25 Temmuz 2015 Cumartesi

ÖYKÜNME

Otobüs doğanın sessizliğine inat, göz alabildiğince uzanan bozuk asfaltta homurdanarak ilerliyordu. Serin bir akşamüstüydü. Yolun iki yanında  uzanan tarlaların yeşili, olduğundan daha koyu renklere bürünmüştü. Bu koyu yeşillik ilerdeki dağlara, tepelere uzanıyor ve gökyüzünün kızılı ile birleşiyordu.

Arabesk müzik araçtaki az sayıda yolcunun sohbetlerine karışıyordu. Adam, otobüsün terlemiş ıslak penceresinden dışarıyı seyrediyordu. Motor gürültüsü, müzik, insan sesleri ulaşamıyordu adama. Yanında oturan ve erkenden uyuklamaya başlayan yaşlı köylünün ara sıra omzuna düşen başı ile otobüsün içine çevrilen bakışları, silinmeye başlayan dışarıya çevriliyordu yeniden.

Küçük kızın görüntüsü, işte böyle bir anda otobüsün penceresinden  doldu içeri ve bir fotoğraf keskinliği ile adamın beynine kazındı. Yola doğru uzanan yeşil tepenin üstünde gördü kızı. Upuzun saçları vardı. Çelimsiz bacaklarını çevreleyen etekliği rüzgarla savruluyordu koşarken; tüm gücüyle koşuyordu küçük kız. Batmakta olan güneşin kızıllığı altında bir gölge gibi tepenin ulaşabileceği en uç noktasına kadar koştu, oradan otobüsü seyretmeye başladı. Yüzünde, bedeninde otobüste olma isteği, otobüsle bilinmezlere, hiç görmediği yerlere savrulma isteği vardı.

Adam, müziğin, insan mırıltılarının, otobüsün homurtusunun, rahatsız koltuklarının uzağında, o tepede olma isteği ile bakakaldı kıza. Büyülenmiş gibiydi. Kız, karşı konulmaz bir biçimde, o tepenin ucunda adamı çağırıyordu.

“Ummak... Yıldızlara özenilmez ama... umut için...” diye mırıldandı. Yaşlı köylü anlaşılmaz gözlerle bakakaldı yanında oturan adama.

***

Akşam üstü idi. Hava oldukça soğuktu. Otobüs terminalinin bekleme salonunda, loş ışıklar altında, boyaları dökülmüş bankların üzerindeki az sayıda insan henüz gelmeyen otobüsü bekliyorlardı. Havada küf ve sigara dumanı karışık berbat bir koku vardı. Yaşlı köylü soğuktan korunmak için ceketinin yakalarını kaldırmış, dudağından sarkan ağızlıklı sigarasından derin nefesler çekiyordu. Beklemekten sıkılmıştı, yaşlandığını hissediyordu. Kasaba ile şehir arasındaki bu gelgitler onu çok yormuştu. Bir kaç parça eşya satıp birkaç kuruş kazanmak için katlanılacak bir hayat değildi yaşadığı.

 Sabah kente iniyor akşama kadar şehrin o kalabalığı, gürültüsü arasında oraya buraya koşuşturuyor, sonra aynı otobüsle akşam geri dönüyordu. Bu gece otobüsün gecikmesi onca yorgunluğun üzerine tuz biber olmuştu.  Ceketinin içine biraz daha gömüldü, dinlenmek için oturduğu banka sırtını iyice dayadı ve gözlerini yumdu bir süre.

Keşke zamanı geçirecek birileri olsaydı yakınında. Etrafına bakındı. Az ötesinde geldiğinden beri okuduğu gazetenin ardına gizlenmiş hiç kıpırdamadan duran adam, gürültücü birkaç asker, çocuğunu uyutmaya çalışan genç bir kadın vardı. Yaşlı adamın artık iyi tanıdığı otobüs firmasının görevlisinin salonun ortasında ağır yürüyüşünü, yürürken sanki yerdeki karoları sayarcasına her adımdan sonra bir an duraklamasını izledi bir süre, yeniden umutsuzca gözlerini kapadı.

Sonra gürültü ile salonun hantal kapısı açıldı. Adam gözlerini yeniden açtı. İçeri iki kişi girmişti. Erkek kahverengi bir mont giymişti. İçine giydiği uzun yakalı siyah gömleğin düğmelenmemiş geniş aralığından kirli atleti görünüyordu. Yanında uzun saçlı, uzun bacaklı çelimsiz bir kız vardı. Yüzü soğukta kıpkırmızı olmuştu. Yaşlı adamın paltosuna gömülü başı içeri giren tanıdık yüzleri görünce umutla yükseldi.
-       Nasılsın ?.. Hayırdır, burada...
Kahverengi mont giymiş adam yanıtladı.
-       Ben değil emmi, bizim ufaklık, şehire gönderecem onu... 
-       Hayrola ne oldu ki ?
-       Olmuyor emmi, bunca nüfus, yetmiyor .... bari bu kızı gönderek dedik biraderin yanına. Orada, ne bileyim ... onun bunun ev işleri filan,  biraz kazanır bir şeyler....
-       Ne yapacaksın oğlum, hayat işte. Ben bu yaşta bu yolu halen haftada iki kere gider gelirim....
-       Seni gördüğüm iyi oldu emmi.... Gözüm arkada kalmayacak..... Kızıma göz kulak  olursun artık.
Kızın içinde tarifsiz heyecan ile birlikte merak, endişe ve azıcık korku da giderek büyüyordu.
-       Daha önce hiç gittin mi şehire?
Kız duymadı bile yaşlı adamın sorusunu. Gözlerinde sevince benzer bir şeyler vardı, odanın içindekileri inceliyor, yeni yaşantısına ait ipuçları arıyordu.

Yaşlı adam sözünü tamamlayamadı. Dışarıda otobüsün gürültüsü duyulmuştu. Yolcular mutlu, doğruldular oturdukları yerlerden. Uyuyanlar uyandı, konuşanlar sustu. Otobüs şirketinin adamı otobüsün geldiğini bağırdı salona. Küçük kız otobüse doğru yönelen insanların en başında ve sabırsızca yürüdü otobüse. Babasının sesini duyuyordu geride. “Aman emmi, bakar ol bizim kıza yolda, Sende bir babası sayılırsın nasılsa.....”.

Kızın heyecanı, merakı ayrılığın ağırlığını iyice hafifletmişti. Acele ile vedalaştı ve otobüsün koltuklarından birine yerleşti ve sabırsızca kendini yeni bir dünyaya taşıyacak otobüsün  hareketini beklemeye başladı. 

Otobüsün iç ışıkları yanmış, camlarında dışarısı kaybolmuştu. Cam sadece aracın donuk içini yansıtıyordu şimdi. Uzun saçlı, çelimsiz kız belli etmeden yanında oturan yaşlı adamı seyrediyordu. İlk kez tek başına ailesinden uzakta idi. Bakışlarında kocaman bir şaşkınlık asılı idi. Adam kıza doğru döndü.
-       Amcan nerede oturuyor şehirde kızım?
Uzun saçlı, çelimsiz kızın bakışları yaşlı adama yakalanmıştı. Birden kendini savunmasız ve yalnız hissetti.
-       Amcan diyorum, amcan.....
Otobüsün iç ışıkları yanmış, camlarında dışarı kaybolmuştu. Cam sadece aracın sevimsiz donuk içini yansıtıyordu şimdi.
- Neden cevap vermiyorsun ?...

Kız konuşmadı. Gözleri şaşkın, otobüsün içinde dolaşıyor, minicik bedeni sarsıntı ile iki yana sallanıyordu. Sigara dumanı yine boğazını yakıyordu. Korku kocaman olmuştu yüreğinde. Bedenini yaşlı adamdan en uzak noktaya doğru kaçırdı. Sırtını yasladığı otobüs camının soğukluğunu hissetti. Kalkacak gibi oldu oturduğu yerden ancak aracın sarsıntısı ile koltuğa yığılıverdi.  

Yaşlı köylü konuştuğuna pişman olmuş, huzursuzca kıpırdanıyordu. Bir süre konuşmadan bekledi ve sonra dayanamayarak yeniden sordu.
-       Seni karşılayacaklar mı şehirde ?...
Kız yeniden kalkmayı denedi, coşku, merak yerini artık sadece korkuya bırakmıştı. Otobüs gecenin karanlığında hızla ilerliyordu. İnsanların mırıltıları azalmış, otobüsün içinde hiç eksik olmayan arabesk müzik daha da hissedilir olmuştu.

Gecenin karanlığına asılı farlar, benzin istasyonlarının, yol üzerindeki küçük kasabaların, köylerin ışıkları  otobüsün penceresinde upuzun renkli izler bırakıyordu. Kızın küçük yüreği korkuyu taşıyamaz olmuştu. Otobüsün içindeki insanların aldırışsız, uykulu yüzleri, yanında oturan yaşlı köylünün şaşkın bakışlarına dayanamıyordu.  Yeniden kalkmayı denedi tüm gücüyle, insanların şaşkın bakışları arasında, yaşlı köylünün üstünden otobüsün koridoruna adeta fırlattı bedenini. Paniğe kapılmıştı.
-       Durdurun , durdurun arabayı, durdurun...
Olanca gücü ile haykırıyordu. İnsan mırıltıları kesildi, müzikle dolu uzun bir sessizlik oldu. Küçücük bedeni titriyordu, gözleri kocaman açılmıştı. Araç, gürültüyle durdu, müzik sustu. Birkaç damla gözyaşı kızın korkudan bembeyaz olmuş yanaklarına doğru süzüldü...

***

Uzaktan kocaman bir leke gibi görünen köy tuhaf bir biçimde yaklaştıkça ufalıyor gibiydi sanki. Sonunda küçücük kalıyordu içine girildiğinde, birkaç ev kadar ancak. Köy ancak kerpiç evlerin bacalarından tüten  dumanla nefes alıyordu sanki. Köyün yaşadığının tek kanıtıydı bacalar. Her yerde çamur vardı, evlerin avlularında, köyü ikiye ayıran ve başka siyah noktalara doğru uzanan köy yolunda, insanların giysilerinde.

Köyün ucundaki tepeden uzaklarda başka siyah noktalar, başka köyler görünüyordu. Hava soğuktu. Sert bir rüzgar esiyordu. Tepenin altında göz alabildiğince uzanan bozuk asfaltta eski bir otobüs doğanın sessizliğine inat, homurdanarak ilerliyordu.

Adam olduğu yere çöktü. Başını avuçlarının arasına sakladı. Üşüyordu. Bedeni iyice büzülmüş, tepenin önüne serili bozuk asfaltın üstünde bir motor gürültüsü aradı umutsuzca. Uzaktan köpek ulumaları işitiliyordu. Henüz yaktığı sigarasının dumanını boşluğa doğru savurdu.

“Ummak... Yıldızlara özenilmez ama... umut için...” diye mırıldandı. “umutların gerçekleşmesi değil ama umudun kendisi hayatta en bulunmaz şeydir...ve ancak umutla yaşanır  ve sadece onun eşliğinde ulaşılabilir ölüme... ”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder