27 Mayıs 2015 Çarşamba

5 ÜNİVERSİTELİNİN KALEMİNDEN AVRUPA'DA 15 GÜN

AVRUPA SEYAHATİ

Katılımcılar 

Aytaç ,Arya, Gökhan, Akif, Elif 

 Gezilen Şehirler

 Roma, Floransa, Pisa, Paris, Amsterdam

 14 Ağustos 2014 - 1.gün

Uzun zamandır planladığımız Avrupa seyahatimiz sonunda gelip çattı. 

Günler öncesinden ayarladığımız çantalarımız ve rezervasyonlarımızla, hep beraber Sabiha Gökçen Havaalanı’na Pegasus Roma uçağımıza binmek için evden çıktık. Sadece el bagajımız olduğu için ve Gökhan'ın daha önceden check-in yapması sayesinde hiç beklemeden makinelerden biletimizi alıp pasaport kontrolünden geçtik. Uçuş saatimiz 12.05 olarak gözükmesine rağmen daha kapılar 12.05de açılıyor ve uçağa biniyoruz. 40 dakika sonra pistten havalandığımızdan rötar yapacağımızı düşünsem de neredeyse bilette yazan saatte Roma Fiumicino’ya indik. Roma şehir merkezine gitmek için otobüs biletini, havaalanındaki Bus Station tabelalarını takip ederek, kelimeleri uzatarak(outsiide on the riight, hiii) konuşan bir görevlisi olan otobüs şirketinden aldıktan sonra 15:20’de Roma’ya doğru yola çıktık. Termini istasyonunda inip, seyahatimiz boyunca karnınızı doyuracak olan McDonals’tan ilk hamburgerlerimizi alıp Via Cavour’a çıkan Via Sforza sokağındaki hostelimiz Rose B&B and Hostel’a doğru yola koyulduk. Yol üzerindeki mini marketten kolamızı alıp kaldırım dibinde marketteki adamın şaşkın bakışları altında acınası bir halde hamburgerlerimizi yedik. Hostele vardığımızda hostel görevlisi Elisa harita üzerinde gezmemizi gereken yerleri gösterip kuralları anlatıyor. Hızlıca ihtiyaçlarımızı giderdikten sonra hızlı bir Roma turuna başlıyoruz. Saat beşi biraz geçmekte.

Hostelden çıkıp Via Cavour üzerinden Piazza Navona’ya giderken Colessium, Roma Forumu ve Palatine Tepesine genel bir bakış atıyoruz. Daha sonra da İtalyanların düğün pastası dediği ve bizim de hak verdiğimiz Vittoria Emanuele Anıtının önünden geçtik. Yol üzerinde Gesu Kilisesi’nin heykelleriyle eğlenerek(gezi boyunca birçok heykel ve resmi kendimize göre yorumladık tarihsel değerleri mahvetmiş olabiliriz ama biz çok eğlendik) Piazza Navona’ya giriyoruz. Rivayete göre Bernini, Dört Nehir Çeşmesi’nin kilise yönündeki heykelini kilise yıkılacak da heykel onun yıkılmasından korkuyormuş gibi yapmış. Bunun sebebi de kiliseyi, rakibi Borromini’nin yapmasıymış. Ama bu olay sadece bir şehir efsanesi çünkü kilise, çeşmeden sonra yapılmış. Navona'da biraz dolaştıktan sonra karnımızın guruldamasına dayanamayıp Campo de Fiori de akşam yemeğimizi yemeye gittik. Olabildikçe ucuz olmasına dikkat ederek pizzalarımızı söylüyoruz. Yemekten sonra Pantheon’a doğru geçtik. Hava kararmış durumda ve Pantheon kapanmış ama dışardan da olsa görelim deyip, bir süre Piazza del Rotonda da takılıyoruz. Gece Pantheon’un önü çok canlı ve etrafı seyretmek çok güzel. Bunda bizim gittiğimiz dönemde Trevi çeşmesinin tadilat altında olmasının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Hızlı ilk gün turumuzu bitirip güzel bir uyku çekmek için hostele dönüyoruz.
  
 15 Ağustos 2014 - 2.gün

Hostelde her şeyi şekerli kahvaltımızı yaptıktan sonra, Colosseum’a doğru gidiyoruz. Bugünkü planımız antik Roma turu. Colosseum’un yanına geldiğimizde gördüğümüz sıra bizi korkutuyor.(Bu sıranın değerini Vatikan müzelerinde anladık) acaba daha sonra erken gelip sıra beklemesek mi diye düşünürken sıra hızlı ilerleyince beklemeye karar veriyoruz. 30-45 dakika içinde Colosseum’dayız. Her noktası dikkatlice gezilecek ve bolca resim çekilecek yerlerden biri daha. Zaten Roma’ya geliyorsanız en önemli şey yeteri kadar resim çekebilecek kapasitede bir makinenizin olması. 2 saat Colosseum’u dolaştıktan sonra Colosseum’un dışından da bol bol panoramik fotoğrafını çekiyoruz. Via Cavour üzerinde bir restoranda öğle yemeğimizi yedikten sonra, Roma Forumu ve Palatine Hill ile gezimize devam ediyoruz. Colosseum, Roma forumu ve Palatine Hill bileti beraber. Colosseum girişinde aldığınız biletle hepsini dolaşabiliyorsunuz. 12€’luk bilet verilen paraya değiyor. Antik Roma turumuzu bitirdiğimizde güneşin altında dolaşmaktan ve yürümekten biz de bitmiş durumdayız. Önce bir markete uğrayıp atıştırmalık bir şeyler alıp, gene bir McDonalds’ta yemeklerimizi yiyoruz. Ertesi sabah 7.30’da kalkıp Vatikan Müzesine gideceğimiz için bir an önce yatmak üzere hostele dönüyoruz.

Hostele gelip temizlendikten sonra odada kalmak bizi kesmiyor ve tekrar çıkıp internetten bulduğumuz dondurmacı San Crispino’a gidiyoruz. Dondurmaları güzel ama daha sonra öğrendiğimiz asıl meşhur dondurmacının yanında çeşitleri bakımından bir hiç. Pantheon’a doğru giderken tadilat altında olduğunu duyduğumuz Trevi Çeşmesi’nin yanından geçiyoruz. O güzelim çeşme bir şantiye olmuş. Heykelleri görmek için kıytırık bir yürüyüş platformu yapmışlar ama o eski güzelliği hiç yok. Arkadaşlarımın bu güzelliği kaçırmış olması ne büyük bir kayıp. Dondurmalarımızı alıp gene Pantheon önüne yayıldık. Pantheon’a gelmişken bi tango dans etmeden dönmeyelim diyip, Arya’yla ufak ufak dans etmeye çalıştık. Yorgunluktan mıdır yoksa unuttuğumuzdan mıdır, daha çok boğuşma gibi oluyor tango çabalarımız. Vazgeçip etrafı izlemeye devam ettik. Bizim erken yatma planları da suya düşmüştü. Meydandan kalktığımızda saat bire geliyor. Hostele, korkutucu bir tünelden geçip, Elif'i korkutmak için ben türlü şaklabanlıklar yaparken döndük. Yattığımızda saat iki olmuştu bile.

16 Ağustos 2014 - 3.gün

Gelmeden önce plan yaparken Vatikan Müzeleri’nin 14-15 Ağustos’ta kapalı olduğunu görmüştük. 16 Ağustos için bilet almayı biraz geciktirince o gün bir anda doldu. Diğer günler boş olmasına rağmen 16 ağustosun online satışının bitmesi, yaşayacaklarımızın bir göstergesiydi. Sabah 7.30’a kurduğumuz alarmlarımızla hemen uyandık. Ama kahvaltı ve hazırlanma faslı, dondurma aşkına gece 2’de yatmış olmanın verdiği uykusuzluk ve yorgunlukla baya uzadı. Termini istasyonundan metroya binip Ottiviano istasyonunda inip Vatikan Müzesi’ne doğru yürümeye başladık. Vardığımızda saat 9:50’di ve sıranın sonu gözükmesine rağmen başının nerede olduğu hiç gözükmüyordu. Arkadaşlarımı bırakıp sıranın başına gidip gelmeye karar verdim. Bizim olduğumuz yerden sıranın başına gidip gelmek tam 10 dakikamı aldı. Yanımızdan geçen rehberler, 36€ karşılığında sıra beklemeyeceğimizi bu sıranın 5 saat sürdüğünü söylüyorlardı. “Hadi canım 5 saat sürmez en fazla 2-3 saat sürer” deyip, beklemeye karar verdik. Sırada beklerken önceki gün markete uğrayıp atıştırmalık bir şeyler almakla ne kadar mantıklı bir hareket yaptığımızı anladık. Sıra çok yavaş ilerliyor ve rehberlerin dediği gibi gerçekten de 5 saat sürüyor. 5 saat boyunca güneşin altında, ayakta, bisküvi yiyip, susuz bir şekilde beklemek tam bir Çin işkencesi. Can sıkıntısından türlü türlü oyunlar oynayıp vakit geçirmeye çalışıyoruz. Sıcaktan ağaç gölgesini kim kapacak yarışındayız. Sıranın başlarına doğru bir yerde çeşme olduğunu görmek acımızı dindiriyor. Suya kavuşunca biraz olsun serinliyoruz. Saat 3’e geldiğinde, 5 saat beklemenin ardından müzeye girdik.

 Vatikan müzelerine bir daha gelinirse en önemli ve en mantıklısı biletleri online olarak almak, online alınmadıysa da sabah çok çok çok erken gelip sıraya girmek. Bundan sonra hayatım boyunca bir daha sıralardan şikâyet edeceğimi düşünmüyorum. Vatikan’da 5 saat bekledik ama beklememize değdi. Vatikan müzeleri muhteşem. Görmeden dönmek çok büyük kayıp. Heykeller ve resimler başlı başına bir müzeye değecekken bir de Rafael Odaları ve Sistine Şapeli bizi karşılıyor. Hatta müzenin içinde geçtiğimiz odaların tavanları ve duvarlarındaki işlemeleri görünce, Gökhan'la “buralar bu kadar güzelse acaba Sistine Şapeli nasıldır” diye konuşuyoruz. Sistine Şapeli kelimelerle anlatılamayacak bir yer. Hayran hayran etrafa bakarak dolaşıyoruz. Bu hayranlık sırasında birbirimizi kaybediyoruz. Arya’yla Sistine Şapelinin içinde kalabalıkla boğuşurken, Gökhan’la Elif’i kalabalıkta görüp yanımıza çekiyoruz. Akif halen ortalarda yok. Sistine Şapelinden çıkınca birbirimize ulaşıyoruz ve Vatikan müzelerini bitiriyoruz. İstanbul'dayken müzenin içinden basilikaya direkt geçiş olduğunu okumuştum ama bir geçiş bulamıyoruz. Sorduğumuz görevlilerde dışardan çıkıp dolaşmamızı söylüyor. Saat 6'ya gelmek üzere ve basilika 1 saat sonra kapanacak. Daha önce geldiğimde sadece basilikaya girerken bile saatlerce sıra beklediğimiz için biraz korkuyorum ama saatin geç olması sebebiyle çok rahat bir şekilde içeriye giriyoruz. Hatta ilk geldiğimde uzaktan gördüğüm pieta heykeline daha yakın bir yerden bile görüyorum. Basilica içini de rahat bir şekilde dolaşıp san pietro meydanına çıkıyoruz. Meydandaki çeşmede serinledikten sonra yemek için arkadaşlarımı manipule ederek onları gene McDonalds’’da yemeye ikna ediyorum. Bu sırada fotoğraf çektirmek için tanıştığımız bir almanla baya muhabbet ediyoruz. Konu bir şekilde dondurmaya geliyor ve bize giolitti diye bir yer öneriyor. Hemen not alıyoruz. Vedalaştıktan sonra yemek yemek üzere ayrılıyoruz. McDonalds’’'ta yemek yedikten sonra adamın önerdiği dondurmacı uzak olduğu için gene önceki akşam gittiğimiz yere gidiyoruz. Dondurmalarımızla gene pantheon'un önüne gidip yorgunluk içinde yayılıyoruz. Bu sırada da otobüsle tura katılmış bir kaç türkle kısa bir sohbetten sonra hostele geçiyoruz.

17 ağustos 2014 - 4.gün

      Roma'da son gün. Kaç gündür Roma’da olmamıza rağmen hala giremediğimiz Pantheon'un içini görmek hedefimiz. Hostelden çıkıp Via cavour üzerinden giderek antik forumun olduğu yerleri geçip Campodogliomeydanına çıkıyoruz. Meydanda bir süre dolaştıktan sonra ilginç merdivenlerinden inip Via vittoria emanuel üzerindenCampo Dei Fiori’ye gidiyoruz. Meydanı gündüz gözüyle de gördükten sonra Ponte Vittoria Emmanuel’den geçip nehir kenarında biraz yürüyerek Castel Sant'Angelo'yageliyoruz. Kaleyi de dolaşıp terasına çıktığımızda bizi muhteşem bir Roma manzarası karşılıyor. Tüm Roma’yı 360 derece sunan bir manzara. Bol bol fotoğraf çekiminden sonra hedefimiz Pantheon. Ponte sant'angelodan geçerek Pantheona gelip sonunda içine giriyoruz. Muhteşem yapıtı hayranlıkla inceledikten sonra, gelirken hızlıca geçtiğimiz Piazza navonaya geçiyoruz. Uzun süre burada takıldıktan sonra Via del corso üzerinden popoloya gitmek için ayrılıyoruz. Vatikanda tanıştığımız almanın önerdiği dondurmacı da yolumuzun üzerinde. Giolitti'nin sokağına girince hatırlıyorum, burası 2006’da tur rehberimizin bizi getirdiği dondurmacı. Piazza navona’dan sonra yemek yediğimiz için, yerini öğrendiğimiz dondurmacıya akşam gelmek üzere yolumuza devam ediyoruz. Via del corso caddesi ve sonunda Popolo meydanı bizim İstiklal caddesini ve Taksim meydanını hatırlatıyor. Tabi çok daha estetik olanı. Uzun süre Popolo meydanında oturduktan sonra tam ayrılacakken kukla gösterisi yapan bir sanatçıyı izliyoruz. Gösteri bitince Popolomeydanının yanındaki parktan çıkarak bir seyir terasına geliyoruz. Roma tüm güzelliği ile karşımızda. Bir süre burada da fotoğraf çekildikten sonra parkın yanındaki yoldan ispanya meydanı, Via del condotti, Via del corso ve Piazza di montecitorio rotasını izleyerek Giolitti’ye geliyoruz. Her zamanki geleneğimiz olarak herkes farklı aromalı dondurma alıyor. Ben hindistan cevizli, naneli ve fıstıklı dondurma alıyorum. İçinden bütün fıstıklar, hindistan cevizi parçaları çıkan inanılmaz bir lezzet. Dondurma kesinlikle Giolitti’de yenmeli! Zevkle dondurmalarımızı yiyerek bu sefer navona meydanını gece görmeye gidiyoruz. Bir süre burada oturup pantheon yakınlarindaki McDonalds’tan hamburgerlermizi alıp hostele geçiyoruz. Elveda Roma!

18 ağustos 2014 - 5.gün


Floransa trenimiz 9:20de tiburtina istasyonundan kalkacak. Hostemizin yakınındaki Cavour metro durağına inip gişeleri geçiyoruz. Ama diğer kullandığımız istasyonların aksine, burada yönler gişeleri geçmeden önce gösterilmiş. Arya önceden fark edip geçmiyor gişeden, biz de dalgınlığımızın cezasını yeniden bilet alarak ödüyoruz. Rahat bir şekilde Tiburtinaya varıp, trenimizi bekliyoruz. Trenimiz İtalotrain'e ait. Biletimiz en ucuzundan olmasına rağmen gayet rahat bir trenle yolculuk ediyoruz. 11 gibi Floransa s.m. Novella tren istasyonundayız. Bavullarımızı yüklenip, hostele gidiyoruz. Hostelimiz Casa di Giuseppi'deki odamız gayet güzel. 5 kişilik odada özel banyolu. Çantalarımızı bırakıp hızlı bir floransa turuna çıkıyoruz.

Duomo meydanı, Piazza republica, Piazza pitti, ponte vecchio, Piazza della signoria ve çoğu meydanı geziyoruz. Floransa küçük bir yer olduğu için çoğu turistik merkezi kısa sürede görebiliyoruz. Ama floransa'nın asıl güzelliği akşam olunca anlaşılıyor. Şehir çok güzel bir şekilde ışıklandırılmış. Her sokakta farklı bir sanat var. Sokak şarkıcıları, pandomimciler,ressamlar. Tam bir sanat kenti. Benim kulağımsa gene bu seslerden birinde. 8 yıl önce dinleyip beğendiğim bir çifti denk gelirsem tekrar dinlemek istiyorum. Gün boyu her duyduğum sese acaba onlar mı diye yöneliyorum. Akşam yemeğini yedikten sonra internetten bulduğumuz Gelatto del nieri diye bir yere dondurma yemeye gidiyoruz. Lezzetli ama dondurma kıvamında değil de daha çok kremşanti kıvamında olduğu için fazla beğenmedik dondurmayı ya da Romada giolitti bizim seviyemizi çok yükseltti. Ertesi gün uffizi galeri sırasına gireceğimiz için hostele erken dönme planı yapıyoruz. Daha önceden benim dinlediğim çiftin genelde Piazza republica çevresinde olduğunu duymuştum o yüzden yolumuzu oradan geçirmeye çalışıyorum ve hedefime ulaşıyorum. Republicanın bi köşesinde çalıyorlar. Çocuklar gibi zıplaya zıplaya sevinerek bizimkileri şarkıcıların yanına çekiyorum. 1 buçuk saat kadar onları dinledikten sonra cdlerini alırken, sekiz yıl önce gelip dinlediğimi söyleyip merhabalaşıyoruz ve resim çekilip ayrılıyoruz.


19 ağustos 2014 - 6.gün

Bugün Uffizi galeriye gireceğiz diye erken çıkıp sıraya giriyoruz. Tam sıra bize geldiğinde görevli bilet soruyor. Meğerse girdiğimiz sıra önceden rezervasyon yapıp bilet alanlar içinmiş. Tabi bu arada diğer sıralar da dolmuş oluyor. Sıradan çıkıp Ne yapsak diye düşünürken utancımızdan pisa'ya kaçmaya karar veriyoruz. Hemen tren istasyonuna gidip bilet alıp atlıyoruz trene. Daha bulduğumuz boş yere oturur oturmaz yaşlı bir İtalyan teyze hemen muhabbet kurmaya başlıyor. İtalyanca bilmememize rağmen anlattıkça anlatıyor. El işaretleri ile anlaşıyoruz. Özellikle Elif'i çok beğendi. Ona sürekli iltifatlar yağdırdı. Bir durak sonra bir İtalyan üniversite öğrencisi biniyor, teyze bu sefer de onunla muhabbeti başlatıyor. Arada bizimle de konuşarak bayağı  muhabbet ediyoruz. Bir kaç durak sonra İtalyan çocukla okul, bölüm muhabbeti yaparken trene yeni binen bir kız yanındakine bizi gösterek birşeyler söylüyorlar. Meğerse onlar da türkiyeden gelmişler. Hacettepe üniversitesinden Seda ve Arda yazın Erasmusla İtalya'dalarmış. İtalyanları bir kenara bırakıp kendi aramızda muhabbete başlıyoruz. Pisa'ya varınca hep beraber istasyondan Qisa kulesine yol üzerindeki önemli yerlere uğrayarak gidiyoruz. Pisa'ya varınca vedalaşıp ayrılıyoruz. Pisa kulesinde çekilebilecek tüm klasik pozları çekip etrafında tur atıyoruz. Yemekten sonra ise yarım saatlik bir Pisa kulesinin gölgesinde uyku çok tatlı oluyor. 5 gibi toparlanıp, istasyona doğru yola çıkıyoruz. Floransa treni için bilet alıp istasyonda beklerken, tren geç kalıyor. Acaba bizim tren o muydu bu muydu derken biri yanımıza gelip, gençler Floransa'ya bu tren mi gidiyor diye soruyor. İstasyonda karşılaştığımız İbrahim'le Floransa trenine atlıyoruz. O da sırt çantası ile bir haftalık İtalya turuna çıkmış. O Empoli durağında inerken biz Floransa'ya devam ediyoruz. Hostele uğrayıp kendimize geldikten sonra, tekrar Floransa akşamlarına karışıyoruz.


20 ağustos 2014 - 7.gün

Artık bugün Uffizi galeriye girmeye hazırız. Saat 8'de ben ve Arya bilet sırasına girmek için kahvaltı yapmadan hostelden ayrılıyoruz. Uffiziye geldiğimizde sıra çoktan upuzun olmuş durumda. Yaklaşık 1 saat sonra bizimkiler kahvaltılıklarımızla geliyor ve nöbeti devralıyorlar. Yaklaşık 2 saat süren bir beklemenin ardından galerinin içindeyiz. Uffizi galeri çok güzel eserler barındırmasına rağmen Vatikan müzelerinden sonra girmemizin şansızlığını yaşıyorlar. Ve inanılmaz fazla sayıda Madonna and child resimleri var. Artık eserlere sadece bir kez bakıp geçiyoruz. Sanırım aşırı dozda sanat almış durumdayız. Daha fazlasını yüklemeye beynimiz izin vermiyor. Uffizi galerisine gereken değerini tam veremiyoruz. Galeriyi gezdikten sonra ertesi gün havaalanina gitmek için otobüs biletlerimizi almaya smn tren istasyonu yanındaki otobüs garına gidiyoruz. Kişi başı 6€ ya biletlerimizi aldıktan sonra iki gündür erken kalkmanın yorgunluğuyla Arya bitap düşüyor. Onu odaya uyuması için bırakıp Vivoli'den dondurma yemeye gidiyoruz. Giolitti kadar parçacıklı olmasa da çok lezzetli dondurmalar. Ama porsiyonları bana fazla geliyor nedense, dondurmayı akife veriyorum. Akşam üzeri yaklaştığı için Michelangelo Tepesine çıkacağız. Bu sefer Akif'i odaya bırakıp Aryayı alıyoruz. SMN istasyonundan tepeye giden ilk otobüse atlıyoruz. Güneşin batışını kaçırıyoruz ama gene de tepeden manzara muhteşem. Hava iyice kararıncaya kadar bol bol manzara seyrediyoruz. Tepeden inen yolu yürüyerek hostele dönerken gene bir çok güzel manzara karşımıza çıkıyor. Piazza Republicadan geçerken gene benim şarkıcı çifti görüyoruz. Son bir kez daha izleyip Floransaya güzel bir şekilde veda ediyoruz.

 21 ağustos 2014 - 8.gün

Floransa havaalanından uçuşumuz saat 10'da. Ne olur ne olmaz diye 2 saat önceden havaalanında olmak için saat 7.30 otobüsüne biniyoruz. Havalanına gelip işlemlerimizi yarım saat içinde halledince bir saat boyunca alanda bekliyoruz. Rahat bir uçuştan sonra 12'de Paris cdg deyiz. RerB hattı ile Gare du Nord'a gidip oradan aktarma yapacağız. 9.75 €  tren biletlerimiz alıyoruz. Paris'teki metro hattının güzelliği olarak aktarma yaparak hostelimiz La Montclair Montmarte varıyoruz. Checkin 3'te olduğu için yemek yemeye çıkıyoruz. Hostele giriş yapıp çıkmak için hazırlandığımızda saat beş olmuş durumda. Önce gidip Louvre müzesi için biletlerimizi bir Carrefourdaki fnacdan alıyoruz. Sonra da yürüyerek Sacre Cour kilisesine gidip genel bir Paris manzarasına karşı biraz oturuyoruz. Yolumuza devam edip moulin rougeun önünde resim çekilmeye giderken gördüğümüz bir çikolatacıya dalıp makaron ve biraz çikolata alıyoruz. Sunuşu çok güzel olmasına rağmen tatlılar beklediğimiz gibi çıkmıyor. Oradan devam edip Moulin rouge önünde resimlerimizi de çekildikten sonra erken başlayan günü erken sonlandırıp biraz dinlenmek için hostele çekiliyoruz.

22 Ağustos 2014 – 9.gün

Bugünümüzü tamamen Louvre’a ayırdık. Kahvaltımızı yapar yapmaz hostelden çıkıyoruz. 4 gün boyunca daha merkezi yerlere gitmek için metro kullanacağımızdan, cihazlardan 10’lu bilet alıyoruz. Normal 1 bilet 1.70€ iken 10 tanesi 13.70€. Bilet işlerimizi de hallettikten sonra metroyla Louvre’a ulaşıyoruz. Metro’dan çıkınca arkamızda Louvre’un meşhur piramidi ile bol bol resim çekilip girişi doğru yöneliyoruz. Biletlerimizi önceden aldığımız için bilet sırasına girmeden öncelikli sıradan geçerken bekleyenler için “ezikler bekleyin bekleyin” demeyi de ihmal etmedik. Louvre müzesi normalde saat 6’da kapanırken, Çarşamba ve Cuma günleri 21:45’te kapanıyor. Biz de her eseri görebilelim diye özellikle Cuma gününü seçtik. Ancak buna rağmen yetiştiremedik.

Müzede girdiğimiz ilk odada eserlerin altlarında İngilizce açıklama göremeyince çıkıp -bilet günlük olduğu için biletinizi göstererek giriş çıkış yapabiliyorsunuz- audioguide aldık. Nintendo 3DS ile hazırlanan audioguide çok güzel ve odalardaki her önemli eserle ilgili bilgiler var. Ama durup bunları dinleyerek gezmeye çalışırsak bırak 1 günü, 1 haftada müzeyi bitirmemiz imkânsız. Bir yerden sonra Arya’yla ortak aldığımız cihazı komple ona bırakıp ben eski güzel kâğıt haritaya geri dönüyorum. Haritada her kattaki önemli eserlerin hangi odada olduğunu işaretlemişler. Biz de en azından bunların hepsini görelim diye düşünüyoruz. Tabi bu sırada Akif’i tamamen kaybetmiş durumdayız. Neyse ki onun telefonunda paketi var ulaşabiliriz. Vakit öğleni geçince müzeden çıkıp karnımızı doyurmak için McDonalds’a gidiyoruz. Müzeye geri dönüp birinci katı bitirdiğimizde saat 3’e yaklaşıyor. Şimdi de Gökhan’ı kaybetmiş durumdayız. Bu sırada telefonla Akif’e ulaşıyoruz. Bizim önümüzde daha 3 kat varken o müzeyi bitirmiş çıkmış. Ben, Arya ve Elif müzeyi gezmeye devam ediyoruz. Artık bir yerden sonra çoğu odayı “hmm burada heykel varmış, aa gene ortaçağ, bu da güzel bir resim” diye geziyoruz. Tabii ki en görülmesi gereken yerlerde daha uzun zaman harcıyoruz. Müzenin kapanış saati geldiğinde giremediğimiz bölümlere veda ederek çıkışımızı yapıyoruz. Gökhan audioguide’nı alırken benim kimliğimle aldığı için, onu bulmak umuduyla gişenin bekliyoruz. Ama o bizi önce buluyor. Sabah girmeden önce kaybolursak buluşmak için bir yer belirlemiştik. Ben unutmuşum ama Gökhan unutmayıp bizi orada beklemiş. Sonra tekrar içeri bakmak için gelip bizi bulmuş.

Gökhan’ı da buluştuktan sonra karnımızı doyurup hostele gitmek bizi kesmiyor, bari Louvre günün sonuna bir de Champs-Elysee ve Arc de Triomphe ekleyelim diyoruz. Hava iyice kararmış durumda ve biz Louvre’da iken yağmur yağdığı için de oldukça serin. Yağmurluklarımızı giyip, Louvre’un karşısındaki bahçenin kenarında kurulu olan lunaparkın içinden geçerek, Concorde meydanı ve champs-elysee’yi izleyerek zafer takına geliyoruz. Artık hostele dönmek için Metro’ya girerken önümüzde siyahi bir grup ilerliyor. Bir ara metro tünelinde duruyorlar. Tam biz yanlarından geçip yolumuza devam edecekken, aralarından biri arkaya doğru adım atıp yolumuzu kesiyor. Biz de durmak zorunda kalıyoruz. Açıkçası biraz korkmadık değil. Sonra yollarına devam ettiler ve bu sırada sağa sola vurmaya, bağırmaya devam ettiler. Bizi tırstırdıkları için eğlenmiş olmalılar. Biz yavaşlayıp onların arkasında kalmaya çalışırken, gidip bizim bineceğimiz hattın yönüne dönünce biz de onlardan kurtulmak için diğer hatta kaçıyoruz. Saat iyice geç olduğu için acaba metro kapanır da burada kalır mıyız korkusu ile gidip o grupla tekrar karşı karşıya gelme korkusu arasında kalmış durumdayız. Diğer hattın durağında bir süre bekledikten sonra kendi hattımıza geçiyoruz. Gitmişler... Her an bir yerden çıkabilirler korkusu, metro geldiğinde yerini bir rahatlamaya bırakıyor. Ben fark etmedim ama Gökhan görmüş, adamlardan birinin elinde pense tarzında bir şey varmış. Hangi ülkede olursan ol, böyle saçma insanlar karşına çıkabiliyor. Yapacak bir şey yok. Hostele varınca olanları Akif’e anlatıktan sonra stres ve yorgunluk içinde uykuya dalıyoruz.

23 Ağustos 2014 – 10.gün

Bugün planımız Zafer Takı ve Eiffel’i bitirmek. Ama artık 10 gündür yürümenin, güzel yemek yiyememenin ve önceki gün Louvre’u dolaşmanın yorgunluğu üstümüzde. Hostelden çıkma süremiz git gide uzuyor. Ancak 11’e doğru çıkabiliyoruz. Roma ve Floransa sıcağından sonra Paris soğuk geldiği için kızlar kendilerine çorap almak istiyorlar. Hostelin civarındaki yerlere bakıyorlar ama bulamayınca, Eiffel civarında bir yerde bakarız deyip metroya atlıyoruz.  Champs-Elysee’de Zafer takına yakın bir durakta inip caddeyi bir de gündüz gözüyle görüyoruz. Zafer Takına geldiğimizde etrafında bolca resim çekilip, üstüne çıksak mı diye düşünürken sırayı görünce vazgeçip rotamıza Eiffel’e doğru çeviriyoruz. Paris’in güzel sokaklarından Eiffel’e doğru giderken bir sokak pazarına rastlıyoruz. Ne var ne yok diye merak edip dalıyoruz. Gördüğümüz zeytincilerden ben özlem içinde zeytin almaya bir türlü karar veremiyor. Ellerim yağlanmasın diye üzülerek zeytinlere veda ediyorum. Kendileriyle İstanbul’a dönünce hesaplaşıcaz. Bir tezgâhtan muz alıp, yolumuza devam ediyoruz. Eiffel’e varınca önce karşısındaki havuzlu parka geçip Paris’te olduğumuzu ispatlarcasına Eiffel manzaralı fotoğraflarımızı çekiyoruz. Parkta bir süre oturup muz molası verdikten sonra, Eiffel’in diğer tarafındaki meydana yani Champ de Mars’a doğru geçiyoruz. Nedense Eiffel’in etrafı asker dolu.  “Acaba darbe mi oldu, hayırdır Fransız devrimi mi var” diye düşünüyoruz. Eiffel’e çıkmayı düşünmediğimiz için öğlen yemeği yemeye gidiyoruz. Eiffel arkasındaki çimenlik alanın sonunda gene askeri araçlar, askerler dizilmiş durumda. Bayram mıdır nedir anlamadık. Yemek yediğimiz yerin yanındaki bir mağazadan kızlar sonunda çorap bulabiliyorlar. Artık üşümeyecekler. 

Acaba Eiffel’e çıksa mıydık diye düşünüp fiyatlara bakmaya gidiyoruz. Asansörle çıkış bize pahalı geliyor. “Genciz asansöre ne gerek var, tabana kuvvet” deyip, 4€’ya merdivenlerden çıkmaya karar veriyoruz. 1.katta zemini cam olan bir alan yapmışlar. Fotoğraf çekilmek için çok güzel. Biz üst katlara çıktıkça hava da bozuyor. Zaten yüksek olduğu için eserken bir de güneş gidince bayağı  üşüyoruz ama en azından merdivenleri çıkarken terlemiyoruz. Merdivenlerle 2.kata kadar çıkılıyor, tepeye çıkmak için ayrı bilet almak gerekli. Bize 2.kat yetiyor. Basamak kenarında yazan 668 ibaresi ile resim çekilmeyi unutmuyoruz. Merdivenlerle çıkmak asansöre göre çok daha eğlenceli. Çıkınca kendini bir şeyi başarmış gibi hissediyorsun. Eiffel’den inince hava bir süre sonra düzeliyor. Seine nehri kenarından akşam güneşi eşliğinde güzel bir yürüyüş yapıp, 3. Alexandre Köprüsünden geçerek Concorde meydanına kadar gidiyoruz. Akşam yemeğimizi Elif’in bir arkadaşının önerdiği restoranda yemeyi düşünüyoruz. Ama Restaurant Bouillon Chartier’e geldiğimizde bizi uzun bir sıra karşılıyor. Herhâlde çok iyi bir yer ki rezervasyonla veya sırayla alıyorlar diye düşünüp, sıra beklemek yerine gene en yakın McDonalds’a oturuyoruz. Oradan da ilk günkü manzarayı bir de gece tatmak için Sacre Couer’a geçiyoruz. Bir süre Sacre Couer önündeki çimlerde boş bir yer bulup yatıp dinlendikten sonra yürüyerek hostele dönüyoruz.

24 Ağustos 2014 – 11.gün

Paris’teki son günümüzde ilk durağımız Notre Dame kilisesi. Dünyaca ünlü bu kiliseyi, artık kilise görmekten gına geldiğinden içine hiç girmeden etrafından dolaşıp Pantheon’a doğru gidiyoruz. Pantheon’a giderken geçtiğimiz Pont de l'Archevêché’ninher tarafına kilitler asılmış. Sevgililerin kilit taktığı meşhur köprü sandık ama daha sonra araştırdığımda onun Pont des Arts olduğunu öğrendim. Asıl köprünün bir kısmı kilitlerin ağırlığından dolayı çöktüğü için artık sevgililerin uğrak adresi burası herhalde. Takılan kilitleri inceleyip yolumuza devam ediyoruz. Seine nehrinin kenarındaki hediyelik eşya satıcılarına baktıktan sonra, Pantheon’nu  ve SorbonneÜniversitesini görüp, Paris’in güzel sokaklarından geçerek Lüksemburg Bahçelerine gidiyoruz. Öğle yemeğimizi çimlerin üzerinde yiyip, güneşin altında yatıp dinlenmek iyi geliyor. Biraz kestirdikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Saint Sulpicekilisesinin meydanında bir süre oturup etrafı seyrettikten sonra Pont Neuf’ü geçerek Le Marais bölgesine doğru geçiyoruz. Eski dar sokakları olan güzel bir yer. Sokaklarını dolaştıktan sonra bizimkiler alışveriş yapmak için Sacre Couertarafına giderken ben karnım ağrıdığı için dinlenmek üzere hostele dönüyorum.

Alışveriş sonrası bizimkiler hostele gelip eşyalarını bırakıyorlar, beni alıyorlar. Hep beraber son gecemizde Eiffel’e gidiyoruz. Eiffel geceleri daha güzel çünkü kocaman bir demir yığını olduğu karanlıkta daha az belli. Her saat başı da kulenin üzerinde ateşböcekleri gibi bir sürü ışık yanıp sönünce çok güzel oluyor. Önce Chaillot Sarayı’nın terasından Eiffel temalı pozlarımızı verdikten sonra Champ de Mars’ta bir süre yayılıp Paris’e veda ediyoruz.

25 Ağustos 2014 – 12.Gün

Elif burada bizden ayrılıp Türkiye’ye dönüyor. Pasaport kontrolü için 2 saat önceden havaalanında olması gerek o yüzden erkenden çıkıp CDG’e gidiyoruz. İyi ki de öyle yapmışız. Tam zamanında havaalanındayız. Elif’i yolcu ettikten sonra Amsterdam’a devam etmek üzere kendi terminalimize geçiyoruz. Neredeyse daha üç saatimiz var kalkışa.

Floransa’dan Paris’e geldiğimizde olduğu gibi gene AirFrance ile uçuyoruz.  Sadece bir çay ve bisküvi veriyorlar ama sabah sabah o sallama çay bize başka bir güzel geliyor. Amsterdam’a indiğimizde hava daha serin ve yağmurlu. Hostelimiz Stayokay Amsterdam Stadsdoelon’a girişimizi yaptıktan sonra, uykumuzu almak için kafayı vurup yatıyoruz.

Akşama doğru hazırlanıp, Amsterdam’ı görmeye çıkıyoruz. Kanalları takip ederek, Amsterdam sokaklarını arşınlıyoruz. Kartpostal’dan fırlamış gibi bir şehir. Dam Meydanı’nı da gezip tekrar ara sokaklara dalıyoruz. Hostel’in yakınındaki bir köprüde uzun süre durup Amsterdam manzarasını beynimize kazıdıktan sonra hostele geri dönüyoruz.

26 Ağustos 2014 – 13.Gün

Amsterdam ufak bir şehir olmasına rağmen dinlenme ağırlıklı olsun diye  4 gün ayırmıştık. İyi ki de öyle yapmışız. Roma’da sabahın köründe kalkıp gezmeye başlayan halimizden eser yok. Hostelimizin kahvaltısı da diğerlerine nazaran daha güzel olunca kahvaltı masasında geçirdiğimiz süre de artıyor. Zaten hostele giriş yaptığımızda çok beğenmiştik. Hem odasını hem de banyolarını. Hele Paris’teki hostelin banyosundan sonra bunun banyosu bence saray gibiydi. Kaldığımız en iyi hostel mi değil mi sorusunun cevabını kahvaltıyı gördükten sonra vermeye karar vermiştik. Kahvaltısını da görünce Stayokay birinciliği kaptı, peşinden de Floransa Casa Di Giuseppe, Roma Rose B&B takip ederken Paris La Montclair Montmarte sonunculuğa yerleşti.

Bugün hedefimiz gene Amsterdam sokaklarını dolaşarak Vondelpark’ı görmek. Onun öncesinde kanal kenarındaki Çiçek Pazarı’nı uzunca dolaşıp alınacak hediyelik eşyalarımız belirliyoruz. Son gün buraya tekrar geleceğiz. Buradan Vondelpark’a geçip, uzun süre parkta takılıp, oturduktan sonra tekrar Amsterdam içine dönüyoruz. Hostel’e dönerken biraz kaybolup yanlış sokağa girsek de yolu uzatarak hostele dönüyoruz. Akşamüzeri tekrar çıkıp sadece patates satan fastfood dükkanlarından peynir soslu patatesimizi alıp kanal kenarında oturup karnımızı doyuruyoruz.

27 Ağustos 2014 – 14.Gün


 Bugün Amsterdam’da bulunduğumuz son gün. Bugünü Rijksmuseum’a ayırdık. Hava önceki iki günün aksine günlük güneşlik. Yağmurluklarımızı çantalarımıza atıp t-shirtlerle dolaşıyoruz. Ünlü “I am Amsterdam” yazısı Rijksmuseum’un bulunduğu Museumplain’de. Ama önünde vakit harcamayıp önce müzeye giriyoruz. Kapanış saatine kadar bolca dolaşıyoruz müzeyi. Hatta bir odadan bizi “hadi artık kapatıyoruz” diye çıkarıyorlar. Müzeden çıkınca “I am Amsterdam” yazısının önünde resim çekilmek için kalabalığın içine dalıyoruz. Tam resim çekilecekken “excuse me” diyen bir kızın sesiyle irkiliyoruz. Kız çıkmış a harfinin üzerine kimsenin çekilmesine izin vermiyor. Tek ayak üstünde poz veremeye çalışıyor bir de her çekilen resme bakıp bir daha çektiriyor. Hadi birkaç sefere izin veriyoruz ama kızın gideceği yok. Bencilce tek başına geçmiş, kendi resim çekilecek diye kimseye izin vermiyor.  En sonunda kızın bize seslenmesini dinlemeyip geçiyoruz yazının önüne iyi kötü resmimizi çekiyoruz.

Müzeler bölgesini bitirdikten sonra görmediğimiz kanalları görmeyi amaçlayarak dolaşmaya devam ediyoruz. Köprülerde resim çekilip, kanalları turluyoruz. Çantalarımızı toplamak için hostele dönüyoruz.

Ertesi gün planımız Den Haag’taki Escher Müzesineuğramak. Tabi çantalarımızla gitmek istemiyoruz. Onları da havaalanına bırakmak gerek. Tek tek bilet almaktansa Gökhan’ın bulduğu 15€ günlük sınırsız tren biletini almayı düşünüyoruz.

Çantalarımızı topladıktan sonra hem marketlerde satılan tren biletini almak hem de buraya kadar gelip de gitmedik demeyelim diye Red Light’i dolaşmak için hostelden çıkıyoruz.

Red Light district dolaşırken eğlenme değil de acıma hissi bizce daha ağır basıyor. Açıkçası böyle bir bölgenin olupta insanların ağızlarının suyu akarak buraya “turizm” adı altında gelmesi bize hiç de çekici gelmiyor. Burada daha fazla oyalanmayıp Amsterdam’ın daha sakin çevrelerine geçiyoruz. Kanalın kenarında bizden başka yürüyen kimse yok. Hostele dönüp son hazırlıklarımızı yapıp yatıyoruz.

28 Ağustos 2014 – 15.Gün

Tatilimiz bitti. Her ne kadar Türkiye’ye dönmesek mi diye düşünsek de kaderimize boyun eğmek zorundayız. Doğruya doğru şöyle güzel bir kahvaltıyı, güzel bir yemeği çok özledik.

Schiphol’e giden trene atlıyoruz. Havaalanına varınca bir eşya dolabı kiralayıp, yanımıza sadece günlük eşyalarımızı alıp, Den Haag trenine gidiyoruz.

Den Haag’da gayet güzel  bir şehir. Fazla zamanımız olmadığı için hemen Escher Müzesi’ne gidiyoruz. İlginç perspektifler kullandığı eserlerini gördüğümüz müze, içinde barındırdığı diğer optik oyunlarla ilgimizi çekiyor. Özellikle daha önce sadece videolarını izleyebildiğim Ames Room’u görünce bir fotoğraf çekilmeden dönmüyorum. Müzeyi bitirip biraz da Den Haag’ı dolaştıktan sonra tekrar havaalanına dönmek üzere tren istasyonuna geliyoruz. Aldığımız sınırsız bilet sadec belirli saatlerde kullanılabiliyor. O yüzden saatin gelmesini beklerken istasyondaki marketten yanımızda götürmek için bir sürü çikolata alıyoruz.

Havaalanına gelip çantalarımızı aldıktan sonra hala uçuşa kadar vaktimiz var. Telefonlarımızı şarj edecek bir yer bulup yere çöküyoruz. Counter açılınca işlemlerimizi halledip girişimizi yapıyoruz. Boarding-Pass’lerimizi yanyana almak isterken görevli uçağın boş olduğunu istersek 6 koltuğu da bize verebileceğini söylüyor. Dördümüzü aramızda birer boşluk bırakarak yerleştiriyor. 

Pasaport kontrolünden sonra, Duty-Free alışverişlerini yapıp uçağımızı beklemeye başlıyoruz. Hoşça kal Avrupa!

·        Seyahatimiz boyunca 4 uçak, 1 tren seyahati yaptık.
·        Uçuşlara ve trene 1150TL harcadık.
·        14 gece hostelde konakladık.
·        346 € hostellere harcadık.
·        Müzelere 65€ harcadık.
·        Şehir içi toplu taşıma, havaalanı-şehir merkez ulaşım, diğer şehirlere trenler vs. ~85€ harcadık.
·        Hediyelik eşya, çikolatalara ~75€ harcadım.
·        Yeme-içme ~250€ harcadım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder