Yıllar önce bir Fransız tıp adamından işitmiştim. “Siz” demişti, “ne kadar zengin bir ülkesiniz, kongre yaptığınız oteller, ikramlarınız, kongrelerin sosyal programları ne kadar zengin. Biz Fransa’da şehre uzak sıradan bir otelde yaparız kongreleri, sosyal program filan da pek olmaz”. Hakkımızda söyledikleri elbette övgü sayılmamalıydı. Kongrenin bilimsel içeriğinden hiç söz etmemişti mesela.
Bir gerçeği kabul edelim. Bu ülkede tıbbi toplantı enflasyonu var. Sağlık Bakanlığına bildirilen toplantı sayısı yılda 300’ün üzerindedir. Doktor olmayan bir arkadaşıma bu bilgiyi ilettiğimde şunu söylemişti. “Siz parayı ilaç firmalarından alıp turizm firmalarının cebine koyuyorsunuz”. Acaba yerinde bir saptama mıydı bu? Objektif olarak düşündüğümüzde bu sözün bütünüyle yanlış ve haksız olduğunu söylemek zordur.
Tıp kongreleri gibi bilimsel toplantıların amacı tıp insanlarının ürettikleri bilgileri paylaşmak, başka merkezlerin yaptıkları çalışmalardan haberdar olmak, katılımcıların bilgilerini güncellemek, katılımcılar arasında sağlıklı ilişkiler kurmak, dernek veya meslek örgütlerinin aktivitelerine katılımı sağlamaktır.
Dürüstçe kendimize sormak gerek, bu ülkede bu kadar toplantı yapılmasını gerektirecek kadar bilimsel çalışma üretiyor muyuz?
Yanıt son derece açıktır… Hayır...
Bu kongrelerde sunulan poster ve sözlü bildirilerin uluslar arası değeri var mıdır?
Genellemek yanlıştır ama yanıt çoğunlukla ne yazık ki, “hayır”dır…
Katıldığımız toplantılar hekimlerin gündelik tıp pratiğini uluslar arası standartlara taşımaya yetiyor mu? Yanıt yine aynıdır. Hayır…
Peki, o halde ne yapalım?
Önce bir gerçeği kabullenmekle işe başlamalıyız. Ülkemizde tıp alanında kongre sektörünün bu derece gelişmesinin, turizm firmaları için bu derece cazip bir alan haline gelmesinin, hekimlerin sayıları 300’ü aşan toplantı ve kongre düzenleme cesaretlerinin belki de en önemli nedenlerinden biri ilaç sektörünün ekonomik gücüne olan güvendir. Nitekim ilaç sektörü, yeryüzünde enerji ve silah sektöründen sonraki en büyük sektördür ve Türkiye yeryüzündeki ilaç pazarının %1’ini oluşturmaktadır.
Bu olumsuz bir durum mudur?
Kanımca bu durum olumlu veya olumsuz değildir. Ancak bu gücün ülkemiz hekimleri ve hastaları için olumlu bir hale getirilmesi, sözü edilen bu ekonomik kaynağın akılcı kullanılması mümkündür. Bunun için öncelikli olarak bu ülkenin sözünü ettiğim toplantı enflasyonundan kurtulması gereklidir. Yani toplantı sayıları ciddi anlamda azaltılmalı, yapılmasına izin verilenlerin ise bilimsel içeriği zenginleştirilmeli, sosyal programların ve kongre merkezi olarak seçilen mekânların abartılı olması önlenmelidir.
Nihayet Sağlık Bakanlığı bu yıl itibarıyla kongrelere katılımları kısıtlamıştır. Ancak yasaklayıcı, kısıtlayıcı davranmaktan çok düzenleyici olmak daha akılcıl görünmektedir.
Önerim, Sağlık Bakanlığının öncülüğünde etik komitelerin, Türk Tabipleri Birliği gibi meslek odalarının, üniversitelerin ve hatta bizzat ilaç sektörünün de yer aldığı bir yapılanmaya gidilmesi ve bu yapının ülkemizdeki toplantıları bir biçimde “akredite” etmesidir. Sözünü ettiğim bu yapı –belki bir komisyon – tarafından akredite edilmeyen toplantılara “ilaç sektörü” desteğine izin verilmemesidir. Yani herkes dilediği bilimsel toplantıyı yapabilmeli ancak ilaç sektörünün desteği için akreditasyon koşulu getirilmelidir. Bu yapılanma destekleyici gerekmeyen küçük çaplı toplantıları da engellememiş olur. Bu yolla ülkemizdeki toplantı sayısı şimdikinin en az 1/4 düzeyine indirilmelidir. Böylece ilaç sektörünün kongrelere harcadığı paranın çok daha akılcı biçimde kullanılma şansı doğar. Klinik çalışma ve araştırma destekleri, burslar, hastanelerin alt yapı eksikliklerinin giderilmesi, sosyal farkındalık projeleri gibi etkinlikler bunlardan sadece bir kaçıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder