Travels in the Track of the Ten Thousand Greeks, William Francis Ainsworth , J.W.Parker, 1844, Londra
Onbinlerin Dönüşü Güzergahında Geziler:
Hiç şüphe yok ki Kunaksa Savaşı (5 Eylül 401) Pers ve Grek tarihinin dönüm noktalarından bir tanesidir. M.Ö. 401 yılında Pers kralı Artakserkses’in (M.Ö. 404-358) kardeşi olan genç prens Kiros (Cyrus), Helenler ve paralı askerlerin bulunduğu bir ordu ile ağabeyine karsı bir sefer düzenleyip tahtı zorla ele geçirmeyi düsünmektedir. Kiros (Cyrus) komutanlığındaki bu sefer M.Ö. 6 Mart 401 tarihinde bugünkü Manisa ilinin Salihli ilçesi yakınlarındaki Sardes şehrinden çıkışla başladı. Kiros (Cyrus)’un komutasındaki askerler arasında 100.000 doğulu ve 13.000 Helenli bulunmaktaydı.
Ünlü filozof Sokrates’in öğrencisi, Atinalı zengin bir aileden Grillos’un oğlu, Diodoradan doğma tarihçi ve filozof Ksenefon (M.Ö.430-355) ise bu olayı baştan sona kaydetmek üzere bir savas muhabiri olarak bu askeri sefere katılmaktadır. Bu nedenle daha sonra yazmak üzere günlük notlar tutmus ve bu uzun yolculuk sırasında görmüş olduğu ülkeler ve halklar hakkındaki gözlemlerini ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Ksenephon, bu sefer sonunda kaleme almış olduğu “Onbinlerin Dönüşü” adlı kitabında seferin başladığı ve bittiği tarih olan M.Ö. 401-400 yılları arasındaki Anadolu tarihi coğrafyası açısından önemli bilgiler vermektedir.
Kitapta anlatılanlara göre yolculuk Sardes’te basladıktan sonra ordu, Laodikeia (Denizli) yakınlarından Menderes Nehri’ni geçerek oradan Kelainai’ye (Afyon - Dinar), daha sonra da Peltai’ye (Denizli - Çivril) ulaşır. Daha sonra ordunun yoluna devam ettiği 10 günlük yol güzergahı hakkında yeterli bilgi yoktur. Daha sonra ordu İkonion’da (Konya) üç gün konaklamayı müteakip, Tyana (Bor) yolundan Gülek Boğazı’nı aşarak dağlık Kilikya üzerinden Tarsus’a, Myriandros’u (İskenderun civarı) geçip Beylan (Belen) geçidini aşıp Suriye’nin kuzeyine varırlar. Gidiş yolculuğunun, ordunun başında bulunan çok sayıda komutanın yanısıra bölgeyi ve yolları iyi bilen rehberler eşliğinde küçük çaplı olaylar dışında sorunsuz geçtiği anlaşılmaktadır.
Güney Mezopotamya’daki Fırat Nehri kenarında bulunan Kunaksa’da 5 Eylül 401 tarihinde yapılan savaşta Kiros (Cyrus) ve generalleri öldürülür ve ordu ağır bir yenilgiye uğrar. Pers kralı Artakserkses tacını korur, Kiros (Cyrus)’u destekleyen Yunalılar ise dolaylı olarak mağlup olmuş ve Ortadoğu’ya yerleşme emelleri bozulmuş olur.
Ksenefon’un asıl hikayesi böyle başlar, binlerce Yunan askeri komutanları öldürülmüş ve başıboş kalmıştır. Birliklere komuta etmek üzere beş kişi seçilir, arasında Ksenefon da bulunmaktadır. Ancak kısa bir süre sonra aslında bir yazar ve savaş muhabiri olan Ksenefon’un kararlılığı, geldikleri ülkeye geri dönme konusundaki inancı, pratik zekası, askerlerle kurmuş olduğu insani diyalog ve alınan kararların uygulanması noktasındaki yetenekleri, onun komutan olmasını sağlar. Bu hezimetten sonra yurtlarından yaklaşık 2400-2500 km. uzakta, sarp, bilmedikleri düşman bir ülkede kalan askerleri geldikleri ülkeye sağ salim geri döndürmek aslında asker olmayan bir komutana, Ksenefon’a kalır. Ksenefon geri dönüş yolunda artık bir komutandır.
Savaştan sonra sağ kalan askerlerin, ülkelerine geri dönmek uğruna çektikleri açlık ve sefalet, geçtikleri yerlerde başlarına gelenler, uzun ve zahmetli bir Anadolu yolculuğu olur. Evlerine geri dönmekten başka bir amacı olmayan bu küçük askeri birlik, dönüş yolunda çok dikkatli davranmak zorundadır. Ksenefon’un anlattıklarından anladığımız kadarıyla geçmek zorunda kaldıkları coğrafyalarda pek dostane karşılanmayan ve aslında yolunu kaybetmiş bulunan askerlerin dönüş yolculuğu çok trajiktir.
Onbinlerin dönüşü sırasında tutulan notlardan Anadolu’nun bilinmeyen bir çok küçük ülkesini, değişik halklar hakkında bilgi ve bu insanların değişik gelenekleri hakkında detaylı bilgiler bulmaktayız. Savaşı kaybeden askerler yola çıktıklarında şehirlerinden binlerce kilometre uzakta, Karadeniz kıyılarına ulaşmak umuduyla kuzeye doğru geri çekilmeyi düşünürler. Olasılıkla Bağdat’ın yukarısındaki bir yerden Dicle Nehri’nin doğusuna geçip, uzun bir süre nehrin doğu yakasını takip ederek Anadolu topraklarına ulaşırlar. Anadolu topraklarına girmeden önce bölgede güçlü bir kale olduğu belirtilmektedir. Bu bölge olasılıkla günümüzdeki Türkiye ile Irak arasında sınır oluşturan Zaho olmalıdır. Askerler burayı geçtikten sonra, şimdiki Siirt’te Karduklar’ın ülkesine girmişlerdir. Yazar Anabasis kitabında yer almamasına rağmen bu bölgeyi Kürdistan olarak adlandırmıştır.
Ksenefon’un Karduk (Yazara göre Kürdistan) ülkesine giriş tarihi M.Ö. 14 Kasım 401 idi. 20 Kasım’a kadar Karduk ülkesi içerisinde yol alan ordu, 21 Kasımda Kendriti Nehri denilen bugünkü Botan çayına ulaştı. Ksenephon, Karduklar için “Dağlarda yaşıyorlardı, savaşçılardı ve hükümdara itaat etmiyorlardı.” İfadesini kullanmaktadır. Sonraki günlerde Karduklular sürekli Helenli askerlere saldırıp, tepelerden üzerlerine taşlar yuvarlayıp, dar geçitlerde önemli zaiyatlar verdirmişlerdir.
Ksenefon, Onbinlerin Yürüyüşü (Anabasis) adlı yedi kitaptan oluşan eserin üçüncü kitabının sonunda Karduklardan bahseder; “Karduklar çok savaşçı ve pek çevik insanlardı, Pers Kralı Artakserksis (Artaxerxes)’in düşmanı olup; ona tabi değillerdi. O kadardı ki Karduklar bir defasında 120 bin kişilik Pers kraliyet ordusunu bir teki bile geriye dönemeden yok etmiştir, sebebi ise bu toprakların karmakarışık (çok dağlık) oluşudur.” Ksenefon, Kardukların, Pers’lerden bambaşka bir soydan olduklarını ve onlara çok düşman olduklarını, bir tanık olarak anlatmıştır.
Ksenefon dördüncü kitabında ise Kardukların ülkesine girdiklerinde düşmanın geçiş yollarını kapamamaları için sessiz ve hızlı bir şekilde ilerleme düşünceleri olduğunu yazmıştır. Kardukların toplanarak öndeki askerlere saldırdığını bazılarını öldürdüğünü ve diğerlerini de yaraladıklarını ve bu saldırının kendilerini sürpriz bir şekilde yakaladığından bahsetmiştir. Eğer Karduklar daha büyük bir rakamla bu saldırıyı yapsalardı ordusunun büyük bir bölümünün yok edilmiş olacağını ifade etmiştir. Kardukların çok iyi savaşçılar olduğunu, ellerinde boyları büyüklüğünde yayları ve uzun okları olduğunu, mükemmel okçu olduklarını ve yayları gererlerken sol ayağı ile yayın ağaç kısmına basıp kirişi gerdiklerini belirtmiş, oklarının büyük ve kuvvetli olduğundan Yunan askerlerinin kalkanlarını ve göğüs zırhlarını delip geçtiğini ve askerleri öldürdüğünü yazmıştır.
Bu nedenle Helenler bu dağlı halkla anlaşma yapmak zorunda kalırlar fakat Karduklar bu antlaşmaya tam olarak uymayarak saldırılarına devam ederler. Nihayetinde Helenler Kardukların ülkesini yedi günde geçtiler ve bu süre zarfında hep çatıştılar. Ksenefon beşinci kitabında geçiş süreci boyunca hiç uyuyamadıklarını ve sürekli savaştıklarını, çok sayıda silahlı Karduklar’ın saldırıları altında çatışarak bu ülkeden çıktıktan sonra rahat bir uyku uyuyabildiklerinden bahsetmiştir.
Ksenefon’un ordusu Dicle’nin yüksek, geçit vermez dağlar arasına sıkıştığı bir noktada zorunlu olarak dağlara doğru daha kestirme bir yola yönelir. Armenia’yı Kardukların ülkesinden ayıran yaklaşık 600 metre genişliğindeki Botan çayı kıyısına varan Helenler bu alanda onları peşlerinden kovalayan Karduk’larla karşı kıyıda bekleyen Armen’ler arasında kalırlar. Ordu bu alanda, ovaya hakim köylerde açık ordugah kurarak tertiplenir. Kamp kurdukları Botan vadisinin kıyısı ile Karduk’luların yaşadıkları dağların arasındaki mesafenin yaklasık 11-12 kilometre olduğu tahmin edilmektedir. Nehirden bir süre kuzeye devam eden ordu Botan çayını geçebilecekleri bir yere geldiklerinde bir kaç defa denemelerine rağmen, suyun batı yakasında bekleyen Armen ordusu tarafından karşıya geçmeleri engellenir. Bu nedenle Botan çayının doğu tarafında Karduklar ile nehir arasında bir süre kalan ordu akıntılı olan su ve düşman askerlerin saldırıları karşısında bir süre uygun bir yer aradıktan sonra karşıya geçmeyi başarırlar.
Ordunun bu bölgeden sonra izlediği yol tartışmalıdır. Ancak Muş’un batısından Bingöl dağlarını aşan askerler 8 Aralık 401 tarihinde Fırat nehrine kavuştular, devamında Erzurum'un kuzeyine düşen ve Osmanlı belgelerinde Taveli olarak adlandırılan Taoklar'ın ülkesinden geçerek Khalybler'in memleketine vardılar. Khalbler savaşçı bir halk olduğu için Helenler onların ülkesinde yeterince yiyecek bulamamış ve Taoklar'dan alabildikleri yiyeceklerle idare etmek durumunda kalmışlardı.
Khalybler'in ülkesinden geçip Harpasos (Çoruh) nehrine ulaşan Ksenefon’un ordusu, buradan Skythenler'in (İskitler) ülkesine girip bir ovada 4 günde yaklaşık 100 km ilerleyerek zengin tarım alanları olan bereketli, yüksekçe bir vadiye ulaştıkları yerde dostça karşılanmalarından dolayı bu bölgede bir süre dinlenip konakladılar. Burada sözü edilen Hinnis tahminen günümüzdeki Erzurum-Hınıs olmalıdır. Ksenefon, yaylalarda yaşayan halkın oymak hayatı sürdürdüğünü, ordusuna bu bölgelerden buğday, arpa, sebze, et ve at sağladığını anlatır. Hınıs’tan kuzeye giden ordu bugünkü Erzurum - Horasan’a, oradan Gymnnias adındaki (Bayburt veya yakınlarında) bir şehre ulaşırlar. Şehrin valisi onlara, düşman memleketlerden geçebilmeleri için bir kılavuz verir. Kılavuz Ksenefon’un ordusunu beş gün içinde denizi görebilecekleri bir yere götüreceğini söyler ve yola çıkarlar. Gymnias'dan aldıkları kılavuz Ksenephon ve arkadaşlarına bugün de bir bölümü hala kullanılan yolu izletir. Batıya yönelip Soğanlı geçidinin batısındaki Kemer Dağı'nın kuzey eteklerinden geçirerek 5. günde denizi görebilecekleri Thekhes (bugünkü Madur) Dağı'na ulaştırır.
Ksenophon ve arkadaşlarının Madur Dağı ile hemen batısındaki Polut Dağı arasında ve Madur Dağının zirvesine yakın boyundan denizi gördüğünü söyleyebiliriz. Tarihi bir yolun dağları aştığı bu yerden Araklı Burnu ve Araklı Limanı bir tablo gibi görülür. Bu yerde ayrıca On binlerin sevinçten yaptıkları taş yığınından oluşan abideyi anımsatan kalıntılar vardır. Ksenophon ve arkadaşlarını bölgeden geçtiği zaman mevsimin kış olması sis olmadan bütün manzaranın ve denizin görünebilmesini sağlamıştır. Bu yerin 3 km. kadar kuzey doğusunda ve bugünkü Kalecik Yaylası'nın yakınında muhtemelen Romalılar tarafından ve kareye yakın dikdörtgen şeklinde inşa edilmiş küçük bir kale kalıntılarının bulunması bu yolun ilerideki asırlarda da kullanıldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Ksenophon Thekes dağından sonra geçtikleri yerlerin Makronların memleketi olduğunu yazar. İlk gün Makronların memleketini Skythenlerin memleketinden ayıran ırmağa (bugünkü Karadere) varırlar. Ksenophon'un yazdıklarına göre sağ taraf yukarıya doğru sarp bir alan (Polut Dağı'nın batı yamaçları) soldan da asılması lazım olan sınır ırmağın (Karadere'nin) bir kolu (Yağmurdere suyu) akıyordu. Helenler burada Makronların ordusuyla karşılaşır ve düşmanca gelmediklerini, Büyük Kralla (Pers İmparatoru II Artakserkes) savaştıklarını, memleketlerine dönmek için denize ulaşmaya çalıştıklarını söyleyerek Makronlarla karşılıklı dostluk yemini ettiler. Bu antlaşmadan sonra Makronlar Helenler’ın arasına karıştılar ve onların ırmağı geçmelerine yardım ettiler. Bir pazar kurarak Helenler'e yiyecek satan Makronlar, üç gün onlarla birlikte giderek Kolkhlar'ın sınırına kadar götürürler. Burada yüksek bir dağ vardır ve Kolkhlar bu dağın üzerinde mevzilenmişlerdi. Burası muhtemelen Trabzon yakınlarında denize dökülen Değirmendere'nin bir kolu olan Kuştul Deresi'nin doğduğu Seslikaya Tepesidir. Yaklaşık 9600 kişi olan Hellenler, birkaç defa saldırdıktan sonra dağda mevzilenmiş Kolkhları kaçırıp bol yiyecek buldukları köylerinde konakladılar. Burada rasgeldikleri arı kovanlarından bugün bölge halkının "Deli Bal" veya "Tutan Bal" dedikleri baldan yiyen askerlerde kusma ve ishal başlamıştı. Hiçbirinin ayakta duracak hali kalmamış, birkaç kişi de ölmüştü. Hastaları iki üç gün sonra iyileşen Hellenler, Değirmendere Vadisi'nin doğu kısmındaki sırtlardan iki günde yedi parasang (yaklaşık 36 km) yol yürüyerek Trabzon'un doğusunda denize inerler. M.Ö. 400 yılının Şubat ayında Trabzon'a ulaşan Ksenophon, Trabzon'un (Trapezus) Karadeniz (Pontos Eukseinos) kenarında ve Kolkhların memleketinde Hellenler tarafından kurulmuş bir Sinop Kolonisi olduğunu belirtir. Trabzon'un yanındaki Kolkh köylerinde 30 gün kadar dinlenen Hellenler çevredeki diğer Kolkh köylerinden yiyecek temin ederler. Trabzon şehrindeki Hellenler ise onlara bir yandan yiyecek satarken diğer yandan da özellikle şehrin yakınlarında oturan Kolkhalar'la dostluk kurmalarına aracı olurlar.
Trabzon çevresindeki bir günlük mesafede yiyecek kalmayınca Trabzon'un güneyindeki dağlık bölgede yaşayan Driller'in ülkesi (bugünkü Torul bölgesi) ne giderler. Ksenophon, Driller'i bölgenin en savaşçı milleti olarak tanımlarken Trabzon'da oturan Helenlerin bunlardan çok kötülük gördüğünü kaydetmektedir.
Trabzon ve çevresinden yiyecek sağlamak imkanı kalmadığı için Hellenler, hasta ve yaşlıları daha önce ele geçirilen gemilere bindirir, kalanlar da yaya olarak, Trabzon'dan ayrılır. Trabzonlu kılavuzlar eşliğinde üç gün sonra Kerasus (bugünkü Giresun)'a ulaşırlar. Giresun da Trabzon gibi Kolkhların memleketinde bir Sinop kolonisi idi. Burada on gün kaldıktan sonra bir sayım yaparlar. Kolkhların memleketine girerken yaklaşık 9800 kişi kadar olan Hellenler, burada 1200 kişi zaiyat vererek 8600 kişi kalmıştı.
Giresun'dan ayrıldıktan sonra Mossynoik'lerin ülkesinin sınırına varırlar. Ksenophon, Giresun ile Ordu arasında oturan bu halkı, Hellen dilinde "Ahşaptan yapılma evlerde oturan halk" anlamındaki Mossynoikos kelimesi ile adlandırmaktadır. Mossynoikler yaşadıkları müstahkem mevkilerine güvenerek onları memleketlerinden geçirmeyeceklerini söylerler. Bunun üzerine Trabzonlu kılavuzlar vasıtası ile daha batıda oturan ve doğudakilerle aralarında siyasi düşmanlık olan batılı Mossynoikler'le temasa geçerler Ksenophon ile batılı Mossynoiklerin başkanları bir araya gelerek doğulu Mossnoikler'e karşı bir ittifak kurarlar. Zapt edilen yerleri dostları olan Mossynoikler'e bırakan Hellenler yollarına devam eder ve tıpkı bu günkü gibi birbirlerine yaklaşık on kilometre mesafede kurulmuş olan Mossynoik şehirlerinden yürüyerek sekiz günde, pek kalabalık olmayan ve Mossynoiklerin uyruğu olarak yaşayıp daha ziyade demir madenlerinde çalışan Khalybler'in memleketine ulaştılar.
Khalybler Ksenophon'un Karadeniz bölgesinden geçerken bahsettiği halklardan en meşhur olanıdır. Onun bize verdiği bilgilerden öğrendiğimize göre, Macronlar, Kolkhlar ve Mossynoikler ve Trabzon'dan daha önceki kaynaklarda bahsedilmemesine rağmen Khalybler'den eski kaynaklarda bahsedilmekte ve bu halk Batı Anadolu ve Ege'de bilinmektedirler. Demir madenciliği ile ünlü bu halkın sahille beraber şap madenlerinin bulunduğu Şebinkarahisar bölgesi ve kuzeyindeki dağlık bölge ile de ilgisi bulunduğunu düşünülebilir.
Bundan sonra Tibarenler'in ülkesine (Bugün Ordu'nun doğusundaki Turna suyu Deresi'nin olduğu bölge) ulaşan Hellenler deniz kıyısında birkaç müstahkem yerleri bulunan ve nispeten düz olan Tibarenlerin ülkesinde iki gün ilerleyerek Sinop'un kolonisi olan Kotyora'ya (bugünkü Ordu şehri yakınında) ulaşırlar.
Ksenophon'un eserinin sonunda da belirttiği gibi Bayburt'tan sonra girmiş olduğu Trabzon bölgesinde yaşayan Makronlar, Kolkhlar, Mossynoikler büyük Pers krallığının Anadolu'daki valiliklerinden (satraplık) bağımsız yaşayan, kendi yasaları ile yönetilen halklardı. Orduları ya da tehlike anında harekete geçen bir savunma sistemleri vardı. Yaşadıkları vadiler yiyecek ve bazı ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz olduğu için çevrelerindeki halklarla ya da dışarıdan gelen tacirlerle daima iyi ilişkiler geliştirerek kendi varlıklarına bir tehdit yöneldiği ana kadar barışçı kalmışlardı. Ancak bir tehdit oluştuğu zaman süratle bir araya gelerek ortak savunma sistemlerini harekete geçiren bu halkların birbirlerinden farklı dil ve ananeleri olmasına rağmen ortak özellikleri gururlu, cesur ve özgüven sahibi olmalarıydı.
Yolculukları bu şekilde devam eden Onbinler Sinope (Sinop) ve Herakleia (Zonguldak - Ereğli) üzerinden İstanbul Boğazını Ekim M.Ö 400 ayının başlarında geçer ve sonunda Mart 399 da Komutan Ksenefon Sardes’ten yola çıktıktan onbeş ay sonra geriye kalan yaklaşık iki bin askeri Spartalı komutan Thivrona’ya teslim eder ve sefer sona erer.
Yazar M.Ö.4’üncü yüzyılda gerçekleşmiş ve Ksenefon tarafından kaleme alınmış olan Onbinlerin Dönüşü (Anabasis) adlı kitapta yer alan güzergahı 19’uncu yüzyılda tekrar gezerek edinmiş olduğu izlenimleri anlatmaktadır.Yazar William Francis Ainsworth 1807 yılında İngiltere’de doğmuştur. Asıl mesleği doktorluk olan yazar özellikle Ortadoğu ve Anadolu coğrafyası üzerinde yapmış olduğu inceleme, araştırma ve gezilerini seyahatname olarak üç kitap haline dönüştürmüştür. Bu kitaplar; Researches in Assyria, Babylonia(1838) Asur ve Babil Topraklarında Araştırmalar; Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia(1842) Küçük Asya Mezopotamaya’da Araştırmalar ve Geziler; Travels in the Track of the Ten Thousand Greeks(1844) Onbinlerin Dönüşü Güzergahında Geziler. 1896 yılında vefat eden yazarın kitapları bazı bilim adamlarınca Anadolu ve Ortadoğu’da milattan önce varolmuş uygarlıklar ve ırkların tespitinde kaynak olarak gösterilmektedir.
Onbinlerin Dönüşü Güzergahında Geziler:
Hiç şüphe yok ki Kunaksa Savaşı (5 Eylül 401) Pers ve Grek tarihinin dönüm noktalarından bir tanesidir. M.Ö. 401 yılında Pers kralı Artakserkses’in (M.Ö. 404-358) kardeşi olan genç prens Kiros (Cyrus), Helenler ve paralı askerlerin bulunduğu bir ordu ile ağabeyine karsı bir sefer düzenleyip tahtı zorla ele geçirmeyi düsünmektedir. Kiros (Cyrus) komutanlığındaki bu sefer M.Ö. 6 Mart 401 tarihinde bugünkü Manisa ilinin Salihli ilçesi yakınlarındaki Sardes şehrinden çıkışla başladı. Kiros (Cyrus)’un komutasındaki askerler arasında 100.000 doğulu ve 13.000 Helenli bulunmaktaydı.
Ünlü filozof Sokrates’in öğrencisi, Atinalı zengin bir aileden Grillos’un oğlu, Diodoradan doğma tarihçi ve filozof Ksenefon (M.Ö.430-355) ise bu olayı baştan sona kaydetmek üzere bir savas muhabiri olarak bu askeri sefere katılmaktadır. Bu nedenle daha sonra yazmak üzere günlük notlar tutmus ve bu uzun yolculuk sırasında görmüş olduğu ülkeler ve halklar hakkındaki gözlemlerini ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Ksenephon, bu sefer sonunda kaleme almış olduğu “Onbinlerin Dönüşü” adlı kitabında seferin başladığı ve bittiği tarih olan M.Ö. 401-400 yılları arasındaki Anadolu tarihi coğrafyası açısından önemli bilgiler vermektedir.
Kitapta anlatılanlara göre yolculuk Sardes’te basladıktan sonra ordu, Laodikeia (Denizli) yakınlarından Menderes Nehri’ni geçerek oradan Kelainai’ye (Afyon - Dinar), daha sonra da Peltai’ye (Denizli - Çivril) ulaşır. Daha sonra ordunun yoluna devam ettiği 10 günlük yol güzergahı hakkında yeterli bilgi yoktur. Daha sonra ordu İkonion’da (Konya) üç gün konaklamayı müteakip, Tyana (Bor) yolundan Gülek Boğazı’nı aşarak dağlık Kilikya üzerinden Tarsus’a, Myriandros’u (İskenderun civarı) geçip Beylan (Belen) geçidini aşıp Suriye’nin kuzeyine varırlar. Gidiş yolculuğunun, ordunun başında bulunan çok sayıda komutanın yanısıra bölgeyi ve yolları iyi bilen rehberler eşliğinde küçük çaplı olaylar dışında sorunsuz geçtiği anlaşılmaktadır.
Güney Mezopotamya’daki Fırat Nehri kenarında bulunan Kunaksa’da 5 Eylül 401 tarihinde yapılan savaşta Kiros (Cyrus) ve generalleri öldürülür ve ordu ağır bir yenilgiye uğrar. Pers kralı Artakserkses tacını korur, Kiros (Cyrus)’u destekleyen Yunalılar ise dolaylı olarak mağlup olmuş ve Ortadoğu’ya yerleşme emelleri bozulmuş olur.
Ksenefon’un asıl hikayesi böyle başlar, binlerce Yunan askeri komutanları öldürülmüş ve başıboş kalmıştır. Birliklere komuta etmek üzere beş kişi seçilir, arasında Ksenefon da bulunmaktadır. Ancak kısa bir süre sonra aslında bir yazar ve savaş muhabiri olan Ksenefon’un kararlılığı, geldikleri ülkeye geri dönme konusundaki inancı, pratik zekası, askerlerle kurmuş olduğu insani diyalog ve alınan kararların uygulanması noktasındaki yetenekleri, onun komutan olmasını sağlar. Bu hezimetten sonra yurtlarından yaklaşık 2400-2500 km. uzakta, sarp, bilmedikleri düşman bir ülkede kalan askerleri geldikleri ülkeye sağ salim geri döndürmek aslında asker olmayan bir komutana, Ksenefon’a kalır. Ksenefon geri dönüş yolunda artık bir komutandır.
Savaştan sonra sağ kalan askerlerin, ülkelerine geri dönmek uğruna çektikleri açlık ve sefalet, geçtikleri yerlerde başlarına gelenler, uzun ve zahmetli bir Anadolu yolculuğu olur. Evlerine geri dönmekten başka bir amacı olmayan bu küçük askeri birlik, dönüş yolunda çok dikkatli davranmak zorundadır. Ksenefon’un anlattıklarından anladığımız kadarıyla geçmek zorunda kaldıkları coğrafyalarda pek dostane karşılanmayan ve aslında yolunu kaybetmiş bulunan askerlerin dönüş yolculuğu çok trajiktir.
Onbinlerin dönüşü sırasında tutulan notlardan Anadolu’nun bilinmeyen bir çok küçük ülkesini, değişik halklar hakkında bilgi ve bu insanların değişik gelenekleri hakkında detaylı bilgiler bulmaktayız. Savaşı kaybeden askerler yola çıktıklarında şehirlerinden binlerce kilometre uzakta, Karadeniz kıyılarına ulaşmak umuduyla kuzeye doğru geri çekilmeyi düşünürler. Olasılıkla Bağdat’ın yukarısındaki bir yerden Dicle Nehri’nin doğusuna geçip, uzun bir süre nehrin doğu yakasını takip ederek Anadolu topraklarına ulaşırlar. Anadolu topraklarına girmeden önce bölgede güçlü bir kale olduğu belirtilmektedir. Bu bölge olasılıkla günümüzdeki Türkiye ile Irak arasında sınır oluşturan Zaho olmalıdır. Askerler burayı geçtikten sonra, şimdiki Siirt’te Karduklar’ın ülkesine girmişlerdir. Yazar Anabasis kitabında yer almamasına rağmen bu bölgeyi Kürdistan olarak adlandırmıştır.
Ksenefon’un Karduk (Yazara göre Kürdistan) ülkesine giriş tarihi M.Ö. 14 Kasım 401 idi. 20 Kasım’a kadar Karduk ülkesi içerisinde yol alan ordu, 21 Kasımda Kendriti Nehri denilen bugünkü Botan çayına ulaştı. Ksenephon, Karduklar için “Dağlarda yaşıyorlardı, savaşçılardı ve hükümdara itaat etmiyorlardı.” İfadesini kullanmaktadır. Sonraki günlerde Karduklular sürekli Helenli askerlere saldırıp, tepelerden üzerlerine taşlar yuvarlayıp, dar geçitlerde önemli zaiyatlar verdirmişlerdir.
Ksenefon, Onbinlerin Yürüyüşü (Anabasis) adlı yedi kitaptan oluşan eserin üçüncü kitabının sonunda Karduklardan bahseder; “Karduklar çok savaşçı ve pek çevik insanlardı, Pers Kralı Artakserksis (Artaxerxes)’in düşmanı olup; ona tabi değillerdi. O kadardı ki Karduklar bir defasında 120 bin kişilik Pers kraliyet ordusunu bir teki bile geriye dönemeden yok etmiştir, sebebi ise bu toprakların karmakarışık (çok dağlık) oluşudur.” Ksenefon, Kardukların, Pers’lerden bambaşka bir soydan olduklarını ve onlara çok düşman olduklarını, bir tanık olarak anlatmıştır.
Ksenefon dördüncü kitabında ise Kardukların ülkesine girdiklerinde düşmanın geçiş yollarını kapamamaları için sessiz ve hızlı bir şekilde ilerleme düşünceleri olduğunu yazmıştır. Kardukların toplanarak öndeki askerlere saldırdığını bazılarını öldürdüğünü ve diğerlerini de yaraladıklarını ve bu saldırının kendilerini sürpriz bir şekilde yakaladığından bahsetmiştir. Eğer Karduklar daha büyük bir rakamla bu saldırıyı yapsalardı ordusunun büyük bir bölümünün yok edilmiş olacağını ifade etmiştir. Kardukların çok iyi savaşçılar olduğunu, ellerinde boyları büyüklüğünde yayları ve uzun okları olduğunu, mükemmel okçu olduklarını ve yayları gererlerken sol ayağı ile yayın ağaç kısmına basıp kirişi gerdiklerini belirtmiş, oklarının büyük ve kuvvetli olduğundan Yunan askerlerinin kalkanlarını ve göğüs zırhlarını delip geçtiğini ve askerleri öldürdüğünü yazmıştır.
Bu nedenle Helenler bu dağlı halkla anlaşma yapmak zorunda kalırlar fakat Karduklar bu antlaşmaya tam olarak uymayarak saldırılarına devam ederler. Nihayetinde Helenler Kardukların ülkesini yedi günde geçtiler ve bu süre zarfında hep çatıştılar. Ksenefon beşinci kitabında geçiş süreci boyunca hiç uyuyamadıklarını ve sürekli savaştıklarını, çok sayıda silahlı Karduklar’ın saldırıları altında çatışarak bu ülkeden çıktıktan sonra rahat bir uyku uyuyabildiklerinden bahsetmiştir.
Ksenefon’un ordusu Dicle’nin yüksek, geçit vermez dağlar arasına sıkıştığı bir noktada zorunlu olarak dağlara doğru daha kestirme bir yola yönelir. Armenia’yı Kardukların ülkesinden ayıran yaklaşık 600 metre genişliğindeki Botan çayı kıyısına varan Helenler bu alanda onları peşlerinden kovalayan Karduk’larla karşı kıyıda bekleyen Armen’ler arasında kalırlar. Ordu bu alanda, ovaya hakim köylerde açık ordugah kurarak tertiplenir. Kamp kurdukları Botan vadisinin kıyısı ile Karduk’luların yaşadıkları dağların arasındaki mesafenin yaklasık 11-12 kilometre olduğu tahmin edilmektedir. Nehirden bir süre kuzeye devam eden ordu Botan çayını geçebilecekleri bir yere geldiklerinde bir kaç defa denemelerine rağmen, suyun batı yakasında bekleyen Armen ordusu tarafından karşıya geçmeleri engellenir. Bu nedenle Botan çayının doğu tarafında Karduklar ile nehir arasında bir süre kalan ordu akıntılı olan su ve düşman askerlerin saldırıları karşısında bir süre uygun bir yer aradıktan sonra karşıya geçmeyi başarırlar.
Ordunun bu bölgeden sonra izlediği yol tartışmalıdır. Ancak Muş’un batısından Bingöl dağlarını aşan askerler 8 Aralık 401 tarihinde Fırat nehrine kavuştular, devamında Erzurum'un kuzeyine düşen ve Osmanlı belgelerinde Taveli olarak adlandırılan Taoklar'ın ülkesinden geçerek Khalybler'in memleketine vardılar. Khalbler savaşçı bir halk olduğu için Helenler onların ülkesinde yeterince yiyecek bulamamış ve Taoklar'dan alabildikleri yiyeceklerle idare etmek durumunda kalmışlardı.
Khalybler'in ülkesinden geçip Harpasos (Çoruh) nehrine ulaşan Ksenefon’un ordusu, buradan Skythenler'in (İskitler) ülkesine girip bir ovada 4 günde yaklaşık 100 km ilerleyerek zengin tarım alanları olan bereketli, yüksekçe bir vadiye ulaştıkları yerde dostça karşılanmalarından dolayı bu bölgede bir süre dinlenip konakladılar. Burada sözü edilen Hinnis tahminen günümüzdeki Erzurum-Hınıs olmalıdır. Ksenefon, yaylalarda yaşayan halkın oymak hayatı sürdürdüğünü, ordusuna bu bölgelerden buğday, arpa, sebze, et ve at sağladığını anlatır. Hınıs’tan kuzeye giden ordu bugünkü Erzurum - Horasan’a, oradan Gymnnias adındaki (Bayburt veya yakınlarında) bir şehre ulaşırlar. Şehrin valisi onlara, düşman memleketlerden geçebilmeleri için bir kılavuz verir. Kılavuz Ksenefon’un ordusunu beş gün içinde denizi görebilecekleri bir yere götüreceğini söyler ve yola çıkarlar. Gymnias'dan aldıkları kılavuz Ksenephon ve arkadaşlarına bugün de bir bölümü hala kullanılan yolu izletir. Batıya yönelip Soğanlı geçidinin batısındaki Kemer Dağı'nın kuzey eteklerinden geçirerek 5. günde denizi görebilecekleri Thekhes (bugünkü Madur) Dağı'na ulaştırır.
Ksenophon ve arkadaşlarının Madur Dağı ile hemen batısındaki Polut Dağı arasında ve Madur Dağının zirvesine yakın boyundan denizi gördüğünü söyleyebiliriz. Tarihi bir yolun dağları aştığı bu yerden Araklı Burnu ve Araklı Limanı bir tablo gibi görülür. Bu yerde ayrıca On binlerin sevinçten yaptıkları taş yığınından oluşan abideyi anımsatan kalıntılar vardır. Ksenophon ve arkadaşlarını bölgeden geçtiği zaman mevsimin kış olması sis olmadan bütün manzaranın ve denizin görünebilmesini sağlamıştır. Bu yerin 3 km. kadar kuzey doğusunda ve bugünkü Kalecik Yaylası'nın yakınında muhtemelen Romalılar tarafından ve kareye yakın dikdörtgen şeklinde inşa edilmiş küçük bir kale kalıntılarının bulunması bu yolun ilerideki asırlarda da kullanıldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Ksenophon Thekes dağından sonra geçtikleri yerlerin Makronların memleketi olduğunu yazar. İlk gün Makronların memleketini Skythenlerin memleketinden ayıran ırmağa (bugünkü Karadere) varırlar. Ksenophon'un yazdıklarına göre sağ taraf yukarıya doğru sarp bir alan (Polut Dağı'nın batı yamaçları) soldan da asılması lazım olan sınır ırmağın (Karadere'nin) bir kolu (Yağmurdere suyu) akıyordu. Helenler burada Makronların ordusuyla karşılaşır ve düşmanca gelmediklerini, Büyük Kralla (Pers İmparatoru II Artakserkes) savaştıklarını, memleketlerine dönmek için denize ulaşmaya çalıştıklarını söyleyerek Makronlarla karşılıklı dostluk yemini ettiler. Bu antlaşmadan sonra Makronlar Helenler’ın arasına karıştılar ve onların ırmağı geçmelerine yardım ettiler. Bir pazar kurarak Helenler'e yiyecek satan Makronlar, üç gün onlarla birlikte giderek Kolkhlar'ın sınırına kadar götürürler. Burada yüksek bir dağ vardır ve Kolkhlar bu dağın üzerinde mevzilenmişlerdi. Burası muhtemelen Trabzon yakınlarında denize dökülen Değirmendere'nin bir kolu olan Kuştul Deresi'nin doğduğu Seslikaya Tepesidir. Yaklaşık 9600 kişi olan Hellenler, birkaç defa saldırdıktan sonra dağda mevzilenmiş Kolkhları kaçırıp bol yiyecek buldukları köylerinde konakladılar. Burada rasgeldikleri arı kovanlarından bugün bölge halkının "Deli Bal" veya "Tutan Bal" dedikleri baldan yiyen askerlerde kusma ve ishal başlamıştı. Hiçbirinin ayakta duracak hali kalmamış, birkaç kişi de ölmüştü. Hastaları iki üç gün sonra iyileşen Hellenler, Değirmendere Vadisi'nin doğu kısmındaki sırtlardan iki günde yedi parasang (yaklaşık 36 km) yol yürüyerek Trabzon'un doğusunda denize inerler. M.Ö. 400 yılının Şubat ayında Trabzon'a ulaşan Ksenophon, Trabzon'un (Trapezus) Karadeniz (Pontos Eukseinos) kenarında ve Kolkhların memleketinde Hellenler tarafından kurulmuş bir Sinop Kolonisi olduğunu belirtir. Trabzon'un yanındaki Kolkh köylerinde 30 gün kadar dinlenen Hellenler çevredeki diğer Kolkh köylerinden yiyecek temin ederler. Trabzon şehrindeki Hellenler ise onlara bir yandan yiyecek satarken diğer yandan da özellikle şehrin yakınlarında oturan Kolkhalar'la dostluk kurmalarına aracı olurlar.
Trabzon çevresindeki bir günlük mesafede yiyecek kalmayınca Trabzon'un güneyindeki dağlık bölgede yaşayan Driller'in ülkesi (bugünkü Torul bölgesi) ne giderler. Ksenophon, Driller'i bölgenin en savaşçı milleti olarak tanımlarken Trabzon'da oturan Helenlerin bunlardan çok kötülük gördüğünü kaydetmektedir.
Trabzon ve çevresinden yiyecek sağlamak imkanı kalmadığı için Hellenler, hasta ve yaşlıları daha önce ele geçirilen gemilere bindirir, kalanlar da yaya olarak, Trabzon'dan ayrılır. Trabzonlu kılavuzlar eşliğinde üç gün sonra Kerasus (bugünkü Giresun)'a ulaşırlar. Giresun da Trabzon gibi Kolkhların memleketinde bir Sinop kolonisi idi. Burada on gün kaldıktan sonra bir sayım yaparlar. Kolkhların memleketine girerken yaklaşık 9800 kişi kadar olan Hellenler, burada 1200 kişi zaiyat vererek 8600 kişi kalmıştı.
Giresun'dan ayrıldıktan sonra Mossynoik'lerin ülkesinin sınırına varırlar. Ksenophon, Giresun ile Ordu arasında oturan bu halkı, Hellen dilinde "Ahşaptan yapılma evlerde oturan halk" anlamındaki Mossynoikos kelimesi ile adlandırmaktadır. Mossynoikler yaşadıkları müstahkem mevkilerine güvenerek onları memleketlerinden geçirmeyeceklerini söylerler. Bunun üzerine Trabzonlu kılavuzlar vasıtası ile daha batıda oturan ve doğudakilerle aralarında siyasi düşmanlık olan batılı Mossynoikler'le temasa geçerler Ksenophon ile batılı Mossynoiklerin başkanları bir araya gelerek doğulu Mossnoikler'e karşı bir ittifak kurarlar. Zapt edilen yerleri dostları olan Mossynoikler'e bırakan Hellenler yollarına devam eder ve tıpkı bu günkü gibi birbirlerine yaklaşık on kilometre mesafede kurulmuş olan Mossynoik şehirlerinden yürüyerek sekiz günde, pek kalabalık olmayan ve Mossynoiklerin uyruğu olarak yaşayıp daha ziyade demir madenlerinde çalışan Khalybler'in memleketine ulaştılar.
Khalybler Ksenophon'un Karadeniz bölgesinden geçerken bahsettiği halklardan en meşhur olanıdır. Onun bize verdiği bilgilerden öğrendiğimize göre, Macronlar, Kolkhlar ve Mossynoikler ve Trabzon'dan daha önceki kaynaklarda bahsedilmemesine rağmen Khalybler'den eski kaynaklarda bahsedilmekte ve bu halk Batı Anadolu ve Ege'de bilinmektedirler. Demir madenciliği ile ünlü bu halkın sahille beraber şap madenlerinin bulunduğu Şebinkarahisar bölgesi ve kuzeyindeki dağlık bölge ile de ilgisi bulunduğunu düşünülebilir.
Bundan sonra Tibarenler'in ülkesine (Bugün Ordu'nun doğusundaki Turna suyu Deresi'nin olduğu bölge) ulaşan Hellenler deniz kıyısında birkaç müstahkem yerleri bulunan ve nispeten düz olan Tibarenlerin ülkesinde iki gün ilerleyerek Sinop'un kolonisi olan Kotyora'ya (bugünkü Ordu şehri yakınında) ulaşırlar.
Ksenophon'un eserinin sonunda da belirttiği gibi Bayburt'tan sonra girmiş olduğu Trabzon bölgesinde yaşayan Makronlar, Kolkhlar, Mossynoikler büyük Pers krallığının Anadolu'daki valiliklerinden (satraplık) bağımsız yaşayan, kendi yasaları ile yönetilen halklardı. Orduları ya da tehlike anında harekete geçen bir savunma sistemleri vardı. Yaşadıkları vadiler yiyecek ve bazı ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz olduğu için çevrelerindeki halklarla ya da dışarıdan gelen tacirlerle daima iyi ilişkiler geliştirerek kendi varlıklarına bir tehdit yöneldiği ana kadar barışçı kalmışlardı. Ancak bir tehdit oluştuğu zaman süratle bir araya gelerek ortak savunma sistemlerini harekete geçiren bu halkların birbirlerinden farklı dil ve ananeleri olmasına rağmen ortak özellikleri gururlu, cesur ve özgüven sahibi olmalarıydı.
Yolculukları bu şekilde devam eden Onbinler Sinope (Sinop) ve Herakleia (Zonguldak - Ereğli) üzerinden İstanbul Boğazını Ekim M.Ö 400 ayının başlarında geçer ve sonunda Mart 399 da Komutan Ksenefon Sardes’ten yola çıktıktan onbeş ay sonra geriye kalan yaklaşık iki bin askeri Spartalı komutan Thivrona’ya teslim eder ve sefer sona erer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder