13 Mart 2012 Salı

Tahtadan Yapılmış O Eski Beyaz Balıkçı Kulübesi


İlk once parcayı acıyoruz;


   Vakti zamanında übersonik şahsiyet olan dayımın bir neyşınıl ceogrofik dergisi vardı. Hani her evde olur ya beş sene on sene geçse dahi bir eski püskü dergi evin köşesinde senelerce durur ne atılır ne temizlenir, sanki o dergiyle büyürsünüz ve her okuduğunuzda başka bir açıdan bakarsınız. O zamanlar neyşınıl ceogrofik Türkiye de yayınlanmadığı için zannederim dayım ya almanyadan yada başka bir ülkeden getirmişti dergi yabancı dildi büyük ihtimal almanca diye hatırlıyorum neyse okumazdım tabi sadece resimlerine bakardım. Çocukluğum boyunca resimlerine baktım o derginin ben. Derginin bir bölümünde her ülkeden insan kendi yemek sofralarını gösteriyordu öyle bir konsept yapmışlardı o sayıya özel, mesela japon bir abinin evindeki kahvaltı masası vardı bir sayfada, nun yanında rusyadan bir ablanın sofrası, sonra amerika dan bir aile, ardından brezilyalı bir sürü çocuğu olan bir ailenin yemek sofrası. Daha hatırlamadığım bir çok ülkeyi geçtikten sonra bir iskandinav ülkesine gelmiştim aile bembeyaz bir masanın üstüne acaip acaip şeyler koymuştu ancak benim ilgimi çeken sofradan çok o evin görünümüydü, resmen aşık olmuştum öte yandan ulen adamların sofraya bak bizim sofraya bak peynir ekmek salam sucuk.. adamların masası dergiye çıkacak ya maşallah bütün köyde ne yiyecek varsa masaya dizip resmini çekmişlerdi bende haliye bizim masayla karşılaştırınca bunları sabah akşam kont edasıyla bu kahvaltıyı ettiklerini zannederdim. İnceden bir kıskançlıkla evdeki eşyaları inceledim. Genelde beyaz eski ahşap kullanmışlardı, oldukça sadeydi ne televizyon ne radyo zannederim balıkçı eviydi. Ama o an bana huzur nedir mehmet diye sorsan ilk önce çokokrem ardından bu ev derdim. E tabi çokokrem benim zor ulaşılabilir bir şeydi tabi severdim çok.

 Ardından neyşınıl ceogrofic derdi sahipleri mehmet herhalde yeterince kıskanmamış olacak hadi şunun dötünü tavana vurduralım diye kararlaştırmış olacak ki o evin üstteki resime benzeyen köyünün bulunduğu bir fotoğrafı yan sayfaya koymuşlardı. "Laaaaaaan!" demiştim sadece "lan". O zamanlar lan demek bir ritueldi şaşırdığımda korktuğumda küfretmek istediğimde sevdiğimde "lan" derdim. Resim muhteşemdi, sanki yüzüyormuşcasına duran balıkçı evleri önlerinde insanlar ve ne yaptığı belli olmayan kedi ve köpekleriye o an burada yaşamak istiyorum ben dedim. Sanki Osmanlı dönemindeki batı hayranları gibi olmuştum. O an beni kessen içimden bir stjaudsshen erikson johansın çıkabilirdi.  

Bu yüzden bu iskandinav mimarisini sevdim ben hep, küçük balıkçı köylerini, telaşsız yaşayan insanları, akşam eve geldiğinde kapısını kapamayan yaşlı kadını, balık için iskelenin altında sabahlayan kirli kediyi, bir gözü görmeyen martıyı, hayattan bezmiş sokak köpeklerini, ve bir akşam benimde bunların arasında olan evime girme ihtimalimi sevdim.

Bri şekilde geçinip akşam eve geldiğimde o ahşap camın kenarına bir küllük ve viski şişesini koyduktan sonra denizdeki martıları sayarak uyuyakaldığım geceyi hayal ettim.

Hayaller insanların yaşama sebebidir aslında, kimileri ise hayale sahip olmaz sonucunu bileceği adımları atar, nerde ayrılacağını bildiği insanlarla beraber olur. Sürprize yer yoktur bu gibi kişilerin hayatında. Aksiyon olmaz, akşam sinemaya gider belki daha sonra meyhaneye veyahut bir pub ın önüne çöker. Düşünür. Ne düşünür? Bir b.k düşünmez. Niye param yok der niye şu yok niye bu yok... Hayali olan insan içmez mi? O da içer. O meyhaneye gider içer, içer, içer.. Düşünür. Ne düşünür? Ah şimdi şunu yapmak vardı, ah şimdi şöyle olsaydı... Hayaller insana umut verir ama bir uyuşturucu gibi kapıldıkça gerçekten koparır gittikçe olağanüstü yapamayacağınız şeylere dönüşür. İşte o zaman insan kendini kaybeder, hayalleri ise.. Onları çoktan kaybetmiştir.

İnsan hayatı iki kişi ile yaşanacak kadar basit değildir demiştim daha önceki yazımda. Aslında yazının buraya kadar olan kısmı bunu anlattım. iki insanın beraber olmasının zorluğu işte budur. Siz bir sevgili aradığınızda ya da akşam o yastığa başınızı koyup düşündüğünüzde, hayatınızı geçireceğiniz ve aşık olacağınız veya olduğunuz o insanı hemen aklınıza getirirsiniz. Güzel veya yakışıklı olmasını istersiniz, iyi yemek yapmasını, spor yapmasını, renkli gözlü sarı saçşı olmasını, belki ufak çillere sahip kızılımsı suratlı, paralı yatı veya evi olmasını, iyi sevişmesini, güzel kokmasını, çok yumuşakca sarılmasını, tatlı olmasını, muhteşem gülmesini, ağlarken dahi güzelleşebilmesini, karizmatik sesini, kadife ayarında ellerini, seksi görünmesini, yürüyüşünü, mesleğini, hayvanı olup olmadığını, ailenizi sevip sevmeyeceğini, bir gün gidip gitmeyeceğini, gururlu olmasını, çok nazik olmasını, enstrüman çalıp çalamayacağı, sizi bırakabilme ihtimali olup olmayacağını düşünürsünüz...

Ama hiç bir zaman Hayallerini düşünmezsiniz. Bir oyuncak gibi istersiniz sevgiliyi, size özel yapılan bir hediye gibi. Oysa onun da bir hayalleri olabileceği aklınıza gelmez.

Sevdiğiniz birlikte olmak istediğiniz insanın tipine saçına parasına değil Hayallerine bakın. Eğer aynı evi, aynı çimeni, ayni denizi, aynı gökyüzünü, düşleyebiliyorsanız...

 Kelimeler kifayetsizdir.

Ben hep insanların hayallerine baktım bu yüzden. İçinde tahtadan yapılmış o eski beyaz balıkçı kulübesinin olduğu hayalleri bulmayı umdum...

Bulamadım yahu...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder