Bir Bilim Adamının Romanı, Oğuz Atay, Bilgi Yayınevi, 1975, Ankara
Mustafa İNAN, eşi arkeoloji profesörü Jale İNAN’ın verdiği bilgiye göre 24 Ağustos 1911’de Adana’da doğmuştur. Babası Hüseyin Avni Bey seyyar posta memuru, annesi Rabia Hanım ise ev hanımıdır. 1898’de evlenen Hüseyin-Rabia çiftinin Mustafa İNAN’dan önce doğan çocuklarının çoğu küçük yaşta ölmüştür. Mustafa İNAN doğduğu zaman sadece Emine ve Zübeyde isimli iki kızı sağ kalmıştır. Mustafa İNAN’dan sonra da Güzide, Mehmet ve Sami dünyaya gelmiştir. O dönemde Anadolu’da çocukların yaşaması mucizedir. Hastalıklar, kazalar birbirini izlemektedir. Mustafa İNAN da bunlardan nasibini alır. Adana’da yazın sıcaklarında zenginler yaylalara çıkarlar. Fakirler de serinlemek için damların üstünde yatarlar. Mustafa böyle bir gecede gözünün ağrısından bir türlü uyuyamaz. Annesi bir ev ilacı sürmüş ve gözlerini bağlamıştır. Sabah annesi erken kalkar ve evi toplamakla uğraşır. Bu sarada uyanan Mustafa gözleri bağlı halde damda dolaşırken aşağı düşer. Mustafa’yı doktora götürürler. Çocuğun yaraları dikilir, sarılır. Ne var ki Mustafa kendine gelemez, hayatından ümit kesilmiştir. Küçük Mustafa bir süre sonra iyileşmiştir ancak, bu düşüşün sarsıntısını uzun süre çeker.
Mustafa İNAN, mahalle mektebine başlamıştır. Mahalle mektebinin sıkıntılı günleri devam ederken 1914’de Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. 1918 yılında Fransızlar Sevr Anlaşması uyarınca Adana’yı işgal etmişlerdir. Savaşla birlikte kıtlık ve yoksulluk yılları başlamıştır. Fransızlar’ın Adana’yı işgal ettiği gün de Hüseyin Avni Bey posta treninin arkasına takılmış küçük vagonuyla istasyon istasyon dolaşmaktadır.
Ermenilerin kasıtlı olarak yaptıkları katliamlar şehirde asayişi bozmuş ve halkın kaçmasına zemin hazırlamıştır. Bu durumu anlayan halk da düşmandan temizlenmiş Toroslar’a sığınmak için harekete geçmiştir. Fakat, Adana'dan çıkış zor idi. Her tarafta Ermeni çeteleri her an müslüman Türk'ün can güvenliğini tehdit etmektedir. Toroslar’a sığınmaktan amaç ise kaçıp kurtulmaktan daha çok, orada teşkilatlanıp, Adana'yı düşman istilasından kurtarmaktır. O günleri yaşayanlar bu olaydan “kaç kaç” diye söz etmektedirler.
Rabia Hanım’ın büyük kızı Emine eşiyle birlikte “kaç kaça” katılıp Adana’dan ayrılırken annesine biraz para bırakınca hemen Konya’ya gitme hazırlıklarına başlanmıştır. Sıkıntılı bir yolculuktan sonra Konya’ya ulaşmış ve bir süre sonra da babasına kavuşmuşlardır. Konya’da iki buçuk yıl kalmışlardır. Mustafa burada kardeşi ile birlikte Şehit Muhtar Bey mektebine gönderilmiştir.
Mustafa İNAN son derece zeki bir insandır. Bunu ilk fark eden de yaz tatilinde çalışması için yanına verildiği kuyumcudur. Mustafa İNAN daha çocukken evlerinin damından düştükten sonra babası hep oğlunun bir daha düzelemeyeceğini ve okuyamayacağının düşünmektedir. Bir de Mustafa İNAN’ı ders çalışırken görmemesi bu düşüncesini iyice pekiştirir. Mustafa İNAN ortaokula giderken onun defter tuttuğunu gören yoktur. Ders kitabı da yoktur. Sadece sarı bir defteri vardır. Onu da bir boru gibi büküp kemerine sokmaktadır. Babası da onun bu haylazlılığına hayli içerlemektedir. Oğlunun bu halini gören babası onun bir sanat öğrenmesi istemektedir. Böylece oğlu hem bir meslek sahibi olacak hem de kendisi boş yere okul masrafı yapmamış olacaktır. Bu düşüncelerle Mustafa’nın eski ustası kuyumcu Ahmet Usta’ya danışmıştır. Ahmet Usta: “Beyim bu çocuk çok akıllıdır, sen bunu okut, yoksa yazık olur bu oğlana” diye cevap vermiştir Mustafa’nın babasına. Mustafa ders çalışmaz, akşamları erken yatar. Ancak onun derdi başkadır. Bu derdini annesine şöyle ifade etmiştir: “Elbette hiç çalışmadan olmaz ana. Ne yapayım, sizlere yük olmak istemiyorum; kitaplar da pahalı.” Onun için her sabah erkenden kalkmaktadır Mustafa ve herkesten önce mektebe giderek yatılı öğrenciler kahvaltılarını bitirinceye kadar onların kitaplarını okumaktadır.
Yatılı okula başlayınca bütün yatılılara sahip çıkmıştır Mustafa İNAN. Birgün ırmağın kenarında oturmuş düşünürken yatılı öğrencilerden biri yanına yaklaşmış ve “Mustafa ağabey cebirle gene başım dertte.” Ertesi gün de bir fizik imtihanı vardır. Mustafa hemen yumuşamıştır. Çünkü ona bir şey sorulduğunda durumu ne olursa olsun sevinmektedir. Çünkü o öğretme sevdalısıdır. Hayatı boyunca da bu sevdadan vazgeçmemiştir. İster öğrencileri ister kendi oğlu ona bir şey sorduğunda bunu nasıl onların anlayabileceği şekilde anlatabilirim sıkıntısı yaşamıştır.
1929 yılında babasını kaybetmiştir. En kısa öğrenimi yaparak biran önce hayata atılmak zorunda olduğunu düşünmektedir. 1931 yılında liseyi birincilikle bitirmiştir ve karışık duygular içindedir. Önünde iki yol vardır. Ya üç yıl daha okuyup öğretmen olacaktır ya da beş yıl okuyacağı mühendis mektebine gidecektir. İkincisi daha uzun bir yoldur ancak bu yolu tercih ederse üniversitede öğretmen olma böylece memlekete daha fazla faydalı olma imkanına sahip olacaktır. O tabi ki ikinci yolu seçmiştir. Çünkü öğretmen olmak onun kendisine verdiği bir sözdür. Mühendis olup erken hayata atılıp çok para kazanma imkanı da olacaktır. Ama o hep öğretmen olmak için yaratıldığını düşünmüştür. Para kazanma meselesi ileride de sık sık karşısına çıkacak ve bu meseleyi düşünmek zorunda kalacaktır.
Mühendis mektebine girmesi kolay olmamış, yeni bir engelle karşılaşmıştır. Bu engel giriş imtihanıdır. Kayıt bürosunun önü kalabalıktır. Sıra bekleyen gençler bu soluk benizli çekingen delikanlıyı görünce onunla alay etmişlerdir. Sınav yapılır, sonuçlar açıklanır. Adanalı Mustafa birinci olmuştur. Herkes Adanalı Mustafa’yı aramaktadır. Mustafa İNAN da merak etmektedir Adanalı Mustafa’yı. “Bizde ne çalışkan hemşeriler varmış” der kendi kendine. En sonunda kayıt memurunun yardımıyla esrar çözülmüştür. Adanalı Mustafa, Mustafa İNAN’dır.
Mustafa İNAN 1931 yılında Mühendis Mektebi’ne ve bilim hizmetine girmiştir. Yüksek öğrenimine de leyli mecanni (devlet tarafından okutulan öğrenci) olarak başlamıştır. Mustafa İNAN herkesle arkadaştır. Herkesin derdiyle ilgilenmektedir. Kendisinin pek ders çalıştığı görülmediği halde herkese ders anlatmaktadır. Arkadaşları ile birlikte ders çalışsa da o aslında arkadaşlarının hatta üniversitedeki hocalarının da ilerisindedir.
İsviçre’de doktorasını tamamladıktan sonra kendisine orada kalması teklif edilmiş ancak bu teklifi reddetmiştir. Çünkü bu zamana gelene kadar devleti onun için çok şey yapmıştır. Onun devletine vefa borcu vardır. Şimdi sıra ondandadır. Kendi ülkesinin de bilim adamına, bilim adamları yetiştirecek yetişmiş insanlara ihtiyacı vardır.
Mustafa İNAN antika hocaların dünyasına yeni bir hava getirmiş ve kendini kabul ettirmiştir. Çünkü sevimliliği ile çevresinin hemen ilgisini çekmektedir. Esprisi de kuvvetlidir, sözlerini tatlı şivesiyle renklendirmesini bilmektedir. Üstelik güzel konuşmaktadır. Her zaman konuşmamakta her söze atılmamaktadır. İnsanları özellikle de insanımızı tanımaktadır. Mustafa İNAN çevresine baktıkça, sonraları kendini çok düşündüren “düşünme tembelliğinin farkına varmıştır. “Düşünmek zordu, düşünme büyük bir enerji istiyordu. Hele yaratıcı, araştırıcı düşünce için çok yorulmak gerekiyordu. Yüzyıllardır gördüklerini, dinlediklerini yorumlamaya alışmamıştı insanlar, bu nereden geliyor diye merak etmiyorlardı. Onları tedirgin etmeden, onlara yeni olan karşısındaki ilkel korkuyu hissettirmeden düşünmeye alıştırmak gerekiyordu.”
Mustafa İNAN sadece mühendislik konuları ile ilgilenen bir kişi olmamıştır. Boş zamanlarında Fuzuli’nin Divanını ezberlemektedir. Edebiyat ile yakından ilgilenmektedir. Hoş sohbeti sebebiyle davetlerin aranılan şahsiyetlerinden biri haline gelmiştir. Onun bilgi dağarcığında hemen hemen her konuda söyleyecek bir sözü mevcuttur. Çünkü her şeye ilgi duymaktadır.
1960 yılında Mustafa İNAN Cemal GÜRSEL tarafından Ankara’ya çağrılmış ve kendisine bayındırlık bakanı olması teklif edilmiştir. Ancak o öğrencilerinden ayrılmak istemediğini ifade ederek bu teklifi kabul etmemiştir.
Mustafa İNAN 1967 yılının kış aylarında rahatsızlanmıştır. Hastalığı ilerlemektedir. Doktorlar Mustafa İNAN’a kesin bir tedavi uygulayamamaktadır. Onu yurt dışına gitmesi için ikna etmeye çalışmışlar ancak bu hakkını daha önce kullandığı için bu çabaları da boşa çıkarmıştır. Nihayetinde Teknik Üniversite Rektörü Bedri KARAFAKILIOĞLU tarafından kendi yerine yurt dışına gitmesi için ikna edilmiştir.
Yurt dışındaki tedavi de sonuç vermemiş 1911 yılının Ağustos ayında doğmuş olan Mustafa İNAN, yine bir ağustos ayında vefat etmiştir.
Mustafa İNAN prensipleri, bilim ahlakı, çok yönlülüğü, dürüstlüğü, yardımseverliği ve vatanseverliği ile örnek bir bilim adamı olarak yaşamıştır. Türkiye’de bilimsel anlayışın ve bilim alt yapısının oluşması onun en büyük hedefi olmuştur.
Cumhuriyetin ilanından sonra Adana’ya dönmüşlerdir. Mustafa İNAN ortaokulu Adana’da bitirmiştir. Parasız yatılı sınavını kazanan Mustafa İNAN lisede devlet tarafından okutulmuştur. 1931 yılında Mühendis Mektebine girmiştir. Mühendis Mektebi’ni bitirdikten sonra İsviçre’ye gitmiş ve burada doktorasını tamamlamıştır. 1945 yılında da profesör olmuştur. Vefat ettiği 1967 yılına kadar bilimin hizmetinde olmuştur.
Prof. Dr. Mustafa İNAN’ın Hayat Hikayesi.Roman, 1971 yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulu’nun bilim ödülü töreninin tasviri ile başlar. Bu ödüle layık görülen kişi, 1944’lerde başlayıp 1967’deki vefatına kadar ki bilimsel çalışmaları ve bilim adamı yetiştirilmesinde yarattığı ekol sebebiyle, Prof. Dr. Mustafa İNAN’dır. Ancak dikkat edileceği gibi, bu ödüle ölümünden dört yıl sonra layık görülmüştür.
Mustafa İNAN, eşi arkeoloji profesörü Jale İNAN’ın verdiği bilgiye göre 24 Ağustos 1911’de Adana’da doğmuştur. Babası Hüseyin Avni Bey seyyar posta memuru, annesi Rabia Hanım ise ev hanımıdır. 1898’de evlenen Hüseyin-Rabia çiftinin Mustafa İNAN’dan önce doğan çocuklarının çoğu küçük yaşta ölmüştür. Mustafa İNAN doğduğu zaman sadece Emine ve Zübeyde isimli iki kızı sağ kalmıştır. Mustafa İNAN’dan sonra da Güzide, Mehmet ve Sami dünyaya gelmiştir. O dönemde Anadolu’da çocukların yaşaması mucizedir. Hastalıklar, kazalar birbirini izlemektedir. Mustafa İNAN da bunlardan nasibini alır. Adana’da yazın sıcaklarında zenginler yaylalara çıkarlar. Fakirler de serinlemek için damların üstünde yatarlar. Mustafa böyle bir gecede gözünün ağrısından bir türlü uyuyamaz. Annesi bir ev ilacı sürmüş ve gözlerini bağlamıştır. Sabah annesi erken kalkar ve evi toplamakla uğraşır. Bu sarada uyanan Mustafa gözleri bağlı halde damda dolaşırken aşağı düşer. Mustafa’yı doktora götürürler. Çocuğun yaraları dikilir, sarılır. Ne var ki Mustafa kendine gelemez, hayatından ümit kesilmiştir. Küçük Mustafa bir süre sonra iyileşmiştir ancak, bu düşüşün sarsıntısını uzun süre çeker.
Mustafa İNAN, mahalle mektebine başlamıştır. Mahalle mektebinin sıkıntılı günleri devam ederken 1914’de Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. 1918 yılında Fransızlar Sevr Anlaşması uyarınca Adana’yı işgal etmişlerdir. Savaşla birlikte kıtlık ve yoksulluk yılları başlamıştır. Fransızlar’ın Adana’yı işgal ettiği gün de Hüseyin Avni Bey posta treninin arkasına takılmış küçük vagonuyla istasyon istasyon dolaşmaktadır.
Ermenilerin kasıtlı olarak yaptıkları katliamlar şehirde asayişi bozmuş ve halkın kaçmasına zemin hazırlamıştır. Bu durumu anlayan halk da düşmandan temizlenmiş Toroslar’a sığınmak için harekete geçmiştir. Fakat, Adana'dan çıkış zor idi. Her tarafta Ermeni çeteleri her an müslüman Türk'ün can güvenliğini tehdit etmektedir. Toroslar’a sığınmaktan amaç ise kaçıp kurtulmaktan daha çok, orada teşkilatlanıp, Adana'yı düşman istilasından kurtarmaktır. O günleri yaşayanlar bu olaydan “kaç kaç” diye söz etmektedirler.
Rabia Hanım’ın büyük kızı Emine eşiyle birlikte “kaç kaça” katılıp Adana’dan ayrılırken annesine biraz para bırakınca hemen Konya’ya gitme hazırlıklarına başlanmıştır. Sıkıntılı bir yolculuktan sonra Konya’ya ulaşmış ve bir süre sonra da babasına kavuşmuşlardır. Konya’da iki buçuk yıl kalmışlardır. Mustafa burada kardeşi ile birlikte Şehit Muhtar Bey mektebine gönderilmiştir.
Mustafa İNAN son derece zeki bir insandır. Bunu ilk fark eden de yaz tatilinde çalışması için yanına verildiği kuyumcudur. Mustafa İNAN daha çocukken evlerinin damından düştükten sonra babası hep oğlunun bir daha düzelemeyeceğini ve okuyamayacağının düşünmektedir. Bir de Mustafa İNAN’ı ders çalışırken görmemesi bu düşüncesini iyice pekiştirir. Mustafa İNAN ortaokula giderken onun defter tuttuğunu gören yoktur. Ders kitabı da yoktur. Sadece sarı bir defteri vardır. Onu da bir boru gibi büküp kemerine sokmaktadır. Babası da onun bu haylazlılığına hayli içerlemektedir. Oğlunun bu halini gören babası onun bir sanat öğrenmesi istemektedir. Böylece oğlu hem bir meslek sahibi olacak hem de kendisi boş yere okul masrafı yapmamış olacaktır. Bu düşüncelerle Mustafa’nın eski ustası kuyumcu Ahmet Usta’ya danışmıştır. Ahmet Usta: “Beyim bu çocuk çok akıllıdır, sen bunu okut, yoksa yazık olur bu oğlana” diye cevap vermiştir Mustafa’nın babasına. Mustafa ders çalışmaz, akşamları erken yatar. Ancak onun derdi başkadır. Bu derdini annesine şöyle ifade etmiştir: “Elbette hiç çalışmadan olmaz ana. Ne yapayım, sizlere yük olmak istemiyorum; kitaplar da pahalı.” Onun için her sabah erkenden kalkmaktadır Mustafa ve herkesten önce mektebe giderek yatılı öğrenciler kahvaltılarını bitirinceye kadar onların kitaplarını okumaktadır.
Yatılı okula başlayınca bütün yatılılara sahip çıkmıştır Mustafa İNAN. Birgün ırmağın kenarında oturmuş düşünürken yatılı öğrencilerden biri yanına yaklaşmış ve “Mustafa ağabey cebirle gene başım dertte.” Ertesi gün de bir fizik imtihanı vardır. Mustafa hemen yumuşamıştır. Çünkü ona bir şey sorulduğunda durumu ne olursa olsun sevinmektedir. Çünkü o öğretme sevdalısıdır. Hayatı boyunca da bu sevdadan vazgeçmemiştir. İster öğrencileri ister kendi oğlu ona bir şey sorduğunda bunu nasıl onların anlayabileceği şekilde anlatabilirim sıkıntısı yaşamıştır.
1929 yılında babasını kaybetmiştir. En kısa öğrenimi yaparak biran önce hayata atılmak zorunda olduğunu düşünmektedir. 1931 yılında liseyi birincilikle bitirmiştir ve karışık duygular içindedir. Önünde iki yol vardır. Ya üç yıl daha okuyup öğretmen olacaktır ya da beş yıl okuyacağı mühendis mektebine gidecektir. İkincisi daha uzun bir yoldur ancak bu yolu tercih ederse üniversitede öğretmen olma böylece memlekete daha fazla faydalı olma imkanına sahip olacaktır. O tabi ki ikinci yolu seçmiştir. Çünkü öğretmen olmak onun kendisine verdiği bir sözdür. Mühendis olup erken hayata atılıp çok para kazanma imkanı da olacaktır. Ama o hep öğretmen olmak için yaratıldığını düşünmüştür. Para kazanma meselesi ileride de sık sık karşısına çıkacak ve bu meseleyi düşünmek zorunda kalacaktır.
Mühendis mektebine girmesi kolay olmamış, yeni bir engelle karşılaşmıştır. Bu engel giriş imtihanıdır. Kayıt bürosunun önü kalabalıktır. Sıra bekleyen gençler bu soluk benizli çekingen delikanlıyı görünce onunla alay etmişlerdir. Sınav yapılır, sonuçlar açıklanır. Adanalı Mustafa birinci olmuştur. Herkes Adanalı Mustafa’yı aramaktadır. Mustafa İNAN da merak etmektedir Adanalı Mustafa’yı. “Bizde ne çalışkan hemşeriler varmış” der kendi kendine. En sonunda kayıt memurunun yardımıyla esrar çözülmüştür. Adanalı Mustafa, Mustafa İNAN’dır.
Mustafa İNAN 1931 yılında Mühendis Mektebi’ne ve bilim hizmetine girmiştir. Yüksek öğrenimine de leyli mecanni (devlet tarafından okutulan öğrenci) olarak başlamıştır. Mustafa İNAN herkesle arkadaştır. Herkesin derdiyle ilgilenmektedir. Kendisinin pek ders çalıştığı görülmediği halde herkese ders anlatmaktadır. Arkadaşları ile birlikte ders çalışsa da o aslında arkadaşlarının hatta üniversitedeki hocalarının da ilerisindedir.
İsviçre’de doktorasını tamamladıktan sonra kendisine orada kalması teklif edilmiş ancak bu teklifi reddetmiştir. Çünkü bu zamana gelene kadar devleti onun için çok şey yapmıştır. Onun devletine vefa borcu vardır. Şimdi sıra ondandadır. Kendi ülkesinin de bilim adamına, bilim adamları yetiştirecek yetişmiş insanlara ihtiyacı vardır.
Mustafa İNAN antika hocaların dünyasına yeni bir hava getirmiş ve kendini kabul ettirmiştir. Çünkü sevimliliği ile çevresinin hemen ilgisini çekmektedir. Esprisi de kuvvetlidir, sözlerini tatlı şivesiyle renklendirmesini bilmektedir. Üstelik güzel konuşmaktadır. Her zaman konuşmamakta her söze atılmamaktadır. İnsanları özellikle de insanımızı tanımaktadır. Mustafa İNAN çevresine baktıkça, sonraları kendini çok düşündüren “düşünme tembelliğinin farkına varmıştır. “Düşünmek zordu, düşünme büyük bir enerji istiyordu. Hele yaratıcı, araştırıcı düşünce için çok yorulmak gerekiyordu. Yüzyıllardır gördüklerini, dinlediklerini yorumlamaya alışmamıştı insanlar, bu nereden geliyor diye merak etmiyorlardı. Onları tedirgin etmeden, onlara yeni olan karşısındaki ilkel korkuyu hissettirmeden düşünmeye alıştırmak gerekiyordu.”
Mustafa İNAN sadece mühendislik konuları ile ilgilenen bir kişi olmamıştır. Boş zamanlarında Fuzuli’nin Divanını ezberlemektedir. Edebiyat ile yakından ilgilenmektedir. Hoş sohbeti sebebiyle davetlerin aranılan şahsiyetlerinden biri haline gelmiştir. Onun bilgi dağarcığında hemen hemen her konuda söyleyecek bir sözü mevcuttur. Çünkü her şeye ilgi duymaktadır.
1960 yılında Mustafa İNAN Cemal GÜRSEL tarafından Ankara’ya çağrılmış ve kendisine bayındırlık bakanı olması teklif edilmiştir. Ancak o öğrencilerinden ayrılmak istemediğini ifade ederek bu teklifi kabul etmemiştir.
Mustafa İNAN 1967 yılının kış aylarında rahatsızlanmıştır. Hastalığı ilerlemektedir. Doktorlar Mustafa İNAN’a kesin bir tedavi uygulayamamaktadır. Onu yurt dışına gitmesi için ikna etmeye çalışmışlar ancak bu hakkını daha önce kullandığı için bu çabaları da boşa çıkarmıştır. Nihayetinde Teknik Üniversite Rektörü Bedri KARAFAKILIOĞLU tarafından kendi yerine yurt dışına gitmesi için ikna edilmiştir.
Yurt dışındaki tedavi de sonuç vermemiş 1911 yılının Ağustos ayında doğmuş olan Mustafa İNAN, yine bir ağustos ayında vefat etmiştir.
Mustafa İNAN prensipleri, bilim ahlakı, çok yönlülüğü, dürüstlüğü, yardımseverliği ve vatanseverliği ile örnek bir bilim adamı olarak yaşamıştır. Türkiye’de bilimsel anlayışın ve bilim alt yapısının oluşması onun en büyük hedefi olmuştur.
Cumhuriyetin ilanından sonra Adana’ya dönmüşlerdir. Mustafa İNAN ortaokulu Adana’da bitirmiştir. Parasız yatılı sınavını kazanan Mustafa İNAN lisede devlet tarafından okutulmuştur. 1931 yılında Mühendis Mektebine girmiştir. Mühendis Mektebi’ni bitirdikten sonra İsviçre’ye gitmiş ve burada doktorasını tamamlamıştır. 1945 yılında da profesör olmuştur. Vefat ettiği 1967 yılına kadar bilimin hizmetinde olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder