11 Temmuz 2011 Pazartesi

LİNÇ KÜLTÜRÜ ve KİTLE PSİKOLOJİSİ

Beni tanıyanlar bilir, ben koyu bir Galatasaray taraftarıyım.

Ali Sami Yen stadyumu beni, ben Ali Sami Yen Stadyumunu iyi bilirim.

1999 yılında Ümit Davala, Milan’a o penaltı golünü attığında sevinçten tribünde iki sıra öne uçmuş biriyim.

Galatasaray Arsenal’i yenip UEFA kupasını alırken, dünyanın diğer ucunda maçı Endonezyalılarla birlikte izlemiş ve maçın ertesi günü hematoloji konusundaki bilimsel oturumlara Galatasaray forması ile katılmış bir Galatasaray sevdalısıyım.

Ben; düne kadar ezeli rakip Fenerbahçe kaybettikçe asabı bozulan Başkan Aziz Yıldırım’ı mutsuz ve gergin hali ile şeref tribününde otururken seyretmekten zevk alan, Fenerbahçe kaybettiğinde sinsice sevinen bir futbolseverdim.

Ama geçtiğimiz günlerde bir günlük gazetede Fenerbahçe Başkanının emniyette çekilen o önden ve yandan profil resimleri yayınlandığında beynimden vurulmuşa döndüm.

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz? Bu nasıl bir “linç” kültürüdür?

Bana göre herkesin hâkimliğe soyunduğu, kendi kendine hüküm verip infaz ettiği bir galeyan halinin çok ötesinde bir şeyleri anlatıyordu o fotoğraf.

Daha düne kadar Aziz Yıldırım hakkında olumsuz tek bir cümle yazmaya korkan medya bu değil miydi?

Önemli siyasi davalarda hukukun işine karışmamak için susan medya bu değil miydi?

O fotoğraf, kendi varoluşlarını başkalarının yok olmasına bağlayanların neler yapabileceğini, ne kadar pervasızlaşabileceklerini göstermiyor mu?

Üzüntüm bununla da bitmiyor.

Bu ülkede haksızlıklara, insan hakları ihlallerine onlarca yıldır sessiz kalan kalabalıkların Bağdat caddesinin altını üstüne getirmelerine ne demeli?

Kusuruma bakmasınlar, tepkilerini göstermek için sokakları dolduran Fenerbahçe taraftarları da bana hiç sempatik görünmüyor.

Freud’un “Massenpsychologie und Ich-Analyse” (Kitleler Psikolojisi ve Ben'in Analizi) isimli kitabında yazdığı “bireyin kitle içerisindeki değişimi, heyecanlarının duygularının kontrolsüz biçimde büyümesi, aklın ve düşüncenin kaybolması” hali değil mi bu yaşadığımız?

Yaşanan süreç, her taraf ve kesimin aslında nasıl bir birey olmaktan çıkıp birbirinin aynı insanlar haline geldiğinin, yani sürüleştiğinin kanıtı değil mi?

Bilim adamları diyor ki; İnsanın vicdanını ve bireysel sorumluluk duygusunu toplumsal korku ve çekinceler oluşturur.

Oysa yandaş bir kalabalığın içinde bu korku yok oluyor. Yani vicdan dolayısıyla da sorumluluk duygusu ortadan kalkıyor.

Vicdansızca ve sorumsuzca her şeyi yapabilme hakkını kendinizde bulabilmek için kendinizi bu kitlenin bir parçası gibi hissetmeniz yeterli oluyor.

Hissettikleriniz, düşündükleriniz bir birey olarak kendinizin değil, ait olduğunuz sürünün ortak akıl ve duygularının ürünüdür.

Ben kendi adıma bu durumu kabul etmiyorum.

Ben kendimi bu akıl dışılıktan ayırdığımı, aklıselim hâkim olana dek futbol sever kimliğimi dondurduğumu kamuoyunun bilgisine sunuyorum.

Suçları kesinleşmeden yapılan yargısız infazlar bitene kadar, hiçbir toplumsal adaletsizliğe tepki vermeyip bir oyunda kazanmak için yapılan adi bir dolandırıcılık davası için bu kadar yaygara koparan kitleler aklını başına alana kadar, oyunun çim kaplı bir dikdörtgenin içinde başlayıp bittiği bir futbol dünyası yaratılana kadar futbol maçı izlemeyeceğim.

Tam da bu günlerde basketbol şube başkanlığını yaptığım Beylerbeyi Spor Kulübü Yıldız takımı Barcelona’da uluslar arası bir Basketbol turnuvasına katıldı. Kulübün basketbol takımları sorumlusu Emre Tural, geçenlerde İspanya’dan mesaj attı.

- Hocam, İtalyan, Sırp, Katalan, İspanyol ve Çek takımları ile oynadık ve turnuva sonunda kupayı biz kazandık.

“Aferin çocuklar” dedim onlara. “İyi ki varsınız. Tam zamanında imdadıma yetiştiniz. Önümüzdeki sezon sizin maçları seyrederek geçireceğim ben de…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder