İşten eve, evden işe İstanbul’un o çok bildik trafiğinde gidip gelmek, beni herkes kadar mutsuz etmiyor. Çünkü arabada geçirdiğim süre kendi başıma kaldığım, sevdiklerimden, sevmediklerimden, gördüklerimden, görmeyi istediklerimden, istemediklerimden, “meli”lerden, malı”lardan uzakta sadece bana ait bir zaman dilimi demek. Bu zaman diliminde yanı başımda hep “müzik” oluyor. Müziğin sesi otomobilin dışında kalan İstanbul’u örtüyor, beni kendi kendime bırakıyor, ulaşılmaz yapıyor, bir anlamda koruyor.
Müziğin insanların neredeyse tümünde yarattığı bu büyülü etkiden olsa gerek, tıp tarihinin hemen her döneminde müzik, bir tedavi aracı olarak kabul edilmek istenmiştir.
Müzik Tıp ilişkisinin ilk kez Yunanlılar zamanında başladığına inanılmaktadır. Müzik ile tedavinin doğrudan bir tedavi yöntemi olduğuna inanılan o yıllarda hastalığında müziksel bir tanımı bile vardı. “Hastalık, insanın iç armonisinin bozulmasıdır”. Pisagor’un müzik ile hasta tedavi etmeye çalıştığı iyi bilinmektedir. O, belirli ses ve melodileri sürekli yineleyerek hastalıkları tedavi etmeye çalışmaktaydı.
Müslüman dünyasında da müzik ile tedavi yönteminden söz edilmiştir. İbn’i Sina psikoterapiyi şöyle tanımlamaktadır. “Psikoterapi, hastaların vaaz ve müzik ile neşelendirilmelerine.... yöneliktir.” Evliya Çelebi, ünlü seyahatnamesinde çengilerin, udilerin, kemanilerin hastanelerde musiki faslı ettiklerini ve hastaların iyileşmelerine katkı sağlamaya çalıştıklarını anlatmaktadır.
19. yüzyılda müzik tıbbın içine daha ciddi bir biçimde girmeye başlamıştır. Scheneider, tıbbi müzik sistemleri geliştirmeye çalışmıştır. Yaptığı çalışmalar sonucunda krampların, melankoli, histeri ve kasılmaların müzik ile tedavi edilebileceğini öne sürmüştür.
Ünlü cerrah Billroth, ismi “Kim Müzikaldir” olan bir kitap yazmıştır. Bu kitap müzik, tıp, anatomi ve fizyoloji ilişkilerini konu almaktadır. Söz konusu kitapta beden ritimleri ile müzik ritimleri arasında bir ilişki bile kurulmaya çalışılmıştır. Örneğin en çok kullanılan müzik temposu ortalama nabız sayısı olan 78/dakikadır.
Benzer çabalar, 20. Yüzyılda da sürmüştür. Nitekim A.B.D.’de 1950 yılında “Ulusal Müzik Tedavisi Birliği” isimli bir dernek kurulmuştur. Bu grup hiçte küçümsemeyecek çalışmalar yapmış, özellikle psikiyatri alanına müzik ile tedaviyi yerleştirmeye çalışmıştır.
Yukarıdaki müzik ve tıp ile ilgili alıntıların tümü 1962 yılında yayımlanan “Doğu ve Batı’da Müzik Üzerine” isimli bir makaleden alınmıştır. “Schweizer Archiv für Neurologie, Neurochirurgie und Psychiatrie” isimli bilimsel bir tıp dergisinde yayımlanan makalenin ilk satırları bir tıp adamından çok bir sanat adamının satırlarına benzemektedir.
“Olympos’tun yüce tanrılarına göre müzik ve tıbbın birbiriyle sıkı bağlantısı tartışılmaz bir gerçekti. Apollon’u müzik ve tıp ile ilgilenmesi için atamışlardı. O da müzik ile yaşamın mutlak uyumunu sağladı ve emanetini su perisi Koronis’ten olan oğlu Asklepion’a vasiyet etti. ”
Makalenin devamı ise objektif bir tıp ve bilim adamının satırlarıdır. Makalenin son cümleleri bunun tartışmasız kanıtıdır. “ ... müzik tedavisi, yeni ve gelişme imkanı olabilen bir “yardımcı psikoterapi yöntemi” olarak görülebilir. Bu güne kadar yapılanlara bakıldığında, müzik tedavisinin yeni bir iyileştirme yöntemi olmadığı anlaşılmaktadır. Yeni dönemdeki gelişmelerin, nesnellik çerçevesini aşmamasını dileriz”
Yukarıda anılan makalenin yazarı bir Türktü...
Büyük edebiyatçı Can Yücel’in “beynin Piri Reis’i” dediği bir Türk...
Bu hekimin ismi Prof Dr Gazi Yaşargil’dir.
Onun 1962 yılında yazdığı makalesinin tercümesini okurken bir kez daha anladım. İyi hekim “sadece işini iyi bilen hekim” demek değildi. İyi hekim “bunun çok daha ötesinde bir şeydi”... Daha duyarlı, daha entellektüel, daha farkında, daha eleştirel ve daha çok yönlü biri demekti...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder