16 Ekim 2012 Salı

9.SINIF 4. ÜNİTE: İSLAM TARİHİ ve UYGARLIĞI


               IV. ÜNİTE: İSLAM TARİHİ ve UYGARLIĞI ( 13. YÜZYILA KADAR )
                      İSLAMİYET ÖNCESİ DÜNYANIN GENEL DURUMU
A ) AVRUPA: Kavimler Göçü, Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasına ve ardından Batı Roma İmparatorluğunun yıkılmasına neden olmuştur. Roma’nın yıkılmasıyla ortaya çıkan siyasi karışıklıklar ve otorite boşluğu feodalite ( derebeylik ) rejiminin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İslamiyet’in ortaya çıktığı dönemde Avrupa’da büyük, güçlü merkezi devletler yoktu. Hristiyanlık Avrupa’da yayılmış ,( Avrupa’nın kuzey ve batısında daha çok Hristiyanlığın Katolik mezhebi, orta ve doğu kısmında ise Ortodoksluk mezhebi yaygındır. ) kilise ve din adamları halk ve yöneticiler üzerinde mutlak otorite sahibi olmuşlardır.
B) AFRİKA: İslamiyet’in ortaya çıktığı dönemde bu kıtada güçlü devletler ve krallıklar yoktu. Kuzey Afrika’da ve Akdeniz kıyılarında Bizans hâkimiyeti vardı. Diğer yerlerde ise yerel yönetimler ve krallıklar vardı. Berberi denilen Kuzey Afrika’nın yerli halkı, kültür ve uygarlık yönüyle zayıf olduğu için İslamiyet’i kabul etmelerinin sonucunda Arap kültürünü de kabul ederek Araplaşmışlardır.
C) ASYA: Bu kıtada büyük devletler ve üstün uygarlıklar vardı. Bunlar: Çin, Hint ve Göktürklerdir. Ayrıca İslamiyet’in ortaya çıktığı bölge olan Ortadoğu’da iki büyük güç olan Bizans ve Sasani İmparatorlukları hâkim durumdadır.
Bizans İmparatorluğu: İstanbul merkez olmak üzere Balkanlar, Anadolu, Suriye, Filistin ve Kuzey Afrika topraklarına hâkim olan Bizans İmparatorluğu, Ortadoğu’nun en güçlü devletidir. Ortaçağ boyunca varlığını devam ettiren tek devlet olan Bizans İmparatorluğu tarihi boyunca farklı hanedanlar tarafından yönetilmiştir. Bu durumun nedeni hükümdar ailesinin kutsallığına inanılmaması ve her soyun imparator olma hakkının bulunmasıdır. Hristiyanlığın Ortodoks mezhebine bağlı olan Bizans, aynı zamanda Hristiyanlığın doğudaki temsilcisi olmuştur. İslamiyet ortaya çıktığında Müslümanlar karşısındaki en büyük güç olmuştur. Kültür ve uygarlık yönüyle de ileri bir seviyeye ulaşmış olan Bizans, İslam kültür ve uygarlığını etkilemiştir.
Sasaniler: İran ve Irak topraklarına hâkim olan Sasaniler, Ortadoğu’nun ikinci büyük gücüydü. Sasaniler bu dönemde Bizans ile mücadele halindeydiler. Din olarak Zerdüştlük ( Mecusilik ) dini hâkimdi. İyilikle kötülüğün mücadelesini esas alan Zerdüştlük dininde ateş önemli bir yer tututyordu. Hz. Ömer devrinde İran topraklarının tamamına yakını alınmış, Hz. Osman döneminde ise Sasani İmparatorluğuna son verilmiştir. Fetihlerle birlikte İranlılar İslamiyet’i kabul etmişlerdir. İran, eski ve köklü bir kültüre sahip olduğundan din değişikliği Araplaşma şeklinde olmamıştır.
Göktürkler: İslamiyet’in kuruluşu sırasında Doğu ve Batı Göktürkler siyasi varlıklarını sürdürüyorlardı. Göktürkler, Gök Tanrı inancını benimsemişlerdi. Ayrıca kuruldukları coğrafyadan dolayı Hristiyanlık, Zerdüştlük, Budizm, Maniheizm ve Yahudilik dinleri ile de temasları vardı. Türklerden bir kısmı bu dinlerden bazılarını kabul etmelerine rağmen yaşam biçimleri ve inançlarıyla bağdaştıramamışlardır. Gök tanrı inancı ile İslamiyet arasında birçok benzerliğin bulunması Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerini kolaylaştırmıştır.
Hindistan: İslamiyet’in doğuşu sırasında Hindistan’da beylikler egemendi. Merkezi otoritesi güçlü bir devlet yoktu. Hindistan’da en eski din Vedadinidir. Bu dinin rahiplerine Brahmandenirdi. Zamanla Brahmanların etkisi ile bu din Brahmanizm şekline dönüşmüştür. Hindistan’da ortaya çıkan bir başka din de Buda dinidir. Bu dinde Tanrı anlayışı yoktur. Dünya nimetlerinden uzaklaşan insanların Nirvana’ya ulaşacağı kabul edilmiştir.
Çin: Güneydoğu Asya’da yer alan büyük bir ülkedir. Eski ve köklü bir medeniyet merkezidir. İslamiyet’in doğuşu sırasında Çin’da Sui hanedanı egemendi. Çinliler, Göktürklerle sürekli mücadele halindeydiler. Ülke içinde de taht kavgaları vardı. Halk, sosyal sınıflara ayrılmıştı. Çin’de görülen iki büyük inanış, Taoizm ve Konfüçyüsçülük’tür. Bu inanışların yanında Budizm de yaygındır.
Japonya: Asya’nın doğusunda Büyük Okyanus’ta birçok ada üzerinde kurulmuş olan ülkelerdir. İslamiyet’in doğuşu sırasında siyasi bir etkinliği yoktu. Japonlar, Şintoizm inanışına bağlıydılar. Bu din, tabiat kuvvetlerine inanma ve tapınma ilkesine dayanmaktadır. Ayrıca, Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülük inanışları da yaygındı.
İslamiyet Öncesi Arap Yarımadası’nın Durumu: İslamiyet’ten önce Arap Yarımadası’nda yaşanan döneme CAHİLİYYE DÖNEMİ denir.
Siyasi Durum: İslamiyet öncesinde Arap Yarımadası’nda birçok devlet kurulmuş ( Güney Arabistan’da – Yemen’de - ; Main, Seba, Himyeri, Orta ve Kuzey Arabistan’da ise; Nebatiler, Tedmürlüler, Gassaniler, Lahmiler ve Kinde gibi) ancak bu devletlerin hiç birisi Arap Yarımadası’nın tamamına hâkim olamamıştır. Bu durum, bölgede siyasi birliğin olmadığını göstermektedir. Araplarda kabilecilik esasına dayanan bir yönetim tarzı benimsenmiştir. Kabileler ise aynı sülaleden gelen hür insanlardan meydana gelmekteydi. Kabilelerin başında, kabilenin en yaşlısı veya yaşlılar arasındaki en bilgili kişi bulunurdu. Bunlara ŞEYH veya SEYYİDdenirdi. İslamiyet’ten sonra Şeyh, kabile başkanı, Seyyid de Peygamberin soyundan gelenler için kullanılmıştır.
           İslamiyet’ten önce de sonra da önemli bir yer olan HİCAZ bölgesinde yer alan Mekke şehri; Büyük putların yer aldığı Kâbe’nin burada olması, Şam ticaret yolu üzerinde olması gibi nedenlerle önemliydi. Kâbe’yi ziyarete gelen Araplar sayesinde de önemli bir ticaret merkezi durumuna gelmişti. Mekke’nin en güçlü kabilesi Kureyş kabilesi idi. Mekke’ye özel DARÜ’N NEDVE denilen danışma kurulu şehir yönetimi ile ilgili konularda toplanır ve karar alırdı. Şehrin yönetimi V. Yy.ın ortalarından itibaren Kureyş kabilesine geçmiştir. Yesrib ( Medine ) ise daha çok bir tarım şehri idi.
         Arap Yarımadası’nda siyasi birliğin sağlanamamasında:
·         Arapların kabileler halinde yaşaması,
·         Göçebe kabileler arasındaki rekabet ve kan davaları,
·         Arabistan’da değişik dini inanışların benimsenmesi,
·         Bizans ve Sasani İmparatorluklarının baskılarının sürmesi gibi nedenler etkili olmuştur.
Din ve İnanış: İslamiyet öncesi Arap Yarımadası’nda insanların büyük bir kısmı puta tapıyorlardı ( putperestlik ).Her kabilenin kendi putu vardı. Arapların tapındığı büyük putlar arasında Lat, Menat, Uzza ve Hübel yer alıyordu. Bu putlar Kâbe’de saklanıyordu. Bu yüzden Kâbe, kutsal kabul ediliyor, yılın belli aylarında ziyaret ediliyordu.
        Arapların bir kısmı Hristiyanlığı benimsemişlerdi.( Bizans ve Habeşistan’ın etkisi ile .) Mekke ve Medine’de Yahudiliği kabul edenler de vardı. Ayrıca, Hz. İbrahim’in dinine inanan, putperestliği kabul etmeyen ve yeni bir peygamberin gelmesini bekleyen kimselerden oluşan Hanifler vardı.
Sosyal ve Ekonomik Hayat: Çölde yaşayan göçebe Arap kabilelerine BEDEVİ deniyor ve genellikle hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Şehirlerde yerleşik olarak yaşayan Arap kabilelerine de MEDENİ deniyor ve onlar da genellikle tarım ve ticaretle uğraşıyorlardı. Kabile yaşamında kan bağına büyük önem veriyorlardı. Bu nedenle kabileler arasında yıllarca süren kan davaları çıkabiliyordu.
          Ailede erkekler egemendi. Kız çocuklarına değer verilmezdi. Kızı olan aile reisi hor görülürdü. Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebilirdi. Kadınları miras ve boşanma hakkı yoktu. Kölecilik çok yaygındı. Köleler sahipleri tarafından alınır, satılır ve ticaret malı olarak kabul edilir ve genellikle de kötü davranılırdı. Bu uygulamalar, İslamiyet’ten önce Arabistan’da insan onur ve haklarına önem verilmediğini gösterir.
          Mekke, Taif ve Medine şehirlerinde ticaret yaygındı. Uzak Doğu ülkeleri ile Afrika ve Akdeniz ülkeleri arasındaki ticarette önemli bir yere sahip olan Arap Yarımadası’nda ticaret önemli bir gelir kaynağı idi.
          Arabistan’da ticari ve toplumsal hayatın en önemli unsuru, Mekke ve çevresinde kurulan panayırlardır. Bu panayırların en büyüğü UKAZpanayırıydı. Panayırlar, Arapların birbirleriyle savaşmadıkları Haram Aylarında düzenlenirdi. Arap halkının sosyal ve kültürel hayatında önemli gelişmeler sağlayan panayırlarda ticaret, eğlence ve yarışmalar ön planda idi. Mekke’ye gelen Araplar, Kâbe’yi de ziyaret ederlerdi. Panayırlarda düzenlenen yarışmalar kısa süreli de olsa toplumsal barışı sağlardı. Şiir okuma yarışmaları Arap edebiyatının gelişmesini sağlamıştır. Yarışmada kazanan şiirler Kâbe’nin duvarına asılır, kazananlara çeşitli ödüller verilerek teşvik edilirdi. Bu ziyaretler ve kurulan panayırlar Mekke’ye ticari bir canlılık kazandırmıştır.
          Bedeviler, sürülerini uygun otlak ve yaylaklarda besleyerek, hayvanlardan elde ettikleri ürünlerle geçimlerini sağlarlardı. İhtiyaçları olan malları sağlayamazlarsa yağma ve çapul yaparlardı.
Dil ve Edebiyat: Araplarda dil ve edebiyat zengindi. Araplar arasında kullanılan Nebati yazısı IV. Ve V. Yy.larda ortaya çıkmış ve ticari ilişkiler yoluyla yaygınlaşmıştır. Araplar arasında en saygın kişiler vezinli ve kafiyeli söz söylemekte usta olan şairlerdi. Şairler aynı zamanda toplumun yol göstericisi, hatibi ve bilginiydiler. Şiirler daha çok ezbere dayandığından yazılı şiirler oldukça azdır.  Panayırlar, Araplar arasında siyasi birlik olmamasına rağmen kültür birliğinin sağlanmasında etkili olmuştur.
Bilim ve Kültür: Okuma – yazma bilenlerin sayısı oldukça azdı. Bilgileri kâğıda dökmek pek yaygın değildi. Buna karşılık falcılık ve büyücülük çok yaygındı.
          Yol bulmak için belli yıldızların duruşlarına bakarlardı. Ticaret yoluyla Mısır ve Suriye’den gelen bilgileri vardı. Bunun sonucunda astronominin geliştiği görülür. Soy sop bilgisine çok önem verdikleri için tarih bilgisi gelişmiştir. Mitoloji ( efsane ) , havayı bilmek için yaptıkları araştırmalar ve dışardan gelen bilgilerle beraber meteorolojiyi geliştirmişlerdir. İz bulma, izlerden hüküm çıkarmada da kendilerini geliştirmişlerdir.

                                    İSLAMİYET’İN DOĞUŞU ve YAYILIŞI
           Gençliğinden itibaren Arapların hayat tarzını ve inanç sistemini benimsemeyen Hz. Muhammed söz ve davranışlarıyla Arap halkının güvenini kazanmış ve ona halk arasında Muhammed’ül Emin unvanı verilmiştir.
            Hz. Muhammed, sık sık Nur Dağı’ndaki Hira mağarasına çekilerek burada Hz. İbrahim’in dini ( Haniflik )üzerine düşünür ve ibadet ederdi. Her yıl ramazan ayında Hira mağarasında ibadet eden Hz. Muhammed’e 610 yılında 40 yaşında iken Hz. Cebrail tarafından peygamberliği bildirildi. Kendisine peygamberliğin bildirilmesinden sonra Hz. Muhammed en yakınında bulunanlardan başlayarak İslam dinini anlatmaya başladı. Hz. Muhammed’e ilk inananlar arasında; eşi Hz. Hatice, amcasının oğlu ve damadı Hz. Ali, yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir, azatlı kölesi Hz. Zeyd yer almaktadır.
            Mekkeliler başlangıçta Hz. Muhammed’i ve anlattığı İslamiyet’i önemsemediler. Ancak İslamiyet’in her geçen gün etkili olmaya başlaması, Hz. Muhammed’in davetini her yerde sürdürmesi Mekkeli müşrikleri kızdırdı. Müşrikler, İslamiyet’e karşı tavır alarak Müslümanlara baskı yapmaya ve kötü davranışlarda bulunmaya başladılar. Müşriklerin baskısı sonuçsuz kalınca, Hz. Muhammed ile anlaşmak istediler. O’na amcası Ebu Talip aracılığıyla İslamiyet’i anlatmaktan vazgeçmesine karşılık devlet başkanlığı, mal ve çok miktarda para teklif ettiler. Fakat Hz. Muhammed bütün bu teklifleri reddetmiştir. Peygamberimizin İslamiyet’i anlatmaya devam etmesi ve bunun hızlı bir şekilde yayılması, Mekke ileri gelenlerinin çıkarlarına ters düşmüştü. Bundan dolayı Mekkeliler her geçen gün Müslümanlar üzerindeki baskılarını arttırdılar.
       Mekkelilerin İslamiyet’e karşı çıkmalarında;
·         İslamiyet’in sınıf farkı gözetmemesi ( insanları köle ve soylu ayrımı yapmadan eşit kabul etmesi ), kölelere de haklar tanıması ve onların hukuki durumlarını belirlemesi.
·         İslamiyet’in tek tanrı inancını benimseyerek puta tapıcılığı reddetmesi.
·         İslamiyet’in zekat anlayışına karşılık zengin Arapların ekonomik güçlerini kaybetmek istememesi.
·         Mekkelilerin geleneklerine bağlı olmaları.
·         Arapların hayat tarzları ve alışkanlıklarının ( İslamiyet’in kabile üstünlüğü anlayışını ve kötü alışkanlıkları reddetmesi )  İslamiyet’e uymaması.
·         Putperestliğin yasaklanmasıyla Mekke ticaretinin söneceğini düşünmeleri gösterilebilir.
Baskıların iyice artması üzerine Müslümanların bir kısmı Habeşistan’a göç ettiler ( 615 ).
Mekke’de kalan Müslümanlar üzerinde baskı ve işkencenin her geçen gün şiddeti artırıldı. 619 yılı İslam tarihinde Hüzün Senesi olarak kabul edilir. Çünkü Hz. Muhammed önce amcası Ebu Talip’i, sonra da eşi Hz. Hatice’yi kaybetti. Hz. Muhammed’in koruyucusu durumundaki amcasının ölümünden sonra Haşimi ailesinin başına Ebu Leheb geçti. Bu dönemde Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara karşı baskı daha da arttı.
HİCRET:    Hz Muhammed, Mekke’de Müslümanlara yönelik baskılara rağmen Kâbe’ye ziyarete gelen kabilelere İslamiyet’i bildirmeye devam etti. 619’da Kâbe’ye ziyarete gelen altı Medineli ile Akabe denilen yerde karşılaşan Hz. Muhammed, onları İslamiyet’e davet etti. Medineliler de İslamiyet’i kabul ettiler. Medinelilerle 621 ve 622 yıllarında iki görüşme daha yapıldı. Bu görüşmelere I. ve II. Akabe Biatları denilmiştir. Bu görüşmelerde Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed’e bağlı kalacaklarına ve emirlerine uyacaklarına söz verdiler. Bunun üzerine Mekke’deki Müslümanlar, Medinelilerin de daveti üzerine 622’de Mekke’den Medine’ye göç ( hicret ) ettiler. Tüm Müslümanların göç ettiğinden emin olduktan sonra Hz. Muhammed, Hz. Ebu Bekirle birlikte hicret etti. Hz. Muhammed, Medine’ye yaklaştığı Kuba’da ilk mescidi yaptırarak ilk Cuma namazınıda burada kılmıştır. Hicret’e katılan Müslümanlara Muhacir, göç eden Müslümanlara yardım eden, ev sahipliği yapan Medineli Müslümanlara da Ensar denilmiştir. Önceleri Yesrib olan şehrin adı Medinet’ün Nebi olarak anılmaya başlanmış. Zamanla sadece Medinedenmiş.
SONUÇLARI: * Hz. Muhammed Hicretle birlikte İslam Devleti’ni kurmuş ve devlet başkanı gibi hareket etmeye başlamıştır.
·         Medine, İslam dininin merkezi durumuna gelmiş, Müslümanlar baskıdan kurtulmuş ve İslam dininin yayılışı hızlanmıştır.
·         Medine’de yaşayan Yahudilerle, Hz. Muhammed ( Müslümanlar ) arasında Vatandaşlık Antlaşması ( Medine Sözleşmesi ) imzalayarak yardımlaşma ve dayanışmayı dolayısıyla toplumsal kaynaşmaya, işbirliğine ortam hazırlamıştır. ( Bu sözleşme, İslam tarihinin ilk anayasasıdır. Bu anayasa İSLAM Devleti’nin kurulduğuna işarettir. Ayrıca Medine Sözleşmesi ile aynı topraklar üzerinde yaşayan farklı kültürlerin bir arada yaşayabilmesinin koşulları oluşturuldu. )
·         Hicret, Hz.Ömer döneminde Hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
Hz. Muhammed, Müslümanların hem peygamberi, hem İslam ordularının başkomutanı, hem de devlet başkanı oldu. Müslümanların yanı sıra Yahudiler de Hz. Muhammed’i devlet başkanı, başkomutan ve baş yargıç olarak kabul etmişlerdir. Hz. Muhammed, Medine’de birlik, huzur ve düzenin sağlanmasını amaçlamıştır. Vatandaşlık Antlaşması, Müslümanların farklı din ve inançlara hoşgörülü olduğunun bir kanıtıdır.

                          HZ. MUHAMMED DÖNEMİ SAVAŞLARI
BEDİR SAVAŞI ( 624 ): Nedeni:Mekke’den göç eden Müslümanlar, göç sırasında mallarını Mekke’de bıraktıklarından Medine’de ekonomik sıkıntı çekmekteydiler. Müslümanlar, Ebu Sufyan yönetiminde Mekkelilere ait bir kervanın gelirleriyle silah alınacağı ve Müslümanlara saldırılacağını öğrenince hem ekonomik sıkıntıları gidermek hem de Mekke’den Suriye’ye giden ticaret yollarını kontrol altına almak amacıyla harekete geçtiler. Savaş, Bedir Kuyusu yakınlarında meydana gelmiştir.
Sonuçları: * Müslümanların, Mekkelilere karşı ilk askeri başarısı oldu.
·         Müslümanlar, kendilerinden üç kat daha büyük olan Mekke ordusunu yenmişlerdi. Bu başarının İslam imanından kaynaklandığını görerek, dinlerine ve Hz. Muhammed’e olan bağlılıkları daha da arttı.
·         Bu savaş İslamiyet’in kaderini belirlemiş, İslamiyet’in yayılması hız kazanmıştır. Bu zafer ile Hz. Muhammed’in, İslam Devleti’nin başkanı ve başarılı bir komutan olarak tanınmasını sağlamıştır.
·         Mekke ticaretine darbe vurulmuştur.
·         İslam savaş hukuku ile ilgili ilk kurallar ortaya çıkmıştır. ( Savaş sonunda elde edilen ilk ganimetlerin beşte biri devlete bırakılmış, geri kalanı savaşanlar arasında eşit olarak paylaştırılmıştır. Mekkeli esirlerden zengin olanlar para karşılığında, okuma yazma bilenler ise 10 Müslüman’a okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bırakılmıştır. Böylece esirlere nasıl davranılacağı konusunda örnek oldu.)
·         Medine Sözleşmesi’ne uymayan Kaynuka Yahudileri Medine’den çıkarıldılar.
UHUD SAVAŞI ( 625 ): Nedeni: Mekkelilerin, Bedir Savaşı’nın intikamını almak istemeleri,
·         Mekkelilerin İslamiyet’i tamamen ortadan kaldırmak istemeleri,
·         Medine’den çıkarılan Yahudilerin Mekkeli müşrikleri Müslümanlara karşı kışkırtması
Hz. Muhammed, Medine’de kalıp savunma savaşı yapmak istemiş ancak bedir Savaşı’na katılamamış ve yeni Müslüman olmuş gençlerin de etkisiyle çoğunluğun kararına uyarak Mekkelileri Uhud Dağı eteklerinde karşılamıştır. Hz. Muhammed, 50 kişilik bir okçu kuvvetini Mekkelilerin arkadan saldırması ihtimaline karşılık Ayneyn Tepesi’neyerleştirmiştir. Savaşın başlarında Müslümanlar, Mekkelileri bozguna uğratınca savaşın kazanıldığını zanneden okçuların yerini terk etmesi üzerine Halid Bin Velid oluşan boşluğu değerlendirerek Müslümanları arkadan kuşattı. Böylece Müslümanlar kazanmakta oldukları savaşı kaybettiler. Müslümanlar yenilmelerine rağmen Mekkelileri takip ederek uğranılan yenilginin etkisini silmek istemişlerdir.
Sonuçları: * Mekkeliler, savaşı kazanmalarına rağmen amaçlarına ulaşamadılar.
·         Müslümanlar, Hz. Muhammed’in emirlerine itaatin önemini anladılar.
·         Hz. Muhammed’in Medine’deki otoritesi kesinleşmiştir.
·         Mekkelilerle iş birliği yapan Medine’deki Beni Nadir Yahudileri şehirden çıkarılmıştır.
·         Hz. Muhammed, bu savaştan sonra Kureyş kervanlarına hücumu durdurmuş ve Mekke ile Medine arasında yaşayan kabileleri kazanarak, Kureyş’i yalnız bırakmaya çalışmıştır.
HENDEK SAVAŞI ( 627 ): Nedeni: Mekkelilerin, gittikçe sayıları artan ve güçlenen Müslümanları kesin olarak ortadan kaldırmak istemesi.
             Mekkelilerin çok kalabalık bir ordu ile Medine üzerine hareket ettiğini öğrenen Hz. Muhammed savunma savaşına karar vermiştir. İranlı Selman-ı Farisi’nin teklifiyle Medine’nin kuzeyine büyük hendekler kazıldı. Bundan dolayı bu savaşa Hendek Savaşı denmiştir. Ebu Sufyan komutasındaki Mekkeliler ilk defa karşılaştıkları bu savunma savaşında ne yapacaklarını bilemediler ve başarılı olamadılar.
Sonuçları: * Mekkelilerin son saldırı, Müslümanların de son savunma savaşı olmuştur.
·         İslam Devleti’nin güçlenmesi Araplar arasında İslamiyet’in yayılmasını hızlandırmıştır.
·         Müslümanlar savunma durumundan çıkarak Medine dışında İslamiyet’in yayılmasını hızlandırdılar.
·         Bu savaşta Mekkelilerle iş birliği yapan Beni Kureyza Yahudileri Medine ’den kovulmuşlardır. Böylece Medine’de Yahudi kabilesi kalmamıştır. Bu durum, Medine’nin kesin olarak Müslümanların eline geçmesini sağlamıştır.
HUDEYBİYE BARIŞI ( 628 ): Hz. Muhammed hac yapmak amacıyla 1500 kişilik kalabalık bir grupla Mekke’ye doğru yola çıktı. Mekkelilere de bir elçi göndererek amaçlarının sadece hac yapmak olduğunu anlatmak istedi. Fakat Mekkeliler buna yanaşmayarak elçi olan Hz. Osman’ı da tutukladılar. Bunun üzerine Müslümanlar savaş hazırlığı yapmaya başlayınca Mekkeliler, Müslümanlarla görüşmeye yanaşarak Hudeybiye Barışı yapıldı. Bu anlaşmaya göre: * Hac o yıl ertelenecek, ertesi yıl Müslümanlar 3 gün süre ile hac yapabilecekler,
·         Taraflar 10 yıl boyunca savaş yapmayacaklar,
·         Her iki taraf ta istediği Arap kabilesi ile anlaşma yapabilecek ancak askeri yardımda bulunamayacaklar,
·         Reşid olmayan bir Mekkeli velisinin izni olmadan Müslüman olursa Medine’ye kabul edilmeyecek, Mekke’ye geri gönderilecek, buna karşılık Medine’den Mekke’ye sığınanlar geri verilmeyecekti.
Sonuçları: * Mekkeliler, Müslümanların siyasi varlığını ( bir devlet kurduğunu ) resmen tanımış oldular.
·         Anlaşma sonrasındaki barış ortamında İslamiyet’in yayılması hızlanmıştır.
·         İslamiyet, Mekke ve çevresinde de yayılmaya başladı. Bu durum Mekke’nin fethini kolaylaştırdı.
·         Halid bin Velid, Amr bin as gibi ünlü komutanlar Müslüman oldular.
·         Hz. Muhammed’in barışçı tutumu Arap kabilelerini İslamiyet’e çekti.
·         Yahudilere karşı yapılacak bir seferde Mekkelilerin tarafsızlığı sağlandı.
·         Anlaşmanın 4. Maddesinin Müslümanların aleyhine gibi gözükmesine rağmen, zaman içinde Mekkeliler arasında İslamiyet’in yayılmasıyla bu maddenin Müslümanların lehine olduğu anlaşılmıştır. Çünkü İslamiyet’i kabul eden ve Medine’ye kabul edilmeyen Müslümanların, Mekke’ye ait ticaret kervanlarına zarar vermesi üzerine, Mekkeliler Hz. Muhammed’e başvurarak anlaşmanın bu maddesinin kaldırılmasını istemişlerdir.
HAYBER KALESİ’NİN FETHİ ( 629 ): Nedeni: Medine’den çıkarılan Yahudilerin Hayber Kalesi’ne yerleşerek burada güçlenmeleri, Müslümanlar aleyhinde faaliyetler yürütmeleri, hendek Savaşı’nda Mekkelileri desteklemeleri, Medine – Şam arasında Müslüman tüccarlara zarar vermeleri nedenleriyle fethedilmiştir.
Sonuçları: * Şam ticaret yolunun güvenliği tam olarak sağlandı.
·         Bu seferden sonra Arap Yarımadası’nda, Müslümanlara karşı direnebilecek bir Yahudi merkezi kalmamıştır.
·         İslam Devleti’nin fetih politikası başladı.
·         Müslüman olmayan erkeklerden güvenliklerinin sağlanmasına karşılık ilk kez Cizye vergisi alınmaya başlandı.
·         Verimli Hayber toprakları, ürünlerinin yarısını İslam Devleti’ne vermeleri karşılığında Yahudilere bırakılarak ürün vergisi uygulaması başlatılmıştır.
MU’TE SEFERİ ( 629 ): Nedeni: Hz. Muhammed’in İslamiyet’e davet amacıyla Suriye bölgesine gönderdiği elçiyi Bizans valisi öldürünce Müslümanlar sefere çıktılar. Lut Gölü’nün güneyinde Mu’te ‘de Müslümanlarla Bizans arasında meydana gelen savaşta her iki tarafta ağır kayıplar verdi. Zeyd ve önemli komutanlar şehit oldular. Halid bin Velid İslam ordularını toparladı. Bu nedenle kendisine ‘ SEYFULLAH ( Allah’ın Kılıcı ) ‘ unvanı verildi. Bu savaş, Müslümanların Bizans ile yaptığı ilk savaş olmuştur.
MEKKE’NİN FETHİ ( 630 ): Nedeni:Mu’te’den geri dönen Müslümanların durumunu gören Mekkeli müşrikler, Müslümanların zayıfladıklarını düşünerek kendi taraflarında olan Beni Bekr kabilesine silah yardımı yaparak onları Medinelilerle anlaşma yapmış olan Huzaa kabilesinin üzerine saldırttı. Bu durum Huzaa kabilesinin Mekke’den kaçmasın neden oldu. Hz. Muhammed. Hudeybiye Barışı’nın bozulduğunu söyleyerek Mekke’nin fethine karar verdi.
          İslam ordusu Mekke’ye doğru hareket eder. Bunu haber alan Mekkeliler, Ebu Sufyan’ı elçi olarak gönderirler. Ancak, İslam ordusunun gücünü gören ve kurtuluş ümidinin kalmadığını anlayan Ebu Sufyan, savaşmaktan vazgeçmiş ve Müslüman olmuştur. Bunun üzerine Mekke ileri gelenleri kan dökülmemesi şartıyla şehri teslim etmeye razı oldular.
Sonuçları: * Kâbe putlardan temizlenerek Müslümanların ziyaretine açılmıştır.
·         Hz. Muhammed, Mekkelilere ‘ hepiniz hürsünüz ‘ diyerek genel af ilan etti.( Bu hoş görü sayesinde Mekkelilerin büyük bir kısmı Müslüman olmuştur. )
·         Mekke’nin fethi, Arap Yarımadası’nın fethini kolaylaştırdığı gibi İslamiyet’in yayılışını da hızlandırdı.
·         Bu zaferden sonra birçok Arap kabilesi Hz. Muhammed’e elçiler göndererek İslamiyet’i kabul ettiklerini bildirdiler. ( Böylece Arabistan’da siyasi birlik sağlanmıştır.)
·         Ticari özelliği olan Mekke’nin fethi Müslümanların ekonomik yönden de güçlenmesini sağlamıştır.
HUNEYN SAVAŞI ( 630 ): Nedeni: Mekke’nin Müslümanların eline geçmesini hazmedemeyen putperest Havazin kabilesi ve Taifliler,Mekke’yi geri almak için Huneyn denilen yerde toplanmaya başladılar. Mücadele sonucu putperestler Taif’e sığınmak zorunda kaldılar.
TAİF SEFERİ ( 630 ): Nedeni: Taifliler, Hendek ve Huneyn savaşlarında Mekkelilerle birlikte hareket etmişlerdi. Bundan dolayı Hz. Muhammed Taif’in kuşatılmasına karar verdi. Ancak alınamadı. Taifliler kuşatma kaldırıldıktan 1 yıl sonra İslamiyet’i kabul ettiklerini bildirmişlerdir.
TEBÜK SEFERİ ( 631 ): Nedeni: Bizans’ın İslam dünyası üzerine büyük bir sefere çıktığının haber alınması üzerine Hz. Muhammed büyük bir orduyla Bizans üzerine sefere çıkmıştır.
Sonucu:   Ancak, Tebük mevkiine gelindiğinde haberin asılsız olduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine çevredeki Hristiyan ve Yahudiler itaat altına alınmış, bazı Arap kabilelerinin de İslamiyet’i kabul etmesi sağlanmıştır.
Özelliği: Hz. Muhammed’in son seferi olmuştur.
VEDA HACCI ve HUTBESİ ( 632 ): Hz. Muhammed, Hicret’in 10. Yılında ( 632 )  kalabalık bir toplulukla son haccı olan ‘ Veda Haccı’nıgerçekleştirmiştir. Bu hac görevi sırasında Müslümanlara son nasihatlerini ilettiği ‘Veda Hutbesi’ni okumuştur. Hz. Muhammed, Veda Hutbesi’nde;* İslamiyet’in kutsal değerlerinin temel insan haklarının korunmasına ve sürdürülmesine verdiği önemi ortaya koymuştur.
·         İnsanların eşitliği ilkesini vurgulamış, milletlerin birbirine üstünlüğünün olmadığını belirtmiştir. Kişilerin hak ve sorumluluklarının neler olduğunu açıklamıştır.
·         Geliştirilerek günümüze kadar gelen insan haklarıyla ilgili evrensel hukuk kurallarını çok erken bir dönemde açıklamış ve Müslüman toplumlarda evrensel insani değerlerin uygulanmasını sağlamıştır.
Veda Hutbesi’nde; Cahiliyye döneminde yapılan yanlışlara geri dönülmemesi gerektiğini,
Tüm Müslümanların din kardeşi olduklarını,
Kadınlara ve kız çocuklarına iyi davranılması gerektiğini,
Kan davalarının ve tefeciliğin yasaklandığını,
Eşlerin birbirine iyi davranması gerektiğini,
Emanetlerin muhakkak sahibine verilmesi gerektiğini
Kölelere iyi davranılması gerektiğini,
İnsanların can ve mallarının kutsal olduğunu,
Hiç kimsenin diğerinden üstün olmadığını, üstünlüğün takvada olduğunu,
Hırsızlık, zina, iftira, Allah’a ortak koşma gibi hatalara düşülmemesi gerektiği gibi konularda Müslümanlara nasihatlerde bulunmuş,
Kur’an-ı Kerim’in tamamlandığını ve onu Müslümanlara emanet ettiğini bildirmiştir.

Rahatsızlığının artması sonucu namaz kıldırma görevini Hz. Ebu Bekir’e verdi. Hz. Muhammed 8 Haziran 632’de vefat etti ve Ravza-i Mutahhara adı verilen yere defnedildi.




                           DÖRT HALİFE DÖNEMİ ( HULEFA-İ RAŞİDİN ) ( 632 – 661 )
    Hz. Muhammed, kendisinden sonra devletin durumunun ne olacağına ilişkin bir esas getirmemiştir. O’nun ölümü üzerine başlayan iç karışıklıklarla birlikte devlet başkanlığı sorunu da ortaya çıkmıştır. İslam Devleti ileri gelenleri toplanarak ilk halife olarak Hz. Ebu Bekir’i ilk halife olarak seçmişlerdir.
     Halife;sonradan gelen, ardından gelen anlamındaki ‘ halef ‘ kelimesinden türetilmiş bir unvandır. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra onun peygamberlik görevi dışında bütün görev ve yetkilerini üstlenen İslam Devleti’nin başkanına halifedenir. İlk dört halife seçimle iş başına geldiklerinden, bu döneme Cumhuriyet Dönemi de denir. Halifeler seçilirken, kişilik yapılarına, halk tarafından sevilip sevilmemesine, peygambere olan yakınlığına, İslamiyet ve İslam Devleti için yaptıklarına, hizmetlerine dikkat edilirdi. Dört Halife Dönemi’nde sırasıyla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali halifeliğe seçilmişlerdir.
HZ. EBUBEKİR DÖNEMİ ( 632 – 634 ):Hz. Muhammed’in ölümünü fırsat bilerek dinden dönmek isteyen ve zekât vermek zor gelen kabilelerin isyanları ( İslamiyet’i yeni kabul eden Yemen ve Umman gibi yerlerde kabileler zekât vermek istememişlerdir), yalancı peygamberler sorunu Hz. Ebubekir’in karşılaştığı sorunların başında gelmektedir. Giriştiği mücadeleler sonucu başarıyla bu sorunları çözümledi. ( Bu sorunları gidermek için yaptığı savaşlara Ridde Savaşları denmiştir. )
     Hz. Muhammed’in ölümüyle bozulan siyasi birliğin ve huzurun yeniden sağlanmasından sonra hazırlanan ordular, Arap Yarımadası dışında fetihlere gönderilmiştir. Hz. Ebubekir halife olduğu sırada Sasani Devleti çöküş içindeydi. Sasanilerin egemenliğindeki Irak’a ordular gönderildi. Bu orduların başarıları sonucu Hire Beyliği İslam Devleti’ne bağlandı(633). İslamiyet’i Arabistan dışına da yaymayı amaçlayan Hz. Ebubekir Bizans egemenliğindeki Suriye’ye ordular gönderdi. Yermük’te Bizans ile yapılan savaşı Müslümanlar kazandı ve Suriye’nin kapıları Müslümanlara açılmış oldu (634). Böylece Suriye’nin fetih süreci başladı. Bu savaş, Müslümanların Arabistan dışında kazandığı ilk zaferdir.
     Hz. Muhammed döneminde Kur’an ayetleri hafızlar tarafından ezberleniyor, vahiy kâtipleri tarafından da deri, tahta, düz kemik, taş hurma yapraklarına yazılıyordu. Yalancı peygamberlerle yapılan savaşlarda çok sayıda hafızın ( Kur’an ayetlerini ezbere bilen kişi ) şehit olması, ayetlerle hadislerin ( Hz. Muhammed’in sözleri ) birbirine karışmasının ve Kur’an ayetlerinin arasına rivayetlerin ( söylenti ) girmesinin önlenmek istenmesi, Kur’an’ın yazılı olduğu malzemelerin korunmasında zorluklarla karşılaşılması üzerine Zeyd bin Sabit başkanlığında vahiy kâtiplerinden ve hafızlardan bir kurul oluşturularak Kur’an ayetleri toplanarak kitap ( Mushaf ) haline getirildi. Böylece Kur’an-ı Kerim’in günümüze kadar özgün halini koruması sağlanmıştır.
   Hz. Ebubekir dönemi, İslam Devleti’nin yıkılmaktan, İslamiyet’in yok olmaktan kurtarıldığı bir dönemdir.
HZ. ÖMER DÖNEMİ ( 634 – 644 ): Hz. Ebubekir vefat edince Müslümanlar, onun vasiyetine uyarak Hz. Ömer’i halife seçtiler. Hz. Ömer döneminde fetihlere devam edilerek Suriye, Mısır, Irak, İran ve Azerbaycan İslam Devleti sınırlarına katıldı.
    Hz. Ömer; doğruluğu, adaleti ve cesareti ile tanınmıştı. Müslümanlığı kabul ettikten sonra bütün savaşlara katılmış ve büyük kahramanlıklar göstermiştir. Hz. Ömer döneminde fetihler kadar idari, mali, askeri ve adli alanlarda da yeni düzenlemeler yapılmıştır.
FETİH HAREKETLERİ:
a)      Suriye’nin Fethi:  Hz. Ebubekir döneminde başlatılan Suriye’nin fethine Hz. Ömer döneminde devam edildi. Bizans ordusu ile yapılan ECNADEYN SAVAŞI ile Bizans ağır bir yenilgi aldı ve bölgedeki etkinliği kırıldı (636 ). Bu olay üzerine sıranın kendisine geleceğini anlayan Kudüs patriği şehri halifeye teslim edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer Kudüs’e gelerek şehri teslim aldı ( 637 ).Kudüs’ün teslimi ile Filistin’in fethi büyük oranda gerçekleşmiş oldu. Bu savaştan sonra Suriye’de tutunamayacağını anlayan Bizans, ordularını Suriye’den çekti. Hz. Ömer Kudüs’ün fethinden sonra gayri Müslimlere din ve ibadet serbestliği tanıdı. (  Suriye’nin fethinde Halid bin Velid, Ebu Ubeyde gibi komutanlar görev aldılar. )
b)     İran’ın Fethi: Hz. Ebubekir döneminde Müslümanlar ile Sasaniler arasında ilk savaş Hire’nin alınmasıyla başladı.  Ebu Ubeyde komutasındaki ordu Fırat’ı geçerek Sasani ordusuna saldırdı. Sasani ordusundaki filler Müslümanları çok şaşırttı. KÖPRÜ SAVAŞI olarak bilinen bu savaş İslam ordularının yenilgisiyle sonuçlandı ( 634 ). Bu yenilgiden sonra İslam ordularının komutanlığına Sa’d b. Ebu Vakkas atandı. Bundan sonra gerçekleşen KADİSİYE SAVAŞI’nı Müslümanlar kazandı ( 636 ). Bu galibiyetten sonraIrak, Müslümanların eline geçti. Basra ve Kufe’de ordugâh şehirleri kurarak İran’ın fethine devam edildi. Sasaniler, CELULA’daMüslümanlara direndilerse de yenildiler (637 ). Sasaniler, İslam ordularını Nihavent’te durdurmak istedilerse de başarılı olamadılar ve Sasani ordusu tamamen dağıldı ( 642 ). Bundan sonra Müslümanların önüne çıkabilecek bir güç kalmadı. Hz. Ömer döneminin sonlarına doğru İran, tamamen fethedildi. Böylece Müslümanlar, Horasan bölgesinde Türklerle komşu oldular. İran’ın fethi sırasında İslam orduları, bir taraftan da Azerbaycan’a doğru ilerlediler. 643 – 644 yıllarında bütün Azerbaycan’ıele geçiren İslam orduları Kafkaslar ve Hazar Denizi’ne ulaştılar.
c)      Mısır’ın Fethi: Filistin’in fethinden sonra güvenlik gereği Mısır’ın da fethi gerekiyordu. İslam ordusu komutanlarından Amr bin el-As, Mısır seferine çıktı. ( İslam Tarihi’nde Mısır Fatihi olarak tanınır. ) Bizans ordusunu yenilgiye uğratarak Mısır’ı ele geçirdi ( 640 – 641 ). Hristiyanlar cizye vergisi ödemeleri karşılığında din ve ibadetlerinde serbest bırakıldılar. Amr bin el- As Kuzey Afrika’nın fethine devam etmek için Kahire yakınlarında FUSTAT’ı bir ordugâh şehri olarak kurmuştur. Mısır’ın fethi, 642 yılında İSKENDERİYE’nin ele geçirilmesi ile tamamlanır. Ardından Bingazi ve Trablusgarp’ın fethi gerçekleştirilir. Böylece Hz. Ömer zamanında İslam Devleti’nin sınırları Maveraü’nnehir’den Tunus’a kadar genişlemiştir.
Devletin Teşkilatlanması: Hz. Ömer döneminde sınırların hızla genişlemesi sonucunda yeni bir takım ihtiyaçlar ve sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç ve sorunlara çözüm getirebilmek için yeni devlet kurumlarının kurulması zorunlu hale gelmiştir. Bu amaçla:
·         Fethedilen ülkeler idari yönden büyük illere ayrılmış, başlarına merkeze bağlı valiler ( Emir’ül Ümera denen valiler ) atanmıştır. Ayrıca, fethedilen yerlerde yeni şehirler kurularak buralara Müslüman aileler yerleştirilmiştir. ( Böylece fethedilen bölgelerde İslam dininin yayılması ve egemenliğin kalıcı olması amaçlanmıştır. )
·         Valilerin yanına kadılar tayin edilerek adalet teşkilatı kurulmuştur. ( İlk mahkemeler kurulmuştur. )
·         Devlet gelirlerinin artması üzerine Beyt’ül Mal ( Devlet hazinesi ) kurulmuştur. Vergiler sistemli hale getirilmiştir.
·         Askeri ve mali işlere ait kayıtların tutulması amacıyla Divan teşkilatı kurulmuştur.
·         İlk düzenli ordu teşkilatı ve sınır bölgelerinin güvenliğinin sağlanması ve fetihlerin kolaylaştırılması amacıyla sınırlarda ordugâh şehirleri kurulmuştur.
·         Askeri ikta sisteminin temelleri atılarak fethedilen toprakların verimli kullanılması sağlanmıştır.
·         Askeri postateşkilatı ve divan örgütü ( Divan’ül Cünd ) kurulmuştur.
·         Hicri takvim düzenlenerek uygulanmaya başlanmıştır.
Hz. Ömer, kendisine haksızlık yapıldığını düşünen İranlı bir demirci tarafından sabah namazını kılarken hançerlenmiş ve aldığı yaranın etkisi ile vefat etmiştir.
Hz. Ömer dönemi İslam Devleti’nin teşkilatlanma dönemidir.
HZ. OSMAN DÖNEMİ ( 644 – 656 ):
Fetih Hareketleri:  Fetih politikasının devam ettiği Hz. Osman zamanında İslam orduları doğuda İran’ın fethi tamamlandı, Horasan’a kadar ilerledi. Horasan’a gelen İslam orduları ilk defa Türklerle mücadeleye başladı. İslam orduları Horasanve Harzem ülkelerini fethetti ve Ceyhun Irmağı’na kadar ilerledi. Azerbaycan’ın fethi tamamlanıp Gürcistan’ı da fetheden Müslümanlar, Kafkas Dağları’na dayanarak Hazar Türkleri ile komşu oldular. Bu tarihten başlayarak IX.yy.ınsonlarına kadar Hazarlarla Müslüman Arapların mücadeleleri sürdü.
       Suriye valiliğine atanan Muaviye ( Hz. Osman’ın yeğeni ve Ebu Sufyan’ın oğlu ) Anadolu’da fetih hareketlerine girişmiş ve Ankara’ya kadar ilerlemiştir. Bir yandan da Abdullah Bin Sa’d komutasında Kuzey Afrika’da ilerleyen İslam orduları Trablusgarp ( Libya ) ve Tunus’u ele geçirdi. Tunus’un fethinden sonra İslamiyet, Kuzey Afrika’nın yerli halkı olan Berberiler arasında hızla yayıldı.
      Artık denize kıyısı olan İslam Devleti’nin denizden gelebilecek tehlikelere karşı kendisini koruması gerekiyordu. Şam valisi Muaviye’nin önderliğinde Suriye sahillerinde ilk İslam Donanması kuruldu. 649 yılında Kıbrıs, Rodos, Girit fethedildiği gibi Akdeniz’deki pek çok adaya da seferler düzenlendi.Donanma kısa sürede güçlenerek Bizans donanması ile boy ölçüşebilecek duruma geldi. 655 yılında Finike açıklarında Bizans donanmasını Zatü’s Savari Savaşı’nda yenilgiye uğrattı. Bu zafer Müslümanların ilk deniz zaferidir.
Kur’an – ı Kerim’in Çoğaltılması:  Fetihlerle İslam Devleti’nin sınırlarının genişlemesi, şive farklılıklarından dolayı farklı okunması, sorunların yerinde ve kısa sürede çözümlenmesinin sağlanması gibi nedenlerle Zeyd Bin Sabit başkanlığında bir kurul oluşturularak 6 nüsha olarak Kur’an – ı Kerim çoğaltıldı. Diğerlerinin yakılması emredildi. Bir örneği Medine’de kalmak üzere önemli merkezlere ( Mekke – Basra – Kufe – Şam – Mısır ) gönderildi. Bu durum, yeni Müslüman olan kişilerin dini asıl kaynağından öğrenmelerine ortam hazırladı.
Aynı zamanda Kur’an’ın günümüze kadar doğru ve tam olarak gelmesini sağlamıştır.
İç Karışıklıkların Ortaya Çıkması: Hz. Osman, valilikler ve ordu komutanlığı gibi önemli makamlara akrabalarını ( beni Ümeyye – Emevi ailesi ) getirince, İslamiyet’in ortadan kaldırdığı kabileler arası rekabet yeniden canlandı. Valilerin yönetiminden memnun olmayan halkın şikâyetleri ve kışkırtmalar da buna eklenince Irak’ta ve Mısır’da ayaklanmalar çıktı. Hz. Osman görüş ayrılıklarına karşı gerekli önlemi almayı başaramadı. Hz. Osman çeşitli illerden gelen şikâyetçilerin kontrolden çıkması üzerine evinde öldürüldü ( 656 ).
Hz. Osman dönemi; Müslümanlar arasında iç karışıklıkların ve ilk görüş ayrılıklarının başladığı bir dönemdir.   
HZ. ALİ DÖNEMİ ( 656 – 661 ):  Hz. Osman’ın şehit edilmesi Müslümanlar arasında büyük üzüntüye neden oldu. İsyancılar Medine’ye hâkim oldular ve Hz. Ali’ye başvurarak ona halifelik teklif ettiler. Halifeyi şehit edenler tarafından halife ilan edilme görüntüsü Hz. Ali tarafından şiddetle reddedildi. Ancak daha sonra ileri gelenlerin de teklifi üzerine Hz. Ali Müslümanlar arasındaki huzursuzluğun daha fazla sürmemesi için halifelik teklifini kabul etti.
656 Cemel Vakası ( Deve Olayı ): Emevi ailesinden olanlar, Hz. Osman’ı öldürenlerin Hz. Ali tarafından korunduğunu ve katillerin yakalanması için gereken çabanın gösterilmediğini ileri sürüyorlardı. Bu nedenle Hz. Ali’yi suçluyorlar ve onun halifeliğini tanımıyorlardı. Hz. Ali ise, henüz kargaşa döneminin devam ettiği bir süreçte, masum insanların zarar görmemesi için katillerin olaylar yatıştıktan sonra cezalandırılmasını istiyordu.
    Başta Muaviyeolmak üzere, ileri gelenlerden Talha ve Zübeyr, umduklarını bulamamanın etkisiyle ( Bazı önemli görevler beklentisi içinde idiler. Ancak Hz. Ali onlara bekledikleri görevleri vermemişti. )  Hz. Ali’ye muhalif gruplar meydana getirdiler. Hz. Ayşe’nin de bunlara katılmasıyla harekete geçtiler. Hz. Ayşe’nin devesinin etrafında gerçekleştiği için bu olaya Cemel Vakası ( Deve Olayı ) denmiştir. Hz. Ali bu mücadeleyi kazanmıştır. Talha ve Zubeyr savaşta hayatlarını kaybetmişlerdir. Hz. Ayşe ise göz hapsine alınarak kimlerle ilişki kurduğu takip edilerek tekrar bir tehlike yaratmasına engel olunmak istendi. Bu olay Hz. Ali ile Muaviye’nin arası iyice açıldı. Hz. Ali bu olaydan sonra Medine’ye geri dönmeyerek devletin merkezini Kufe’ye taşıdı. Hz. Ali taraftarlarının bu şehirde fazla olması ve güvenlik sorunu bu değişiklikte etkili olmuştur.
Cemel Vakası, Müslümanların kendi aralarında yaptıkları ilk savaştır.
657 Sıffin Savaşı ve Hakem Olayı:  Cemel vakası’ndan sonra Hz. Ali’ye karşı olanlar, Muaviye’nin etrafında birleşerek onu halife ettiler. İki taraf arasında savaş kaçınılmaz duruma gelince iki ordu Sıffin Ovası’nda karşı karşıya geldiler. Muaviye savaşı kaybetmek üzere iken Mısır valisi Amr b. El-As, askerlerinin mızraklarına Kur’an sayfalarını taktırarak sorunun çözümlenmesinde Kur’an’ı iyi bilen hakemlerin önerilerine razı olunmasını önerdi. Bunun üzerine Hz. Ali’nin askerleri Kur’an sayfalarına karşı savaşamayacaklarını bildirdiler. Savaştan bir sonuç alınamayınca sorunun hakemlerle çözülmesi kararlaştırıldı.
         Hakemler uzun tartışmalardan sonra Hz. Ali ve Muaviye’nin halife olamayacağına ve yeni bir halifenin seçilmesine karar verdiler. Hz. Ali’nin hakemi  ( Musa el- Esari ) karara uyarak Hz. Ali’yi halifelikten aldığını ilan etmiş, ancak Muaviye’nin hakemi ( Amr b. El- As )karara uymayarak Muaviye’yi halife ilan etmiştir. Bu durum İslam dünyasında büyük karışıklıklara yol açmış: Hz. Ali taraftarları – Şiiler
                                          Muaviye taraftarları – Emeviler
                                          Her ikisini de istemeyenler – Hariciler olmak üzere üç farklı grubun oluşmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler İslam dünyasında birlik ve beraberliğin bozulmasına, aileler arasında anlaşmazlıkların yaşanmasına neden oldu. Bu da fetihlerin durmasına, halkın baskı ve haksızlıklara uğramasına neden olmuştur. ( İç karışıklıklardan dolayı Hz. Ali döneminde fetihler durmuştur.)
           Hariciler, İslam dünyasındaki bu karışıklığa Hz. Ali, Muaviye ve Amr b. El- As’ın neden olduğunu ileri sürerek üçünün de öldürülmesine karar verdiler. Bu amaçla düzenlenen suikastten Muaviye ve Amr b. El – As kurtulmuşlar, Hz. Ali ise şehit olmuştur. Hz. Ali’nin öldürülmesi ile Dört Halife Dönemi sona ermiştir.
Hz. Ali dönemi iç karışıklıklarla geçmiş ve görüş ayrılıkları daha da derinleşmiştir.

                                              EMEVİLER (661 – 750 )
           Hz. Ali’nin şehit edilmesi üzerine Kufe halkı, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ı halife ilan etmiştir. Muaviye de Şam’da halifeliğini ilan etmiştir. Kan dökülmesini istemeyen Hz. Hasan, Muaviye’nin kendisinden daha güçlü olmasından, İslam dünyasındaki karışıklıkların sona ermesini istemesinden dolayı Muaviye ile bir anlaşma yaparak halifelikten çekilmiştir. Yapılan anlaşmaya göre; Muaviye, yerine herhangi birini halife tayin etmeyecek, ilk fırsatta halifenin yeniden seçimle belirlenmesini sağlayacak, Hz. Ali’nin ailesinden olanlar takip edilmeyecek, toplum içinde küçük düşürülmeyecekti. Bu anlaşmadan sonra Medine’ye giden Hz. Hasan bir süre sonra öldü. Böylece Emevi soyundan gelen Muaviye’nin ( Ebu Sufyan’ın oğlu ) tek başına halifeliği başlamış oldu. Aynı zamanda İslam tarihinde Emeviler Dönemibaşlamıştır.
         Muaviye halife olunca ilk iş olarak ŞAM’ı İslam Devleti’nin merkezi yaptı ve tüm Müslümanların kendisine bağlanmasını sağladı. ( Yönetim merkezinin Şam’a taşınmasında, uzun süre bu bölgede valilik yapması ve taraftarlarının burada çoğunlukta olması etkili olmuştur. Bu değişiklikten sonra Müslümanlar, konum olarak Akdeniz ticaret bölgesine ve Bizans’a yaklaşmıştır. )
          Muaviye’nin tek başına halife olmasıyla İslam Devleti’nde iç karışıklıklar sona ermiş ve fetih hareketleri yeniden başlamıştır. Fetih hareketlerine çok önem verilmiş, geniş fetihler yapılmıştır. Yapılan fetihlerde, İslam Dinini yaymak temel olmakla beraber içteki ayrılıklar ve kırgınlıklar unutturulmaya çalışılmıştır.
         Muaviye, Müslümanlar arasındaki karışıklıkları giderip huzuru sağladıktan sonra kara ve denizden Bizans üzerine, Kuzey Batı Afrika sahillerine ( Tunus ve çevresi ), doğuda Maveraünnehir’e ( Türklerle mücadeleler yeniden başlamış, Semerkant ve Buhara’nın fethi gerçekleştirilmiştir. Ancak Emevilerin milliyetçilik politikasından dolayı bu dönemde Türkler arasında İslamiyet çok da yayılmamıştır.) kuzeyde Kafkasya ve Anadolu içlerine ordular sevk ederek fetih hareketlerine başladı. ( Emeviler zamanında fethedilen bölgeler aşamalı bir şekilde İslamlaşmış, hatta Araplaşmıştır.  Ancak İran ve Türkistan’da güçlü bir kültürün var olması Türk ve İranlıları Araplaştıramamıştır. )
         İslam tarihinde İstanbul ilk kez Emeviler zamanında kuşatılmıştır. 668 ve 674’te olmak üzere iki kez kuşatmışlardır. Bu kuşatmaya peygamberimizin Medine’ye geldiğinde evinde misafir olduğu Hz. Eyyub el- Ensari de katılmış ve şehit olmuştur. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Hz. Eyyub’ün mezarını buldurmuş ve oraya bir türbe yaptırmıştır. Günümüzde burası Eyüp Sultan olarak bilinmektedir. Her iki İstanbul kuşatmasının da başarılı olmamasında:
·         İklim farklılığına askerlerin uyum sağlayamaması,
·         İstanbul’un merkeze uzak olması,
·         İstanbul’un etrafının surlarla çevrili olması,
·         Bizans’ın Grejuva adı verilen, denizde de yanabilen Rum Ateşi ile savunma yapması etkili olmuştur.
Muaviye henüz sağ iken çevresindekilerin kendisinden sonra oğlu YEZİD’e bağlılık yemini etmelerini sağladı. Böylece seçim geleneğini bir kenara bıraktı ve babadan oğula geçen halifelik uygulamasını başlattı. Böylece halifelik, babadan oğula geçen bir saltanata dönüştü.
Hz. Ali’nin küçük oğlu Hz. Hüseyin ve Kufe halkı Yezid’in halifeliğini kabul etmemiş, Hz.
Hüseyin’in halife olmasını istemişlerdir. Kufe halkının daveti üzerine halifeliğini ilan etmek için Kufe’ye doğru hareket eden Hz. Hüseyin ve arkadaşları KERBELA denilen yerde Yezid’in ordusu tarafından kuşatılmış, günlerce aç ve susuz bırakıldıktan sonra şehit edilmişlerdir. KERBELA OLAYI ( 680 ) Müslümanlar arasında etkisi günümüze kadar devam edecek olan kesin ayrılıkların ortaya çıkmasına ve Müslümanların Şii ve Sünni olarak ikiye ayrılmalarına yol açmıştır.
       Yezid döneminde Kuzey Afrika’nın ( Fas ) fethine devam edildi. Sınırlar, Atlas Okyanusu kıyılarına kadar uzandı.
       Emevilerin en parlak dönemi halife Abdü’lmelik ve Velid dönemleridir. Abdü’lmelik döneminde Arapça, İslam Devleti’nin resmi dili ilan edildi. Bunun yanında ilk kez üzeri Arapça yazılı ilk İslam parası altın ve gümüş olarak bastırıldı.Resmi yazışmalarda Arap Alfabesi zorunlu tutuldu. ( Arap milliyetçiliğinin göstergesidir.)çeşitli eyalet merkezleri ve şam arasında düzenli posta hizmetlerinin kurulmasıyla haberleşme olanağı arttı. Mimarlık alanında Avrupa ile boy ölçüşecek gelişmeler sağlandı.
        Velid zamanında Kuzey Afrika valiliğine getirilen Musa bin Nusayr Kuzey Afrika’nın fethini tamamladı. Kuzey Afrika’da yaşayan Berberiler İslamiyet’i kabulederek Arap kültürünün etkisi altına girdiler. Kuzey Afrika’daki Bizans egemenliği sona erdi.
        Vizigot Kralı’nın İspanya halkına baskı ve zulüm uygulaması üzerine İspanya’nın yerel yöneticileri Müslümanlardan yardım istediler. Bunun üzerine Tarık bin Ziyad komutasındaki İslam ordusu bölgeye gönderildi. 711 Kadiks Savaşı’nda Tarık bin Ziyad Cebel-i Tarık Boğazı’nı geçerek Vizigotları yenmiş ve İspanya’nın fethini gerçekleştirmiştir. İspanya’ya ENDÜLÜS  ( ENDÜLÜZYA )adını verdiler. İspanya’dan sonra Avrupa içlerine doğru ilerlemeye başladılar. Emevilerin, Avrupa’daki ilerleyişi Pirene Dağlarını aşıp Fransa’ya kadar uzandı. 732’de Frank Kralı ile yapılan PUVATYA SAVAŞI’NI ( Abdurrahman el – Gafiki  X  Şarl Martel) Müslümanlar kaybedince İspanya sınırına geri çekilmek zorunda kaldılar. Böylece Müslümanların Avrupa’daki ilerleyişi durdu. Puvatya, Müslümanların batıda ulaştığı son sınır olmuştur.

                                                     TÜRK - ARAP İLİŞKİLERİ
        Hz. Osman döneminde Horasan ve Harezm’i ele geçiren Müslümanlar, Ceyhun Nehri’ne ulaşmışlar ve Türklerle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu dönemde Gök Türk Devleti yıkılmış, Türgişler kurulmuştur. Emeviler döneminde Kuteybe Bin Müslim yönetimindeki İslam orduları uzun mücadeleler sonucunda tüm Maveraünnehir’e egemen oldular ( 715 ). Türgişler, Emevileri uzun süre oyaladılar. Emeviler, ele geçirdikleri yerlere Arapları getirerek yerleştirdiler. Bu bölgeleri Araplaştırmaya çalıştılar. Türk şehirlerini yakıp yıktılar, ağır vergiler koydular, önemli kişileri öldürdüler. Ayrıca Emevilerin uyguladığı Arap milliyetçiliği ırkçılık boyutuna ulaşmıştır. Arap olmayanlara MEVALİ ( Köle ) uygulaması yapmaları, uyguladıkları baskılar Türklerin bu dönemde Müslüman olmalarını engellediği gibi Türklerle Araplar arasındaki en büyük çatışmalar Emeviler döneminde yaşanmıştır. ( Emevilerin Türklere karşı başarılı olmalarında Türkler arasında siyasi birliğin olmamasının etkisi büyüktür. )

                                                EMEVİLERİN YIKILMA NEDENLERİ
1-      Arap olmayan Müslümanlara değer vermemeleri, onlara Mevali  ( köle ) uygulaması yapmaları, Arap milliyetçiliği politikası yürüterek ırkçılık yapmaları.
2-      Devlet yönetiminde önemli makamlara Emevi soyundan olanları getirmeleri.
3-      Sıffin Savaşı, Hakem Olayı ve Kerbela Olayı sonrasında ortaya çıkan karışıklıkların devam etmesi.
4-      Fetihlerin durması.
5-      Devletin geniş sınırlara ulaşması nedeniyle merkezi otoriteyi kontrol altında tutamaması.
6-      Abbasilaerin, Şiilerin ve Haricilerin muhalefeti ve yıkıcı faaliyetleri.
7-      Emevi ailesinin arasındaki geçimsizlikler ve taht kavgaları.
8-      Emevi ailesinin Hz. Ali’nin soyundan gelen kişileri öldürmesi bu devletin yıkılmasına yönelik hareketlerin başlamasında etkili olmuştur.
9-      Emevilerin, İslamiyet öncesinde Araplar arasında yaygın olan kabileciliği yeniden canlandırması, toplumun bazı kesimlerince dinden uzaklaşma olarak değerlendirildi. Bu da devletin toplumsal desteğini kaybetmesine yol açtı.
Bizans İmparatoru III. Leon’un 717’de Suriye ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmasıyla Gerileme Dönemi başladı. Bu dönemde İmparatorluk genişlemesinin son sınırlarına ulaşmaktaydı. İslam ordularının Eransa içlerine ilerleyişi Puvatya Savaşı ( Poitiers ) ile kesin olarak durdurulurken ( 732 ), Anadolu’daki Emevi kuvvetleri Bizans tarafından 742’de yok edildi.
       Hişam bin Abdü’lmelik’in ölümünü izleyen yıllarda kabileler arası kavgalar Suriye, Irak ve Horasan’da büyük ayaklanmalara dönüştü. İlk başkaldırı Horasan’da Türk asıllı Ebu Müslim’in komutasında gerçekleşti. Kısa sürede İran ve Irak’a yayıldı. Bu ayaklanmalar Ebu’l Abbas Abdullah’ın Kufe’de Ebu Müslim tarafından halife ilan edilmesiyle son buldu. Mısır’a kaçan son Emevi halifesi II. Mervan öldürüldü. Böylece Emevi Devleti sona erdi ( 750 ).

                                EMEVİLER DÖNEMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
1-      Halifelik saltanata dönüşmüştür.
2-      Halifelerin güvenliğini sağlamak için muhafız teşkilatı kurulmuştur.
3-      Sınırların hızlı bir şekilde genişlemesi üzerine ülke eyaletlere ayrılarak yönetilmiş ve ülke içinde haberleşmenin sağlanması için posta teşkilatı kurulmuştur.
4-      İlk defa bu dönemde Avrupa’da fetih hareketleri başlamış ve İstanbul kuşatılmıştır.
5-      Kerbela Olayı sonucunda Müslümanlar kesin olarak iki gruba ayrılmıştır.
6-      Abdü’lmelik döneminde ilk İslam parası bastırıldı. Bu uygulama Müslümanların ekonomik alanda rahat hareket etmelerini ve ekonomik bağımsızlık sağlamıştır.
7-      Halife Abdü’lmelik, resmi yazışmalarda Arap Alfabesinin kullanılmasını zorunlu hale getirdi. Böylece Arap Alfabesi Arap Yarımadası dışında da yaygınlaşıp uluslararası bir nitelik kazanmıştır. ( Kuran-ı Kerim’in dili Arapça olduğu için İslamiyet’in yayıldığı bölgelerde Arapça, konuşma dili olmaya başladı. İslamiyet’i kabul eden Araplar dışındaki milletler İslamiyet’i öğrenirken Arapçayı da öğrendiler. Böylece Arapça, İslamiyet ile beraber bütün dünyaya yayıldı. Türkçe, Farsça ve daha birçok dile Arapça kelimeler girmiştir. )
8-      Emeviler, İslam Devleti’ni geliştirirken Sasani ve Bizans’tan İslam dini ile çelişmeyen teşkilat ve kurumları almışlar, tam teşkilatlı bir Arap Devleti oluşturmuşlardır.
9-      İslam dinini yaymak için yapılan fetihler aynı zamanda İslam sanatının gelişmesini de sağladı. Çünkü fethedilen ülkelerdeki sanat anlayışı İslam sanatını de etkiledi. Bunun sonucunda farklı sanat anlayışlarından oluşan yeni ve daha gelişmiş bir İslam sanatı ortaya çıktı. İslam sanatında en büyük gelişme mimari alanda olmuş, Avrupa mimarisiyle yarışabilecek duruma gelmiştir. İslam Devleti’nin her yanına camiler, medreseler, köprüler, hanlar, kervansaraylar yapıldı. Mimari eserlerde Kubbe ve kemer kavramları Türklerden Araplara geçti. Camilerde mihrap, minare ve şadırvan gibi yapılar ilk olarak Emeviler zamanında kullanılmaya başlandı. Emevi sanatında genel yapı malzemesi olarak taş kullanıldı. Süslemelerde insan ve hayvan figürlerine yer verildi. Estetik değer ön plana çıkarıldı. Kare minareler de Emevi mimarisini yansıtan örneklerdendir.
10-  Emeviler döneminde halifeler ( Ömer bin Abdü’laziz hariç ) sadelikten uzak yaşamışlar, gösterişli bir hayat sürmüşlerdir. Böylece saray hayatı başlamıştır.
11-  Emeviler döneminde şiir yeniden önem kazandı. İslami dönemde gelişen diğer bir edebiyat türü de toplumun bilgi, görgü ve ahlakını yükseltmek amacıyla yazılmış nesir türündeki eserlerdir. EDEB adı verilen bu tarzın en önemli ismi ‘ Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri ‘ adlı bir kitap yazmış olan CAHİZ’dir.
12-  Fetihler sonucunda İslam dünyasında sanayi ve tarım ürünlerine dayalı olarak ortaya çıkan el sanatları üretilmeye başlandı. Daha sonra gelişerek imalathanelere dönüştü. Dokuma sanayinde yün, pamuk ve ketenden çeşitli kumaşlar üretildi. Bu kumaşlar Avrupa’da büyük ilgi gördü.
13-  Emevilerin milliyetçilik politikası İslamiyet’in yayılmasını yavaşlatmış ve devletin görünümünü İslam Devleti’nden çok Arap Devleti haline getirmiştir.

                       
                           ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ POLİTİKASININ SONUÇLARI
·         Emeviler döneminde yöneticilerin uyguladığı Arap milliyetçiliği politikası yüzünden halk 4 sınıfa ayrıldı:
1-      MÜSLÜMAN ARAPLAR: Kendilerini Arap olmayan diğer Müslümanlardan üstün tutumuşlardır.
2-      MEVALİ: Arap olmayan Müslümanlara azatlı köle anlamında bu ad verilmiştir. Bunlar, Müslüman Arapların üstün tutulmasından rahatsızlık duyuyorlardı. Bu durum, toplumda birlik ve beraberliğin bozulmasında önemli bir rol oynamıştır.
3-      ZIMMİ: Devlet içinde yaşayan ve Müslüman olmayan halktır. İslam Devleti’nin kendilerine sağladığı koruma karşılığında vergi ( Cizye ) öderlerdi.
4-      KÖLELER: İslamiyet’in doğuşundan çok daha önceki dönemlere giden kölecilik anlayışını İslamiyet ıslah etme yoluna gitmiştir. Kölelerin özgürlüklerine kavuşturulmasını teşvik etmiştir.
·         Türklerin İslamiyet’e girmesini geciktirmiş, İslamiyet’i kabul eden milletlerin Emevi yönetiminden memnuniyetsizliklerine neden olmuştur.
·         Emevilerin, Arapları üstün tutan bir politika izlemesi, Arap olmayan Müslümanlar arasında bir hak arama ve kimlik arayışını ön plana çıkaran ŞUUBİYE AKIMI’nın doğmasına neden olmuştur. Şuubiye akımı, farklı kültürlerin gelişmesine, Müslüman halklar arasında sürtüşmelerin çıkmasına ve Müslüman ulusların kendi tarih, dil ve sanatına sahip çıkmalarına ortam hazırlamıştır.

                                          ENDÜLÜS EMEVİLERİ ( 756 – 1031 )
Emevi Devleti’nin yıkılması ve Abbasilerin yönetimi ele geçirdikten sonra Emevi
Ailesine yönelen katliamlardan kurtulan ABDURRAHMAN tarafından İspanya’da kurulmuştur ( 756 ).
Endülüs Emevileri, kuzeyden gelen Hristiyan saldırılarını durdurmuşlar ve Abbasilerle mücadeleler sonucunda Fas’a hâkim olmuşlardır. Kültürel alanda ileri bir düzeye ulaşan Endülüs Emevileri Avrupa medeniyetine doğrudan katkıda bulunmuşlardır. Başkent KURTUBA’da kurulan medreseye Avrupa’nın birçok yerinden öğrenciler gelerek eğitim görmüşlerdir. Bu durum, İslam uygarlığının Avrupalılar tarafından tanınmasında önemli rol oynamıştır.
Endülüs Emevileri III. ABDURRAHMAN devrinden ( 912 – 961 ) itibaren Abbasi halifeliğini tanımayarak, kendi halifeliğini ilan etti. III. Abdurrahman ve II. Hakem devlete en güçlü dönemini yaşatmıştır. Böylece X.yy.da 3 ayrı devlet başkanı halife unvanını kullanmıştır.

1-      Bağdat’ta Abbasiler
2-      Mısır’da Fatımiler
3-      İspanya’da Endülüs Emevileri
              Bu durum İslam dünyasındaki siyasal parçalanmanın bir göstergesidir.
     Farklı etnik grupların ülke yönetiminde uzlaşamaması iç isyanların çıkmasına neden olmuş, siyasi güç zamanla ‘ HACİB ‘denilen askeri valilerin eline geçmiştir. Haciblerin birbirleriyle mücadeleleri ve Frank saldırıları sonucunda devlet 1031 ‘de yıkılmış ve toprakları üzerinde Tavaif-i Müluk denilen küçük devletler kuruldu. Bu devletlerin en önemlisi İspanya’daki son İslam Devleti olan BENİ AHMER DEVLETİ’DİR.
                                        BENİ AHMER DEVLETİ ( 1232 – 1492 )
   Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılması ile kurulan devletlerarasında en uzun ömürlü olanıdır. Başkenti GIRNATA ( GRANADA ) şehri olmasından dolayı bu devlete GIRNATA İSLAM DEVLETİde denir. Kurucusu Muhammed bin Ahmer’dir.
   Bu devlet de siyasi alandan çok kültür ve medeniyet alanında yaptığı çalışmalar ile ön plana çıkmıştır. Gırnata’da yapılan El-Hamra Sarayı İslam sanatının en önemli eserlerindendir. Gırnata şehri önemli bir bilim ve kültür şehri olmuştur.
    Beni Ahmer Devleti, Aragon Kralı ile kastilya Kraliçesi’nin evlenmesi sonucunda İspanya’da siyasi birlik sağlayan Hristiyanların saldırılarıyla 1492’de yıkılmıştır. Beni Ahmer Devleti’ni ortadan kaldıran Hristiyanlar, Müslümanların İspanya’da oluşturdukları medeniyeti de ortadan kaldırmak istemişler, Gırnata’yı yağmalamışlar, kitapları yakmışlar, Yahudi ve Müslümanları Engizisyon mahkemelerinde din değiştirmeye zorlamışlardır.
    Osmanlı Devleti, İspanya’da işkence gören Müslüman ve Yahudilere yardım elini uzatmış, İstanbul’dan buraya Kemal ve Burak Reisler komutasında bir donanma göndermiştir. İspanya’dan alınan Yahudiler ve Müslümanların bir bölümü Osmanlı topraklarına yerleştirilmiştir. Bugün ülkemizde bulunan Musevi vatandaşlarımızın büyük bir kısmının ataları bu dönemde gelen Musevilerdir.
     Böylece İspanya’daki 800 yıllık İslam hâkimiyeti sona ermiştir.

                         MÜSLÜMANLARIN AVRUPALILAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
·         Yerli Hristiyanlar kısa zamanda İslami yaşayış tarz ve biçimini taklit ettiler. ( Endülüs fetihlerinin dil, edebiyat ve diğer sosyal kurumlarının etkisi o derece büyük oldu ki)
·         İspanya’daki İslam medreselerinin önemli merkezlerinden biri olan TULYTULA ( TOLEDO ), Hristiyanların eline geçtikten sonra birikimi sayesinde zamanla İspanya devletleri ve diğer Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilere hizmet veren bir bilim merkezi haline gelmiştir.
·         Hristiyanlar, İslam kültürünü tanıdılar, felsefede, bilimde doğunun düşünce akımlarına yer verdiler. Avrupa üniversiteleri doğu bilgisini edinip çağın felsefesiyle köprü kurdular. Önce doğa sonra gök bilimiyle ilgilendiler. Ellerine ne geçtiyse dillerine çevirdiler.
·         Kurtuba ( Kordoba ) , Gırnata ( Granada ) ve Toledo ( Tuleytula ) bilim, kültür ve sanat faaliyetlerinin önemli merkezleri haline geldiler. Bilim ve sanat alanındaki faaliyetler Avrupa’da Rönesans’ın doğuşunda etkili olmuştur.

                                                    ABBASİLER ( 750 – 1258 )
     Horasanlı Ebu Müslim’in sonucunda Emevilerin yıkılmasından sonra Kufe’de Hz. Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen Ebu’l Abbas Abdullah halife ilan edildi. Bu nedenle devletin adı Abbasi Devleti oldu. ( Ebu’l Abbas Abdullah Emevi ailesinden olanları kılıçtan geçirdiği için İslam dünyasında SEFFAH = Kan Dökücü lakabını almıştır. )Daha sonra halife olan Ebu Cafer Mansur zamanında Bağdat şehri kurularak ( 762 )devletin başkenti Kufe’den Bağdat’a taşındı. Başkentin Bağdat’a taşınması Abbasi Devleti’nin kara devleti haline gelmesine neden olmuştur. Bağdat, önemli bir kültür ve sanat merkezi haline gelmiştir. Bu arada Emevi ailesinden olup, Abbasi katliamından sağ kurtulan Abdurrahman, İspanya’ya giderek Endülüs Emevi Devleti’ni kurdu. Böylece İslam tarihinde iki devlet ortaya çıkmış oldu.
     Abbasiler döneminde 751’de meydana gelen TALAS SAVAŞI sırasında Çin’in güçlenmesini çıkarlarına aykırı bulan başta KARLUKLAR olmak üzere Türk toplulukları Arapları destekleyince savaşı Araplar kazandı. Talas Savaşı sonucunda Türklerin İslamiyet’e geçişi hızlandı. Türk – Arap ilişkileri iyi yönde gelişmeye başladı. Orta Asya Çin baskısından kurtuldu. Müslümanlar, kâğıt üretimini Çinlilerden öğrendiler. Bu bilgi İslam dünyasından Avrupa’ya yayıldı. Türklerin geniş kitleler halinde İslamiyet’e geçmesine ortam hazırladı.
     Horasan’dan Atlas Okyanus’u kıyılarına kadar uzanan geniş toprakları devralan yeni yönetimin başlıca sorunu 83 büyük eyalette yaşayan değişik etnik ve dinsel toplulukları bir arada tutabilmekti. Din birliğine dayalı devlet yapısını benimseyen Abbasiler, Arap olmayanlara en yüksek görevleri vererek, bağdaştırılması güç olan toplumları bir arada tutmaya çalıştılar. Halifeliğin 500 yıl ayakta kalabilmesi, özellikle XI. yy. dan başlayarak Türklerin koruyucu siyasetleriyle mümkün olabilmiştir.
      Ebu’l Abbas ve ikinci halife Mansur, iktidara gelmelerine yardımcı olan Türk ve İran kökenlileri yönetimde ve ordu komutanlıklarında görevlendirdiler. Arap etkinliği her alanda azaltılırken ayrılıkçı mezhep ve bölge ayaklanmaları bastırılarak mutlak egemenlik sağlandı.
      Abbasilerin en parlak dönemi Harun Reşid dönemidir ( 786 – 809 ). Bu dönemde Bizans’a karşı Frank Kralı Şarlmanla diplomatik ilişki kuran Harun Reşid zamanında Bizans, yenilgiye uğratılarak vergiye bağlandı. Harun Reşid; bilim, edebiyat ve eğlenceye önem verirdi. O’nun döneminde başkent Bağdat önemli bir merkez haline gelmiştir.
       Harun Reşidden sonra yerine sırasıyla oğulları Emin, Me’mun ve Mutasım halife oldular. Babalarının yolunu seçtiler. İç ayaklanmalar bastırılırken Bizans’a yönelik akınlara ve seferlere hız verildi. Emin, Me’mun ve Mu’tasımın halifeliği döneminde Türkler ve İranlılar devlet yönetimi ve orduda görev almaya başladılar. Özellikle Mu’tasım döneminde Türklerin etkinliği artarak devam etti. Türklerin Araplarla karışıp savaşçı özelliklerini yitirmemeleri için, Türklere özel SAMARRA şehrini kurdular. Bu şehir, Abbasilere 56 yıl başkentlik yapmıştır. 892’de Halife Mutedid Bağdat’ı tekrar başkent yapmıştır.
        Türklerin bir kısmı da Bizans’a karşı savunma şehirleri olarak kurulan, AVASIM adı verilen sınır şehirleri olan Diyarbakır, Malatya, Adana, Antakya, Tarsus’a yerleştirilerek onların savaşçı özelliklerinden yararlanma yoluna gidildi.
         Türkler, Bizans’a karşı Müslümanları savunmak için savaştılar ve çıkan isyanların bastırılmasında Abbasilere yardımcı oldular. Bu gelişmeler, Türklerin Abbasi Devleti’nde ve İslam dünyasında önemlerinin artmasında etkili olmuştur.
          Abbasi halifelerinin IX. Yy.’dan itibaren devlet işlerini vezirlere bırakarak zevk ve eğlenceye dalmaları sonucu çoğunluğu Türk kökenli olan olan EMİRÜ’L ÜMERA denen valiler etkinliklerini artırdılar. Zamanla bu valiler TEVAİF-İ MÜLUK adı verilen küçük bağımsız devletler kurdular.  Bu devletlerin başlıcaları şunlardır: Kuzey Afrika ve Mısır’da: İdrisoğulları, Tolunoğulları, Ihşidiler, Fatımiler, Aglebiler.
İran ve Irak’da: Büveyhoğulları
Horasan’da: Tahiriler
Maveraünnehir’de: Samanoğrı’dır.
            Bu devletlerden Büveyhoğulları 945 yılında Bağdat’ı işgal ederek halifeyi baskı altına aldı. Gazneli hükümdarı MAHMUT, Abbasi halifesini bu baskıdan kurtararak halifeden ‘ SULTAN ‘unvanını aldı. Büveyhoğulları bir süre sonra Halifeyi yeniden baskı altına alınca, 1055 yılında Bağdat’a giren Büyük Selçuklu hükümdarı TUĞRUL BEY, halifeyi bu durumdan kurtardı.Bundansonra 250 yıl daha hakimiyetlerini sürdürdüler. Ancak siyasi ve askeri bir güç olarak etkili olamadılar. Halifeliği ellerinde bulundurdukları ve Arap olmayan diğer Müslümanlara da eşit davrandıkları için tüm İslam dünyasında saygı ve ilgi gördüler.
              İlhanlı hükümdarı Hülagu Han 1258’de Bağdat’ı işgal ederek hanedan üyelerini öldürtmesiyle 508 yıllık Abbasi halifeliği sona erdi. Moğol tehlikesinden kaçıp Memlüklü sultanı Baybars’a sığınan Abbasiler iyi karşılanmış, siyasi işlere karışmaması koşuluyla halifelik, Memlüklerin himayesinde sürdürülmüştür. ( Mustansır halife olmuştur. )

                           EMEVİLER İLE ABBASİLER ARASINDAKİ FARKLILIKLAR
1-      Emeviler döneminde fetih hareketleri artmış ve sınırlar Fransa’ya kadar genişletilmiştir. Abbasiler ise, sınırların korunmasına, bilim ve düşünce hayatının gelişmesine önem vermişlerdir.
2-      Emevilerin kurduğu büyük eyaletler, Abbasiler tarafından yönetimi kolaylaştırmak için küçük illere bölünmüştür.
3-      Emeviler, devlet yönetiminde Arap olmayan Müslümanları tercih etmezken, Abbasiler bu politikadan vazgeçerek yönetimde ağırlıklı olarak İranlıları, askerlik alanında ise Türkleri tercih etmişlerdir.
Abbasiler döneminde İslam dünyasındaki önemli gelişmelerden bazıları şunlardır:
·         Abbasilerde halifeler devlet işlerinin yürütülebilmesi için VEZİRLİK makamını kurdular. Vezirlere geniş yetkiler verdiler. Vezirlerin yanı sıra Hz. Ömer döneminde kurulan DİVANı geliştirdiler. Divanı devlet yönetiminde en yetkili kurum haline getirerek devlet ve ülke sorunlarını önce divanda görüştüler ve divanın önerdiği çözümleri uyguladılar. Bu divanların bazıları ve görevleri şunlardır:
Divan-ı İnşa: Devletin yazı işlerini yürütmüştür.
Divan-ı Mezalim: Adalet işlerine bakmıştır.
Divanü’l Ceyş: Askerlik işleriyle ilgilenmiştir.
Divan-ı Beytü’l Mal: Devletin gelir ve giderleriyle ilgilenmiştir.
·         Abbasiler tüm Müslümanlara yeniden değer vererek onlara eşit davranmışlardır.Böylece MEVALİ kavramı ortadan kalktı. Bu dönemde İranlılar ve Türkler önemli devlet görevlerine getirildiler.
·         Abbasiler döneminden itibaren Müslümanlar, Hint ve Çin uygarlıklarından da yararlandılar. Hintlilerden, matematikte onlu sistemi alarak Hint rakamlarını yeniden düzenleyip kullandılar ve astronomi cetvellerinin hazırlanmasını öğrendiler. Ayrıca coğrafya, tıp, eczacılık alanlarında da önemli bilgiler edindiler. Çinlilerden öğrendikleri kâğıt yapımını Semerkant’ta kurdukları kâğıt atölyesinde geliştirdiler. Daha sonra, başta Bağdat olmak üzere diğer kentlerde de kâğıt üretimini başlattılar.
·         Suriye, Filistin, Mısır ve güney Anadolu’nun fetihleri sırasında Müslümanlar, Yunan kültürü ile karşılaştı. Önemli bilim merkezleri olan Urfa, Antakya İskederiye’de eski Yunan medeniyetine ait yazma eserler buldular. Eflatun, Aristo gibi filozofların, Öklid gibi matematikçilerin, Ptolemyos gibi tıp bilginlerinin eserleri önce Süryaniceye daha sonra da Müslümanlar tarafından Süryaniceden Arapçaya çevrilerek İslam dünyasında bilimsel çalışmalar geliştirildi. Bu çalışmalar, özellikle Harun Reşid  , Me’mun ve Mu’tasım dönemlerinde en ileri seviyeye ulaştı. ( İslam Rönesansı )  
·         Harun Reşid döneminde başlayan bir proje olan BEYTÜ’L HİKME ( Bilgelik Evi ), oğlu Me’mun zamanında tam anlamıyla hizmet vermeye başladı. İlhanlılar, Bağdat’ı işgal ettikleri sırada burada bulunan kütüphaneleri tahrip ettiler. On binlerce kitabın bir kısmını yakarken büyük bir kısmını da Fırat’a attılar. Bu durum, İslam dünyasında bilim ve sanat alanlarındaki gelişmeleri kesintiye uğratmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder