It is incredible that he should see the land only when on the verge of death. This dying vision of it can only be intended to illustrate how incomplete a moment is human life, incomplete because a life like this could last forever and still be nothing but a moment.Alice’s reticence about the past and preoccupation with the distance between herself and the dying men is a fascination with this moment.
The fourth story is unique among the five in that Malte, Alice’s uncle, is already long dead and Alice never knew him. He killed himself decades ago and she seeks out Frederick, Malte’s lover, to learn more about his death. He gives Alice the letters he received from Malte, which, however, she does not read before the chapter ends: "It didn't matter what was in them - it wouldn't change anything. But it would add something - one more ring around an unknowable permanent centre." The reader is both disappointed and relieved. The centre is his death and, while an addition may be welcome, it is merely a surplus of strength. This is confirmed in a nice, metafictional moment when Frederick, who has no contact with Malte's family since his death, asks after Malte’s mother, who happens to share the protagonist’s name: "Alice has been dead a long time, Alice said."
On reaching the final page of Alice, the reader appreciates why it has to end without epiphany, unless that epiphany is its own absence, an appreciation that neither diminishes nor improves upon re-reading. Alice is dead. It is a prime example of what Life Unfurnished calls the Emperor’s New Clothes of contemporary literature: "writing in a manner to give the appearance alone of literature", and wishes someone would cry: "But they aren't writing anything at all!" (To which we may respond: if only!)
Reading Alice we can only wonder if this is a failing of living writers or a necessary characteristic of literature itself to which they are admirably faithful. Perhaps the failing is that writers do not strive more determinedly for Mehr Nicht (rather than Mehr Licht). What does it mean to acknowledge the limits of writing? After his own wandering in the wilderness, Kafka concluded, “Moses fails to enter Canaan not because his life is too short but because it is a human life."
Bugün ben tembelim...
Bugün ben tembellik yapıcam.Bugün'ü tembellik günü ilan ediyorum.Bugün ayaklarımı hava dikicem.Hiç birşey yapmıycam.Yemek pişirmiycam.Hatta kocaman bir pizza söyliycam.Evi toplamıycam.Hatta yatakları bile öyle dağınık bırakıcam.Klimayı açıp televizyonun karşısında zap yapıcam.Canım isterse duşa giricam.Tırnaklarıma kırmızı oje sürücem.Bilgisayarda oyun oyniycam.Ben bugün tembellik yapıcam.
Bugün Tembellik günü olsun.Haydi siz de katılın kızlar !!!
20 Temmuz 2011 Çarşamba
İyi ki doğdun küçücüğüm!!!
Bugün benim küçücüğümün, Berkemin doğum günü.Beş sene önce hamile olduğumu öğrendiğimde,bu sefer kesin kızdır dedim.Buna o kadar emindim ki doktorlar erkek dediğinde inanmamıştım.Son güne kadar senin hep kız olmanı istedim.Doğuma bile giderken inşallah hata yapmışlardır (böyle vakalar yok değil) diye ameliyata girdim.Uyandığımda seninle karşılaştım.Siyah kocaman gözlerini açmış,meme arıyordun vee işte o an aşkımız başladı.Seni koynuma aldığımda tüm kız hefesim kayboldu.Sen benim bebeğimdin ,sağlıklıydın ve bu bir anne için en önemli olan şey.
Seni çok seviyorum bitanem .Yeni yaşın kutlu olsun.Hep böyle mutlu ve sağlıklı ol.Bu sene okula başlıycaksın,umarım abin gibi iyi bir öğrenci olursun.İyi ki benim oğlumsun,küçücük tatlı erkeğim,anne seni çoooooooooook seviyor !!!
19 Temmuz 2011 Salı
Piri Reis Haritası: Çanakkale Boğazı
Piri Reis Haritalarında Çanakkale Boğazı. Çanakkale Deniz Müzesi.
Bozcaada: Yardım Limanı; Anadolu: Yenişehir Sırtı, Karye-i Kirte, (Kirte Köyü), Kal'a-yı Sultanhisar, (Kumkale Kalesi), Çeşme, Sultaniye, (Çimenlik Kalesi), Kepez, Nara Burnu; Rumeli: Kal'a-yı Seddülbahr, Kal'a-yı Kilidülbahr, Kal'a-yı Maydos, Kilya Limanı.
Türk-Osmanlı denizci ve kartografı Pîrî Reis, Ahmet ibn-i el-Hac Mehmet El Karamani Muhyiddin Pîrî Bey, Amerika'yı gösteren Dünya haritaları ve Kitab-ı Bahriye adlı denizcilik kitabıyla tanınmıştır.
Pîrî denizciliğe amcası Kemal Reis'in yanında başladı. 1487-1493 yılları arasında Akdeniz'de korsanlık yaptılar. Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına yapılan akınlara katıldılar. 1486'da Endülüs'te Müslümanların hakimiyetindeki son şehir olan Gırnata'da katliama uğrayan Müslümanlar Osmanlı Devleti'nden yardım isteyince o yıllarda deniz aşırı sefere çıkacak donanması bulunmayan Osmanlı Devleti, Kemal Reis'i Osmanlı Bayrağı altında İspanya'ya gönderdi. Bu sefere katılan Pîrî Reis, amcası ile birlikte müslümanları İspanya'dan Kuzey Afrika'ya taşıdı.
Venedik üzerine sefer hazırlığına girişen II. Beyazid'in Akdeniz'de korsanlık yapan denizcileri Osmanlı donanmasına katılmaya çağırması üzerine 1494'te amcası ile birlikte İstanbul'da padişahın huzuruna çıktılar ve donanmanın resmi hizmetine girdiler.
Pîrî Reis, Osmanlı Donanmasının Venedik Donanmasına karşı sağlamaya çalıştığı deniz kontrolü mücadelesinde gemi komutanı olarak yer aldı, böylece ilk kez savaş kaptanı oldu. Yaptığı başarılı savaşların sonucunda Venedikliler barış istediler ve iki devlet arasında bir barış anlaşması yapıldı. Pîrî Reis, 1495-1510 yıllarında İnebahtı, Moton, Koron, Navarin, Midilli, Rodos gibi deniz seferlerinde görev aldı. Akdeniz'de yaptığı seyirler sırasında gördüğü yerleri ve yaşadığı olayları, daha sonra Kitab-ı Bahriye adıyla dünya denizciliğinin de ilk kılavuz kitabı olma özelliğini taşıyacak olan kitabının taslağı olarak kaydetti.
Oruç Reis'in Öyküsü: Gazavat-ı Hayrettin Paşa...
18 Temmuz 2011 Pazartesi
Sansar Salvo & Rapozof - Ayak Yapma Şarkı Sözü
Sansar Salvo Tüm Şarkı Sözleri
[Sansar Salvo]
Cengaverlerim üstüne yürür
Ayakların hayata küstü mü gülüm
Bırak bunu bir gözüne baktı mı ölüm
Kötü günüm içindeki pisliği görür
Listeden inip de ismini görüp
Kalem yapar gelip temizliği dönüp
Ezik bir tip gelip de işini görür
Kesik bir tek bilekle kendini öldürecektin
Kasabaya geldin zeki çalışkan ve başarılı girdin ama değildin
İyi bildin herkes yüksek promilli
%500 kompleksli MC
Sansar Salvo, bir bak wack hepsi
Afedersin, siktir çeksin
Dinlerken tebessüm edersin
[Sansar Salvo - Nakarat]
Bize bakmış kem gözler la la la la
Ama herkes bizi izler ayak yapma
Seni zorlar sert sözler la la la la
Pişik etmiş kaprisler ayak yapma
[Rapozof - Nakarat]
Bizi ölmüş gibi göster la la la la
Ama herkes bizi ister ayak yapma
Bizi bozmaz tacizler la la la la
İşiniz yok artistler ayak yapma
[Rapozof]
Bize de gülüyor şans ama niye kıçıyla?
Rapo ve Sansar size gülüyor kıçıyla
Çatlar onlar canlar yanar
Aman tanrım patlıyor tabancalar
Tabutun kaputu yok artistlik yok
Burası New York değil İstanbul hop
Kopmaya neden çok wack çok
Photoshop güzel ama albümün bok
Bizler yüksek desibelli
Bi de gerek sükse o bize yeterli
Kalemim vantuz deliğinden çeker
Ben temiz gömlek rap yakamdaki leke
Yara alır kimisi çelimsiz ve genç ise
Yapacak bir şey yok zarların pencüse
Afedersin, siktir çeksin
Dinlerken tebessüm edersin
[Sansar Salvo - Nakarat]
Bize bakmış kem gözler la la la la
Ama herkes bizi izler ayak yapma
Seni zorlar sert sözler la la la la
Pişik etmiş kaprisler ayak yapma
[Rapozof - Nakarat]
Bizi ölmüş gibi göster la la la la
Ama herkes bizi ister ayak yapma
Bizi bozmaz tacizler la la la la
İşiniz yok artistler ayak yapma
Sansar Salvo Tüm Şarkı Sözleri
Da Poet & Karaçalı - Satalayt Katana Şarkı Sözü
[Karaçalı]
Aight sıkı tayt haa, styla'n night life
Sattalayt bağlat sırtarma Spock kalk
Beri bak, day light, Kid Cudi baylar
Mühür yemiş geçen ki gittiğiniz gay bar
High definition gözlüğüne bye de (bye)
Açtı fashion emanki passion vay be
United Nation'ına derin bir darbe (darp)
Ben heavy machine gun derim erinme kalk be (kalk)
Glock’la ola tatmin, tetikçi fetişist
Pinokyon feministse, tutup getirir cannabis
Vietkong pet şişe çetesi
Ceneviz egzotik teröristlerin reçinesi Venedik
Seçim senin (halt) çıkagelir Holocoust
Geçinemeyiz, al beynine molotof
Modifiye Renault 9 alır veresiye
Toki diker gecekondu yıkar onu belediye
KCN, DP kaçırır senkronu
Pipiynen sinek vuran Stockholm Sendromu
Cipiynen aynı fiyat greyfurt ses tonum
Tipiynen Krakowlu, bırak onu, jest olum
[Da Poet]
Çatapatla satalayt çevir uzaktan
Yazacak iki satırdan başka bir şey yok zulamda
Kum ve adam
Simya peşinde riyadan
Giyotin ve kafan
Gelince Poet kumandan
Üstü dantel örtülü prosesörler ürünüsün
Delikanlı mutant
Yürüyorsun ama gömülüsün
Sağında zulüm solunda ölümü gör
Birlik olayım derken
Neden hücrelere bölüyorsun
Text'im teklemez teper teknikler
Yaparken boğazdan geçer haram gemicikler
İpotekli gönül bahçende pinekle
Hedeften sapanlar için sapanımda kafiye
Organize olunca 10 kaplan falcon'um
Rap balkonundan düş kır tamponu
Yok olmaya mahkumsun boşa sür faytonu
Kaybol KC, DP suratında kramponum
Pit10 - Çek Kılıcı 2011 Şarkı Sözü
[Nakarat]
Gelmedi mi zaman?
Hadi geç sınırı!
Kim daha yaman?
Hadi çek kılıcı!
Para güç demek, uçuruma paraşüt
İtibar denen senin efendin bana süs
Yok yerin (yok yok) buna denir kara büyü
Bilim adamıydım sen kullanırken abaküs
Saygı zorla alınır kim bilirdi görgü
Ben geldim odun karaktere dimdik indi törpü
Fazla yüksekten uçan binbir tipi gördüm
Bomba gibi patlayacaktın ama kibrit gibi söndün
Almak için son bi’ nefes iste
Batıp güneş kaplanınca bu tepe sisle
Burada nasıl konuştuğuna ve nerede yürüdüğüne
Dikkat etmeyenler çiziliyor tebeşirle
Her pastada var payım kul hakkını bölün
Bana yaklaşan tüm adımları tuzak gibi görüp
Önlemimi aldım yani bunlar bizim çözüm
Şu an kalp atışından daha uzak değil ölüm
[Nakarat]
Gelmedi mi zaman?
Hadi geç sınırı!
Kim daha yaman?
Hadi çek kılıcı!
Her gün mücadele yakar atar içi
Makaraya mola dedim hak aramak için
Pırlanta dolu bir kasa kadar işim
Yeni silahşöre infaz kasabada bizim
Eğer varsa kozunuz masalara dizin
Oyunumuzun kuralları yasak ama bizim
Tek saygım kendime, yasalara değil
Alırım bölgeni bedenlere basa basa girip
Kaderim olamaz yenilgi tarzım bu değil
Sana gelirler dört yandan ansız rutin
Savunmanı yap buna mantık bulayım
Ama hakkın yok olmak kansız bu bitch
Köprüyü geçtim, dayıya ayı derim
Güneşi bana getirmek için ayı devir
Yürür bi mermiden daha hızlı kariyerim
Çünkü tatlım hiphop ringinde Rocky benim
[Nakarat]
Gelmedi mi zaman?
Hadi geç sınırı!
Kim daha yaman?
Hadi çek kılıcı!
Patron & Saian - İki Usta Şarkı Sözü
[Patron]
Kadıköy! Mersin! Yeah!
Hiphoplife com.tr!
Dinlemezsen ip atla boş beste
Boss yine pimp, beat DP, her yer polis like NYPD
Kim P. Diddy, sen git geri
Saian'la rock it! Kim bize rakip
Küfretme sakın! Burası Kadıköy nigga!
Ve Mersin merkez değil köy, nigga
PMC hadi kapış bakayım
Kimin pipisi büyük git papi g fantazi (yeah)
Rapini flow sanıp tepin
Agresif oyun ise her yer benim evim, sen sus
Boss yine prof. artık sihirbazım poff!
Nigga delikanlı ol!
Anlamdan kes gör, flow sanki blowjob
Punch sanki krom kaplı (get high!)
[Nakarat]
Sana iki kurşun var
İki kardeşiz ama tek ruhta
İki verse boyunca hiç susma
Alayına underground iki usta
[Saian]
Hiphoplife
Burası kadıköy tight!
Bakın! Bırakıp yana kay
Saian seni kana banıp alabalık gibi
Kalabalık bizimkiler soyar salatalık gibi
D.O.G.G. değil double S
Kelebek etkisinden çık
Biz de böyle gördük kralına rest
Net miğferin rapi infrared led
La get! Titretir ses telini nakit
Patron Rocky sen kim bi dakika bakayım
Nası yani Sai seri katil gibi sakin
Lakin maki-nam otomatik machine gun
Negatif düşünce miğferim
Keder ve gamdan
Maganda! Seni sallarım aganda
Arkandan gelir ayılıp bir bakarsın ki Uganda
Burası Mersin hop! Rap değil cop!
Hep hip-hop! Sırra kadem bas benim boss
Hadi gittim ben çaooov
[Nakarat]
Sana iki kurşun var
İki kardeşiz ama tek ruhta
İki verse boyunca hiç susma
Alayına underground iki usta
Mozole Mirach - Zor Deme Bana Şarkı Sözü
Mozole Mirach Tüm Şarkı Sözleri
Sus! Biraz da sessiz ola bu dünya
Farkındayım sensin dönmez bu dünya
İki cihandan ayrı yerdeyim Araf'ta
Bilmiyorum bu nefs hangi tarafta?
Uyuya kalmışım bir ağacın altında ve ben
Hissediyorum esiyor hafiften bir meltem
Gördüğüm rüyalar görünüyor ki süslü
Özentim ne aciz o ki bana küstü
Uyanmak istiyorum uyanamıyorum uykumdan
Korkum yok gölgemden kaçamayan hasımdan
Zoraki değildir kibir pekala keyfidir
Vahyetti vakti zaman Aleyhiselam Cebrail
Neyse ben devam ederken bu tatlı uykuma
Bir 23 yıl sığmış ufak tefek bir rüyaya
Bu aralar biraz karıştı ne alaki anlasam
Şöyle etrafa bakıyorum bu sözümü nereye bağlasam?
[Nakarat]
Zor deme bana
Zorları yıka kıra koşar adım amaca
Bak biraz bana
Gözlerim kırışık başım değil yaşımda
Gözlerimi araladım başımda birisi dikiliyor
Meltem yeli sesini minik kuzularınki örtüyor
Dedi ki Sus rüyadasın fakat şuanda değil
Benden uyarı ayık dünya rüyan kadar serin değil
Cevaben “Kimsin?” dedim nerden nereye gidersin?
Söylediklerinden bir anlam çıkarmamı mı beklersin?
Yanıtladı “Bir çobanım ben bu sürüdür tek davam”
Dedim ki “Sırrın artsın vesselatü vesselam”
Gözüme güneş vurdu yaprakların arasından
Gözlerim kapandı göremedim bir an bu durumdan
Bir baktım ne kuzu var ne de etrafta bir çoban
Boynumda bir ağırlık sezdim bu ki demirden bir çan
Meltem yeli geri geldi hafif eser haline
Uyku sertçe kapımı çaldı zorla girdi haneme
Rüya devam etti sanki bu kez biraz farklıydı
O süslülük o şaşaa yerini yalına bıraktı
[Nakarat]
Zor deme bana
Zorları yıka kıra koşar adım amaca
Bak biraz bana
Gözlerim kırışık başım değil yaşımda
Mozole Mirach Tüm Şarkı Sözleri
Emre Baransel - Bilmece Şarkı Sözü
Emre Baransel'in Tüm Şarkı Sözleri
[Nakarat]
Ve büyürken bilmecenin gizemi
Tam çözdüm derken döndürür geri
Yine en başa başladığın noktaya
Kafam çok karışık anla
[Nakarat]
Ve büyürken bilmecenin gizemi
Tam çözdüm derken dönersin geri
Yine ilk soruya başladığın noktaya
Ama pes etmeyeceğim asla
Akıllı olmak ya da uyumlu olmak
Onun umurunda değildi kazanmak anlamsızdı
Onun soruları vardı çölde su bekler gibi
Cevap bekleyen o bu dünyaya
Bir türlü alışamadı ah!
Gözleri parlıyordu her cevap kırıntısında
Yüreği kanıyordu pamuk kadının elvedasında
Oysa aslında, aslında
Aslında gitmemişti, öğütleri hala
Kulağımda yüzük gibi parmağımda amma
Duyarım her kanat çırpışının sesini
Vücuda saplanan kılıcı bile bile
Biraz daha ileri iter gibi
Çıkarıp atamazsın da çünkü bilirsin
O zaman kan kaybından öleceğini
Oysa her daim seni izleyecekti
[Nakarat]
Ve büyürken bilmecenin gizemi
Tam çözdüm derken döndürür geri
Yine en başa başladığın noktaya
Kafam çok karışık anla
[Nakarat]
Ve büyürken bilmecenin gizemi
Tam çözdüm derken dönersin geri
Yine ilk soruya başladığın noktaya
Ama pes etmeyeceğim asla
Bunun olmasını çok kişi istiyor
Ve olmaması için çok kişi direniyor
Ne kadar zor olduğu kimde değil çözmem lazım
Ve boşa konuşmamalı ağzım
Söyle kim aynalarla barışık, inan aklım
Şu an eski Akmar Pasajı'ndan daha karışık
Bana söz verme güven ver
Çünkü kelimeler bilirsin uçup gider
Senfonime kulak verir rüzgar ve kar
Yalnızlığımın kokusunu alır aç kurtlar
Şarkılar hislerinden kaçmanı mı sağlar
Yoksa bir hortuma dönüşüp içine mi çeker ağır ağır
Çıkışı bulamadım, döndüm dolaştım
Yanında buldum kendimi pamuk kadının
N’olur anlat pamuk kadın
Dedi ki cevap kendi içinde pamuk kadın
[Nakarat]
Ve büyürken bilmecenin gizemi
Tam çözdüm derken döndürür geri
Yine en başa başladığın noktaya
Kafam çok karışık anla
[Nakarat]
Ve büyürken bilmecenin gizemi
Tam çözdüm derken dönersin geri
Yine ilk soruya başladığın noktaya
Ama pes etmeyeceğim asla
Sahtiyan - Sıkıntı Var Şarkı Sözü
[Nakarat X2]
Sıkıntı var lakin nakit değildi mal
Sende sevgi eksik, anlamadın gitti sal
Adanda kaldın da yanında yoktu da
Öyle midir?
Sıkıntın çok hacı, etrafın kolpaçı
Uzatsınlar tak tacı kötü günde vah vahçı bol
Hepsi çıplak seninle birlikte o kadar leş ki
Onca sözle yine birlikte çektim gülümse
Berki gazla, Berke fazla
Hiç çıkmayacak projen yavaş bas pedala
Herşeye hazırım saat 7:00 iştima da
Hani nerede sen yoksun o yolda yiyeceğin çok
Sıkıntım yok hacı hahahaha
Nakit akışı stabil, akmamadan iyidir
Akbabadan iyice, iç güveysinden hallice
Takılmam onlar gibi
Ben albüm yapmayacağım, kafama takmayacağım
Dostumu satmayacağım neler öğrendim
Çok büyük adamlar dolu Türk rap sahnesi bol sahtesi her haldesi
Herhalde her şeyin bir şeyi var baby
[Nakarat X2]
Sıkıntı var lakin nakit değildi mal
Sende sevgi eksik, anlamadın gitti sal
Adanda kaldın da yanında yoktu da
Öyle midir?
Dürüst olmak gerekirse değil, gerekir,
Seni sen yarışmadan, yarışmadan eletir
Arkamdan konuşan bunca adamı yürüttüm Fatih gibi karadan
Emin ol her kararın ardı rakkam
Beni sen umursamazsan
Bilirsin ben seni hiç umursamam
Ve yine bilirsin kralını tanımam
Hepsi çalar ben telif almam
Hepimiz zar adam ama ben odanı daraltan güneşi karartan
Hayvanat bahçesi Türk rap sahnesi, neden?
Liriklerle topunu dürterken uzaktan yemiş atarken
Ben suda yürürken ve dikerken seddi 14. Lui gibi baby
Hacı bilirsin sen ben hep onu söylerim
Kimseyi kandırmadan bu lirikte devrim
Sana demiştim her şeyin bir devri
Her şeyin bir şeyi var işte hahahaha
[Nakarat X2]
Sıkıntı var lakin nakit değildi mal
Sende sevgi eksik, anlamadın gitti sal
Adanda kaldın da yanında yoktu da
Öyle midir?
Alaturka Mavzer - Bir Kaçı Kaçık Şarkı Sözü
Alaturka Mavzer Tüm Şarkı Sözleri
[Selo]
Garip ciğeri melekler korur şehrimi
Trip düşer meşgul eder tüm beynimi
Esir alır dört duvar arasına
El versem kol kapar cani makarasına
Canı cansız bırakır ecel eller
Kan alıp kansız bırakır gelenekler
Feleği ince kıyım kum tanesi
Günah melekle gelse geçemez oradan mizah
Mizahıdır hayatın tozudur pisliği
Silahıdır kabadayının dost titizliği
Güvensizlikten ipliğini sağlam tutar
Arkada gözü var düşmanına bakar
Adam deli mi akıllı mı belli değil
Keşfettiğim tüm doğrular yalanmış eğri
Çok meğilli dik yokuş aşağı iner
Gereksiz artistlik yok oluşu simgeler
[Nakarat]
Bir kaçı kaçık kapılarım açık
Bin acı kader savaşırım artık
Binlerce düşman dizilse de karşımıza
Yine de yetmez bitch olur hepsine yazık
[Hemsta]
Ver respect gel test et Hemsta beste
Kadıköy Acil rape destek
Suspect düşüncene düşer hemen kasvet
Mavzer bu moruk iyi dinle ve de hazmet
Bilemedim pek kim haklı kime ne denk
Yapılan yanına kalmaz yakana yapışır hep
Atılır fake kalır tek takılır track
Klanım sağlam ama geri kalanı wack
Arar oldu hepsi umut Acun’dan azcık
Çekerek sancı ölecek acından yazık
Biz dikdik lan sizin için rape kazık
Hey bizdik lan bildiğin pisliğe batıp
Doğabilen tekrardan etrafın
Çevrili efkarla dört bir yandan
Bitince her şey anlayacaksın
Geç değil sonra diyeceksin ki
Ben ne yaptım vay anam
[Nakarat]
Bir kaçı kaçık kapılarım açık
Bin acı kader savaşırım artık
Binlerce düşman dizilse de karşımıza
Yine de yetmez bitch olur hepsine yazık
Öylemidir?
Alaturka Mavzer Tüm Şarkı Sözleri
Nomad - Patla Şarkı Sözü
Bizim partinin tamamı genç kolu
Havadadır iki eli belli olmaz sağı solu
Yasak yok peace müzik bizim ilacımız
Hedefe ulaşırken son model aracımız hiphop
Hastasıyız taze kadının
Mis gibi kokusuyla çıtır piliç tadının
Zevki pahalı bizimkisi havalı
Dişi deyip küçümseme alır yere façanı
Göster kendini yakala ritmi
Konuştur vücut dilini duyulsun ismin
Düşlerinse hedefin boş durma şimdi
Tuvali kasnağa ger ve çiz o resmi
Yüksek desibele müsade edeceğiz
Eğlencenin hakkını fazlasıyla vereceğiz
Bol bol para basıp birlikte yiyeceğiz
Kapıdan kovsalar bacadan gireceğiz
[Nakarat]
Patla dök içini bir şey kalmasın
Patla kimse bu gece uyumasın
Patla çek pimi geç olmasın
Rahatla biz varız iktidarda
Değiştirmek istemez misin benimle sistemi
Üstelik bir yol var hem de estetik
Felsefik değil basit egzotik
Al gel oy ver bize getir istek listeni
Zamanla yeni düzeni kuralım hep beraber ileri
Misyonumuz eğlence
Sanat bilim içerir ve vekillerim halkın içindedir beyim
Bulamazsan kürsüde beni sahnenin içindeyim
Baskıyla susturuldu toplum
Şiddet kültürüyle büyütüldü bir çok tohum
Yayı ger oku at yıkılsın bu barikat
Hakikat yüzüne tokat önce biraz acı tat
Sonra patlat
Yaslan arkana sen rahat ol
Özgürlük uğruna bul bir yol
Bu partide her türlü malzeme bol
Partimizin alt yapısı karizması
[Nakarat]
Patla dök içini bir şey kalmasın
Patla kimse bu gece uyumasın
Patla çek pimi geç olmasın
Rahatla biz varız iktidarda
14 Temmuz 2011 Perşembe
KANDİLİNİZ MUBAREK OLSUN
Bu hayırlı gece’nin,
Hepimizin günahları için bir bagıslanma,
Gönüllerimiz için huzur,
Hastalarımız için sifa,
Dertlilerimiz için deva,
Borçlularımız için eda olmasını dilerim.
Meleklerin avuçlarımıza bırakacakları rahmet damlalarının bilincinde olabilmek ümidiyle, Kalbiniz Nurla Dolsun Ibadetleriniz ve Dualarınız kabul Olsun....:::: BERAT Kandiliniz Mübarek
EKŞİLİ NOHUTLU KABAK
5 Adet kabak
1 adet kuru soğan
1 çay bardağı zeytinyağ
2 adet domates
4-5 diş sarımsak
1 tatlı kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı biber salçası
1 yemek kaşığı nar ekşisi veya 1 adet limon suyu
1 su bardağ haşlanmış nohut
1 su bardağı su
Tuz, pulbiber, Kurunane
YAPILIŞI
Tencereye zeytin yağ konulur, yemeklik doğradığımız Soğan , ilave edilir kabaklar yarım ay şeklinde doğranıp soğanların üzerlerine yerleştirilir, domateslerin kabuklarını soyup kabakların üzerlerine dizilir, haşlanmış nohut, tuz, pulbiber, şeker, sarımsak ve sulandırdığımız biber salçasıda ilave edilir en kısık ateşte kabaklar yumuşayana kadar pişirilir. .İsteğe göre 1 yemek kaşı nar ekşisi veya 1 limon suyu eklenerek ateşen alınır, soğuyunca üzerine kuru nane serperek servis yapılır.
11 Temmuz 2011 Pazartesi
LİNÇ KÜLTÜRÜ ve KİTLE PSİKOLOJİSİ
Beni tanıyanlar bilir, ben koyu bir Galatasaray taraftarıyım.
Ali Sami Yen stadyumu beni, ben Ali Sami Yen Stadyumunu iyi bilirim.
1999 yılında Ümit Davala, Milan’a o penaltı golünü attığında sevinçten tribünde iki sıra öne uçmuş biriyim.
Galatasaray Arsenal’i yenip UEFA kupasını alırken, dünyanın diğer ucunda maçı Endonezyalılarla birlikte izlemiş ve maçın ertesi günü hematoloji konusundaki bilimsel oturumlara Galatasaray forması ile katılmış bir Galatasaray sevdalısıyım.
Ben; düne kadar ezeli rakip Fenerbahçe kaybettikçe asabı bozulan Başkan Aziz Yıldırım’ı mutsuz ve gergin hali ile şeref tribününde otururken seyretmekten zevk alan, Fenerbahçe kaybettiğinde sinsice sevinen bir futbolseverdim.
Ama geçtiğimiz günlerde bir günlük gazetede Fenerbahçe Başkanının emniyette çekilen o önden ve yandan profil resimleri yayınlandığında beynimden vurulmuşa döndüm.
Nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz? Bu nasıl bir “linç” kültürüdür?
Bana göre herkesin hâkimliğe soyunduğu, kendi kendine hüküm verip infaz ettiği bir galeyan halinin çok ötesinde bir şeyleri anlatıyordu o fotoğraf.
Daha düne kadar Aziz Yıldırım hakkında olumsuz tek bir cümle yazmaya korkan medya bu değil miydi?
Önemli siyasi davalarda hukukun işine karışmamak için susan medya bu değil miydi?
O fotoğraf, kendi varoluşlarını başkalarının yok olmasına bağlayanların neler yapabileceğini, ne kadar pervasızlaşabileceklerini göstermiyor mu?
Üzüntüm bununla da bitmiyor.
Bu ülkede haksızlıklara, insan hakları ihlallerine onlarca yıldır sessiz kalan kalabalıkların Bağdat caddesinin altını üstüne getirmelerine ne demeli?
Kusuruma bakmasınlar, tepkilerini göstermek için sokakları dolduran Fenerbahçe taraftarları da bana hiç sempatik görünmüyor.
Freud’un “Massenpsychologie und Ich-Analyse” (Kitleler Psikolojisi ve Ben'in Analizi) isimli kitabında yazdığı “bireyin kitle içerisindeki değişimi, heyecanlarının duygularının kontrolsüz biçimde büyümesi, aklın ve düşüncenin kaybolması” hali değil mi bu yaşadığımız?
Yaşanan süreç, her taraf ve kesimin aslında nasıl bir birey olmaktan çıkıp birbirinin aynı insanlar haline geldiğinin, yani sürüleştiğinin kanıtı değil mi?
Bilim adamları diyor ki; İnsanın vicdanını ve bireysel sorumluluk duygusunu toplumsal korku ve çekinceler oluşturur.
Oysa yandaş bir kalabalığın içinde bu korku yok oluyor. Yani vicdan dolayısıyla da sorumluluk duygusu ortadan kalkıyor.
Vicdansızca ve sorumsuzca her şeyi yapabilme hakkını kendinizde bulabilmek için kendinizi bu kitlenin bir parçası gibi hissetmeniz yeterli oluyor.
Hissettikleriniz, düşündükleriniz bir birey olarak kendinizin değil, ait olduğunuz sürünün ortak akıl ve duygularının ürünüdür.
Ben kendi adıma bu durumu kabul etmiyorum.
Ben kendimi bu akıl dışılıktan ayırdığımı, aklıselim hâkim olana dek futbol sever kimliğimi dondurduğumu kamuoyunun bilgisine sunuyorum.
Suçları kesinleşmeden yapılan yargısız infazlar bitene kadar, hiçbir toplumsal adaletsizliğe tepki vermeyip bir oyunda kazanmak için yapılan adi bir dolandırıcılık davası için bu kadar yaygara koparan kitleler aklını başına alana kadar, oyunun çim kaplı bir dikdörtgenin içinde başlayıp bittiği bir futbol dünyası yaratılana kadar futbol maçı izlemeyeceğim.
Tam da bu günlerde basketbol şube başkanlığını yaptığım Beylerbeyi Spor Kulübü Yıldız takımı Barcelona’da uluslar arası bir Basketbol turnuvasına katıldı. Kulübün basketbol takımları sorumlusu Emre Tural, geçenlerde İspanya’dan mesaj attı.
- Hocam, İtalyan, Sırp, Katalan, İspanyol ve Çek takımları ile oynadık ve turnuva sonunda kupayı biz kazandık.
“Aferin çocuklar” dedim onlara. “İyi ki varsınız. Tam zamanında imdadıma yetiştiniz. Önümüzdeki sezon sizin maçları seyrederek geçireceğim ben de…”
Avrupa'nın Başkenti; STRAZBURG
Summary: Strasbourg is one of the most important cities in Europe in terms of economy and politics. The city features the characteristics of both French and German architectures. Ill river flows through the city and it's possible to take a boat trip to enjoy city's picturesque on the water.
Strasbourg Cathedrale / Cathedral of Our Lady of Strasbourg (Cathédrale Notre-Dame-de-Strasbourg) , Petite France and European Parliament are the most attractive touristic places of Strasbourg
Strasbourg Cathedrale / Cathedral of Our Lady of Strasbourg (Cathédrale Notre-Dame-de-Strasbourg) , Petite France and European Parliament are the most attractive touristic places of Strasbourg
Avrupa’nın başkenti lakabına uygun görülen iki şehir var sanıyorum; birincisi Brüksel ve ikincisi Strazburg. Avrupa Parlamentosuna ev sahipliği yapan bu şehirler Avrupa ekonomi ve politikasının da göz bebeği.
Strazburg - Ill Nehri |
Strazburg (ing.- fra. Strasbourg, alm. Straßbourg) , Avrupa Birliği için önemli olmasının yanı sıra çok güzel, gezilesi, görülesi bir şehir aynı zamanda. Fransa’nın Almanya sınırında yer alan ve yapılarıyla değil ama iklimiyle Almanya’dan ayrışan şehir, ayrıca büyük bir üniversite kenti. Senelerce bir Almanların bir Fransızların eline geçmiş ve tarihteki bu gelgitli yolculuğunu günümüzde dahi mimarisiyle yansıtıyor.
Ne zaman gittik, gezdik, gördük : 2 Nisan 2010
Evrenin Gizemleri
Ankara Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü'nün Ahlatlıbel mevkiindeki gözlemevinde amatör astronomi gecesi. Tüm dünyada astronomi ve gökyüzüne ilgi duyanlar kendi imkanlarıyla temin ettikleri amatör teleskoplarla gökyüzü gözlemleri yaptıkları gibi, üniversiteler ve araştırma toplulukları çerçevesinde de araştırma yapmaktalar. Ülkemizde bazı üniversitelerin amatör astronomi yaz okulları ve konaklamalı kampları var. Amatör astronomlar zaman zaman, Hale-Bopp kuyruklu yıldızı ve Shoemaker–Levy gibi ses getiren popüler keşiflere de imza atıyorlar...
More about amateur astronomy...
9 Temmuz 2011 Cumartesi
Sagopa Kajmer - Galiba 2011 Şarkı Sözü
Sagopa Kajmer'in Tüm Şarkı Sözleri
Bu ikilemlerin arkasında çok şey var
Hiç bir şey bir neden değil ki
Ama hak ettğimi düşündüğümde hiç de adil değilki
Sen nesin ve kimsin?
Sal yaralı balıkları gitsin, misina artık çok gergin
İster istemez her şeyim sende rehin
Ne yanlış bir karar masası, sen ne kötü bir hakimsin
Bu ne zor bi dosya, sen ne kolay bir kararsın
Senden görünmüyor önüm, meğer ne kolaymış fikr-i ölüm
Hep anlatırdı sevdiklerim "böyleyken böyle olur"
Söz söylenir göz dolar, Haziranlar Şubat olur
İhtimallerimi düşünürüm ve ihmallerimi yoklarım
İçimden ayrılık şarkıları bestelerim ve söylerim
Ben deli dolu biriyim, ama şu an sadece doluyum
Kırılmış bir sağ kolum, gönlü bir hayli kırık
Yapayalnız, bomboş bir yolum (beenn) beni arayan orada bulur
Sözün bittiği yerde bekliyorum. Canım malum, yarım eksik
Bu kadar mı kolay çeker insan sevdiğinin şakaklarına tetik
Sanki sen bir avcı, bense infalak eden keklik
Vakit durdu, bu acı beni boğdu, bittim şimdilik
[Nakarat X2]
Ama galiba, bütün bu olanlara dayanamam, ama hazırım
Sen giderken adımlarını sayarım
Heyhat! Ne yazık seni yanlış tanıdım sanırım
Üzerime yıkılan yüksek apartmanlar
Bana söylenmiş gibi çalan şarkılar
Bitmeyen derin hasret ve geçmeyen zaman
En dibini ancak senin bildiğin o dipsiz kuyu
Ddefol git şimdi rahat uyu
Ya biriktirdiğim onca yarınlık
Ben yarımken yarınla bu gün arasında nedir farklılık?
Senden varan güller artık rayihasız,
Ben uslu çocuk sen arsız
sensiz yerim yurdum yokmuş gibi ben diyarsız
Herkes bana bakıyormuş gibi, ama her şey normal
Sorulan sorular en çok acı veren, her yerden sual
Ben bir aç, sense tok misal, sen olmadan
Ne işe yarar en güzel kumsal, ne olur gitme kal
Bir tek özlemleri deviremedim şu ince bileklerimle
Geriye kalan herşeyi yıktım, fena yaptım
Ve en güzeli unuttum, defalarca tekrarladım kendimi
Her yeni gün için ama her yeni gün eskidi
Yarın baktım ki hep ordayım, aynı noktalardayım
Ortada kalmış ortalık kişiyim
Sen şimdi yoluna bak, ben adımlarını sayarım
Bütün bu olanlara dayanamam, ama madem öyle hazırım
[Nakarat X2]
Ama galiba, bütün bu olanlara dayanamam, ama hazırım
Sen giderken adımlarını sayarım
Heyhat! Ne yazık seni yanlış tanıdım sanırım
Sagopa Kajmer - Kaç Kaçabilirsen (ft. Kolera) 2011 Şarkı Sözü
Sagopa Kajmer'in Tüm Şarkı Sözleri
[Sagopa Kajmer]
Yine yeniden Yunus kayıtta
Karamsar ton ve orta halli kelam
O zaman rapime başlamadan herkese selam
Benim adım Sagopa Kajmer pesimist kötü adam
Şimdi görelim bakalım kim hadım kim madam
Minör ve majorlar tartışmaya devam ede dursun
Sen ritme kendini kaptır ve teslim et
Benden söylemesi kendine her an yet
Çünkü hayatın içindekilerinin çoğunun yüzü bed
Şu yüzleri pür dikkat seyret.
Gözlerin koru ama yastığım hala ıslak
Yüzümde kirli çamaşırlarım asık ne utanç verici
Sadece insan olmakla gelebileceğin tek yer takla
Sago konuştukca ağzından dökülür gizlenmiş bakla
Doğru bildiğin yanlışları kendine sakla
Yürüme ahmakla ve gazla, bu gazla nefretlerini hakla
Buraya kadar geldim elimde iki pitap iki plakla
Çek iğnelerini plaklarına sakla
Hey ordaki beğenmediysen benim kanalı zapla
Bizde kabul görmez cahilden gelen afra tafra
Esefle kınayan enef var ya harbiden en güzel tayfa
Güzellerimle beraber dolar sayfa
[Sagopa Kajmer - Nakarat X2]
Hadi kaç kaçabilirsen
Hadi koş koşabilirsen
Hadi cay cayabilirsen benden
Uzanır, tutarım, yakalarım
[Kolera]
Tükenmek de var, yeniden başlamak da
Övgü yağdırmak da var, haşlamak da
Çiçekleri ekmek de, koparmak da
Durumu bok etmek de var, toparlamak da
Beş parmak sansan da benim marifet on parmakta
Kolera yine mutfakta rhyme keser, kafiyeleri döver
Nadide kelimeleri yan yana dizer
Kan cana gelir rap hayat bulur
Üzerimdeki kara bulutlar rapim başlayınca bir bir kurur
Sıkkın canım durulur kesen bıçak yara verir
Yara bantlarım eskir, yarasalarım gündüz gezer, yaralarım incinir
İncitir beni her kuru iftira üzerime atılan
Meğer ne kolay işmiş üzerime atıp tutulan
Hiç unutmam Cengiz Kurtoğlu`nun bir albümü vardı ismi "Unutulan"
Gelin olmuş gitmişim hiç ardıma bile bakmadan
Ne kaldı geriye kaybettiğim onca zamandan?
Miras kaldı bana onurum anamdan babamdan
[Sagopa Kajmer - Nakarat X2]
Hadi kaç kaçabilirsen
Hadi koş koşabilirsen
Hadi cay cayabilirsen benden
Uzanır, tutarım, yakalarım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)