12 Kasım 2012 Pazartesi

Eğitim Reformu ve Dersaneler

Osmanlı Devleti dönemi dâhil, Tür-kiye’nin son dört yüz yıllık tarihi, bir açıdan reformlar tarihidir.
Ne var ki, üç asırlık ıslahat hareketleri Osmanlı Devleti’ni sürekli daha kötüye gitmekten ve nihayet yıkılmaktan koruyamadığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti döneminde yapılan devrimler ve/veya reformlar da ortaya bir dünya görüşü, mûsikîsi, edebiyatı, mimarisi, iskân ve şehirleşme politikası, ekonomisi, sosyolojisi olmayan bir ‘maganda medeniyet’ çıkarmıştır.
Her yeni iktidarın Türkiye’de yaptığı ortak bir şey varsa, o da “eğitim reformu” olmuş, meslek itibarıyla bir İngilizce öğretmeni olarak yakından bilip, yaşadığım bir vakıa olarak, yabancı dil öğretim şekil ve metodunu değiştirip durmak da, zaman zaman bu reforma dâhil edilegelmiştir. Fakat, dünyada yabancı dil öğrenmenin büyük problem olduğu ve nüfusa göre yabancı dil bilen insan sayısının en az bulunduğu ülke de herhalde Türkiye’dir. On yıllık AKP iktidarında Türkiye, yeni eğitim–öğretim yılına sanırım üçüncü bir eğitim reformuyla başladı. Bu reformun içine, Başbakan’ın kararlı tutumundan anlaşıldığı kadarıyla, gelecek eğitim–öğretim yılından itibaren üniversiteye hazırlık dersanelerinin kaldırılması da dâhil edilecek. Bunun için de, üniversiteye imtihansız giriş çalışmaları yürütüldüğünü bizzat Millî Eğitim Bakanı’nın ağzından öğrenmiş bulunuyoruz.
Orta öğrenimimi Konya İmam–Hatip Okulu’nda yaptım. O dönemde İmam–Hatip Okulları’nın orta kısımları dört yıldı. Arapça’dan kitap tercümesine yetecek seviyedeki Arapçamı İmam–Hatip orta kısmında aldım. Ama peşpeşe gelen eğitim–öğretim reformları sayesinde bugünün İlâhiyat fakülteleri 1960’ların İmam–Hatipleri seviyesinde olamadığı gibi, bugünün liseleri de, belki o yılların ortaokulları, hattâ ilkokulların 4 veya 5’inci sınıfları seviyesinde olabilir. İmtihansız girilecek bir üniversite nasıl olur, yetkililerin herhalde bu konuda bir planları vardır. Fakat bir gerçek varsa o da şu ki, her yeni eğitim–öğretim reformu, Türkiye’de eğitim ve öğretimin seviyesini ve kalitesini düşürmüştür. Çünkü, bütün reformlarda ana gaye ideolojik ve siyasî olmuştur. Çok basit ve tabiî bir kaide olarak, bir yerde arz varsa, orada talep var demektir. Eğer bu ülkede üniversiteye hazırlık dersaneleri varsa bu, tamamen eğitim–öğretim sistemimizin, daha da öte, siyaseti, ekonomisi, medyası, sosyolojisi gibi, bu sistemin de bir parçası bulunduğu ülkedeki genel egemen sistemin ortaya çıkardığı ihtiyaç sebebiyledir. O bakımdan, piyasadaki bir malı ortadan kaldırmanın yolu, ona olan ihtiyacı yok etmek, fakat bu ihtiyacı yok ederken, karşılanamayacak, karşılanması her bakımdan çok daha pahalıya patlayacak ve yepyeni problemler üretecek yeni ihtiyaçlara kapı açmamaktır. Ayrıca, dersanecilik, ekonomik sahada da çok tabiî bir özel teşebbüstür. Evde verilebilecek özel bir dersi, yardımlaşma ile daha geniş bir platformda vermek demektir. Hukukî sınırlar içindeki herhangi bir özel teşebbüse mâni olmak ise, en azından, özel teşebbüs hürriyetine müdahaledir.
Dersaneler, halka elbette okulların üzerinde belli bir mâlî külfet getirmektedir. Fakat bunu gidermek için onları özel okullara dönüştürmek, söz konusu mâlî külfeti en az 5’e, 6’ya katlamak demektir. Meselâ, İstanbul’da dersanenin bir öğrenciye yıllık külfeti ortalama 2000 lira ise, özel okul öğrencisine 15.000 liradır. Kaldı ki, özel okulların öğrencileri de dersanelere gitmektedir. Çünkü dersaneler, asıl fakir aileler için çocuklarına üniversitelere girebilmede bir fırsat eşitliği meydana getirmekte ve rekabet imkânı sağlamaktadır. Dersaneleri kapatalım derken inşaallah daha büyük problemlere kapı açmış olmayız.

Ali ÜNAL- Zaman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder