Osmanlı Devleti’nde Seyyidler ve Dervişler, Rüya Kılıç, Hacettepe Üniversitesi Doktora Tezi, 2000, Ankara
Rüya KILIÇ tarafından Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde 2000 yılında yapılan “Osmanlı Devleti’nde Seyyidler ve Dervişler“ konulu doktora tezi dört bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde; Osmanlı öncesindeki duruma değinilmiş, ikinci ve üçüncü bölümde; Osmanlı dönemindeki hukuki ve sosyal boyut incelenmiş, son bölümde; iktisadi ve kurumsal boyuttaki tespitler belirtilerek sonuç bölümüyle birlikte teze son verilmiştir.
Tez yazarına göre öne sürülen ve saptanan hususlar aşağıya çıkarılmıştır:
Bu tez çalışmasının amacı, Osmanlı toplumunda özel bir mevkiye sahip olan fakat şimdiye kadar üzerinde durulmayan seyyidler ve dervişler hususunu araştırmaktır. Bir sosyal tarih çalışması olarak hazırlanan bu araştırmada, Osmanlı toplumunda seyyid ve şerifler bütün yönleriyle ele alınarak siyasi, iktisadi ve sosyal hayatta beliren bu grubun Osmanlı tarihi içindeki yerinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.
Tezde, Seyyidler ve şeriflerin Osmanlı toplum yapısı içindeki hukuki ve sosyal statüleri incelenmiştir. Böylece, seyyidler ve müteseyyidlerin kim olduğu ile sosyal konumları hukuki meseleler çerçevesinde ele alınmıştır. Seyyidlerin toplum i
çindeki konumları toplumda seyyidlik ve şerifligin en çok vurgulandığı renkli alanlardan olan ulema, sufi ve aşiret kesiminde olmak üzere üç alt başlık altında araştırılmıştır. Son olarak, konunun birbiriyle yakından bağlı olan üç cephesi, yani grubun yönetimle ilişkileri, bir imtiyaz alanı olarak iktisadi durumu ve bu çerçevede nakibül-eşraflık müessesesi incelenmiştir.Bugünkü Türk toplumunda da özel bir yere sahip olan seyyidler-şerifler grubunun kökleri geçmişe dayanan tarihi ve sosyal boyutlan bulunmaktadır. Geniş bir coğrafi alanda altı yüz yıl gibi uzun bir zaman var olmuş olan Osmanlı Devleti, muhtelif kültürlerle etkileşimde bulunmakla birlikte, esas olarak islam medeniyeti dairesi içinde yer almıştır. İdari, siyasi ve kültürel yaşamında kendini büyük ölçüde hissettiren İslami miras, Osmanlı sosyal yapısında da kendini göstermiştir. Bunun en güzel örneklerinden biri seyyid ve şeriflerdir.
İslamiyetten önce Arap toplumunda mevcut asalet olgusunu yansıtan seyyid ve şerif ünvanları islamiyetten sonra da toplum içinde bir nüfuza sahip olan Peygamber soyu için kullanılmıştır. Ancak, burada bahsedilenlerin kimleri içerdiği tarih boyunca tartışılan önemli bir konu olmuştur.
Seyyidin topluluk üzerindeki otoritesi esas itibariyle ona duyulan saygıya dayanmaktadır. İslami gelenekte seyyidler ve şeriflere saygı göstermenin gerekliliği yüzyıllar boyunca ince bir biçimde işlenmiştir.
Tarihi olarak müslüman toplumumun kabul ettiği söz konusu kan asaletinin ortaya çıkışında, bir yandan islam öncesi sosyal yapı, diğer yandan da islami dönemde hilafet meselesi etrafında yoğunlaşan mücadele ve tartışmalar etkili olmuştur.
İslam toplumlarında özel bir sosyal grubun ifade biçimi olan seyyid ve şerif ünvanlarına ilk defa islamiyet öncesi Arap toplumunda rastlanmaktadır. İslamiyetten önce siyasi, idari ve sosyal bir fonksiyonu ifa eden asabe, neseb ve hasebin hakim olduğu Arap toplumunda seyyid ve şerif, asil bir soydan, başka bir deyişle temiz bir nesebden gelen şeref sahibi ve kuvvetli bir asabiyetle muhitinde nüfuz kazanan kabile reisi kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Bedevi toplumunda güçlüklere karşı dayanışmayı sağlayan, aile, kabile ve kabileler grubunu birbirine bağlayarak onları ortak harekete sevk eden kan akrabalığıdır. Seyyid-şerif olmanın tek şartı, bu sülalenin kanını taşımaktır. Siyasi yapılanmanmada, kabileye, eşit hak sahipleri arasından seçilen seyyid, şerif, emir veya şeyh ünvanları verilen bir kişi başkanlık etmektedir. Böylece, Arapça'da "ulu, büyük, efendi, emir, bey, reis" anlamlarına gelen seyyid ve şerif ünvanlarını islam öncesi Arap toplumunda bir kabilenin bağlılığı için kullanıldığı görülmektedir.
Söz konusu grubun toplum içinde belirmesinde, eski Arap kabile ve asalet statüsünün islamdan sonra da devamı ve hilafet kurumu etrafındaki mücadelelerin etkisi görülmektedir.
Halkın desteğini almak, meşruiyetlerini ispat etmek için islam tarihinde pek çok hanedan seyyid ve şerif olduğunu iddia etmiştir.
Kurulan ilişkiler neticesinde farklı sosyal gruplara mensup seyyidler, Türk toplumunda yer almaya ve evlilikler yoluyla da tedricen tipik seyyid sülaleleri oluşturmaya başlamışlardır.
Osmanlı devleti de ilk dönemlerden itibaren ülkesine gelen seyyidler ve şerifleri büyük bir saygıyla kabul etmiş, onları bir takım imtiyazlarla donatmıştır. Osmanlı devletinin hukuki yapısında, seyyidler ve şerifler yasalar karşısında eşit olmakla beraber toplumdaki saygınlıklarına uygun olarak uygulamada ve cezalandırılmalarında bir takım ayrıcalıklara sahip olmuşlardır. Bunların iktisadi açıdan imtiyazları ise, vazife tayini ve bir takım vergilerden muafiyet olarak özetlenebilir.
Osmanlı'da seyyidlik-şeriflik için baba yeterlidir. Anne köle dahi olsa çocuk seyyid veya şeriftir. Osmanlı Devleti'nde seyyid ve şerif olmak o kadar da zor değildir. Reaya statüsündeki bir kişi biraz para veya kurulan dostluklar ile kendisi ve ailesi için seyyid ünvanını kazanabilirdi.
Böylesine önemli bir grubun üyesi olmanın sağlayacağı maddi ve manevi imtiyazlar, Osmanlı toplumunda da daha önceleri olduğu gibi müteseyyidlik (sahte seyyidlik) olgusunu geliştirmiştir. Müteseyyidlerin sayısının hızla artışı ise, yönetim ve halk açısından bazı sorunları beraberinde getirmiştir. Seyyidlik ve şerifliğin maddi-manevi kazançlar insanları öylesine cezbetmiştir ki, yönetimin aldığı tedbirler bile müteseyyidlerin sayısının hızlı artışını engelleyememiştir.
Seyyid ve şeriflerin toplum içindeki yüksek mevkilerine paralel olarak, mahkemelerde de şahitlikleri iki kişi yerine geçiyordu. Ancak bunun zamanla kötüye kullanıldığı görülmüştür.
Seyyidler ve şeriflerin toplumun diğer gruplarıyla olan farklılıkları taşıdıkları kıyafet ile de somut bir biçimde vurgulanmaktadır.
Toplumdaki bu genel kabule uygun olarak seyyid ve şeriflerinde ilmiyenin degişik kademelerinde görev aldıkları bilinmektedir.
Seyyidlik iddialalarının XVI. yüzyıldan itibaren sosyal dengeyi sarsacak şekilde hızla artması ise, Osmanlı yönetimini bazı tedbirler almaya zorlamıştır. Yönetimin bu konudaki en büyük yardımcısı nakibül-eşraflık kurumudur.
Seyyidler grubuna girerek maddi ve manevi imtiyazlardan yararlanmak isteyen bir kişi öncelikle devletin onayını almak zorundadır. Köklü bir seyyid aileye mensup olsa bile bunu nakibül-eşraf önünde ispat etmek gerekmektedir.
Söz konusu grup zaman zaman imtiyazların kullanılması noktasında, kendi çıkarları tehlikeye giren yöneticiler ve reaya ile karşı karşıya gelmiştir.
Sonuç olarak; halkın desteğini sağlamak, meşruiyetlerini tasdik ettirmek için islam tarihinde birçok hanedanın siyasi amaçlarla seyyidlik ve şerifliği kullandıkları gözlenmektedir. Osmanlı hanedanı ise, hiçbir zaman seyyidlik ve şerifliğin siyasi boyutunu kullanmamış ve kendi topraklarında da bu amaçla kullanılmasına izin vermemişlerdir. Bununla beraber, diğer müslüman devletlerde olduğu gibi Osmanlı Devleti'nde de seyyidler ve şerifler saygın bir grup olarak yerlerini korumuş ve bir takım sosyal ve iktisadi imtiyazlarla donatılmıştır.
Tezin sonunda, seyyid ve şeriflerin, Osmanlı toplumunun daha önceki klasik İslam toplumlarıyla ortak geleneksel bir karakteri yansıttığını söylemek mümkündür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder