16 Ekim 2012 Salı

9.SINIF 3.ÜNİTE İLK TÜRK DEVLETLERİ


                                   III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ
                           TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI
    Türklerin bilinen en eski tarihi Orta Asya’da başladı. Orta Asya’da yapılan araştırmalarda geçmişi MÖIV. Bine kadar ulaşan arkeolojik bulgular elde edildi. Fakat bu buluntulardan hangilerinin Türklere ait olduğu kesin olarak belirlenememektedir. Çünkü Türkler kendilerine özgü yazıyı oldukça geç sayılabilecek bir dönemde, VIII. Yüzyılın ortalarında kullandılar. Bu nedenle de Türk tarihinin ilk dönemlerini arkeolojik kazılardan, Türklerin komşu ülkelerle kurmuş olduğu diplomatik, ticari, askeri ilişkilerden öğrenmekteyiz. Bunun yanında gezginlerin yazmış olduğu seyahatnameler de Türklerin yaşantısı hakkında önemli bilgiler içermektedir.

                                               TÜRK ADININ ANLAMI
      Türk adını ilk olarak Çin yıllıklarında görmek mümkündür. Çin kaynakları Türklerden ‘ Hiung – nu ‘ adı ile bahsetmektedir. Çin kaynaklarında Türk kelimesi miğfer anlamında kullanılmıştır. VIII. Yüzyıldan itibaren Bizanslılar, İranlılar ve Araplar, Türkçe konuşan ve boylar halinde yaşayan bütün topluluklara Türk adını vermişlerdir.
       Türk adı, Gök Türk Kitabelerinde Türk ve Türük şeklinde geçmektedir. Uygurlar zamanında kalma belgelerde güç, kudret, kuvvet anlamında kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserinde Türk kelimesinin olgunluk çağı, Macar bilgini Wambery ise türemek, çoğalmakanlamına geldiğini belirtmiştir. Ziya Gökalp Türk kelimesinin anlamını töreli, türeli, kanun-nizam-düzen sahibiolarak açıklamıştır. Bunların dışında terk edilmiş, güzel, cezbetmek anlamlarında da kullanılmıştır. Tük adı ilk defa Gök Türkler tarafından devlet adı, siyasal bir ad olarak kullanılmıştır. Daha sonraki dönemlerde aynı dili konuşan, aynı kültüre sahip olan toplulukların ortak adı olmuştur.

                                                 TÜRKLERİN İLK ANAYURDU
        Türklerin anayurdu Orta Asya’dır. Orta Asya; doğuda Kingan Dağları’ndan batıda Hazar Denizi ve İtil boylarına, kuzeyde Sibirya’dangüneyde Hindikuş ve Karanlık Dağları’na kadar uzanır. Türkler bu geniş coğrafyada ilk olarak Altay – Sayan Dağları’nın kuzeybatısı, Tanrı Dağları’nın kuzeyi, Aral Gölü çevresi, Hazar Denizi’nin doğusunda yaşamışlardır. ( Arkeolojik buluntular sayesinde bu bölge belirlenmiştir.)
         Coğrafi şartların elverdiği ölçüde üstün bir medeniyet kuran Türklerin yaşadığı kültür çevresinde tunçtan ve altından eşya yapımı yaygındır. Bakır eşyaların üzeri altınla kaplanmıştır. ( Andronova Kültürü ) Andronova’nın devamı olan Karasuk Kültürü’nde, dünyada demirin işlenerek çeşitli eşyaların yapılması ilk defa bu kültür çevresinde görülmüştür. Bu maden Hindistan, Avrupa ve Çin’de ancak yüzyıllar sonra kullanılmaya başlanmıştır.
          Geniş bozkırların ve çöllerin bulunduğu Orta Asya, etrafı dağlarla çevrili, geniş düzlüklerden ve yüksek platolardan oluşan bir coğrafi yapıya sahiptir. Denizlerden uzak olduğu için karasal bir iklime ( Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ) sahip olan Orta Asya’nın coğrafi durumu, Türklerin hayvancılıkla uğraşmalarına, göçebe hayat tarzını benimsemelerine ve mücadeleci bir karaktere sahip olmalarına ortam hazırlamıştır. Kaynakların yetersiz oluşu Türklerin eski devirleri hakkında kesin bilgiler edinmemizi zorlaştırmaktadır.
           Bizanslılar VI. Yüzyılda Orta Asya’dan Türkiye olarak bahsetmektedir. IX. ve X. Yüzyıllarda Volga Nehri ve Orta Avrupa arası, XII. Yüzyıldan itibaren batılı kaynaklar Anadolu için, XIII. Yüzyıldan itibaren de Suriye ve Mısır bölgesi için Türkiye ifadesi kullanılmıştır.

                                              ORTA ASYA TÜRK GÖÇLERİ
NEDENLERİ:
A)     İklim Değişikliği: Kuraklık ve aşırı soğuklar, bunun bir sonucu olarak otlakların ve tarım alanlarının kuruyarak daralması, su kaynaklarının azalması, salgın hastalıklar ve hayvan hastalıkları sonucunda geçim sıkıntısının ortaya çıkması.
B)     Nüfus Artışı: Verimi düşen toprakların artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayamaması, besleyemez hale gelmesi.
C)     Siyasi ve Sosyal Durum: Türk boylarının kendi aralarındaki siyasi anlaşmazlıklardan dolayı savaşların çıkması. Çin, Kitan ve Moğol baskıları ( dış baskılar), Türk boylarının yeni yerler görme ve yeni yurtlar edinme isteği, Türk boylarının birbirine yakınlığı ve bağlılığı ( göç eden bir boyu diğer boyların izlemesi).
D)     Bağımsızlık Duygusu: Türk boylarının bağımsızlıkları tehlikeye düştüğünde. Bir başka topluluğun egemenliği altına girmektense özgür yaşayabilecekleri yerlere göç etmeleri.
Türklerin ilk göçleri MÖ 2500 yıllarında Çin’in kuzeybatı bölgesine olmuştur. Daha sonra Türkler, doğuda Mançurya ve Çin’e, kuzeyde Sibirya’ya, güneyde Hindistan’a, batıda ise Hazar Denizi’nin kuzeyinden Avrupa’ya, güneyinden Anadolu’ya göç etmişlerdir. En kalabalık göç dalgası batıya doğru olmuştur. Türklerin bir kısmı göç etmeyerek Orta Asya’da kalmış ve Asya Hun, Gök Türk, Kutluk ve Uygur devletlerini kurmuşlardır.
Türklerin tarih boyunca değişik bölgelerde yaşamaları, birbirlerinden farklı gelişmeler göstermelerine neden olmuştur. Bunun için, Türk tarihini belirli bir zaman kesitinde, tek bir ülke ya da bölgede, bir bütün olarak incelemek oldukça zordur.
SONUÇLARI:
1)      Türkler gittikleri yerlerde yeni ve güçlü devletler kurmuşlardır. Bu devletler Türk kültürünün geniş alanlara yayılmasını sağlamıştır.
2)      Yerleştikleri topraklarda yerli halk ile kaynaşarak yeni kültürlerin doğmasını sağlamışlardır.
3)      Değişik bölgelere göç eden Türk boyları yerleştikleri bölgelerden etkilenerek birbirlerinden farklı kültürel özellikler kazanmışlardır.
4)      Türk boylarından bazıları göç ettikleri bölgelerdeki kültürlerin etkisiyle ve nüfus bakımından azınlıkta kalmalarından dolayı milli benliklerini kaybederek yabancılaşmışlar ve Türklük özelliklerini kaybetmişlerdir.
5)      Dünya tarihine yön veren ( Kavimler Göçü gibi ) önemli olaylara zemin hazırlamışlardır.
6)      Egemenlikleri altındaki toplumları yönetim, askerlik gibi konularda etkilemişlerdir.
7)      Asya ile Avrupa’nın siyasi ve kültürel yapısında önemli değişikliklere neden olmuştur.
8)      Türkler gittikleri yerlerin halklarına Orta Asya kültür ( bozkır kültürü ) ve uygarlığını tanıtmışlardır.
9)      Maden işlemeciliğini öğreterek bu toplulukları taş devrinden maden devrine yükseltmişlerdir.
10)  Türk tarihinin bir bölgede ve bir bütün olarak incelenmesi zorlaşmıştır.
Türklerin; atı evcilleştirmiş olması, at arabalarını kullanmaları, göçebe yaşantıyı sürdürmeleri, hayvancılıkla uğraşmaları göç etmelerini kolaylaştırmıştır.

      
                     ORTA ASYA’DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ
                ASYA HUN DEVLETİ ( BÜYÜK HUN DEVLETİ) ( MÖ? – MS 216 )
Kuruluş tarihi kesin olarak bilinmeyen Asya Hunları Orta Asya’da kurulan ve tarihi bilinen ilk teşkilatlı Türk devletidir.
Asya Hun Devleti ile ilgili ilk bilgileri Çin kaynaklarından öğrenmekteyiz. Asya Hunları hakkındaki ilk belge MÖ 318 tarihli bir antlaşma metnidir. Orhun ve Selenga ırmakları civarında kutlu vatan olarak kabul edilen Ötügen merkez olmak üzere güçlü bir devlet kuran Hunlar, zamanla Orta Asya’nın büyük bölümüne egemen olmuşlardır.
Teoman Dönemi ( MÖ 220 – 209 ) :
·         MÖ 220’de dağınık halde yaşayan Türk kavimlerini birleştirerek Siyasi birliği sağlayan, Asya Hun Devleti’nin bilinen ilk hükümdarı Teoman ( Tuman )’dır.
·         İpek Ticaret Yolu’nu kontrol altına alabilmek için Çinlilerle savaşmıştır.
·         Çinliler, Yüeçiler ve Moğol asıllı Tunguzlarla savaşmışlar, bu mücadelelerin sonucunda Çin’i zor durumda bırakarak topraklarının bir kısmını ele geçirmişlerdir.
·          Bu dönemde Çin yönetimi, sınırdaki gözetleme kuleleri ve kalelerinin arasını yüksek surlarla birleştirerek Çin Seddi’ni inşa etmeye başladılar. ( MÖ 214 )
·         Buna rağmen Çinliler Türk akınlarını durduramamışlardır.
Mete Han Dönemi ( MÖ 209 – 174 ) :
·         Babası Teoman tarafından Yüeçilere esir olarak verilen Mete, bir fırsatını bularak kaçmış ve Hun ülkesine sığınmıştır. Bir süre sonra güvendiği askerleriyle babasına karşı giriştiği taht mücadelesini kazanarak Asya Hun Devleti’nin yönetimini ele geçirdi.
·         Mete Han ( Mao – dun ) dönemi, devletin en güçlü dönemi olmuştur.
·         Cesareti ve teşkilatçılığı sayesinde Orta Asya’da yaşayan bütün Türk boyları ve başta Moğollar olmak üzere diğer kavimleri de hâkimiyet altına almıştır. Bu dönemde Hunlar, tarihte ilk defa bütün Türkleri bir bayrak altında toplamıştır.
·         Öncelikle yakın komşuları olan Tunguz kabileleri ile Yüeçileri egemenlikleri altına almıştır. Daha sonra Çin ile mücadeleye başlamış ( Hunların Çin’in kuzeyindeki otlaklardan yararlanmak istemesi ve Çin’de karışıklıkların yaşanması etkili olmuştur) ve pek çok sefer düzenlemiştir. Zor durumda kalan Çinliler, MÖ 200’de Hunlara vergi, ipek ve yiyecek vermeyi ve kuzeyindeki bozkırları bırakmayı kabul eden bir antlaşma yapmışlardır.
·         Mete, Çinlileri yenmesine rağmen devletin geleceği açısından tehlikeli gördüğünden ( Çin’in çok kalabalık bir nüfusa ve köklü bir kültüre sahip olmasından dolayı Türklerin milli benliklerini kaybetmesinden / asimile olmasından çekindiği için) Çin’e yerleşmemiş, sadece vergiye bağlamıştır.
·         Bu dönemde Asya Hun Devleti, en geniş sınırlara ulaşmıştır. Ülkenin sınırları doğuda Kore’ye, batıda Aral Gölü’ne, kuzeyde Baykal Gölü’ne, güneyde Tibet’e kadar uzanmıştır.
·         Mete’nin kurduğu devlet ( ikili sistem / doğu – batı ) ve ordu ( onluk sistem ) teşkilatı daha sonra kurulan bütün Türk devletlerine örnek olmuştur. Onluk sisteme göre oluşturulan ordu, Hunların egemenlik alanlarını genişletmelerini kolaylaştırmıştır.
·         Tunguzlarla Hunlar arasında kullanılmayan toprak parçasını isteyen Tunguzlara, ‘ Devletin temeli olan toprağı biz nasıl veririz ‘ diyerek savaş açması vatan sevgisine kanıt olarak gösterilebilir.
·         Oğuz Kağan adı ile ün kazanan kahramanın Mete Han olduğu kabul edilmektedir. Mete’nin başarıları, Oğuz Kağan Destanı’na neden olmuştur.
Ki – ok Dönemi ( MÖ 174 – 160 ) :
·         Babasının ölümünü fırsat bilerek ayaklanan Yüeçileri ağır bir yenilgiye uğratmıştır.
·         Babasından devraldığı devlet düzenini devam ettirmiştir.
·         Bir yandan Çin’e akınlar düzenlemeye devam ederken, diğer yandan da ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmek amacıyla Çinli bir prensesle evlendi. Bu evlilik daha sonra bir gelenek haline gelerek devlet ileri gelenleri de bu tür evlilikler yapmaya başladılar. Çin prensesleri ile yapılan evlilikler Hun Devleti için her zaman kötü sonuçlar vermiştir. Bu evliliklerden sonra Çin elçileri Hun ülkesinde rahatça dolaşmışlar, yaptıkları yıkıcı ve bölücü propagandalar ile Hunların diğer Türk boyları ile arasının açılmasına neden olmuşlar, Çinli prensesler eşlerini birbirlerine karşı kışkırtarak karışıklıklara neden olmuşlar ve devletin yıkılmasına ortam hazırlamışlardır.
·         Ki – ok döneminde Çinliler, hem İpek Yolu’nu kontrol etmek için hem de ipeğe yeni pazarlar bulmak için bu yol üzerindeki ülkelere casuslar gönderdiler. Bu casusların raporları, daha sonraki yıllarda uygulanacak Çin politikasının belirlenmesinde etkili olmuştur.
Hun Devleti’nin Zayıflaması ve Parçalanması:  Ki – ok’un ölümünden sonra devletin başına geçen hükümdarlar döneminde Asya Hun Devleti eski gücünü koruyamamıştır. Özellikle Çin ile ilgili siyasi ilişkilerde politik hatalara düşmüşlerdir. Çin Seddi’ni yapmalarına rağmen Türk akınlarını durduramayan Çinliler ‘ Kale İçten Alınır ‘ sözü ile politik oyunlar oynamışlardır. Çin kışkırtmaları ile kardeşler birbirine düşmüşler, hükümdarlar evlendikleri Çinli prenseslerin etkisinde kalmışlardır. Türk beylerine hediyeler gönderen Çinliler, onları kendilerine bağlamaya ve ekonomik olarak Çin’e bağımlı yaşamaya alıştırdılar. Ekonomik açıdan büyük bir öneme sahip olan İpek Yolu’nun Çin’in kontrolüne girmesi ekonomiyi olumsuz yönde etkilemiştir. Hunların, Çinliler ile yaptığı savaşları kaybetmesi sonucunda Hun hükümdarlarından Ho-han-yeh’in Çin egemenliğinin kabul edilmesi önerisini kardeşi Çi-çi ‘ utanç verici ‘  olarak nitelendirdiyse de MÖ 58’de iç çatışmalar sonucunda devlet Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı. Batı Hunları ( Çi-çi yönetiminde ) MÖ 36’dayıkıldı. Doğu Hunları MS 48’deKuzey ve Güney Hunları olmak üzere ikiye ayrıldı. Kuzey Hunları 156’da Çin’in etkisinde olan Sienpilerin, Güney Hunları ise 216’daÇin’in egemenliğine girmiştir.
                Hunların yıkılmasında:
·         Kimin başa geçeceğinin belli olmamasından dolayı yaşanan taht kavgaları, ( ülke topraklarının hükümdar ailesinin ortak malı sayılması ),
·         İpek Yolu üzerindeki ülkelerin Çin egemenliğine girmesi nedeniyle yaşanan ekonomik olumsuzluklar,
·         Devletin parçalanmasını kolaylaştıran İkili Devlet Teşkilatı,
·         Çinli prenseslerle gelen casusların Hun beylerini ve Türk boylarını birbirine düşürmesi,
·         Çabuk kurulan ve çabuk dağılan Boylar Federasyonu,
·         Çin’in Türklere karşı izlediği politika:
1)      Çin, Türk akınlarını durdurabilmek için ünlü Çin Seddi’ni yapmış, ancak akınları durduramamıştır.
2)      Bozkırlarda Türklere karşı savaşmayı tercih etmemiştir.
3)      Daha çok diplomatik yollarla Türkleri zayıf düşürme, bölme, parçalama politikası izlediler.
4)      Orta Asya’da kurulan devletlerin bünyesinde bulunan boyları birbirine karşı kışkırtmışlardır.
5)      Tiginlerin ( prenslerin ) arasını açma politikası izlediler ( taht kavgalarını kızıştırdılar).
6)      Çinli prenseslerin, Türklerle evlenmeleri yoluyla Orta Asya’ya çok sayıda casus sokmuşlar ve bunların raporları doğrultusunda karışıklıklar yaratmışlardır.
7)      Türk boylarına kendi topraklarını açarak onları kültürel olarak eritme politikası ( Çinlileştirme Politikası ) izlemişlerdir.
8)      Zamanla Türkler gibi hafif süvari birlikleri oluşturmuşlar ve yağma seferleri düzenlemişlerdir.
Asya Hunlarının Yıkılmasından Sonra Orta Asya’nın Durumu: Hunlar, Çin idaresine girmelerine rağmen milli benliklerini korumuşlardır. Asya Hunlarının bir kolu olan Tabgaçlar, Çin’deki karışıklıklardan yararlanarak bağımsız olmuşlar ve Çin’in kuzeyinde devlet haline gelmişlerdir. Asya’da bu dönemde Orhun ve Selenga ırmakları arasında Avarlar, İran’da Sasani, Maveraünnehir Bölgesi’nde Akhun Devletikurulmuştur. Çin’in egemenliğine girmek istemeyen Hunların bir kısmı batıya göç ederek Kavimler Göçü’nü meydana getirmişlerdir.

                                    KAVİMLER GÖÇÜ ve AVRUPA HUN DEVLETİ
KAVİMLER GÖÇÜ ( 375 ): Asya Hun Devleti yıkıldıktan sonra Çin’in egemenliğine girmek istemeyen Hun boyları batıya göç ederek önce Hazar Denizi ile Aral Gölü arasına gelmişler ve Alanların topraklarını ele geçirmişlerdir. Balamir’in önderliğindeki Türklerin İtil ( Volga ) nehrinin batısına geçmesi ve Karadeniz’in kuzeyine doğru hareket etmesi üzerine bu bölgede yaşayan ve bu göç hareketi karşısında tutunamayan barbar kavimlerin ( Gotlar, Gepitleri Alanlar, Vandallar) Avrupa’nın içlerine doğru ilerlemeleri ve önlerine çıkan diğer kavimlerin de yer değiştirmesine neden olmalarıyla yıllarca süren ve pek çok ulusun yer değiştirmesiyle sonuçlanan bu olaya Kavimler Göçü denilmiştir.
KAVİMLER GÖÇÜ’NÜN SONUÇLARI:
·         Bu akınları ve göçleri önlemekte yetersiz kalan, geniş topraklarını yönetmekte zorla-
nan Roma İmparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı Roma olmak üzere ikiye ayrılmış, 476 yılında da Batı Roma İmparatorluğu yıkılmıştır.
·         Bu gelişmelere bağlı olarak Avrupa’da önce barbar krallıklar, daha sonra da feodalite
( derebeylik ) ortaya çıktı.
·         Avrupa yüz yıla yakın bir süre karışıklık içinde kaldı.
·         Bu olay İlkçağın sonu, Ortaçağın başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
·         Avrupa’nın etnik yapısı değişmiştir. Germen kavimlerin Avrupa’nın değişik yerlerine yerleşerek yerli halkla kaynaşması sonucunda bugünkü İngiliz, Fransız, İspanyol ve Alman uluslarının temeli atılmıştır.
·         Güvenliğini yitiren insanların dine sarılması din adamlarının, kilisenin güçlenmesine ve skolastik felsefenin etkin hale gelmesine neden oldu. ( Batı Roma’nın yıkılması üzerine papalar, kendilerini Roma’nın mirasçısı sayarak, Batı Roma topraklarında kurulan krallıklar üzerinde hak iddia ettiler. Bu gelişmelere bağlı olarak ‘ skolastik ‘ dediğimiz dinsel düşünce daha etkili ve yaygın hale geldi.)
Skolastik düşünce: Kilise eksenli, her şeyi dinle açıklayan, her türlü eleştiriye kapalı, sorgulanamayan, yenilikleri ve yenilikleri kabul etmeyen bir anlayıştır. Ortaçağ Avrupası’nda bilim ve sanatın ilerlemesinin önündeki en önemli engeldir.
·         Türk kültürü Avrupa kıtasında yayılırken burada Avrupa Hun Devleti adıyla yeni bir devlet kurdular. (  Hunların temsil ettiği Bozkır kültürü Avrupa’da da etkili olmuş, Almanların ünlü Nibelungen Destanı ve çeşitli efsaneler ortaya çıkmıştır. )
·         Türk giyim kuşamı ( pantolon, ceket, gömlek, şapka ) Avrupalılarca benimsenmiş, Hunların etkisi ile edebiyat, müzik ve sanat alanında önemli gelişmeler ortaya çıkmıştır.
·         Orta ve Batı Avrupa’ya göç eden Germen kavimleri arasında Hristiyanlık yayılmıştır.
·         Bugünkü bazı Avrupa devletlerinin ( İngiltere, Fransa, İspanya, Almanya gibi  ) temelleri atıldı.
·         Göç hareketleri sonucunda ekonomik yönden zarara uğrayan Avrupa’da kent yaşamı ve ticaret önem kaybetmiş, toprak ve tarımın önem kazandığı kapalı bir ekonomik yaşam ortaya çıkmıştır.
FEODALİZM / FEODALİTE / DEREBEYLİK: Ortaçağ’da Avrupa’yı siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan etkileyen bir yönetim biçimidir.
         Avrupa’da feodalite rejiminin doğmasında;
·         Kavimler Göçü’nden sonra Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılması ve Avrupa’da merkezi otoriteyi sağlayacak büyük bir gücün ortaya çıkmaması,
·         Kendini güvende hissetmeyen halkın can ve mal güvenliğini sağlamak ve hayatlarını devam ettirebilmek için büyük toprak sahibi ve güçlü kimselerin ( soylular ) koruması altına girmesi.
etkili olmuştur.
       Feodalite rejiminin temeli ülkenin birçok yönetim birimine ayrılmasıdır. Buna göre kral ülkeyi büyük kontluklara, bunları da daha küçük yönetim birimlerine ayırırdı. Bunlara derebeyi denirdi. Halk, bağlılık yemini ederek derebeyinin himayesine girer, derebeyi de halkın güvenliğini sağlayacağına söz verirdi. Bu anlaşmadan sonra soylular, köylülerin toprakları işlemesine izin verirdi. Halkın himayesine girdiği kişilere süzeren, himaye edilenlere de vassal denirdi. Şövalyeler, bu rejimin askeri gücünü oluştururlardı.
      Soylularla otoritelerini paylaşan krallar, papaların elinden taç giyerlerdi. Aksi halde krallıkları geçerli sayılmazdı. Papalar gerektiğinde kralları aforoz edebilir, ülkesiyle beraber cezalandırabilirdi ( enterdi ). Katolik Kilisesi eğitim ve düşünce hayatını denetim altında tutarak skolastik düşünceyi en katı haliyle uygulardı ( engizisyon mahkemeleri ).
      Ortaçağ boyunca devam eden feodalitenin zayıflamasında ve yıkılmasında;
·         Haçlı Seferleri sırasında pek çok derebeyin ölmesi, ordularını kaybetmesi ve topraklarının başıboş kalması ( Feodalite’de zenginliğin kaynağı topraktır).Ayrıca Haçlı Seferleri ile birlikte kilise ve din adamlarının yalan söyledikleri anlaşılmış, güven azalmaya başlamıştır.
·         Coğrafi Keşiflerle birlikte Amerika kıtasından bol miktarda altın ve gümüşün gelmesiyle birlikte zenginliğin kaynağı topraktan değerli madenlere doğru değişmiştir ( para önem kazanmıştır ).Ayrıca yeni yolların bulunmasıyla ticaret yeniden canlanmış ve önem kazanmıştır.
·         XV. Yüzyılda barutun ateşli silahlarda kullanılmasıyla kalelerin, surların, şatoların da yıkılabileceği gerçeği görülmüştür.
etkili olmuştur.
Yeniçağ başında Almanya dışında bütün Avrupa’da feodalite yıkılmıştır. Feodalite rejiminin oluşturduğu siyasal, sosyal ve ekonomik bölünmüşlük Avrupa’daki halk arasında farklılıklar oluşturmuştur. Ortaçağ Avrupası’nda görülen sosyal sınıflar şunlardır:
ASİLLER: En ayrıcalıklı sınıf olup her türlü hakka sahiptirler. Asillerin en üstünde senyör denilen derebeyleri bulunurdu. Derebeyden sonra dükler, kontlar, baronlar, vikontlar ve şövalyeler gelirdi.
DİN ADAMLARI / RAHİPLER: Asillerden sonra gelen en ayrıcalıklı sınıftı. Vergi vermezler ve askerlik yapmazlardı. Hem din hem de devlet işleriyle uğraşmışlardır. Ortaçağda pek çok toprak elde ederek zenginleşmişlerdir.
BURJUVALAR: Kasaba ve şehirlerde oturup ticaret ve sanat ile uğraşmışlardır. Senyörlere belli miktarlarda para vererek onların himayesinde yaşamışlardır. Coğrafi Keşiflerle birlikte toplum ve siyaset hayatında etkileri artmıştır.
KÖYLÜLER: Serbest köylüler ekip biçtikleri topraklardan kazandıklarının bir bölümünü senyöre vergi olarak verirlerdi. Senyör değiştirme hakları vardı. Serf adı verilen köle köylülerin ise hiçbir hakları yoktu. Toprağın üzerindeki bir mal ya da eşya muamelesi görürlerdi. Toprakla beraber alınır ve satılırlardı.

                          
                     AVRUPA ( BATI ) HUN DEVLETİ ( 375 / 378 – 469 )
BALAMİR DÖNEMİ: Kuzey Hun Devleti’nin dağılmasından sonra batıya göç eden Hunların bir kısmı Balamir’in komutasında Ural ve Volga nehirleri arasına yerleşip buradaki Türkleri bir araya toplamaya çalıştılar. Daha sonra batıya doğru yürüyüşlerine devam ederek Kavimler Göçü’ne neden oldular. Bugünkü Macaristan’da, başkent Etzelburg / Budapeşte olarak kurulmuştur.
ULDIZ DÖNEMİ: Balamir’den sonra başa geçen Uldız döneminde iki kol halinde hareket eden Hunların bir bölümü Roma topraklarına girmiş, bir bölümü de Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girmiştir. Orta Anadolu’ya kadar olan bölgelere akınlar düzenlemişlerdir. Bu akınlarla Türkler ilk kez Anadolu’ya ayak basmış oldular. Ancak Anadolu’da kalıcı olmadılar. Geldikleri yolu takip ederek Anadolu’yu terk ettiler ve göç hareketine devam ettiler.
               Avrupa Hun Devleti’nin dış politikası Uldız döneminde belirlenmiştir. O dönemin iki güçlü devletine karşı mücadele etmenin zorluğunu bilen Uldız, önce Bizans’ı baskı altına alarak Batı Roma ile iyi ilişkiler kurmayı, daha sonra da Batı Roma üzerine yürümeyi dış politika esası olarak belirlemiştir.
                Uldız’ın ölümünden sonra Karoton ve Rua başa geçmişlerdir. Balamir’den sonra başa geçen hükümdarlar ülkeyi genellikle kardeşleri ile birlikte yönetmişlerdir.
ATTİLA DÖNEMİ ( 434 – 453 ) : Rua’dan sonra başa geçen Attila döneminde Avrupa Hunları en güçlü dönemini yaşadı. Avrupa Hun Devleti’nin en ünlü hükümdarıdır.
                Attila’nın ele aldığı ilk sorun, Rua’nın ölümüyle yarım kalan Roma İmparatorluklarına karşı izlenen siyasetti. Bu amaçla yaptığı ilk faaliyette Bizans tarafından kışkırtılan ve bu devlete sığınan Hun kaçakları sorunu idi. İki devlet arasındaki sorunların görüşülmesi için Attila’ya başvuran Bizans ile 434 yılında Margos Antlaşmasıyapılmıştır.  Bu antlaşmaya göre:
·         Hunlar tarafından esir edilmiş Romalılar ile çeşitli nedenlerle ülkelerini terk eden Hunlar, Doğu Roma’ya kabul edilmeyeceklerdir.
·         Romalı mülteciler ve esirlerin her biri için Avrupa Hunlarına sekiz altın fidye ödenecektir.
·         Bizans, Hunlara bağlı kavimlerle antlaşma yapmayacaktır.
·         Ticari faaliyetler belirli sınır kasabalarında devam edecektir.
·         Yapılan antlaşma devamlı olacak ve her iki taraf ta uyacaktır.
·         Bizans’ın Hunlara ödemekte olduğu vergi 300 altın libreden 700 altın libreye çıkacaktır. ( Bizans, Rua döneminde vergiye bağlanmıştı.)
Margos Antlaşması, Bizans’ın Avrupa Hun Devleti’nin gücünü ve üstünlüğünü kabul ettiğini göstermektedir.
Balkan Seferleri: Batı Roma üzerine sefer düzenlemeyi düşünen Attila, öncelikle DoğuRoma hâkimiyetinde bulunan Balkanlarda güvenliği sağlamaya çalışmıştır. Bunun yanında Bizans’ın Margos Antlaşması’na uymaması üzerine I. Balkan ( 441 – 442 ) ve II. Balkan ( 447 ) seferlerine çıkmıştır. Bu seferler sonucunda Bizans ile Anatolyus Antlaşması ( 447 )imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre:
·         Bizans’ın ödediği vergi miktarı üç katına çıkarıldı.
·         Bizans savaş tazminatı ödemek zorunda kaldı.
·         Tuna’nın güneyi askerden arındırıldı.
Batı Roma İle İlişkiler:
Galya Seferi ( 451 ) : Doğu Roma’ya üstünlük sağlayan Attila, Batı Roma üzerine yürümeye karar verdi. Sefer öncesinde Roma’ya elçi göndererek daha önce mektuplaştığı Prenses Honario( Roma İmparatoru’nun kız kardeşi ) ile evlenmeyi kabul ettiğini, ancak Roma topraklarının yarısını çeyiz olarak istediğini bildirdi. Bu isteği reddedilince Galya ( bugünkü Fransa toprakları ) Seferi’ne çıktı. 451’de Romalılarla Galya’da yapılan savaşta ( Orlean Savaşı)  Attila ve Roma ağır kayıplar verdi. Savaşta taraflar birbirlerine kesin üstünlük sağlayamadılar.
İtalya Seferi ( 452 ) : Galya Seferi’nden bir yıl sonra ( Roma’ya toparlanma fırsatı vermekistememiştir) Alpleri aşarak İtalya’ya giren Attila karşısında Roma zor durumda kaldı. Savaşı göze alamayan Batı Roma İmparatoru Papa’yı arabulucu olarak Attila’ya gönderdi. Papa, Attila’dan tüm Hristiyanlar adına Roma’yı bağışlamasını istedi. Attila, Papa’nın ricası üzerine seferden vazgeçti.  Bu durumun nedenleri:
·         Daha önce Roma’yı işgal eden Got kralının aniden ölmesinden dolayı Roma’yı ele geçiren komutanlarının sonunun felaket olacağına inanılması,
·         O sırada Roma’da bir salgın hastalığın başlaması,
·         Attila’nın amacının Batı Roma’nın gücünü kırmak olduğu ve bunu başardığını düşünmesi,
·         Roma’nın, Hristiyanlar için kutsal bir dini merkez olması,
·         Doğuda, Sasani Devleti üzerine yürümek istemesi olarak gösterilmektedir.
Avrupa Hun Devleti’nin Yıkılması: Avrupa’da ‘ Tanrının Kırbacı ‘ ( Hristiyanları cezalandırmak için Tanrı tarafından gönderildiğine inanılır ) olarak tanınan Attila’nın 453 yılında ölümünden sonra oğulları İlek, Dengizik ve İrnek tarafından iyi yönetilememesi,
·         Taht kavgaları ve bunun sonucunda yaşanan iç karışıklıklar,
·         Merkezi otoritenin zayıflamasıyla ortaya çıkan Germen ve Bizans saldırıları karşısında alınan yenilgiler,
·         Devletin sınırlarının çok geniş olması,
·         Doğudan gelen Türk göçlerinin durmasıyla Türk nüfusunun azınlıkta kalması.
Avrupa Hun Devleti’nin Önemi:
·         Hunlar, yaklaşık yüzyıl kadar Avrupa’da etkili oldular. Bu süre içinde Avrupa’yı; pantolon, ceket ve iç çamaşırı giyme, at koşum takımı ve at eyerleme yöntemleri, orduların onluk sisteme göre düzenlenmesi ( askeri ) bakımlarından etkilemişlerdir.
·         Orta Asya’da çeşitli nedenlerle zor durumda kalan Türk boylarına yeni bir hayat sahası olarak batı yolunu açmışlardır.
·         Avrupalı kavimlerin Hunlarla yaptıkları savaşları anlatan destan ve efsaneler Avrupa’da edebiyatın gelişmesini sağladı.
·         Kuzeydoğu Avrupa’da ticaret canlandı.
·         Orta ve Doğu Avrupa’ya hâkim olarak, Balkanların Germen kavimleri tarafından istilasına engel oldular.
·         Türk Kültürü ( bozkır kültürü ) ilk kez Avrupa sahnesine çıktı.

        Hunlar Avrupa’da da göçebe geleneklerini sürdürmüşler ve hâkimiyetleri altındaki toplumlarla kültür alışverişinde bulunmuşlardır. Attila’nın sarayında Hun dilinden başka Latin ve Germen dilleri de konuşulmuştur. Avrupa Hun Devleti yıkıldıktan sonra bir kısmı Hristiyanlığı benimseyerek Avrupa’da kalmış, yerli halklarla kaynaşarak Türklük özelliklerini kaybetmişler, Bir kısmı da Kavimler Göçü yolunu izleyerek anayurda geri dönmüşlerdir.

I.GÖK TÜRK ( KÖK TÜRK ) DEVLETİ  ( 552 – 659 )
Türk Tarihindeki Önemi:
         Türklerin, Hunlardan sonra Orta Asya’da kurdukları ikinci büyük devlettir. ( Bütün Türklerin bir bayrak altında toplandığı ikinci büyük devlettir. Sibirya’daki Yakut Türkleri ile batıdaki Bulgarlar dışındaki Türk boylarını egemenlikleri altına almışlardır. ) Ayrıca ‘ Türk ‘ adını devlet adı olarak kullanan ( Milliyetçilik düşüncesinin geliştiğini gösterir. ) ve bağımsızlık savaşı vererek kurulan ilk Türk devletidir. Hunlarla başlayan Orta Asya Türk kültürünün süreklilik kazanmasında önemli bir rol oynamışlardır.
Bumin Kağan Dönemi ( 552 – 553 ) :
·         Türkler, Kuzey Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra Altay dağlarının doğusuna çekilmişlerdir. Bu bölgede Avarların egemenliğinde yaşıyor ve onların silahlarını yapıyorlardı. Avarlara karşı egemenlikleri altındaki Tölesler isyan edince Bumin’den yardım istemişlerdir. Bumin, Aşina ( Kurt ) Türk boyuna mensuptur. Avarlar, Bumin’in desteği sayesinde isyanı bastırmışlardır. Bumin, bu başarı karşılığında Avar hakanının kızını istemiş, bu isteğinin kabul edilmemesi üzerine isyan etmiştir. İsyanı başarılı olmuş, Ötügen ( Ötüken ) merkez olmak üzere I. Gök Türk Devleti’ni kurmuştur. (552 )
·         Gök Türkler kurulduğunda batıda Bizans, İran’da Sasani, Aral Gölü civarında Akhun ( Eftalit ) devletleri vardı. Orta Asya’da ise dağınık halde yaşayan Türk boyları bulunuyordu.
·         Bumin Kağan, Türk yönetim anlayışına uygun olarak ülkeyi doğu ve batı olmak üzere iki idari birime ayırarak yönetti. Kendisi doğuda, kardeşi İstemi de ‘ Yabgu ‘ ünvanıyla merkeze ( doğuya ) bağlı olmak şartıyla batıda yönetici oldu.
·         Bumin Kağan, Avarları batıya sürerek etkisiz hale getirmiş, Çin ile siyasi ve ekonomik ilişki kurmuş ve devleti kurduktan kısa bir süre sonra ölmüştür.
Mukan Kağan Dönemi ( 553 – 572 ) :
·         İyi bir devlet adamı ve komutan olan Mukan Kağan ülkeyi amcası İstemi Yabgu ile birlikte yönetmiştir.
·         Devletin en güçlü dönemi Mukan Kağan döneminde yaşanmıştır.
·         Avarlar siyasi olarak etkisiz hale getirilmiş, Kitanlar ve Kırgızlar egemenlik altına alınmış, Çin’e Gök Türk üstünlüğü kabul ettirilmiştir.
·         Devletin batı kanadını yöneten İstemi Yabgu ise; İpek Yolu’nu elinde bulunduran Akhunlara karşı Sasanilerle iş birliği yaparak Akhun Devleti’nin yıkılmasını sağlamıştır. Sasanilerin Gök Türklerin güçlenmesinden çekindikleri için İpek Yolu ticaretini engellemeye başlamaları üzerine İstanbul’a ( Bizans’a ) bir elçilik heyeti göndermişlerdir. ( Türkler, Asya Hun Devleti’nden itibaren ticaretin önemini kavramışlar ve önem vermişlerdir. İpek Yolu da dönemin önemli ticaret yoludur. Bundan dolayı bölgedeki devletler bu yola egemen olabilmek için birbirleriyle mücadele etmişlerdir. Türklerin İpek Yolu’nu elinde bulundurması diğer milletlere karşı mücadelelerinde üstünlük sağlamıştır. Türk – Çin savaşlarının en önemli nedeni de İpek Yoluna hâkim olma mücadelesinden kaynaklanmaktadır.)
·         Bizans’ın da Gök Türk Devleti’ne elçilik heyeti göndermesi üzerine iki devlet arasında ittifak kuruldu. ( Tarihte, Türk – Bizans ilişkileri Gök Türkler Dönemi’nde başlamıştır. İstemi Yabgu’nun Bizans’a gönderdiği elçilik heyeti Orta Asya’dan Bizans’a giden ilk Türk elçilik heyetidir.)
·         Bu ittifak sonucunda iki devlet Sasanilerle mücadele ederek İpek Yolu üzerindeki Sasani engelini ortadan kaldırdılar. Sasanilerin zayıflamasına neden oldular. ( Bu durum, İslam fetihlerini sürdüren Hz. Ömer’in İran’ı fethetmesini kolaylaştırmıştır.)
Tapo Kağan Dönemi ( 572 – 581 ) :
·         Tapo Kağan’ın Maniheizmi kabul etmesi ve bu dinin yayılması için çalışması, Çin’e olan hayranlığı halkın tepkisini çektiği gibi devlet ileri gelenleri tarafından da hoş karşılanmamıştır.
·         Dış politikada da başarılı olamayarak itibarı sarsılan Tapo Kağan 581’de ölmüştür. Hakan’ın ölümü üzerine Kurultay tarafından hükümdar seçilen İşbara Kağan döneminde Çin, Türk töresini değiştirmek için yoğun çaba harcamış, Türkleri milli kimliklerinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır.
·         Bu arada İstemi Yabgu’nun ölümü üzerine Batının yönetimini sağlayan Tardu, hem Tapo Kağan’a hem de İşbara’ya karşı taht mücadelesine girişmiştir. Bu taht mücadeleleri ve Mukan Kağan’dan sonra devletin iyi yönetilememesi sonucunda I. Gök Türk Devleti 582’de Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Doğu Gök Türkler 630’da, Batı Gök Türkler ise 659’da Çin’in egemenliğine girerek siyasi hayatları sona ermiştir.

                                     II. GÖK TÜRK ( KUTLUK ) DEVLETİ ( 682 – 744 )
           Türkler, Çin esaretinde geçen 50 yıllık dönemde birçok kez ayaklandılar. ( Bağımsızlık duygusu. ) Bu bağımsızlık hareketlerinin en ünlüsü Kürşad’ın başlattığı ayaklanmadır. Çin sarayını basarak imparatoru ele geçirmek isteyen Kürşad’ın 39 arkadaşıyla başlattığı bu ayaklanma da diğerleri gibi Çinliler tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Ancak bu ayaklanmalar sayesinde Türkler, Çin’e karşı cesaret ve mücadele hırsı kazanmışlardır. Benliklerini kaybetmeyen Türkler, 681 yılında Kutluk’un önderliğinde başlattıkları isyan sayesinde Çin esaretinden kurtulmuşlardır. Ötügen’i ele geçiren Türkler, II. Gök Türk Devleti’ni kurmuşlardır ( 682 ). Kutluk Kağan’a derleyeni toparlayan, devlet kuran anlamında İlteriş ünvanı verilmiştir. Kurucusunun adından dolayı devlete de Kutluk Devletidenmiştir.
Kutluk ( İlteriş ) Kağan Dönemi  ( 682 692 ) :
·         Kutluk Kağan vezir Tonyukuk’un ( Çin’de doğmuş büyümüş olmasından dolayı Çin’i ve Türklere karşı oyunlarını çok iyi bilen, tecrübeli bir devlet adamıdır. ) yardımı ile devleti teşkilatlandırdı ve devletin merkezini Karakurum’a taşıdı.
·         Türklerin Orta Asya’daki en büyük rakibi olan Çin’i baskı altında tutmak ve yitecek giyecek gereksinimlerini karşılamak amacıyla Çin üzerine 46 sefer düzenlemiş ve Çin’i bir tehlike olmaktan çıkarmıştır ( Çin’i Orta Asya’dan çıkarmıştır. )
Kapgan Kağan Dönemi ( 692 – 716 ) :
·         Kutluk Kağan’ın ölümünden sonra çocukları Bilge ve Kültigin küçük oldukları için yerine kardeşi Kapgan Kağan geçti.
·         Türk boylarının çoğunu hâkimiyeti altına alarak büyük ölçüde Türk birliğini sağlamıştır.
·         Çin’e 25 sefer düzenleyerek baskı altında tutmuştur.
·         Gök Türk Devleti’ni eski sınırlarına ulaştırmıştır.
·         Kapgan Kağan’ın askeri alanda başarılarına rağmen ülkeyi idarede sertliğe başvurması isyanların sayısını artırmıştır. Çin de bu isyanlardan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanmaya çalışmıştır.
·         Kapgan Kağan, bir isyanın bastırılması sırasında öldürülmüştür. Yerine geçen oğlu İnal’ın kağanlığını Kutluk’un oğulları Bilge ve Kül Tigin tanımamışlar ve taht kavgasına girişmişlerdir. Taht kavgası sırasında İnal öldürülmüştür. Yerine Bilge,kağan olmuştur.
Bilge Kağan Dönemi ( 716 – 734 ) :
·         Bilge Kağan devletin başına geçtikten sonra, daha önce girdiği savaşlarda komutanlık yeteneğini kanıtlayan kardeşi Kül Tigin’i orduların başına getirdi. Tecrübeli devlet adamı Tonyukuk da baş danışman oldu. Bilge Kağan döneminde II. Gök Türk Devleti en parlak dönemini yaşadı.
·         Bilge Kağan, kardeşi Kül Tigin ve vezir Tonyukuk’un yardımı ile devlete karşı yapılan isyanları bastırarak; Basmil, Karluk, Kırgız ve Türgeşleri egemenliği altına almıştır.
·         Çin’in düşmanca tavırlarından dolayı bu devlet üzerindeki baskısını artırmış, ancak Çin ile savaşın topluma yarar sağlamayacağını düşündüğünden barış yapmıştır.
·         Tonyukuk’un 727, Kül Tigin’in 731, Bilge Kağan’ın 734 yılında ölmesi üzerine yönetime gelenlerin başarılı olamamaları ve taht kavgalarıyla zayıflayan devlet, Karluk, Basmil ve Uygur Türk boylarının ortak isyanıyla dağılma sürecine girmiştir. Son darbeyi Uygurlar 744 yılında indirerek devlete son vermişlerdir.
II. GÖK TÜRK ( KUTLUK ) DEVLETİ’NİN ÖNEMİ:
Kendisinden sonra gelen Türk devletlerine her türlü imkânsızlık içinde dahi bağımsızlıklarını elde etme ve koruma bilincini vermişler, kendilerine ait para kullanmışlar, kendilerine özgü milli bir alfabe olan 38 harfli Gök Türk alfabesini kullanmışlar ( Milliyetçilik ) ,Orhun Kitabeleriyle Türk tarihinin, kültürünün, dilinin ve edebiyatının ilk yazılı belgelerini bırakmışlardır.


                                    UYGUR DEVLETİ ( 744 – 840 )
Hunlar döneminde Orhun ve Selenga nehirleri bölgesinde yaşayan Uygurlar, daha sonra II. Gök Türk Devleti’nin egemenliğine girdiler. Bilge Kağan’ın ölümünden sonra çıkan karışıklıklardan yararlanarak Basmil ve Karluklarla birleşerek II. Gök Türk Devleti’ne son verdiler. Önce Basmil lideri kağan ilan edilmişse de Uygurlar, Basmil egemenliğine de son vererek Ötügen merkez olmak üzere devletlerini kurmuşlardır.
Kutluk Bilge Kül Kağan Dönemi ( 744 – 747 ) :
·         Uygur Devleti’nin kurucusu olan Kutluk Bilge Kül Kağan, Ordubalık ( Karabalgasun ) şehrini kurarak başkenti buraya taşıdılar. ( Balıg = Balık = Şehir )Böylece şehir kuran ilk Türk hükümdarı oldu.
Moyen ( Bayan ) – Çur Dönemi ( 747 – 759 ) :
·         Kutluk Bilge Kül Kağan’ın ölümü üzerine yerine geçen oğlu Moyen – Çur dönemi devletin en güçlü, en parlak dönemi olmuştur.
·         Bu dönemde ülke sınırları genişletilmiş, Türk birliği yeniden sağlanmış, komşu Türk boyları olan Kırgız, Karluk, Basmil ve Türgişler egemenlik altına alınmıştır.
·         Çin’in 751 yılında Müslüman Araplarla yaptığı Talas Savaşı’nı kaybetmesi Çin’in zayıflamasına, buna karşılık Uygurların güçlenmesine ortam hazırlamıştır. Talas yenilgisi sonrasında Çin’de iç karışıklıklar yaşanmaya başlanmış, bunun üzerine askeri yardım isteyen Çin ile siyasi, askeri ve ticari işbirliği yapılmış, bu ilişkilerin sonucu olarak Çin vergiye bağlanmış, Çin ile yakınlık sağlanmış (  Uygurların yardımlarına karşılık Çin imparatoru kızını Moyen – Çur ile evlendirmiştir )ve Çin kültüründen etkilenmişlerdir.
Bögü Kağan Dönemi ( 759 – 780 ) :
·         Moyen – Çur’un ölümü üzerine yerine geçen oğlu Bögü Kağan döneminde karışıklık içinde olan Çin’e önceleri yardım edilmiş ( Bu yardımlar sırasında Çin’e saldıran Tibet’i önlemek için Tibet’e yapılan seferler sırasında Maniheizmle tanıştı ve bu dini benimsedi. Buradan dört Mani din adamıyla ülkesine döndü. Mani dinini devletin resmi dini haline getirdi. Benimsenmesi için Mani dinini anlatan kitaplar yazdırarak basılmasını, Mani tapınaklarının yapılmasını sağladı. Ancak bu din sadece kağan ve çevresinde kabul gördü. Çünkü Mani dini Türk yaşam tarzına ters düşen et yemeyi ve savaşmayı yasaklamasından dolayı halk arasında etkili olmadı.) İran kökenli olan bu dinin Çin’e yayılmasını da Uygurlar sağladı.
·         Mani dini, Uygurların yerleşik yaşama geçmesinde, şehircilik ve şehir kültürünün gelişmesinde,  buna bağlı olarak tarım ve ticaretin gelişmesinde, mimarinin gelişmesinde, heykel ve minyatür gibi sanat dallarının gelişmesinde, dini metinlerin yazılması yoluyla edebiyat alanında, bu metinlerin basılması gereği matbaacılık ( hareketli harf sistemini bulmuşlar ve baskı kalıpları kullanmışlar ki, bu baskı kalıplarının en eski baskı kalıpları olduğu ifade edilir) ve kâğıt yapımında ilerlemelerinde etkili olmuştur. ( Olumlu etkileri )
·         Buna karşılık et yemeyi ve savaşmayı yasakladığından savaşçı ve mücadeleci özelliklerini kaybetmelerine, hatta yıkılmalarında etkili olmuştur. ( Olumsuz Etkisi )
·         Bögü Kağan daha sonra’ Çin’e yardım’ politikasını terk ederek Çin’i ele geçirmek amacıyla birçok Çin şehrini işgal etmiştir. Bu seferlerle ele geçirilen ganimetlerle devleti zenginleştirmiştir.
Baga Tarkan Dönemi ( 780 – 789 ) :
·         Ülkede düzeni sağlamak için bazı kanunlar çıkarmıştı.
·         Çinli bir prensesle evlenerek Çin baskısından şikâyetçi olan Uygurlu tüccarların sorunlarını çözmüştür.
·         Uygurlar içinde bulunan Dokuz Oğuzlara karşı olumsuz tutumu nedeniyle devlet içinde büyük karışıklıklara neden olmuştur.
Uygur Devleti’nin Yıkılması: Baga Tarkan ve daha sonraki hakanlar döneminde ortaya çıkan kıtlık, açlık, salgın hastalıklar, siyasi sarsıntılar, ekonomik sıkıntılar ve iç karışıklıklar devleti iyice zayıflatmış ve 840 yılında Kırgızların Ordubalık şehrini almasıyla Uygur Devleti yıkılmıştır.
        Bu yenilgiden sonra Uygurların büyük çoğunluğu Karluk ülkesine, Çin sınırlarına, Beşbalık ve Turfan’a yerleşerek buralarda yeni devletler kurmuşlardır.
Doğu Türkistan Uygur Devleti ( Turfan Uygurları ) : Uygurların bir kısmı İç Asya’ya Beşbalık, Koçu, Turfan ve Tanrı dağları çevresine yerleşmişler ve burada bir devlet kurmuşlardır. Bu bölgeye Doğu Türkistan, bu devlete de Doğu Türkistan ( Turfan ) Uygur Devleti denmiştir.( 856 ). 1209 yılında Moğolların egemenliğine giren Doğu Türkistan Uygurları:
·         Çok sayıda Budist tapınağı yapmışlardır.
·         Kâğıt ve hareketli matbaa tekniğini kullanmışlar ve çok sayıda kitap basmışlardır.
·         Moğolların ele geçirdiği ülkelerin teşkilatlandırılmasında ve devlet yönetiminde etkili olmuşlardır.
·         Moğolları kültürel açıdan etkilemişlerdir, bazı Moğol kabilelerinin Türkleşmesinde ( Çağatay ve Özbekler) etkili olmuşlardır.
·         Yerleşik hayatın etkisiyle tarım ve sanat faaliyetlerinde başarılı olmuşlardır.
Kansu Uygur Devleti ( Sarı Uygurlar ) : Güneye inerek Çin’in kuzeyindeki Kansu bölgesine yerleşen Uygurlar tarafından kurulmuştur. ( 847 )
·         Siyasi alanda çok başarılı olamamışlardır.
·         Budizmi benimsemişlerdir ve ticari alanda başarı göstermişlerdir.
·         X. Yüzyıldan itibaren bağımsız yaşamaya başladılarsa da önce Kitanların, daha sonra Tangutların yönetimi altına girmişlerdir.
·         Kansu Uygur Devleti 1226 yılında Moğollar tarafından ortadan kaldırılmıştır.
Uygurların bir bölümü Çin egemenliğindeki Sincan Özerk Bölgesi’nde varlığını sürdürmektedir.
Uygurların Tarihimizdeki Önemi:
·         Göçebe yaşantıyı terk ederek ilk yerleşik hayata geçen Türk topluluğudur ( Budizmin ve Maniheizmin etkisiyle ).
·         Gök Tanrı inancını terk edip yabancı dine inanan ilk Türk topluluğudur.
·         Türkler arasında sulu tarımın yaygınlaşmasını sağlamışlardır. Günümüzde kullandığımız ‘ Turfanda ‘kelimesi Uygurların yaşadığı Turfan bölgesinden ( meyve ve sebzelerin bu bölgede çevresine göre daha erken yetişmesinden dolayı ) gelmektedir.
·         Matbaanın geliştirilmesinde etkili olmuşlar ve pamuktan kâğıt üretmişlerdir.
·         Bilim, sanat ve edebiyatta diğer Türk devletlerine göre daha ileri gitmişlerdir.
·         18 harften oluşan Uygur alfabesini geliştirmişlerdir.
·         ‘Orta Oyunu ‘ geleneğini Uygurlar başlatmışlar ve musiki ile uğraşmışlardır.
·         Türeyiş ve Göç destanları vardır.
·         Uygurlar siyasi başarılardan çok uygarlık alanındaki çalışmaları ile iz bırakmışlardır.
·         ‘Uygarlık ‘ kelimesi Uygurlardan gelmektedir.
·         Karabalgasun Yazıtları, borç, alış – veriş ve miras hukuku gibi konularda Uygurlar hakkında önemli bilgilere ulaşmamıza yardımcı olmaktadır. ( Yazılı hukuka geçmişlerdir.
·         Kent ve kasaba kültürünü geliştirdiler.
·         Saraylar, tapınaklar inşa ederek mimari eserler meydana getirdiler.
·         Dini konularda geniş bir hoşgörüye sahiptirler. ( Farklı dinlere ait tapınaklar yan yanadır. )
·         Milli benliklerini korumak amacıyla farklı dinlere ait terimlerin Türkçe karşılığını kullanmışlardır.
·         Resim, heykel ve minyatür alanında sanat eserleri ortaya çıkarmışlardır. ( Bu sanat dallarının gelişmesinde göçebelikten yerleşik hayata geçmeleri ve dini inançları etkili olmuştur. )
·         Yüksek tekerlekli arabalar kullanmışlardır.
                               DİĞER TÜRK DEVLETLERİ ve TOPLULUKLARI
         Karadeniz’in Kuzeyinde Kurulan ve Avrupa’ya Yürüyen Türk Toplulukları ve Devletleri
İSKİTLER ( SAKALAR ) : MÖ VII. Yüzyılda Orta Asya’dan Karadeniz’in kuzey bölgelerine ve Avrupa’ya göç eden Türk topluluklarından ilkidir. Bunlara İran kaynaklarında Saka, Yunan kaynaklarında ise İskit adı verilmiştir.
          Tuna’dan Orta Asya içlerine kadar uzanan bölgede büyük bir devlet kuran Sakaların yönetimleri altında çoğu İran asıllı olan pek çok boy vardı. Devlet, boylar federasyonu görünümündeydi. Üstün bir kültüre sahip olan İskitler, doğudan gelen göçlerle daha batıya gitmişler ve böylece İskitlerin kültürü Avrupa’ya da yayılmıştır.
          Savaşçı bir topluluk olan İskitler, iyi ata binerler ve iyi silah kullanırlardı. İskitlerin, İranlılar ile savaşlarını anlatan Alp Er Tunga ( Afrasiyab ) destanındaki Alp Er Tunga’nın İskit hükümdarı olduğu bilinmektedir. Savaşlarda kadınlar da erkeklerle birlikte savaşırlardı.
           MÖ II: yüzyıl sonlarına doğru zayıflayarak Hunların ve diğer toplulukların arasına karıştılar. Bunlardan az bir kısmı varlıklarını Moğollar dönemine kadar korudu. Moğol istilası sırasında kuzeye çekilerek yaşamaya devam ettiler. Bugünkü Yakut Türkleri, Sakaların torunlarıdır.
         Atlı – göçebe hayat tarzları, gelenek ve görenekleri, ölülerini atları ve silahları ile birlikte gömmeleri, dillerinin ve sanatlarının diğer Türk toplulukları ile benzerlikleri ve Orta Asya kökenli olmaları Sakaların bir Türk topluluğu olduğu görüşünü doğrulamaktadır. Ayrıca bunlar, atı savaş aracı olarak kullanan ilk Türk toplumu olmuşlardır.
         Silahlar, koşum takımları, süs eşyaları ( Altın ve gümüş işlemeciliği gelişmiştir. Bozkırın kuyumcusu olarak bilinirler.), vazolar ve araba süsleri yapılan kazılar sonucunda ortayaçıkarılmıştır. Süslemelerindeki savaş sahneleri ve mücadele halindeki hayvan figürleri işlemelerinden oluşan sanat anlayışına ‘ Hayvan Üslubu ‘ denir.
AVARLAR: Çin kaynaklarında JUAN JUAN olarak geçmektedirler. Gök Türklerin 552 yılında Avar hâkimiyetine son vermesi üzerine batıya göç etmişler 558 yılında Karadeniz’in kuzeyinden Orta Avrupa’ya girmişlerdir. 562 yılında Macaristan’da Bayan Han’ın öncülüğünde bir devlet kurmuşlardır. 805 yılında Franklar tarafından yıkılmışlardır. Hristiyanlığı kabul ederek Slavlaşmışlardır.
Önemleri: 1) 619 yılında tek başına, 626 yılında da Sasanilerle birlikte İstanbul’u kuşatmışlardır.  Böylece İstanbul’u kuşatan ilk Türk topluluğu Avarlar oldu.
                    2) Slav topluluklarının göç etmesine neden olarak, doğu Avrupa ve Balkanlara inmesini sağladılar. Böylece Balkanların Slavlaşmasında etkili oldular.
                    3) Devlet ve ordu teşkilatlanmasında Slav topluluklarını, özellikle de Rusları etkilemişlerdir.
                    4) Sibirleri ortadan kaldırmışlardır.
BULGARLAR: Avrupa Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra Karadeniz’in kuzeyine gelen Hunların buradaki değişik boylardan oluşan Ogur Türkleriyle karışması sonucunda ortaya çıkan yeni topluluğa ‘ Bulgar ‘ adı verilmiştir. Bulgar kelimesi ‘ karışmak ‘ anlamına gelmektedir. Gök Türk Devleti’nin yıkılmasıyla 630’da Karadeniz’in kuzeyinde Büyük Bulgarya Devleti kuruldu. Ancak kurucusu Kubrat’ın ölümüyle Hazarlar tarafından yıkıldı ( 665 ). Bundan sonra Bulgarların bir kısmı Tuna nehri, bir kısmı da Volga nehri kıyılarına göç ederek Tuna Bulgar Devleti ve Kama ( Volga = İtil ) Bulgar Devleti’ni kurdular.
TUNA BULGAR DEVLETİ:  Kubrat’ın oğlu Asparuh tarafından 679’da kuruldu. Boris Han zamanında ( 864 ) Hristiyanlığı kabul ettiler. Bu bölgedeki halkın büyük çoğunluğunun Slav olmasından dolayı zamanla Slavlaşmışlardır. Sırasıyla Bizans, Sırp ve Osmanlı hakimiyetinde yaşadılar. Bugünkü Bulgar Devleti bir Slav devletidir. Burada yaşayan Türkler ise, Osmanlılar zamanında yerleştirilen Türklerdir.
ÖNEMİ: Avarlardan sonra ( Kurum Han zamanında ) İstanbul’u kuşatan ikinci Türk topluluğudur.
KAMA ( VOLGA = İTİL ) BULGAR DEVLETİ: Başkent Bulgar şehri,9. – 12. Yüzyıllar arsında çok önemli bir ticaret merkezidir. Bizans ve Müslümanlarla yaptıkları ticaret sayesinde zenginleşmişlerdir. Bu ticaret sırasında İslamiyeti tanıma fırsatı bulmuşlar ve Almış Han zamanında ( X. Yüzyılda ) İslamiyet benimsemişlerdir. ( Bazı araştırmacılar bu devleti ilk Müslüman Türk devleti olarak kabul ederler.)1236’da Moğolların egemenliğine girdiler. Altınorda Devleti’nin parçalanmasıyla kurulan KAZAN HANLIĞI’nın esas kitlesini oluşturdular. Kama Bulgarlarının günümüzde Kazan Türkleri olarak benliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmelerinde İslamiyeti kabul etmelerinin büyük payı vardır.

HAZARLAR:  I. Gök Türk Devleti’nin yıkılmasıyla Kuzey Karadeniz ve Kafkaslar arasında HAZAR KAĞANLIĞI kuruldu ( 630 ). Esas kitlesini Sabarlar ( Sibirler ) oluşturur. Sabarların devamıdır. Ticaret yolları üzerindeki denetimlerini kaybetmeleri, Peçenek ve Rus baskısının artması nedeniyle zayıflamaya başlayan Hazarlar, 956’da Rus saldırıları sonucunda ortadan kalktılar.
Önemleri: 1) Büyük Bulgarya Devleti’nin yıkılmasında etkili oldular.
                    2) Hazar kentleri birçok ulus, din ve kültürün bulunduğu yerlerdi. Bu nedenle Hazarlar, din konusunda çok hoşgörülü davranmışlardır. Hükümdar ailesi, yöneticiler ve ileri gelenler Museviliği kabul etmişlerdir. Fakat halk arasında Müslümanlar, Hristiyanlar ve Şamanistler de vardı. Başkentte cami, sinagog ve kilisenin yan yana olması, hatta davalara farklı dinlerden oluşan yedi kişilik bir ‘ Hâkimler Kurulu ‘ nun bakması dini hoş görüye iyi bir kanıttır.
                     3) Hazar Denizi, adını bu devletten almıştır.
                     4) Uzakdoğu, Bizans,, İslam ülkeleri ile kuzey Slav toprakları arasındaki ticaret yollarını denetimleri altında tutarak topraklarından geçen tüccarlardan vergi aldılar, böylece devleti ekonomik yönden güçlendirdiler.
                      5) VII. Ve IX. Yüzyıllar arasında Hazar ülkesinde barış, huzur ve güvene bağlı olarak refah ve zenginliğin yaşanmasından dolayı Bu döneme ‘ Hazar Barış Çağı ‘( Pax Hazarika ) denmiştir.
                      6) Sasani Devleti’nin yıkılması üzerine İran’a egemen olan Müslümanlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Hz. Osman döneminde Müslümanlar ile Hazarlar arasında ilk savaş yapılmıştır. ( Araplarla savaşan ilk Türk devletidir. 652 Belencer Savaşı ile İslam ordusunu yenilgiye uğrattılar. ) Böylece Kafkaslarda Müslümanlığın yayılmasını geciktirmişlerdir. Emeviler döneminde şiddetlenen savaşlar, Abbasiler döneminde yavaşlamıştır.
                        7) Rusların Karadeniz’in güneyine inmesini engellediler. Rus devlet ve ordu teşkilatını etkilediler.
MACARLAR:  Fin Ugor Kavmi ile Ogur Türklerinin karışmasıyla MACAR kavmi ortaya çıkmıştır. Avar, Sibir ve Peçeneklerin baskısı ile Arpad komutasında 896’da kendi adlarını verdikleri Macaristan’a gelerek devletlerini kurdular. . Yüzyılın sonu, XI. Yüzyılın başlarında Hristiyanlığın Katolik mezhebini kabul ederek milli kimliklerini kaybettiler. Önemli ölçüde kültürel değişime uğrayan Macarlar, boylar birliğine dayalı siyasal yapıdan çıkarak krallık sistemine dayalı bir yönetim biçimine geçtiler. Bu değişime rağmen bugün Macaristan’da birçok yer adında, mezar taşında ve dilde Türkçe kelimelere rastlanmaktadır.
Önemleri: 1) Slavların aralarına girip birlik oluşturmalarını engellediler.
                    2) Almanların ( Germenlerin ) doğuya doğru yayılmasını engelleyerek, Balkan topluluklarının ( Slavların ) Germenleşmesini önlediler.
PEÇENEKLER: Karluk baskıları sonucunda Karadeniz’in kuzeyine gelerek yaklaşık yüzyıl süre ile Ruslarla mücadele ederek onların güneye inmesini engellediler. Peçenekler boylar halinde yaşamışlar, devlet kuramamışlardır.
Önemleri: 1) 1036’da Oğuzların baskısı sonucunda Balkanlara geldiler.
                    2) 1071 Malazgirt Savaşı’nda Bizans ordusu içinde ücretli asker olarak yer aldılar. Ancak Selçukluların kendileri gibi Türk olduğunu anlayınca taraf değiştirdiler ve savaşı Türklerin kazanmasını sağlamışlardır.
                     3) İzmir Beyi ÇAKA BEY, Peçeneklerle ittifak oluşturup İstanbul’u kuşatmak istiyordu. Ancak bu planı öğrenen Bizans, yine bir Türk topluluğu olan Kumanları ( Kıpçakları ) Peçeneklerin üzerine saldırtarak, Peçeneklerin dağılmasına neden olmuştur. ( 1091 )
KUMANLAR ( KIPÇAKLAR ) : Uygur Devleti’nin yıkılmasından sonra Karahıtayların baskısı sonucunda batıya göç ederek Doğu Avrupa’ya yerleşmişlerdir.
Önemleri: 1) Avrupa’ya göç eden diğer Türk boylarından daha uzun süre varlığını devam ettiren Kumanlar, Rus prenslikleri ( knezlik) ile mücadele ederek Karadeniz’e inmelerine engel olmuşlardır. Bu mücadeleler Rusların ‘ İgor Destanı’na konu olmuştur.
                    2) Karadeniz’in kuzeyinde sahip oldukları yerlere kendi adlarını verdiler ( Kıpçak Bozkırları ).
                    3) XIII. Yüzyıl başlarında Moğol saldırılarıyla devletleri yıkılan Kıpçakların bir bölümü Macaristan’a ve Balkanlara göç ettiler. Macaristan’a giden Kıpçaklar ROMEN devletinin kurulmasında etkili oldular. Hristiyanlığı kabul ettiklerinden milli kimliklerini kaybettiler.
                    4) Yurtlarından ayrılmayanlar ise Moğol hâkimiyetine girmişler ve Moğolların Türkleşmesinde etkili olmuşlardır. Moğol devletinin yıkılmasından sonra Altınorda Devleti’nin kurucusu olmuşlardır.
                  5) Kıpçakların, Oğuz Türkleriyle yaptıkları mücadeleler DEDE KORKUT HİKAYELERİ’nin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
                  6) CODEX CUMANİCUS ( Kodeks Kumanikus ); Kıpçak Türk şivesi ile yazılan Latin ve Fars dili üzerine yazılmış bir sözlüktür.
                  7) Rus, Gürcü, Memlük devletlerinde askeri kuvvet olarak görev almışlardır.
                  8)  Bizans ile anlaşıp Peçenekleri ani bir baskınla yenilgiye uğratmışlardır.
OĞUZLAR ( UZLAR ) :
Önemleri: 1) ‘ Oğuz ‘ kelimesi boy, kabile anlamına gelmektedir. Türk dünyasının en kalabalık ( 24 boydan oluşur ), en güçlü ve en etkin topluluğudur. Türk milletinin siyasi, kültür ve medeniyet alanında en büyük rolü oynayan koludur.
                   2)oğuzlara; Bizanslılar UZ, Ruslar TORKİ veya TORK, Araplar GUZ demişlerdir.
                   3) Uygur Devleti’nin yıkılmasından sonra batıya göç ederek Hazar Denizi ile Aral Gölü arasına yerleştiler. Burada Oğuz Yabgu Devleti’ni kurdular. 1000 yılında bu devlet yıkılınca Hazar Denizi’nin kuzeyinden bir kolu UZ adı ile Avrupa ve Balkanlara göç etti. Bizans ordusunu ve Bulgarları yendiler. Ancak Peçenek akınları, soğuklar, salgın hastalıklar yüzünden dağılıp yok oldular. Avrupa’ya gelen oğuzlar Hristiyanlığı benimseyerek milli benliklerini yitirdiler.
                   4) Uzların bir kısmı Malazgirt Savaşı sırasında Peçenekler gibi Selçukluların tarafına geçmişlerdir.
                   5) Horasan’a yerleşen Oğuzlar ise İslamiyet’i kabul ederek Büyük Selçuklu, Anadolu ve diğer Selçuklu kolları, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temellerini oluşturdular.
                   6) Bugün İran, Irak Suriye, Azerbaycan, Türkiye, Kıbrıs ve Balkanlarda yaşayan Türklerin ataları Oğuzlardır. Ayrıca Romanya Dobruca’da yaşayan GAGAVUZLAR Oğuzların devamıdır.
SABİRLER ( SABARLAR = SİBİRLER ) : Hun Devleti’ne bağlı Türk boylarından birisidir. Hun Devleti’nin yıkılmasından sonra Avarların baskısıyla Kafkaslar üzerinden Doğu Avrupa’ya göç etmişlerdir. Kafkaslardaki Sabar hâkimiyetine Bizans tarafından son verilmiştir. Sibirya’ya gelen Sabarlar, bu bölgeye adlarını vermişlerdir. Anadolu’ya akınlar yapmışlar, Hazar Türklerine karışarak Hazar Devleti’nin asıl kitlesini oluşturmuşlardır.
Karadeniz’in Kuzeyinden Avrupa’ya Yapılan Göçlerin Sonuçları:  Avrupa’ya yapılan bu göçler iyi sonuç getirmemiştir. Anayurttan gelen göçlerle beslenemediklerinden nüfusça azınlıkta kaldıklarından Slav toplulukları içinde eriyerek  ( asimile olarak )  milli kimliklerini kaybetmişlerdir. Ayrıca Hristiyanlığı benimsemeleri de Türklük özelliklerini kaybetmelerinde etkili olmuştur.

                                         ASYA’DA KURULAN TÜRK DEVLETLERİ
KIRGIZLAR:
Önemleri: 1) 840 yılında Uygurlara son vererek Ötügen merkez olmak üzere bir devlet kurmuşlar ve bölgeden Uygurları kovarak Türklerin azalmasına, bu da ileride bölgenin Moğollaşmasına neden olmuştur.
                    2) 1207 yılında Cengiz Han’ın egemenliğini tanıyarak Moğol hâkimiyetine giren ilk Türk devleti, Ötügen bölgesinde devlet kuran son Türk devleti olmuştur. BöyleceTürklerin en eski yurdu Moğolların eline geçmiş ve geri alınamamıştır. Burası bugün Moğolistan sınırları içindedir.
                    3) XIX. Yüzyılda Rusların egemenliğine giren Kırgızlar, 1916’da Ruslara karşı MİLLİ İSYAN adı verilen bir ayaklanma başlatmışlar, ancak Rus çarı tarafından ağır bir şekilde cezalandırılmışlardır.
                    4) 1936’da Sovyetler Birliği’nin 15 cumhuriyetinden biri olmuştur.
                    5) 1991’de Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla bağımsız KIRGIZİSTAN DEVLETİ kurulmuştur.
                    6) Dünyanın en uzun destanı MANAS DESTANI Kırgızlara aittir.
TÜRGİŞLER ( TÜRGEŞLER ) :
Önemleri: 1) Batı Gök Türk Devleti’nin yıkılmasından sonra bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. İlk hükümdarları BAGA TARKAN’dır.
                    2) Baga Tarkan, kendi adına para bastıran ilk Türk hükümdarıdır. ( Para bastırıp kullanan ilk Türk devletidir. Bu parada Çin ve Arap etkisi vardır. )
                    3) II. Gök Türk Devleti kurulunca bir süre bu devlete bağlı olarak yaşamışlar, 717’de yeniden bağımsız olmuşlardır.
                    4) SU – LU KAĞAN döneminde Emevilerle savaşarak Müslümanların ilerlemesini ve Orta Asya’nın Araplaşmasını engellemişlerdir.
                    5) 766’da KARLUKLAR tarafından son verilmiştir.
KARLUKLAR:
Önemleri: 1) II. Gök Türk Devleti’nin yıkılmasında etkili olmuşlardır.
                   2) Uygur Devleti içinde yer almışlar ve 751 TALAS SAVAŞI’nda Müslüman Arapları destekleyerek Çin’in yenilmesini ve Orta Asya üzerindeki etkisini yitirmesini sağlamışlardır.
                   3) Talas Savaşı sonrasınsa Araplarla gelişen özellikle ticari ilişkiler sırasında İslamiyeti tanıma imkânı bulmuşlardır. Bunun sonucunda da İslamiyeti kabul eden ilk Türk boyu olmuşlardır.
                   4) İslamiyetin Türkler arasında yayılmasında ve ilk Müslüman Türk devleti Karahanlılarınkurulmasında etkili olmuşlardır.
                   5) XII. Yüzyılda Moğolların egemenliğine giren Karlukların torunları bugün Tacikistan’dayaşamaktadır.
BAŞKIRTLAR ( BAŞKURTLAR ) : X. Yüzyılda İtil ( Volga ) nehri civarında yaşayan Başkırtlar, Moğolların sınırlarını genişletmesiyle Moğol hâkimiyetini tanımışlardır. Bu dönemde İslamiyeti kabul eden Başkırtlar, Moğol Devleti’nin yıkılmasıyla kurulan Altınorda Devleti’nin içinde kalmışlardır. Bu devletin de Timur tarafından yıkılmasından sonra uzun bir süre Ruslara karşı direnmesine rağmen XVII: Yüzyılda Rus hâkimiyetine girmiştir. Sovyet Rusya’nın dağılması üzerine Rusya Federasyonu’na bağlı olarak BAŞKIRT ÖZERK CUMHURİYETİ adıyla varlığını sürdürmektedir.
KİMEKLER: Gök Türklere bağlı olarak yaşayan Kimekler, Gök Türk Devleti yıkıldıktan sonra bağımsızlıklarına kavuştular. Batı Türkistan’ın kuzeydoğusunda ve İrtiş Nehri boylarında geniş bir alanda hüküm sürdüler. XI. Yüzyılda Asya’nın doğusundan yapılan büyük göç hareketleri sonucunda siyasi yapıları bozuldu ve Kıpçakların egemenliği altına girdiler. ( Ülkelerini tutuğ denilen idarecilerin yönettiği on bir ile ayırmışlardır. )
AKHUNLAR ( EFTALİT ) DEVLETİ: Hun soyundan gelen Akhunlar, Afganistan’n batısında MS 3502de kurulan bir Türk devletidir. HEFTAL isimli hükümdarından dolayı EFTALİT diye de anılır. İran’da çıkan MAZDEK İSYANI’nı bastırarak Sasaniler üzerinde etkili olmuştur.  İstemi Yabgu’nun, İpek Yolu’na egemen olmak için Sasanilerle ortak hareket ederek AKHUN devletinin yıkılmasını sağladı. Akhun toprakları Sasani ve Gök Türk devletleri arasında paylaşıldı.

     ORTA ASYA ( İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ ) TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR ve            
                                                      MEDENİYET
DEVLET YÖNETİMİ:  Devlete İL ya da EL denmiştir. Türk tarihinde devlet teşkilatlanması ilk defa Büyük Hun Devleti hükümdarı METE HAN tarafından gerçekleştirilmiştir. Türkler tarih boyunca farklı bölgelerde birçok devlet kurmuşlardır. Türklerin çok sayıda devlet kurmasında:
·         Bağımsızlıklarına düşkün olması,
·         Teşkilatçı bir özelliğe sahip olması,
·         Ülkeyi hanedan üyelerinin ortak malı sayma anlayışı etkili olmuştur.
       Eski Türklerde toprak, yurt olarak adlandırılmış ve Türkler, bağımsızlıklarını koruyabildikleri toprakları ülke olarak görmüşlerdir. Bağımsızlıklarını koruyamadıkları zaman başka topraklara göç etmişlerdir. Türklere göre, devleti oluşturan unsurlar; Ülke =Toprak =Vatan / Millet = Halk / Bağımsızlık / Egemenlikten oluşmaktadır.
        Türk hükümdarları genellikle Han, Hakan ve Kağan unvanlarını kullanmışlardır. Bu unvanların yanında Şanyü, Tanhu, Yabgu, İl Teber, İdi Kut, İlteriş, Erkin gibi unvanları da kullanmışlardır. Hakanların önde gelen görevi, milletin refah ve barış içinde özgür olarak yaşatmaktı. Ayrıca ülke çapında asker toplamak, orduyu idare etmek, adaletli olmak, devletin yüksek meclisini yönetmek, açları doyurmak, çıplakları giydirmek hükümdarın başlıca görevleri idi. ( Sosyal devlet anlayışı )
         Hükümdarlık sembolleri arasında; otağ ( hükümdarın çadırı ), örgin ( taht ), tuğ ( sancak, bayrak ),köbürge ( davul ), sorguç = kotuz ( Börke = bir tür başlık takılan tüy ) dur. Hakanın belirli zamanlarda devlet ileri gelenlerine ve halka, törenlerde resmi ziyafet vermesi hükümdarlık gereğiydi.
         Hakanın eşine HATUN denirdi. Türk devlet idaresinde Hatun da söz sahibi idi. Savaşlarda Hakan’ın yanında yer alan Hatun, devlet adamı gibi eğitilir ve yetiştirilirdi. Böylece devlet idaresi ve komşu devletler hakkında bilgi sahibi olur, gerektiğinde devlet başkanlığı yapar, elçi kabul eder ce devlet meclisine katılırdı. Yasa niteliğindeki emirnameler Hakan ve Hatun’un imzası olmazsa yürürlüğe konmazdı. Bu durum; Hatun’un hükümdarı temsil ettiğini ve devlet işlerinde söz sahibi olduğunu gösterir.
           Türkler, devleti yönetme yetkisinin Gök Tanrı ( Tengri ) tarafından verildiğine inanıyorlardı. Tanrı tarafından verilen bu yönetme yetkisine KUTdiyorlardı. KUT’un kan yoluyla hükümdarın tüm erkek çocuklarına geçtiğine inanıyorlardı. Bu durum kanında Kut bulunan herkesin tahta çıkmasına olanak sağlamış ve yönetim bir ailede toplanmıştır. Dolayısıyla Türk devletlerinde değişik sülalelerin yönetimi ele geçirmesi söz konusu olmamıştır. Ayrıca halkın yönetime bağlılığını artırmıştır. Bütün hanedan üyelerinde KUT olduğundan kendine siyasi ve askeri bakımdan güvenenler taht kavgasına girişebiliyordu. Bu durum, Türk devletlerini ya iç savaş sonucu istikrarsızlığa, ya da bölünmeye götürüyordu.
             Türk devletlerinde ÜLKE, yönetimi kolaylaştırmak için DOĞU – BATI ( SAĞ – SOL ) olarak ikiye ayrılırdı ( İKİLİ DEVLET TEŞKİLATI ). Güneş ve güneşin doğduğu yer kutsal kabul edildiğinden Batı’dan daha üstün kabul edilir ve hakan ülkenin doğusunda oturur ve ülkesini buradan yönetirdi. Batı kanadını ise YABGU unvanı ile hükümdarın erkek kardeşi yönetirdi. Yabgu iç işlerinde serbest, dış işlerinde ise hakana bağlı idi.
             Türk devletlerinde ülke, hükümdar ailesinin ortak malı sayılırdı. Böylece ailenin bütün erkek üyeleri tahta çıkma hakkı etmişlerdir. Bu uygulama sonucunda;
·         Türk devletleri kısa sürede parçalanmış ve yıkılmıştır. Ayrıca irili ufaklı birçok Türk devleti kurulmuştur. ( Orta Asya Türk devletlerinin kısa ömürlü olmasının en önemli nedeni bu gelenektir.  Ayrıca ikili devlet teşkilatı, ekonomik gücün kaybedilmesi = İpek Yolu’nun hâkimiyetinin kaybedilmesi, Türk hükümdarlarının Çinli prenseslerle evlenmeleri, Çin’in Türklere karşı izlediği politika, çabuk kurulan ve dağılan boylar federasyonu da etkili olmuştur)
·         Ailenin erkek üyeleri arasında sık sık taht kavgaları çıkmıştır. İç mücadeleler Türk devletlerinin zayıflamasına ve dış müdahalelere ortam hazırlamıştır.
Türk devletlerinde Çinli prenseslerden doğan erkek çocukların hükümdar olmasına izin verilmemiştir. Bu durum, Türklerin veraset konusunda ulusçu bir anlayış benimsediklerini gösterir.
Türk hükümdarlarının tarih boyunca tahta çıkışı şu şekillerde meydana gelmiştir:
·         Hanedan üyeleri arasında siyasi ve askeri mücadeleyi kazanan hükümdar olarak tahta çıkardı. ( En sık rastlanan durum. )
·         Hükümdarın rakipsiz aday olması ( Bu durumda taht kavgası olmadan başa geçiyordu)
·         Seçim usulü ( Kengeş, Toy veya Kurultay denilen devletin ileri gelenlerinden oluşan meclisin toplanarak hanedan üyelerinden birini tahta geçirmesi )
·         Ekber ve Erşed ( En yaşlı ve olgun ) olanın başa geçmesi. ( Bu yöntem Osmanlı’da III. Ahmet döneminden itibaren sadece Osmanlı’da uygulanmıştır. )
Türk devletleri BOYLAR FEDERASYONU ( Boylar Birliği ) şeklinde çeşitli boyların bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bu boyların beyleri devlet meclisinde yer alır ve devletin yönetiminde söz sahibi olurlardı.
Hükümdara devlet yönetimiyle ilgili konularda TOY, KENGEŞ, KURULTAY gibi isimlerle
bilinen danışma meclisi yardımcı olmuştur. Hükümdarın ölümü, savaş veya milli felaketlerde kurultay toplanırdı. Kurultay; törede değişiklik yapabilir, hükümdar ve veliahtı belirleyebilir, siyasi, sosyal, askeri ve ekonomik sorunlarla ilgili kararlar alabilirdi. Kurultay’a; hakan, hatun, asker ve sivil yöneticiler, boy beyleri ve bağlı kavimlerin yöneticileri, hanedan ailesinin ileri gelenleri katılırdı. Hükümdar, Kurultay’da alınan kararları uygulamak zorunda değildi. Son söze sahip olan hükümdar kararlarını verirken Türk devlet ve toplum geleneklerine, kurultay kararlarına ve tecrübeli devlet adamlarının fikirlerine dikkat ederdi. Devlet işlerinin bir mecliste görüşülmesi demokratik uygulamaya örnek olarak gösterilebilir.
             Eski Türk devletlerinde devlet görevlileri şunlardı:
             HÜKÜMET = AYUKI: Meclisin emirlerini uygulardı.
             AYGUCI: Hükümet başkanı = Başbakan.
             BUYRUK: Bakan
             TAMGACI: Dış siyaset işlerini yürütür. / Mühürdar.
           TİGİN ( TEKİN ): Hükümdarın erkek çocuklarına verilen unvan. Küçük yaşlardan itibaren bazı boy ve oymakların başına yönetici olarak gönderilirlerdi. ( O zaman ŞAD unvanını alırlardı ) Bu uygulama ile tiginlerin devlet yönetiminde tecrübe edinmeleri amaçlanmıştır..
           TUDUN: Vergi memuru.
           TUTUK:Vali.
           BİTİKÇİ: Kâtip.
           SUBAŞI: Ordu komutanı.
           AGIÇI: Hazine görevlisi.
           OTACI: Hekim.
           Bunların dışında İNAL, İNANÇ, TARKAN, BAĞA, ÇOR, KÜLÜĞ, APA, ATAMAN gibi devlet görevlileri de vardı.
ORDU TEŞKİLATI: Bozkır yaşamının tehlikelere açık olması, Türklerde savaşçılığı ve askerliği ön plana çıkarmıştır. İlk düzenli ordu Asya Hun hükümdarı METE HANtarafından kurulmuştur. Mete Han orduyu ONLUK SİSTEM esasına göre en küçük on kişiden en büyük on bin kişiden oluşan birlikler halinde oluşturdu. En büyük birliğe TÜMEN adı verildi. Mete’nin bu düzenlemesi günümüze kadar geldiği gibi Çin, Moğol, Bizans, Rus ordularını da etkiledi. Onluk Sistem sayesinde;
·         Ordunun yönetimi kolaylaşmış,
·         Hareket kabiliyeti artmış,
·         Kısa sürede savaşa hazır hale gelmesine ve disiplinin sağlanmasına katkıda bulunmuştur.
Mete Han’ın tahta çıkış tarihi ( MÖ 209 ) Türk Kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak ka-
bul edilmektedir. Türklerde eli silah tutan herkes asker sayılmış, askerlik özel bir meslek olarak görülmemiştir. Kadınlar da askerlik sanatını öğrenmişler, gerektiğinde kendi beylerinin komutasında savaşa katılmışlardır. Türk milleti bu özelliklerinden dolayı ORDU – MİLLET olarak adlandırılmıştır.
       Türk ordusu atlı birliklerden kurulmuştur. Türklerin ücretli askerler kullanmamaları, askerlerin birbirleriyle kolay anlaşmasını ve vatanseverlik duygusuyla mücadele etmelerini sağlamıştır. Bu durum da Türklerin savaşlarda başarılı olmasını kolaylaştırmıştır.
       Türkler savaşlarda KURT KAPANI / HİLAL – TURAN TAKTİĞİ’ni ( ordunun üç kuvvete ayrılarak ortadaki kuvvetin düşmana saldırmasıyla başlar. Daha sonra bu kuvvetlerin yenilmiş gibi aniden geri çekilmesi üzerine düşman ordusu karşı saldırıya geçer. Düşmanı sağ ve sol kanatlarda pusu kuran kuvvetlerin olduğu yere getirince düşmanı çember içine alır ve çemberi daraltarak düşmanı yok eder. ) kullanarak düşmanlarını yenmişlerdir. Askeri açıdan birçok ulusu etkileyen Türkler, değişik devletlerin ordularında ücret karşılığında mücadele etmişlerdir. Türkler;  ok, yay, kement, kargı, süngü, kılıç, kalkan, mızrak gibi hafif silahları kullanmışlardır.
HUKUK: Türklerde yazılı olmamakla birlikte gelişmiş bir hukuk anlayışı vardı. Bu hukuk kurallarına TÖRE ya da TÜRE denirdi. Töre; hükümdar buyrukları, halkın gelenekleri ve Kurultay’da alınan kararlardan oluşurdu. Türk töresi sert ve kesin hükümler içeriyordu. Ayaklanma, adam öldürme gibi suçları işleyenler ölümle cezalandırılırdı. Hırsızlık ve yol kesme gibi suçlara da ağır cezalar verilirdi. Hırsıza, çaldığı nesnenin on katı ödetilirdi. Türklerin yarı göçebe bir hayat sürmeleri uzun süreli hapis cezası verilmesini engellemiştir ( hapis cezaları 10 günü geçmezdi ) Bu nedenle daha çok para cezası ya da hemen infaz edilecek türden cezalar verilmiştir. Töre’ye uymamak en büyük suç sayılmıştır. Hükümdar bile töreye uymak zorundaydı. Bu durum, Türklerde kanun üstünlüğünün bulunduğunu gösterir ( Hukuk devleti ).Töre’nin temel kuralları arasında; adaletli ve hoşgörülü olmak, eşit olmak, iyilik yapmak yer alır.
              Uygurlar döneminde ticari ilişkilerin gelişmesinden dolayı hukuk kuralları ilk kez yazılı hale getirilmiştir. Bu yazılı belgelerden birçoğu günümüze kadar ulaşmıştır. Bunlar medeni hukuk, ticaret hukuku, borçlar hukuku ve vergi hukukuna ilişkindir.
              Hükümdarların başkanlık ettiği ve siyasi suçlara bakan yüksek mahkemeye YARGU denirdi. YARGANLAR ( YARGUCU )idaresindeki mahkemeler ise adi suçlara bakardı.
SOSYAL ve EKONOMİK HAYAT:  Türklerde toplumun en temel birimi OGUŞ ‘tur ( Aile ). Oguşlar, kan bağı esasına dayanan babaerkil bir yapıdır. Oguşlar, URUG’u ( soy = aileler birliği ) oluşturmaktadır. Uruglar, BOYLARI ( Bod = Kabile ) oluşturur. Boylar, başında beyleri bulunan iç dayanışması, hak ve adaletli yapısıyla siyasi bir teşkilattır. Boylar Birliğine ise BUDUN ( Millet ) denir ve Hakan tarafından yönetilir.
               Türklerde aile, kalabalık olmayıp küçük aileler şeklinde ortaya çıkmıştır. Göçebe yaşantı Türk toplumunda büyük ailelerin oluşmasını engellemiştir. Uygurlara kadar Türkler, tabiat koşullarına bağlı olarak yarı göçebe bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Yaylak – kışlakhayatı yaşayan Türkler, keçe çadırlarda yaşamışlar ve daha çok hayvancılıkla uğraşmışlardır. Yerleşik hayata geçilmesi ölçüsünde çadırlardan vazgeçilmiş ve Uygurlar döneminde iki katlı beyaz badanalı evlerde oturmaya başlamışlardır.
                Türk toplumunda halk hür ve sınıfsızdı. Başarılı olan bir kişi en üst görevlere kadar çıkabilirdi, Toplum sınıflara ayrılmadığından dini ve ekonomik eşitlik sağlanmıştır Türklerde toprağa bağlı soyluluk anlayışının ( feodalizm ) ve savaşlarda elde edilen esirlerin göçebe yaşam tarzında çalıştırılmaya elverişli olmaması köleci sistemin ve KÖLE sınıfının oluşmasına engel olmuştur.
                 Türklerde bağımsızlık duygusu çok güçlü olduğundan savaşçı ve planlı bir toplum yapısı vardı. Tek kadınla evlilik esası vardı. Kadın – erkek eşitliğinin olduğu Türk ailesinde, kadınlar da aile ve toplum hayatında söz sahibiydi. Çocuklar ( kız – erkek ayırt edilmeksizin ) küçük yaştan itibaren askeri bir eğitime ( at binme, ok ve yay kullanma )  tabi tutulurdu. Bir başarı, cesaret, kahramanlık göstermeden ad konulmazdı. Kimi zaman günlerce sürek avları düzenlenirdi.
                 Türkler, dinsel ve ulusal ( baharın gelişi Nevruz Bayramı gibi ) önemi olan günleri ulusça kutlarlardı. Kağanlar ve beyler de zaman zaman büyük şölenler düzenlerlerdi. Böylece Türkler arasında dayanışma ve yardımlaşma duygusu gelişirdi. Bu şölenlerde at yarışları düzenlenir, şarkılar söylenir, kadın ve erkekler bir arada yemekler yer ve müzik eşliğinde dans edilir ve eğlenilirdi.
                   Türklerde görülen atlı - göçebe yaşam tarzının sonucunda:
·         Yazıyı geç kullanmışlardır ( Kutluk Devleti’ne kadar ),
·         Tabiat koşullarına karşı dayanıklı ve mücadeleci olmuşlardır,
·         Askerlik alanında başarılı ( teşkilatçı ) olmuşlardır,
·         Atı, binek hayvanı olarak kullanmışlardır ( eyer, üzengi, gem ve nalı kullanmışlardır ),
·         Bağımsızlıklarına düşkün olmuşlardır,
·         Taşınabilir eserler ( el sanatları ) yapmışlardır,
·         Sözlü hukuk ( Töre ) geçerli olmuştur. ( Uygurlara kadar )
·         Ceket, pantolon, çizme, börk, kemer gibi kıyafetleri kullanmışlardır,
·         Yoğurt, kavurma, kımız gibi yiyecekleri yapmışlardır.
Eski Türkler, yaşadıkları yerlerin iklimi yeryüzü şekillerinden dolayı daha çok hayvancı-
lıkla uğraşmışlardır. Genellikle at, koyun, keçi, deve, sığır gibi hayvanları yetiştirmişlerdir. At, ulaşımda, orduda, spor faaliyetlerinde kullanılmış, Türklerin yaşamlarında vazgeçilmez bir unsur olmuştur. Türkler, hayvanlarını beslemek için yaylak ve kışlak arasında göçebe biçiminde yaşamaya zorlanmıştır. Yetiştirdikleri hayvanlar ve bunlardan elde ettikleri ürünlerle hem kendi ihtiyaçlarını karşılarlar hem de ticaret yaparlardı. Türkler elverişli olan bölgelerde tarımla da uğraşmışlardır. Tarımı geliştirmek için Hunların açtıkları sulama kanalları bu duruma örnek gösterilebilir. Özellikle arpa, buğday ve darı yetiştirmişlerdir.
              Hunlardan itibaren ticaretin önemini anlayan Türklerde dış politikanın esasını İpek Yolu’na egemen olma siyaseti oluşturmuştur. Türkler ticareti geliştirmek için komşularıyla antlaşmalar yapmışlar, yabancı tüccarlara kolaylık sağlamışlar ve ticaret yollarının güvenliği için seferler düzenlemişlerdir. Orta Asya’da kurulan devletlerin askeri ve ekonomik güçleri, büyük ölçüde ticaret yollarını ellerinde tutmalarına bağlıydı. Türkler, İpek Yolu’nu ellerinde bulundurdukları sürece Orta Asya siyasetinde söz sahibi olmuşlardır.
               Gök Türk ve Uygurlar zamanında, hayvan karşılığında Çin’den ipek alınırdı. İpek, Orta Asya’da değerli bir ticaret malı haline gelmiş ve ticari bir değişim aracı olmuştur. İpeğin batıya taşındığı ticaret yolları İPEK YOLU ‘ olarak adlandırılmış ve bu yollar üzerinde bulunan ülkeler büyük karlar elde etmişlerdir.  Türkler ayrıca yaptıkları at koşum takımları ve silahları da komşu ülkelere satmışlardır.
                İpek Yolu’nun yanında Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayıp, Ural, Sibirya ve Altaylar üzerinden Çin’e giden yola KÜRK YOLU deniliyordu. Türkler bu yolun üzerinde de olduklarından sansar, samur, kunduz, vaşak gibi av hayvanlarının kürklerinin de ticaretini yapıyorlardı.
                 Hayvancılık, tarım ve ticaretin dışında, savaşlarda elde edilen değerli eşyalar, bağlı beylik ve devletlerden alınan vergiler de diğer gelir kaynakları arasında yer alıyordu.
                 Türgişlere kadar para yerine daha çok üzeri resmi damgalı ipek parçaları kullanılmıştır. Türgişlerle beraber para kullanılmaya başlanmıştır.
                 Tarımla birlikte işgücü ihtiyacının artması Türklerde de sınıflaşmayı getirmiştir.
DİN ve İNANIŞ: 
Gök Tanrı Dini: İslamiyet öncesi Türklerde asıl din ve en yaygın inanış Gök Tanrı dinidir. Bu dine göre Türkler;
·         Tek bir Tanrı’nın evreni yarattığına ve gökte oturduğuna, sonsuz olduğuna ve herhangi bir şekle sokulamadığına inanırlardı. Bundan dolayı Türklerde putçuluk olmadığı gibi, putları korumak için tapınaklar da yapılmamıştır. ( Tek Tanrı inancı )
·         Ölümden sonra hayata ( ahiret ) inandıklarından ölülerini atı, silahı ve sevdiği eşyaları ile birlikte KURGAN adını verdikleri mezarlara gömerlerdi.
·          Ölen kişi iyi bir ruha sahipse ruhunun gökyüzüne yükseleceğine ( cennet kavramı, cennete UÇMAĞ diyorlardı ), kötü ruha sahipse yerin yedi kat dibine ineceğine ( cehennem kavramı, cehenneme TAMU diyorlardı ) inanıyorlardı.
·         Hükümdara Gök Tanrı tarafından yönetme hakkının verildiğine ( KUT anlayışı ) inanıyorlardı. Gök Tanrı; hükümdarı tahta çıkaran, felaketlerden koruyan, zafer kazandıran güç olarak görülüyordu.
·         Mezarların etrafına, ölen kişinin hayattayken öldürdüğü düşman sayısı kadar BALBAL adı verilen heykelcikler dikmişlerdir. Bu BALBALların ölümden sonraki hayatta o kişiye hizmet edeceğine inanıyorlardı.  Ayrıca bu Balballar, Türkler arasında heykelcilik sanatının gelişmesinde de etkili olmuştur.
·          Ölüleri için YOĞ ya da YUĞ denilen yas ve cenaze törenleri düzenlerler ve YOĞ AŞIdenilen bir yemek verirlerdi.
Tabiat Kuvvetlerine İnanma:  Doğada bazı gizli güçlerin olduğuna inanmışlar, dağ, tepe, orman, ağaç güneş, ay, su, yıldızlar ve gök gürültüsü gibi unsurların kutsal olduğuna, bir ruhu olduğuna inanmışlardır. Güneşe, aya, suya ve göğe kurban sunmuşlardır.
Atalar Kültü:  Ölmüş atalarının ruhlarının kendilerine yardım edeceğine, koruyacağına ve zafere ulaştıracağına inanmışlardı. Atalarından kalan hatıralara ve yaşayan büyüklerine büyük bir saygı göstermişler, onlar için kurban kesmişler, mezarlarını kutsal saymışlar, korumuşlar ve mezarlara yapılan saldırılara en ağır cezaları vermişlerdir.
Şamanizm:  Şamanizm’de KAM ya da ŞAMAN adı verilen din adamları, var olduğuna inanılan iyi ve kötü ruhlarla ayinler yaparak temasa geçerlerdi. Şamanizm’e göre bütün dünya iyi ve kötü ruhların etkisi altındadır. Kurban keserek kötü ruhların kötülüklerinden kurtulmaya çalışırlardı. Devlet büyükleri, Şamanların söz ve dualarına önem verir, onların fikirlerini alırlardı. Bazı Şaman inançları Anadolu’da hala varlığını sürdürmektedir. Örneğin; gelinlerin üzerine buğday ya da para atmak, eşikten atlamanın uğursuzluğuna inanmak, kurşun dökmek gibi.
·         İnanışlardan biri olan TOTEMİZM’de bazı hayvanlar kutsal kabul edilirdi.  ( 12 hayvanlı Türk takvimindeki hayvanlar, kaplumbağa, geyik, dağ keçisi = oğlak, kurt gibi ) Her kabilenin kutsal saydığı bir hayvan ( Ongun ) vardı. Türklerin kurttan türeyişi efsanesinde bu inanışın izleri görülür. Bu inanış zamanla etkisini yitirmiştir.
·         Yukarıdaki inanç sistemlerinin dışında Uygurlar döneminde Maniheizm, Hazarlarda Musevilik, Avrupa’ya göç eden Türkler arasında ise Hristiyanlık yayılmıştır. Bu dinler özellikle kültürel alanda etkisini göstermiştir. Mani dini Uygurların yerleşik hayata geçmesi, şehirler kurması, bilim, edebiyat ve sanat alanında ilerlemesinde etkili olmuştur. Mani dini, Türk yaşam tarzına uygun olmadığı için halk arasında fazla yaygınlaşmamış, hükümdar ailesi ve yakın çevresi ile sınırlı kalmıştır. Bu dindeki bazı terimlerin Türkçeleştirildiği görülmüştür. Bu durum, Uygurların milli bilince sahip olduğunun göstergesidir. Türkler, genel olarak din konusunda serbest olmuşlardır. Uygurlar döneminde Maniheist ve Budist tapınaklarının yan yana bulunması Türklerdeki din serbestliğinin ve hoşgörünün göstergesidir.
·         İslam dini Türklerin eski inanç sistemleri ve karakterlerine uyduğu için, Türkler arasında hızlı bir şekilde yayılmıştır. İslamiyet’i kabul eden Türkler milli benliklerini kaybetmiştir. Türkler, eski ve köklü bir kültüre sahip oldukları için İslamlaşma, Arap kültürünü kabul etme şeklinde gerçekleşmemiştir.

YAZI, DİL ve EDEBİYAT:  Türk edebiyatının ilk örnekleri sözlü edebiyat ürünleri olmuştur. Bunlar; Türklerin yaşam felsefelerini, yaşayış tarzlarını anlatan SAVlar, ölen büyükler için sevgi dolu sözler içeren SAGU lar ile avlarda, savaşlarda, akınlarda ve şölenlerde musiki ile söylenen şiirlerden oluşan KOŞUKlardır. Bunlardan başka, inanç, töre, Türklerin yaşam biçimi ve sahip oldukları değerleri günümüze kadar aktaran en önemli sözlü edebiyat türü olan DESTANlardır. Başlıca Türk destanları arasında şunlar yer alır:
Hunların  - Oğuz Kağan Destanı
Uygurların  - Göç ve Türeyiş Destanları
İskitlerin ( SAKALARIN )  -  Alp Er Tunga Destanı, Şu Destanı
Altay – Yakutların  - Yaratılış Destanı
Gök Türklerin  - Ergenekon ve Bozkurt Destanları
Kırgızların  - Manas Destanı ( En uzun destan )
      Türkler, İslamiyet öncesinde Gök Türk ( 38 harften oluşur, Gök Türk yazısına ilk defa Orhun Nehri kıyısındaki kitabelerde rastlandığı için ORHUN ALFABESİ de denir. ) ve Uygur alfabelerini ( 18 harften meydana gelir. Uygurlar bu alfabeyi SOĞD alfabesinden yararlanarak hazırlamışlardır. ) kullanmışlardır. Bunlar Türklerin milli alfabeleridir. Türkler tarih boyunca milli alfabeleri dışında;  Soğd, Süryani, Brahmi, Arap, Kiril ve Latin alfabelerini de kullanmışlardır.
       Türkçe yazılan en eski metinler, Orta Asya’nın çeşitli yerlerine dağılmış olan mezar taşlarında ve kitabelerde karşımıza çıkar.( Türklerin en eski kitabeleri VI. Yüzyıla ait YENİSEY KİTABELERİ işle VIII. Yüzyıla ait ORHUN KİTABELERİ’dir. )
        Yenisey Kitabeleri ( Yenisey Nehri kıyısında olduğu için bu ismi almıştır. ) Kırgızların mezar taşlarına yazdıkları genellikle kısa( en fazla 5 – 10 satırdan oluşur ) yazılardan oluşur. ( Genellikle ölen kişinin bu dünya ile ilgili samimi düşüncelerini içerir. )
         I.Gök Türk Devleti’nin yıkılışını ve II. Gök Türk Devleti’nin kuruluşunu anlatan ORHUN YAZITLARI = KİTABELERİ = ABİDELERİ II. Gök Türk devlet adamları olan Bilge Kağan, Kül Tigin ve Vezir Tonyukukadına dikilmişlerdir. Vezir Tonyukuk abidesini kendisi yazmıştır. 727 yılında da dikilmiştir. Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtları ise yeğenleri olan YOLLUĞ TİGİN tarafından yazılmış ve 732 ( Kül Tigin adına ), 735 ( Bilge Kağan adına ) yıllarında dikilmişlerdir.
Yazıtlarda geçen ‘fakir milletin zenginleştirilmesi, açların doyurulması ‘ gibi ifadeler Türk devletlerinde sosyal devlet anlayışının geliştiğinin göstergesidir. ( Bu yazıtlar, 1893’te Danimarkalı bilgin WİLHELM THOMSEN tarafından okunmuştur. )
Orhun Yazıtlarının Önemi:
·         Türk tarihinin, Türk dilinin ve Türk edebiyatının ilk yazılı belgeleri olmaları bakımından önemlidir.
·         Bu yazıtlar, TÜRK adının geçtiği ilk Türkçe metinlerdir.
·         Devlet ve halkın karşılıklı olarak görevlerinin belirtilmesi ve devlet adamlarının halka hesap vermesi bakımından önemlidir.
·         Türk uygarlığı, yasaları, kültürü, yaşayış biçimi ve inançlarını öğrenmemiz, gelecekteki Türk devletlerine ve ulusa çarpıcı öğütler vermesi bakımından da önemlidir.

BİLİM ve SANAT:  Bilimsel alanda yapılan en önemli çalışma ONİKİ HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ ‘dir. Bir yılın 365 gün olarak hesaplandığı bu takvim, Türklerde astronomi ( gök bilimi ) alanında birikimleri olduğunu ortaya koymaktadır.
       Uygurların tahta, hareketli harfleri ve baskı kalıplarını kullanarak matbaayı geliştirmişler ve baskıya bağlı olarak pamuktan kâğıt yapımını gerçekleştirmişlerdir.
        Devlet adamları, kendilerine yol gösteren, fikir veren bilim adamlarını daima yanlarında bulundurmuşlar ve onları korumuşlardır.
        Eski Türklerde daha çok göçebe hayat yaşandığından, onların sanat eserleri çoğunlukla dokuma, deri, ahşap, metal ve taş işçiliğine dayalı taşınabilir eserlerdir. Dolayısıyla daha çok el sanatları gelişmiştir.
        Uygurlarda ise yerleşik hayata geçişle birlikte şehir ve tapınak mimarisi gelişmiştir. Budist ve Maniheist manastırları, saray ve bunların iç süslemeleri dikkat çekicidir. Türkler genellikle hayat tarzlarının simgesi olarak süslemelerinde ( at koşum takımlarında, halılarda, kemer tokalarında, mimari eserlerde ) hayvan motiflerini ( Hayvan Üslubu ) kullanmışlardır.
         Madencilikte, özellikle de demircilikte ileri gitmişlerdir. ( Demircilik en eski mesleklerinden biridir. ) Kazakistan’ın başkenti ALMA ATAyakınlarında bir kurgandan çıkarılan ve bir Türk prensine ait olduğu belirtilen ALTIN ADAM HEYKELİ, Türk maden sanatının ne kadar geliştiğini gösterir. Bu arada İskitler için de ‘ Bozkırların kuyumcusu ‘ dendiğini unutmamak gerekir.
         Halı, Türklerin dünya medeniyetine büyük bir katkısıdır. Altaylarda, PAZIRIKKURGANI’nda bulunan PAZIRIK HALISI dünyanın en eski halısıdır.

                        TÜRK KÜLTÜRÜNÜN ÇEVRE KÜLTÜRLERLE İLİŞKİLERİ
TÜRK – ÇİN İLİŞKİLERİ: Çin’e karşı Türk politikası:
1-      Savaş Sorunu: Hun, Göktürk ve Uygurlar döneminde Çin’e sayısız saldırı düzenlenmiştir. Bunun temel nedenleri:
a)      İpek Ticaret Yolu’nun kontrolünü ele geçirmek,
b)      Çin’i baskı altında tutmak,
c)      İhtiyaç duyulan bazı maddeleri temin etmek,
d)      Çin’den vergi almak.
Yapılan seferlerde çoğunlukla başarıya ulaşılmıştır. Türkler, Çin’den alacaklarını aldıktan sonra çekilip gitmişlerdir. Bunun temel nedeni, Çin’in yerleşik kültürü içinde eriyip yok olma korkusudur. Güçlü Kağanlar, zaferlerden sonra yaptıkları anlaşmalarla Çin’i vergiye bağlamayı tercih etmişlerdir.
2-      Çin’e Askeri Yardım: Çin’in iç karışıklıkları, feodal beylerin çekişmeleri, zaman zaman Çin imparatorlarının Türklerden yardım istemelerine neden olmuştur. Türkler çoğu zaman Çin’e askeri yardımda bulunmuşlardır. Bunun temel nedeni, yardım karşılığı alınan kumaş ya da diğer gelirlerdir.
3-      Ticari İlişkiler: Tarihimizde ilk olarak Hunlarla – Çinliler arasında ticari ilişkiler kurulmuştur. Bu ticari ilişkiler, Göktürkler ve Uygurlar zamanında da devam etmiştir. Özellikle Uygurlar döneminde gelişmiştir. At ve ipek ticareti başta gelmektedir.
DİKKAT: İpek Yolu’nun sağladığı ekonomik kazanç, iki tarafın da burayı ele geçirme mücadelesine yol açmıştır.
Türklere Karşı Çin Politikası:  Çin, Türk akınlarını durdurabilmek için ünlü Çin seddi’ni yapmış, ancak akınları durdurmayı başaramamıştır.
Bozkırlarda Türklere karşı savaşmayı tercih etmemiştir. Daha çok diplomatik yollarla Türkleri zayıf düşürme, bölme, parçalama politikası izlemiştir.
Orta Asya’da kurulan imparatorlukları oluşturan boyları birbirlerine karşı kışkırtmışlardır.
Tiginlerin ( Türk Prensleri ) arasını açma politikası izlediler.
Çinli prenseslerin, Türk devlet adamlarıyla evlenmeleri yoluyla Orta Asya’ya çok sayıda casus sokmuşlar ve bunların raporları doğrultusunda boyları birbirine düşürmüşlerdir.
Türk boylarına kendi topraklarını açarak, onları kültürel olarak eritme politikası izlemiştir ( Çinlileştirme Politikası ).
Ağır süvari birlikleri yerine zamanla Türkler gibi hafif süvari birlikleri oluşturmuşlar ve yağma seferleri düzenlemişlerdir.
Türklerin Çin Kültürüne Katkıları:
a)      Askerlik alanında
b)      Atı evcilleştirmede
c)      Giyimde
d)      Gök Tanrı inancıyla
e)      Takvim konularında Çinlileri etkilemişlerdir.

Çinlilerin Türkleri Etkilediği Alanlar:
a)      Tarım ve yerleşik kültür ( şehircilik )
b)      Felsefe ( Taoizm, Konfiçyüsçülük ve Budizm ) alanlarında etkilemişlerdir.
TÜRK – MOĞOL İLİŞKİLERİ: Türk – Moğol ilişkileri, Büyük Hun Devleti hükümdarı Mete Han zamanında başlar. ( Tunguzları hâkimiyeti altına almasıyla )
KIRGIZLAR, Moğol hâkimiyetine giren ilk Türk topluluğudur. Böylece Türklerin en eski yurdu olan Ötüken, Moğolların eline geçmiştir.
UYGURLAR zamanında Moğollarla ilişkiler daha çok gelişmiştir. Moğol İmparatorluğu’nun kuruluşunda ve büyümesinde Uygurların önemli ölçüde etkisi olmuştur. Hatta bazı Moğol boyları zamanla Türkleşmiş ( Özbek ve Çağatay ), Türk – Moğol devletleri oluşmuştur.
Türklerin Moğol Kültürüne Katkıları:
a)      Askerlik alanında, ( Askeri terimlerin ve askeri teşkilatın önemli bir bölümü Moğollarda aynen görülür.)
b)     Devlet teşkilatında ( Türkçe unvan ve terimleri kullanmışlardır. )
c)      Dil ve alfabede ( Uygurca ve Uygur alfabesini kullanmışlardır. )
d)     Kımız yapmayı öğretmişlerdir.
e)      Hukuk alanında ( Türk Töresi ve geleneklerinden etkilenip bunları yazılı hale getirip Cengiz Yasası’nın temellerini atmışlardır. )
f)       Para olarak Uygur Kağanı’nın damgasını taşıyan ve Uygurların ‘ kamdu ‘ dedikleri kumaşları kullanmışlardır.
g)      Hayvanları damgalamayı öğrenmişlerdir.
h)     Deve yetiştiriciliğini öğrenmişlerdir.
i)        Tarımda, kavun, karpuz yetiştirmeyi öğrenmişlerdir.
Moğollar, yönetimi altına aldıkları Uygurları hocaları olarak görmüşler ve Uygur hocalarına ‘ Bahşi ‘ adını vermişlerdir.
TÜRK – ARAP İLİŞKİLERİ: Araplar, fetih hareketlerini doğuya doğru geliştirirken, Kafkasların kuzeyinde Hazarlar, Maveraünnehir ile Seyhun ötesinde ise Türgişler başta olmak üzere çeşitli Türk toplulukları ile karşı karşıya gelmişlerdir.
         Türk – Arap ilişkileri, Emevilerin baskıcı politikaları ve Arap olmayan Müslümanlara değer vermemeleri nedeni ile iyi olmadı. Türkler, Emevilere karşı Abbasileri desteklediler. Abbasiler döneminde Türk – Arap ilişkileri daha iyi yönde gelişme gösterdi.
         751’de Araplarla – Çinliler arasında meydana gelen Talas savaşında Orta Asya’nın Çin egemenliğine girmesini istemeyen Türkler, Arapların yanında yer alarak, savaşı kazanmalarını sağladılar. Bundan sonra özellikle ticari ilişkiler dolayısıyla Türk – Arap ilişkileri yeni bir boyut kazanmış, Karluk, Yağma, Çiğil Türk boyları İslamiyet’i kabul etmişlerdir.10. yy.dan itibarenOğuzların da İslamiyet’i kabul etmeleriyle Türkler kalabalık kitleler halinde İslamiyet’e geçmeye başladılar.
         Araplar, Türklerin özellikle savaşçılık gücünden ve yeteneğinden yararlanmışlardır. Hatta Abbasiler döneminde sadece Türkler için ( Yerli halkla karışıp savaşçılık özelliklerini kaybetmemesi için ) bir ordugâh şehri olarak SAMARRA şehrini kurdular. Türkler, pek çok Müslüman devlette komutan ve yöneticilik yapmış, zaman zaman yönetimi ele geçirmişlerdir. Ayrıca Türkler İslamiyet’in koruyuculuğunu da üstlenmişlerdir.
TÜRK – İRAN İLİŞKİLERİ: Türk – İran ilişkileri Akhunlar zamanında başladı. Akhunlar, Sasanilerle komşu olmuşlardır. Göktürklerin de batıdan Sasanilere komşu olması üzerine İpek Yolu denetimi için Akhunlara karşı Sasanilerle işbirliği yaptılar. Bu işbirliği sonucu Akhun Devleti yıkılmış ve toprakları Göktürk ve Sasaniler arasında paylaşılmıştır. Ancak, Sasanilerin İpek Yolu ticaretini engellemeleri üzerine Göktürkler, Bizans ile işbirliği yapmışlar ve Sasanilerin zayıflama, ardından da yıkılma sürecine girmesine yol açmışlardır. Sasanilerin yıkılmasından sonra, bölgeye doğudan çok sayıda Türk göçü olmuş, batıya yapılan Türk göçlerine yeni bir yol daha açılmış oldu. Daha sonra İran, Büyük Selçuklu Devleti’nin yönetiminde kalmıştır.
                           İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ İLE İLGİLİ UYARILAR
·         Hunlarla Çinlilerin İpek Yolu hâkimiyetinden dolayı yıllarca savaşmaları, ‘ ekonomik hedeflerin siyasi eğilimlere yön verdiği ‘yargısını kanıtlar.
·         Uygurlardan kalma hukuk metinlerinde kullanılan bazı kavramların günümüz Türk hukukunda da yer alması, Türk kültüründeki süreklilik olgusuyla açıklanabilir.
·         Uygurların, kendilerinden önceki Türk topluluklarından farklı olarak yerleşik bir hayat yaşadıkları, kalıcı mimari eserler yapmalarına bakılarak kanıtlanabilir.
·         Eski Türk şehirlerinde farklı dinlere ait mabetlerin yan yana olması, Türklerin din konusundaki hoşgörüsünü kanıtlar.
·         Türk hükümdarların, Kurultay’da alınan kararlar bağlayıcı olmamasına rağmen, bu kararların dışına çıkmamaya özen göstermeleri, hükümdarların demokratik bir tutum içinde olduklarını gösterir.
·         Uygurların, değişik din ve kültürlerden aldıkları öğeleri Türkçe kavramlarla karşılamaları ‘ ulusal bilince ‘ sahip olduklarının bir göstergesidir.
·         Eski Türklerde hapis cezalarının azlığı, ‘ göçebe yaşam tarzının hukuk sistemi üzerindeki etkisi ‘ temel alınarak açıklanabilir.
·         Moğolların, Türk dünyasını işgal ettikten sonra bazılarının benliklerini kaybederek Türkleşmeleri, ‘ zayıf kültürlerin zamanla güçlü kültürler içinde eridiği ‘ yargısını doğrular.
·         Türk devletlerinde, hükümdar öldükten sonra birçok hanedan üyesinin taht üzerinde hak iddia etmesi, Türklerdeki egemenlik anlayışının bir sonucudur. ( Ülke toprakları hükümdar ailesinin ortak malıdır. )
·         Eski Türklerde bahar bayramının yaygınlığı, ekonomik hayatın büyük ölçüde hayvancılığa dayanmasıyla açıklanabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder