12 Ekim 2012 Cuma

GEÇMİŞ OLMADAN GELECEK OLMUYOR…


Cahit Sıtkı Tarancı; “yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün” diyor.

Bizlerin o yaşı geçeli on yıldan çok olmuştu.

Çoğumuz birbirini otuz yıldır hiç görmemişti.

Bu otuz yıl boyunca farklı hayatlar yaşamış, farklı eğitimler almış, bir diğerinin hiç anlayamayacağı kadar farklı işler yapmıştık.

Bu birbirine benzemez, birbirinden anlamaz elli kişi, otuz yıl sonra yeniden bir araya geldi.

Sanılan kadar zor olmadı birbirimizi tanımamız.

Çehrelerimiz değişmiş bile olsa, bakışlarımız aynıydı.

Otuz yıl uzun süreydi, özlemiştik.

Özlemiştik, elimizi kolumuzu nereye koyacağımızı, ne söyleyeceğimizi, söylediklerimizin bize nelere mal olacağını hesaplamadan konuşabilmeyi.

“Acaba ne demek istedi şimdi” bilmecelerini çözmeden dinleyebilmeyi, gözlerimizden yaşlar gelene kadar gülebilmeyi, bağırarak konuşabilmeyi.

Lise sıralarından ayrılalı sanki 30 yıl olmamıştı.

Sanki daha dün çantalarımızı sırtlayıp yatakhaneye, evlere dağılmış da ertesi gün yeniden okula gelmiş gibiydik.

Görür görmez bıraktığımız yerden devam etti dostluğumuz, hiç yadırgamadık, hiç yabancılık çekmedik.

Türkiye’nin dört bir tarafından, ta Amerika’lardan kalkıp geldik, bambaşka yaşamlarımızı, dertlerimizi, işlerimizi bir tarafa bıraktık ve bir gün boyunca yeniden Ankara Atatürk Anadolu Liseli olduk.

Aslında sanırım Hep Ankara Atatürk Anadolu Liseli kalmıştık.

Bu çok özel hafta sonundan birkaç gün önce ilkokul arkadaşlarımdan ikisiyle buluştum. Onlar daha da eski dostlarımdı, neredeyse 40 yıla yakın görmemiştim.

Kadıköy vapur iskelesinde sözleştik, o kalabalık içinde tanıyabilecek miyim diye merakla gittim iskeleye. Tereddütsüz tanıdım ikisini de.

Bakışlar değişmiyor. Eğer bir insanı hafızanıza kazımak istiyorsanız, gözlerine bakın, gözler unutulmuyor.

Bu geçmişe yolculuğumun son durağı memleketimdi. Bu çok hoş iki karşılaşmadan hemen sonra doğduğum topraklara, sevgili annemi ve babamı görmeye gittim.

Sevgili annem, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sınıf arkadaşı, “Binbaşı Ali Rıza” amcasını anlattı, ben dinledim, eskiden yaşadıkları yerleri merak ettim. Dedemin, büyük amcamın eski evinin yerinde yeller esiyor şimdi, TOKİ konutları yükseliyor o arazide. İlkokulumu aradım, bulamadım. O eski tek katlı “yonu bina” yıkılmış yerine devasa bir bina yapılmış.

Bu şehirde benim geçmişimden çok az iz kalmış ne yazık ki.

Geçtiğimiz hafta yaşadıklarımdan sonra net biçimde bir kez daha anladım.

Kök salmalısınız…

Ortak paydalarınız olmalı insanlarla, mekânlarla.

Eğer kök salamazsanız ortak paydalar yaratamıyorsunuz.

Eğer kök salamazsanız bilmediğiniz veya unuttuğunuz bir geçmiş ile korktuğunuz yarınların arasına sıkışıp yaşıyorsunuz bugünü, kendinizi olduğunuzdan daha yalnız, daha değersiz hissediyorsunuz.

Eğer kök salamaz ve ortak paydalar yaratamazsanız kolay ele geçiriliyorsunuz.

W.E. Gladstone’un dediği gibi; insanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.

Yaşadığımızın kanıtı geçmişimiz.

Ancak geçmişimizle yaşlanırsak genç kalabiliriz.

Toplumlar da insanlar gibi...

Mezopotamya’nın, Anadolu’nun bin yıllık kardeşliğini unutursanız, eğer Şam’ın bir ucunun Diyarbakır, Konya, Muğla olduğunu bilmezseniz o zaman kolay ele geçirilir, kolay güdülür, kolay yönlendirilirsiniz.

Geçmiş olmadan gelecek olmuyor...

Bu insanlar için de böyle, toplumlar için de…

                                                                                                  cetiner.m@superonline.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder