Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı, Stephen R.Covey, Varlık Yayınları, 2006, İstanbul
Etkili insanların sahip oldukları alışkanlıkların irdelenmesi.
Stephen R. Covey, bu kitabında etkili insanların yedi prensibi üzerinde durmaktadır. Yazar, verimlilikten çok etkililiğe dikkat çekmektedir, zira insanların hayatlarında belirli bir gaye taşımaları ve bütün faaliyetlerinde bu gayeleri göz önünde bulundurmaları gerektiğini düşünmektedir.
Etkililik ve verimlilik, özellikle günümüz dünyasında sıkça kullanılan iki kavramdır. Etkililik, arzu edilen belli bir neticeye ulaşma kabiliyeti, verimlilik ise bir şeyin yapılmasındaki etkililik derecesidir.
Etkililikten mahrum bir verimlilik, yanlış hedefe tam isabet demektir, verimlilikten mahrum bir etkililik ise, önceden tespit edilen hedefe tam anlamıyla ulaşamamaya sebep olabilir. Covey, etkililik hakkında şöyle der: "Etkililik (hatta hayatta kalabilme) sadece ne kadar gayret sarf ettiğimize değil, doğru konu üzerinde gayret sarf edip etmediğimize bağlıdır.
Etkililik ve verimlilik, özellikle günümüz dünyasında sıkça kullanılan iki kavramdır. Etkililik, arzu edilen belli bir neticeye ulaşma kabiliyeti, verimlilik ise bir şeyin yapılmasındaki etkililik derecesidir.
Etkililikten mahrum bir verimlilik, yanlış hedefe tam isabet demektir, verimlilikten mahrum bir etkililik ise, önceden tespit edilen hedefe tam anlamıyla ulaşamamaya sebep olabilir. Covey, etkililik hakkında şöyle der: "Etkililik (hatta hayatta kalabilme) sadece ne kadar gayret sarf ettiğimize değil, doğru konu üzerinde gayret sarf edip etmediğimize bağlıdır.
Doğru konu üzerinde yoğunlaşmayı açıklamak için "vizyon" ve "misyon" kavramlarından istifade edebiliriz. Vizyon, bir kurumun ulaşmaya çalıştığı hedeflere, misyon ise kurumun mevcudiyet sebebine işaret eder. Kurumlar gibi fertler de belli bir vizyon ve misyon taşımalıdır. Kriterler, bu uzun vadeli ve kalıcı kurallara göre belirlenir. İnsanların etkili olabilmesi için değişmeyen bir "öz"e ihtiyaçları vardır. Sabit bir hedefi vurmak, hareketli bir hedefi vurmaktan daha kolaydır.
Paradigmalar
Model veya atıf çerçevesi anlamındaki paradigmalar, dünyaya açılan pencerelerimizden
biri olduğu için idrak süreçlerinde rolleri büyüktür. Covey'e göre etkililik konusundaki temel paradigma şöyledir: "İnsanların etkililiğine tesir eden genel ve doğal kanunlardır. Bu kanunlar, yerçekimi kanunu gibi hakiki ve sabittir. İnsani ilişkilerde bunlar; adalet, dürüstlük, izzet, fazilet gibi sıfatlar halinde bizlere rehberlik yapar. Paradigmalar doğa kanunlarına ne kadar yakın olursa, o kadar hatasız fonksiyon görürler. Asli ve evrensel yaratılış kanunlarına uyulduğu takdirde, sosyal ilişkiler pürüzsüz gerçekleşir.
Etkili insanların alışkanlık edindikleri yedi prensip şu şekildedir:
1. Proaktif Ol
2. Sonunu Düşünerek İşe Başla
3. Önemli İşlere Öncelik Ver
4. Kazan/ Kazan Diye Düşün
5. Önce Anlamaya Çalış, Sonra Anlaşılmaya
6. Sinerji Yarat
7. Kendini Yenile
1. Proaktif Ol
İlk üç prensip Covey tarafından "Şahsi Zafer" olarak adlandırılır. Olumlu düşünmek ve hareket etmek, etkili bir insanın temel karakteridir. Doğru hareket eden insanlar, etraflıca düşünülmüş ve benliğe mal edilmiş belli tercihler ve ilkelere göre icraatta bulunurlar. Tepkici insanlar ise insan merkezli, derin, manevi ve kalıcı gerçekler ışığında değil, değersiz, maddi ve gelip geçici şartlara göre hareket ederler. Olumlu düşünen insanlar, istikrarlı paradigmalarına göre belirli bir inisiyatif taşırlar ve buna göre düşünceden aksiyona geçerler. Doğru düşünüp hareket etmek için insanın belli bir şeye karar vermesi ve bunu başarmak için mevcut gücünü bu yolda sarf etmesi, yani varlığını işine adaması gereklidir.
Olumlu insanların başka bir özelliği de enerji ve sermayelerini, bir şeyler yapabilecekleri, yani etkide bulunabilecekleri çevre içinde sarf etmeleridir. Tepkici insanlar ise gayretlerini, kontrol edemedikleri şeyler üzerinde heba ederler. O halde doğru hareket etmenin ölçüsü, tesirde bulunabileceğimiz kendi dairemizde ne kadar çaba sarf ettiğimize bağlıdır.
2. Sonunu Düşünerek İşe Başla
İşin sonunu düşünmektir. İnsan ölümünü düşünmeli, dünyanın fani olduğunu unutmamalıdır. Yoksa hayat boyu meşguliyetler içinde, oradan oraya koşturabilir, ama hedefine ulaşamaz.
Sonunu düşünmek, insanın bugün yaptığı işlerde, hayatının bir gün sona ereceğini hesaba katarak kriterlerini belirlemesidir. "Nereye gidiyorum?' sorusuna tatmin edici bir cevap bulabilen, şu anda nerede olduğunu daha iyi tespit edebilir ve daima doğru yolda ilerlemeye çalışır.
Alışkanlığın temelinde kişisel liderlik ilkeleri vardır. Bu, liderliğin ilk yaratım olduğu anlamına gelir. Liderlik, yöneticilik değildir. Yöneticilik ikinci yaratımdır. Yöneticilik, taban çizgisinde bir odaktır. Bazı şeyleri en iyi nasıl yaşayabilirim? Liderlik ise tavan çizgisiyle ilgilenir. Başarmak istediğim şeyler nedir? İkisi arasındaki bu önemli ayrımı kavramak istiyorsak, bir grup üreticinin vahşi ormanda baltalarla kendilerine yol açtıklarını hayal etmek gerekir. Onlar üreticidir, sorun çözücüdür. Ağaçları keser, ormanın zeminini temizler. Yöneticiler onların gerisindedir. Baltaları biler, işlem ve politika konularında el kitapları hazırlar, kas geliştirme programları uygular, kurslar düzenler, gelişmiş teknolojiyi işe katıp çalışma programları ve balta sallayanlar için ücretlendirme programları hazırlar. Burada lider en yüksek ağaca çıkan, etrafı inceleyen ve sonra da “yanlış ormandayız” diye bağıran kişidir.
Etkili olmak yalnızca harcadığımız çabaya değil, çabalarımızı doğru ormanda sürdürmemize bağlıdır. Hemen her endüstri ve meslekte görülen dönüşüm, önce liderliği sonrada yöneticiliği gerektirir.
Güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç birbirine bağımlıdır. Bu dört etken bir arada bulunduğu, birbirini canlandırdığı ve uyum sağladığı zaman soylu bir kişiliğin, dengeli bir karakterin, mükemmel bir şekilde bütünleşmiş bir insanın müthiş gücünü yaratır.
Alternatif Merkezler
Hepimizin bir merkezi vardır, ama genelde bunun tam olarak farkında olamayız. Ayrıca bu merkezin, yaşamımızın her yönü üzerindeki yaygın etkilerini de fark etmeyiz. Şimdi kısaca insanların sahip oldukları tipik birkaç merkezi ya da temel paradigmaları inceleyelim. Eş Merkezlilik
Evlilik, insan ilişkilerinin en içten, en doyurucu, en dayanıklı ve geliştirici ilişkisi olabilir. İnsanın doğal olarak karısını ya da kocasını seçmesi çok doğal ve uygun görülebilir.
Aile Merkezlilik
Sık görülen bir merkez de ailedir. Aile merkezli olanlar kişisel değer yada güvenlik duygusunu aile geleneği ve kültüründen ya da güvenlik duygusunu aile geleneği ve kültüründen ya da ailenin itibarından alırlar.
Merkezlerinde aile olan anne babalar çocuklarını nihai iyiliklerini gerçekten düşünerek yetiştirmek için gereken duygusal özgürlükten ve güçten yoksundurlar. Güven duygusunu aileden aldıkları için, çocuklarına kendilerini sevdirme gereksinimi ağır basar ve bu çocukların büyüme ve gelişmelerine yapılacak uzun vadeli yatırımların önemini azaltabilir ya da dikkatleri o andaki uygun ve doğru davranışlar üzerinde toplanır. Uygunsuz buldukları herhangi bir hareket güvenliklerini tehdit eder. Bağırıp çağırabilirler. Aşırı tepki gösterip öfkeleri yüzünden çocuğu cezalandırabilirler. Çocuklarını koşullu olarak sevmeye eğilimlidirler. Onları duygusal açıdan bağımlı ya da asi yaparlar.
Para Merkezlilik
İnsan yaşamının diğer bir mantıklı ve son derece yaygın merkezi de para kazanmaktır. Bazen para kazanmanın görünüşte soylu gerçekleri vardır. İnsanın ailesine bakma isteği gibi.Bunlar gerçekten önemlidir. Ancak, merkez olarak parayı kazanmayı seçmek felaketi de beraber getirir. Para merkezli insanlar çoğu aileyi ya da diğer öncelikleri bir yana bırakırlar. Ekonomik zorunlulukların her şeyden önce geldiğini herkesin anlayacağını sanırlar.
İş Merkezlilik
Merkezi iş olan insanlar “işkolik” olabilir. Sağlıklarını, ilişkilerini ve yaşamlarının diğer önemli alanlarını feda ederek, üretmek için kendilerini zorlarlar. Temel kimlikleri işlerine bağlıdır. “Ben doktorum” “Ben bir yazarım” “Ben bir oyuncuyum” kimlikleri ve öz değerleriyle ilgili anlayışları işlerine bağlı olduğu için güvenlikleri bunu sürdürmelerini engelleyecek her şeye karşı savunmasızdır.
Mülkiyet Merkezlilik
Bir çok insan sahip olduğu şeylerin güdümündedir; yalnızca modaya uygun giysiler, evler, arabalar, tekneler ve mücevherler gibi elle tutulan maddi varlıklar değil, elle tutulamayan şan, şöhret ya da toplumda önemli biri olmak gibi şeylerde buna dahildir. Çoğumuz deneyimlerimiz sonucu bu tür bir merkezin ne kadar hatalı olduğunu öğrenmişizdir. Çünkü bu, çabucak kaybolabilir ve birçok gücün etkisi altındadır.
Borsadaki kriz yüzünden servet yitiren insanların ya da siyaset alanında gözden düştükleri için itibar kaybına dayanamayanların intihar etmeleri buna örnektir.
Dost/Düşman Merkezlilik
Dost ya da düşman merkezli kişinin güvencesi yoktur. Öz değer duyguları değişkendir, başkalarının davranışları ya da duygusal durumlarının bir işlevidir. Rehberliği, diğer insanların vereceği tepkiyle ilgili sezgisi sağlar. Bilgeliği ise toplumsal mercek ya da düşman merkezli bir paranoya kısıtlar. Bu kişinin hiçbir gücü yoktur. Onun iplerini başkaları çekmektedir.
Bir İlke Merkezlilik
Yaşantımızın merkezini doğru ilkeler üzerine oturtturursak yaşamı destekleyen dört etkenin değişmesi için sağlam bir temel de yaratmış oluruz. İlkeler hiçbir şeye tepki göstermezler. Öfkelenip bize farklı bir biçimde davranmazlar. Bizi boşamaz ya da en yakın dostumuzla kaçmazlar. Bize kötülük etmek niyetinde değillerdir. İlkeler ölmez. Yangın, deprem ya da hırsızlıkla yok edilemezler. İlkeler derin, temel gerçeklerdir. İnsanlığın ortak paydasıdır. Onlar, yaşamı kusursuz, tutarlı, güzel ve güçlü bir biçimde sımsıkı dokuyan ipliklerdir. Yazar incelediğimiz merkezlerin yarattığı değişikliği anlamamız için şu örneği verir. Akşam eşinizi bir konsere davet ettiniz. Biletleri aldınız. Eşiniz konsere gideceği içi çok sevinçli. Öğleden sonra saat dört. Birdenbire patronunuz sizi odasına çağırıyor ve ertesi sabah saat dokuzda yapılacak önemli bir toplantıya hazırlanmak için kendisine yardım etmeniz gerektiğini söylüyor. Eğer Eş-Merkezli ya da Aile-Merkezli; bir gözlükle bakıyorsanız aklınız eşinizde kalacaktır. Patronunuza kalamayacağınızı söyler ve eşinizi hoşnut etmek için onu konsere götürürsünüz. Eğer Para-Merkezli; bir mercek ardından bakıyorsanız, ilk önce alacağınız fazla mesai ücretini ya da geç vakitlere kadar çalışmanın işte yükselmenizin nasıl etkileyeceğini düşünürsünüz. Karınızı arayıp ona sadece büroda kalmanız gerektiğini söylersiniz. Eğer İş Merkezliyseniz; fırsatları düşünürsünüz. Patronun gözüne girip işinizde ilerleyebilirsiniz. Bunun ne kadar çalışkan olduğunuzu kanıtlayacağına inanırsınız. Mülkiyet Merkezliyseniz; fazla mesai saatiyle alacaklarını düşünürsünüz. Zevk Merkezliyseniz; geç saatlere kadar çalışmanız karınızı mutlu edecek olsa bile, muhtemelen işi kenara itip konsere gidersiniz. Geceyi dışarıda geçirmek en doğal hakkınızdır! Dost Merkezliyseniz; arkadaşlarınızı da konsere davet edip etmediğinize bağlıdır ya da istekli arkadaşlarınızın da geç vakitlere kadar çalışıp çalışmayacaklarına. Cemaat Merkezliyseniz; sizi cemaatin diğer üyelerinin konsere gidip gitmeyecekleri, iş yerinizde onlardan bazılarının çalışıp çalışmadıkları ya da konserin türü etkileyebilir. Ben Merkezliyseniz; dikkatinizi size en fazla çıkar sağlayacak şeye verirsiniz. İlke Merkezliyseniz; durumun yarattığı duygulardan ve sizi etkileyecek diğer etkenlerden uzak durursunuz. Seçenekleri değerlendirirsiniz. En iyi çözümü bulmaya çalışırsınız. İlke merkezli bir kişi olarak her şeyi farklı gözle görürsünüz. Başka türlü düşünür, başka türlü davranırsınız. Değişmeyen, sağlam bir özden kaynaklanan, zamana mekana göre değişmeyen yüksek düzeyde güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücünüz sayesinde çok etkili bir yaşam temeline sahip olursunuz. Herkesin yaşamında belirli bir görevi ya da misyonu vardır. Bu nedenle, kişinin ne yeri doldurabilir, ne de yaşamı tekrarlanabilir.
Beyninizin Tamamını Kullanmak
Herkes beyninin her iki tarafını da kullanır. Ancak genellikle her insanda sağ ya da sol yan ağır basar. Kuşkusuz ideal olan, her iki yan arasında güzel bir köprü kurma yeteneği yaratmak ve geliştirmektir. Böylece önce durumun neyi gerektirdiği sezilir, sonra da onunla başa çıkmak için uygun araç kullanılır.
Biz aslında sol beynin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Burada sözcüklere, ölçülere ve mantığa büyük değer verilir. Doğamızın daha yaratıcı, sezgisi güçlü ve sanatsal yanı ise çoğu zaman ikinci plana atılır. Çoğumuz sağ beyin kapasitemizden yararlanırken daha fazla zorlanırız. Sağ beyin kapasitemizden ne kadar yaralanırsak, hayal etme, sentez yapma, zamanı ve koşulları aşabilme, ne olmak ve ne yapmak istediğimizle ilgili üç boyutlu bir resim yapabilme gücümüz de o kadar artacaktır.
3. Önemli İşlere Öncelik Ver
Son yıllardaki zaman yönetimi tekniklerinin de vurguladığı gibi, önceliklerin organize ve icra edilmesi, gerek fertlerin gerekse kurumların etkililiği açısından çok önemlidir. Olumlu hareket eden insanlar, acil olmasa bile önemli olan faaliyetler üzerinde yoğunlaşırlar. Zaten etkili yönetimin özü de budur. Tepkici insanlar ise, enerjilerini krizler, bitmeyen problemler, kısa vadeli projeler üzerinde harcayıp tüketirler.
Bundan sonraki üç prensip "Ekip Zaferi" olarak isimlendirilmektedir. Şahsi zaferler elde eden insanlar, bağımsızlıklarını kazanırlar. Dördüncü, beşinci ve altıncı prensipler, bağımlılıktan kurtulan bu insanları birbirine bağımlı hale getirir, böylelikle grup veya kurum üyeleri arasında işbirliği, ekip çalışması, sağlıklı iletişim, kollektif şuur oluşur. Covey, bu noktada "Duygusal Banka Hesabı" şeklinde bir benzetme yapar
Duygusal Banka Hesabı
Bankaya para yatırır ve bir birikim oluştururuz. Gerektiği zamanda oradan para çekeriz. Duygusal Banka Hesabı, bir ilişki içindeki güven oranını belirleyen bir benzetmedir. Bu, başka bir insanın yanında kendinizi emniyette hissetmenizdir.
İncelik, sevecenlik, dürüstlük, anlayışlı olma, sözünde durma, dedikodudan kaçınma bu hesaba yatırılan "depozitolar"dan bir kısmıdır. Böylece karşılıklı güven düzeyi artar. Eğer hata yapılırsa, o duygusal birikim bunu telafi eder. İletişim açık seçik değildir belki, ama siz yine de ne demek istenildiğini anlarsınız. Bir sözcük yüzünden hemen karşınızdakini suçlamazsınız. Güven hesabı kabarık olduğu zaman, iletişim rahat, çabuk ve etkili olur. Bu hesap, ilişkilerdeki samimiyet ve itimat miktarına göre değişir.
4. Kazan/ Kazan Diye Düşün
Kazanma/kazanma mantığıyla hareket eden insanların, ümitli ve azimli bir şekilde, daima dayanışma ve işbirliği içinde olacaklarına dikkat çeker. Kazanma/kaybetme düşüncesiyle hareket eden insanlar için ise hayat bir savaştan ibarettir. Dünya onlar için rakiplerin alt edildiği bir arenadır. Yeryüzündeki nimetlerin herkese yeteceğini düşünen insanlar kazanma/kazanma mentalitesini taşırlar. Kıtlık içinde yaşadığımızı düşünen ve mevcut tek pastayı paylaşma mücadelesiyle herkesi rakip olarak görenler ise kazanma/kaybetme zihniyetine sahip kişilerdir. Netice itibariyle galip olanlar, hep kazanma/kazanma mantığıyla hareket edenlerdir.
İnsan Etkileşimleriyle İlgili Altı Paradigma
Kazan/Kazan, bir teknik değildir. Bu, insanlar arasındaki etkileşimle ilgili bütüncül bir felsefedir. Aslında; insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin altı paradigmasından biridir. Diğer paradigmalar ise şunlardır:
* Kazan/Kazan * Kaybet /Kaybet
* Kazan/Kaybet * Kazan
* Kaybet/Kazan * Kazan/Kazan ya da Anlaşma Yok
a. Kazan/Kazan: Kazan/Kazan zihinsel ve duygusal bir düşünce tarzıdır. Bütün insan etkileşimlerinde sürekli olarak karşılıklı yarar arayışındadır. Kazan/Kazan, anlaşma ya da çözümlerin karşılıklı yarar ve hoşnutluk sağlanması anlamına gelir.
b. Kazan/Kaybet: Kazan/Kazan‘ın bir alternatifi, yarışma paradigması olan Kazan/Kaybet’tir. “Ben kazanırsam, sen kaybedersin” der. Liderlik tarzı bakımından Kazan/Kaybet, otoriter bir yaklaşımdır: “Benim istediğim olur. Senin istediğin olmaz.” Kazan/Kaybet paradigmasına bağlı insanlar, istediklerini elde etmek için konum, güç, kimlik, varlık ya da kişiliklerden yararlanırlar.
c. Kaybet/Kazan: Bazı insanlar ise tersine; Kaybet/Kazan’a göre programlanmıştır.
“Ben kaybettim sen kazandın.”
“Haydi! Bana istediğini yap.”
“Yine beni ez bakalım. Herkes öyle yapıyor.”
“Ben hep kaybederim her zaman kaybettim.”
“Ben huzuru sağlamaya çalışırım. Huzurun bozulmaması için her şeyi yaparım.”
Kaybet/Kazan, Kazan/Kaybet’ten daha kötüdür. Çünkü bunun standartları; yani istekleri, beklentileri, hayalleri yoktur.
ç. Kaybet/Kaybet: İki Kazan/Kaybet tipi yan yana geldiğinde, yani iki kararlı, inatçı bencil kişi etkileşim kurduğunda sonuç Kaybet/Kaybet olur. İkisi de kaybeder. İkisi de kinlenip “hesap sormak” ya da “intikam almak” isterler. Cinayetin intihar, intikamın ise iki yanı keskin bir kılıç olduğu gerçeğini göremezler.
d. Kazan: Çok görülen diğer bir seçenek, sadece “kazan” diye düşünmektir. Kazan zihniyeti olan insanların bir başkasının kaybetmesini istemeleri zorunlu değildir. Bunun konuyla bir ilgisi yoktur. Önemli olan istediklerini elde etmeleridir.
e. Kazan/Kazan Ya da Anlaşma Yok: Bu insanlar iki tarafın da kabul edebileceği sinerjik bir çözüm elde edemediklerine göre Kazan/Kazan’ın daha da yüksek bir ifadesi olan “Kazan/Kazan Ya da Anlaşma Yok” yolunu seçebilirler. Anlaşma yok yönetimi, temelde şu anlama gelir: İkimizin de işine yarayacak bir çözüm bulamıyorsak, anlaşma yapmamak konusunda dostça anlaşırız; yani, ”Anlaşma Yok!”tur.
5. Önce Anlamaya Çalış, Sonra Anlaşılmaya
Bu ilke insanlar arasındaki etkili iletişim anahtarıdır. Biri konuşurken dört düzeyde dinleriz. Bir; umursamıyor ve onu dinlemiyor olabiliriz. İki; dinliyormuş gibi yaparız. Üç; seçerek dinliyor, konuşmanın sadece belirli bölümlerini duyuyor olabiliriz. Dört; dikkatle dinliyor, ilgi gösterip enerjimizi söylenen sözlere yöneltiyor olabiliriz. Ama pek azımız beşinci düzeyi; empatik dinlemeyi yani kendisini karşısındakinin yerine koyarak dinlemeyi deneriz. Anlaşılmaya çalışmak ise Etos, Patos, Lagos’un uyumu ile gerçekleşir. Bunlar ;
Etos: Sizin kişisel inanırlığınızdır.
Patos: Empatik yanınızdır, duygudur.
Lagos: Mantıktır. Sunuşun, akıl yürüten kısmıdır.
Empatiyle Dinlemek: “Önce Anlamaya Çalış” ilkesi çok esaslı bir paradigma değişimini gerektirir. Genellikle önce anlaşılmak isteriz. Çoğu insan karşısındakini anlamak amacıyla değil, yanıtlamak amacıyla dinler. Ya konuşurlar ya da konuşmaya hazırlanırlar. Her şeyi kendi paradigmalarının eleğinden süzüp başkalarının yaşamlarını kendi öz yaşamlarıyla özdeştirirler.
6. Sinerji Yarat
Sinerji ilke merkezli liderliğin özüdür. Sinerji, bir bütünün parçalarının toplamlarından daha büyük olması demektir. İki tahta parçasını bir araya koyduğumuz zaman, ayrı ayrı taşıyabilecekleri ağırlıktan daha fazlasını kaldırır. Bu bir sinerjidir. Kadın ile erkeğin dünyaya bir çocuk getirmesi de bir sinerjidir. Sinerjinin özü farklılıklara değer vermektir. Onlara saygı göstermek güçlü yanları üzerine inşa etmek, zayıf yanlarını telafi etmektir. Tabiatta herşey birbiriyle ilişki halindedir. İnsani ilişkilerde de farklılıklara dayalı, kusurları görmeyen, zayıflıkları telafi edici bir dayanışma sergilenirse, samimiyet derecesinin artmasıyla birlikte oluşan ve beraberinde gelişen bu sinerji sayesinde ortak problemler çok daha etkili bir biçimde analiz edilip çözülecektir. Japonların iş dünyasındaki başarılarının arkasında bu güç yatmaktadır.
7. Kendini Yenile
Kendini Yenile (Baltayı bile) kendi kendimizi korumak ve geliştirmektir. Doğamızın dört boyutunu fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal yanlarını yenilemektir.” Baltayı bilemek” temelde bu dört yönlendirmenin hepsini birden ifade etmektir. Bunu yapmak içinde daha öncede bahsedildiği gibi proaktif olmak gerekmektedir. Bu yaşam boyu kendimize yapabileceğimiz en önemli yatırımdır. Biz kendi çalışmalarımızın aracısıyız ve etkili olup baltayı bu dört biçimde bilemek için düzenli olarak zaman ayırmanın önemini kavramak zorundayız.
Kendini yenilemek dört boyutta gerçekleşebilir:
1. Fiziki (egzersizler, dengeli beslenme, stresten uzak durma)
2. Ruhi (değerlerin belirlenmesi, belli bir hedefe kilitlenme, azim ve irade)
3. Zihni (okuma, tahayyül, planlama, yazma)
4. Sosyal/hissi ( empati ve sinerji, yani başkalarının hislerini anlama ve dayanışma)
Sağduyu ve vicdandan kaynaklanan bütün bu prensiplerden sonra şu gerçeği de vurgulamak gerekir: En etkili insan, olgun insandır. "Yalnız Kahraman" olma hayaliyle ekip ruhunun çarpan etkisinden mahrum kalmak, değişim ve dönüşümlerin birbirini kovaladığı sürat çağında demode olgulardır. Yukarıdaki prensiplere uyup "etkili" bir hayat yaşayan insanın başarısız olmasına imkan olmadığı gibi, çevresine de katkısı aynı ölçüde etkili ve pozitif olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder