28 Temmuz 2015 Salı

Kuzeyden Güneye İtalya

     Sağda solda hep konuşulan bişey vardır, klişe "ya abi adamlar bizden elli yıl ileride" falan. Ben bu tarz konuşmalara tırnak içinde "batı hayranlığına" (gerçekten de öyle bkz.) hep mesafeli durmuşumdur. Yani nedir bu ileride olmak ne ileride acaba falan diye?  Çünkü çevremdeki ilericilik anlayışı avm sayılarına ve betonlaşmaya endeksli olduğu için bu ileride olma meselesinin de benzer bişey olabileceğini düşünüyordum... Değilmiş. Bu gezide insanların aynı olaylara nasıl farklı açılardan bakıp nasıl gelişim sağladıklarını gördüm. Bende bir batı hayranlığı oluşmadı yada "batının iyi yanlarını alalım kötü yanlarını almayalım" gibi saçma cümleler kuracak kıvama da gelmedim. Peki beni ne etkiledi? İnsanların olaylara bakış açılarındaki küçük değişikliklerle problemleri nasıl çözdükleri. Nasıl kendilerine yarar hale getirdikleri. Anlayış farklılıkları... Gezi ilerledikçe kurduğum cümleler daha anlamlı hale gelecektir. Buyrun Torino'dan başlayalım.

TORİNO















    Bu geziyi bir tur şirketiyle yaptık. Rehber konusunda çok şanslıydık. Tarih,kültür,coğrafya ne varsa aklımıza takılan konularda bütün sorularımızın cevabını alıyorduk. Böyle bir gezi iyi bir rehber olmadan pek birşeye benzemezdi. Yada öncesinde konuya çok hakim olmak gerekirdi. Konu koca bir ülkenin her alanda ayrıntıları olunca bu da bizim için biraz imkansız gözüküyordu.


      Torino'da bir buçuk milyon insan yaşıyormuş. Ama biz çok azını gördük. Hava çok sıcaktı ve insanların ortalıkta olmamasını buna yorduk. Şehrin tarihi merkezi, açık hava müzesi gibiydi. Sonra bütün ülkenin böyle olduğunu öğrendik. Ülkedeki binaların %56'sı tarihi esermiş. Bizim ülkemizde bu oran %6'ymış. Bayağı bi altı. İşte bunu gördüğümde artık başlamıştı. Bir fark vardı. Anlayış farkı. Bakış açısı farkı. Ve sonuçları. Sonuçları ortada. Ülkeye her sene kendi nüfusları kadar turist geliyormuş. Sonra aklıma bizim Düzler'deki kolezyum geldi. Romada'kinin bir benzeri. Neyse onu Roma'da anlatırım...


     Torino'ya indiğimiz aynı gün içinde biz şirketin düzenlemiş olduğu Milano turuna katılmak yerine Torino'da kalıp Fiat'ın otomobil müzesini gezmeye karar verdik. Tabi yerleştiğimiz otelden müzeyi bulmak bizim yeteneklerimize kalıyordu. Çıktık sokağa. Otobüs bileti almak için bir dükkana girdik. Bu sırada çoğu dükkan kapalıydı. Çünkü kimse 7 saatten fazla çalışmazmış. Bakkalsa bile adam kapatır gidermiş. Neyse biz bilet alacak bir yer bulduk. Kırtasiye,büfe arası bir yer. Müşteri sırasına girdik. Sıran gelmeden sana kimse bakmıyor, istersen kendini yırt. Ama sıran geldiğinde de senden başkasına bakılmıyor. Bu anlayış çok hoşuma gitti. Bence insan olmanın bir parçası. Hani hep kul hakkından bahsedip pazarda birbirimizi iteriz ya neyse... Sıra bize geldiğinde İngilizcemi deneme fırsatı buldum. Çalışıyordu. Zaten halk çok da sallamıyor İngilizce'yi, seni anladıysa İtalyanca devam ediyor. Sen de aradaki ortak kelimlerden, el kol hareketlerinden anlıyorsun zaten. Otobüs biletlerimizi aldık ve müze için binmemiz gereken otobüsü, durağını falan sorduk. Satıcı adam ve kadın bir ilgi bir alaka... Derdimle bu kadar dertlenen başka bir yabancıyı uzun zamandır görmemiştim. Ya tamam dedik gideriz dert etme bu kadar... Harita falan verdi gösterdi bineceğimiz yeri, otobüsü falan... Dükkandan çıktığımızda şaşkındık. Turizmle alakalı olmayan sıradan insanlar neden bu kadar ilgiliydi ki? Şaşkındık ama  mutluyduk da. sonra otobüs durağını bulduk. Ama bineceğimiz otobüs numarası konusunda emin değildik. Gelen otobüs şöförüne sorduk yada sorduğumuzu zannettik o başka bir otobüs olduğunu söyledi. Biz beklerken durağa yaşlı bir kadın ve işçi kıyafetlerine benzer şeyler giymiş bir adam geldi. Kadına sorduk. Kadın bir kelime İngilizce bilmiyordu. İtalyanca konuşup bizi anlamaya çalışıyordu. Çok zor bi iletişim yolu seçmiştik. Sonra durağın kenarında sigara içen adamı da olaya dahil etmeye çalıştı. Adam tam bizim buralardaki "banane ben işime bakarımcı" tiplerdendi. Yani öyle sanmıştık. Adam olaya bir girdi bana  temel İtalyanca bilgisi verdi. Haritadan gideceğimiz yeri gösterdi, otobüs numarasını buldu, kadınla aramızdaki iletişimi geliştirdi. Otobüs numaramızı söyledi "Cinque". Bu sayıyı tombaladan hatırlamak... Beyin yanması... Adamın ve kadının ilgisi...Sıradan bir adam ve kadın... Bizim burda aynı kadın profilini ve adam profilini düşündüm bi an. "Amaaan bana ne, gavurmuş mu bunlar" falan filan... Bakış açısı, anlayış, farklılıklar, farklı pencereler. İnsan bazı şeyleri görmeden anlayamıyor. 























     İtalyanların otomobil konusundaki yerini herkes az çok bilir. Çocukken Türk-Fiat'ın ne olduğunu anlamaya çalışırdım. Dedemlerin sarı traktörünün üstünde yazıyordu. Kafam hala aynı pek anlamam otomobil işlerinden. Ama şunu öğrendim, adamlar olabildiğince küçük arabalara binip büyük, lüks, güçlü, pahalı vs. arabaları dışarı satarlarmış.Yani adam o kısmı aşmış, işini görüyor, parasını kazanıyor; bunun havasını başkaları atıyor. Kim daha akıllı? Kim daha zengin? Kim daha güçlü?  Onlar niye kutu gibi arabalara biniyor?













Sokaklarda ve meydanlarda geziyoruz. Sanki Tiyatro sahnesi gibi. Çok az insan var. Her yer düzenli. göze batan hiç bir şey yok. Trafik şefkatli. Yaya geçidinin başında biri varsa, arabalar sanki kırmızı ışık varmış gibi duruyolar. Bütün bir kafileyi bekledikleri oldu. Korna sesi yok. Ufacık arabalar zaten sessiz. Sanki şehir bize ayrılmış gibi. Bu his bu rahatlık, bu kendini ifade etme aşırılığından uzaklaşma, insanların önüne geçip sırtına basıp yükselme, beğenilme isteğinden kurtulma. Yani derler ya "adamın kafası rahat, etliye sütlüye karışmaz" he işte o! Dedikodu değil, kıskançlık değil, çekememezlik değil. Rahatsın işte koca meydan sanki sana ayrılmış, herkes sana saygılı, oturmuşsun gürültü patırtı yok. Rekabet yok. Kafan değişiyor. Kendine dönüyorsun. Başkalarını çekiştirmektense kendin neredesin ona bakıyorsun. Neredesin ve niye yaşıyorsun.



Yemekten sonra otele dönmeye karar verdik. Bayağı yorulmuştuk ve daha yolumuz vardı. Durağın birine gittik. Elimizdeki haritaya göre bu duraktan otele giden bir otobüs geçiyordu. Doğru olduğuna inandığımız otobüs gelince bindik. Emin olmadığımız için telefonun navigasyonundan nereye gittiğimize bakıyordum. Çok geçmeden yanımıza bir teyze oturdu. Görünüm itibariyle tam bir teyzeydi. Aslında çok da inanmadan elimdeki telefondan teyzeye gitmek istediğimiz yeri gösterdim. Teyze "ben anlamam oğlum" edasıyla bana baktı ama yine de telefonu eline aldı. Sonra çantasına yöneldi gözlüğünü çıkardı. Ben biraz haritayı büyüttüm falan, umudumuz azalıyordu. Şoföre sorsana gibi birşeyler söyledi. Ben de elimle Şoförün etrafındaki plastik büyük bölmeyi ifade ettim. Teyze kalktı gitti şoförün yanına. Yapma teyze falan diyemeden vardı adamın yanına. Sonra tekrar geri geldi. "Ben anlamam oğlum" diyecek sandığımız teyze bayağı cevval çıktı. Yanımıza geldi yanlış otobüste olduğumuzu ve binmemiz gereken otobüsün rakamını söyledi. Tabi bunlar bütün bilinen ortak dillerle konuşuluyor. Sonra indik otobüsten söylenen durakta ve doğru otobüsü beklemeye başladık. Otobüs geldi fakat teyze bu otobüsten sonra bir aktarma daha yapacağımızı söylediği için ben yine şoföre sormak istedim yine yanlış binmemek için. Şoföre telefonu camdan gösterdim. Adam otobüsü durdurdu aşağı indi telefona baktı, tamam binin dedi. Bizim için çok yabancı bir sahneydi. Adamın bu hareketi beni çok şaşırttı. Devam ettik bizi ineceğimiz durakta indirdi. Bu arada biz bilet falan basmıyoruz tabi yanlış otobüslere binmekten bilet bitti. Zaten basıp basmamak sana kalmış.Polis kontrol ederse cezası var ama basmadın diye şoför seni azarlamıyor yada basınca bütün otobüs senin bastığını anlatan uzaylı sesini dinlemiyor. Kimse kimseyle uğraşmıyor yani. Kurallar belli cezalar belli. Durakta indiğimizi söylemiştim, bineceğimiz elektrikli tren geldi. Ben makiniste telefonu gösterdim. Durdurdu treni bildiğin kapattı. Aşağı indi, telefona baktı. Bu sırada yolcular bekliyor. Ben rahatsızım abi bir sürü insan bizi bekliyor falan. Doğru tren binin dedi, bindik. Giderken beni yanına çağırdı. Hiç ingilizce bilmediğini ifade etti. Bayağı dertlenmişti. Çünkü geçtiği yerdeki duraktan sonra yürümemiz gerekiyordu. Otele çok yakın geçmiyordu. İtalyanca bişeyler anlattı. Ben bu arada bayağı trenin makinist kısmında gidiyorum. Biraz Fransızca biliyormuş. Bana bi kaç duraktan bahsetti. Düşündü, sıkıntı yaptı falan dedim ya biz yürürüz we can walk dedim takma kafana, taksiye binersiniz falan dediğini düşündüren şeyler söyledi. Sonra ineceğimiz durakta bizi bıraktı ve İngilizcesi için özür diledi. Sen ne diosun dedim ya. Çok İngilizce konuşan gördüm içinde insan yok falan... Otele doğru yürümeye başladık. Ben eşim ve ablası. Sokaklar zaten ıssız ve gece geç saat. Tabi çekiniyor insan biri höyt dese İtalyanca ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz. Israrla bakıyorum etrafa bi tehlike bi rahatsız edici kimse var mı diye. Yok arkadaş. Ya bisikletli kadın geçio, ya çocuğuyla gezen adam geçio...Bi kaç genç grup vardı kızlı erkekli, zaten umurlarında değiliz. Öyle gittik otele. Yorulmuştuk. Ama algım değişmişti. Böyle de olabiliyormuş dedim. Gecenin bir yarısı hiç rahatsız olmadan, korkmadan kilometrelerce yürüyebiliyormuşsun. Ben burda batı şöyle of çok gelişmişler falan demiyorum.Burada bu anlayışı yaşayan insanlar var bir toplum var. Ve etrafta uç insanlar da görmüyorsun. Çünkü insanlar kendilerini ifade etmek için çok büyük farklılıklara gitmiyorlar buna ihtiyaç duymuyorlar. Zaten bi çok şeyden tatmin olmuşlar. Kotunu yırtsa da yırtmasa da, küpe taksa da takmasa da kimsenin umrunda değil kimse bunlarla uğraşmıyor. Kimse de insanların dikkatini çekmeye yada "işte ben buyum herkes görsün" demeye çalışmıyor. Beni en çok etkileyen şeylerden birisi buydu. Soru sormadıkça kimse seninle ilgilenmiyor seni rahatsız edici en ufak bir hareket yapmıyor.Otobüste yanında oturana bir kez bile bakmıyor.Herhangi bir yasaktan değil, buna ihtiyacı olmadığından. Bunu yaşayıp görmek çok etkileyiciydi. Bunun aşılabildiğini görmek...


VENEDİK








Ünlü Venedik'e varmıştık. Sürekli tanıtımlarda gördüğün şeyle gerçekten orada olmak arasında çok fark var. Bu tarz durumlarda bazen beklentinin altında bazen de üstünde bir yerle karşılaşıyorsun. Venedik benim için üstündeydi. Yani o çok popüler olan gondolla gezmek işin çok küçük bir kısmı bence. Bir bütün olarak düşünüldüğünde çok enteresan bir yer. İnsanın oldukça şaşırtıyor.





















Venedik'te gezi sona erdikten sonra otelimize doğru yola koyulduk. Akşam dışarı çıkmak için vaktimiz vardı.Bizimkiler yorgun olduğu için ben tek başım çıktım.Otelimizin olduğu bölgeye 1km uzaklıkta bir merkez vardı, oraya doğru yürüdüm. Sokağa çıktığımda kendimi film setinde gibi hissettim. Sanki herkes onlara verilmiş olan rolleri yapıyor ve sıraları geldiğinde yürüdüğüm caddeden geçiyorlardı. Ben etrafı fotoğraflarken yaşlı bi kadının uzakta bana poz verdiğini gördüm. Yanında başkaları da vardı. İstersen sana yollayabilirim diye bağırdım. Anlamadı tabi. Yanlarına gittim. Yanındakilerden biri biraz İngilizce biliyordu ve söylediklerimi kadına anlattı. O da bana mail adresini verdi. Telefona mesaj olarak yazdım. Normalde Türkiye'de bedava mesajlarımı böyle şeyleri kaydetmek için kullanıyorum.Yazıp kendime yolluyorum. Ama burda bunu yapamazdım. Ücretliydi. Ben de kaydetmenin başka yollarını aradım fakat bulamadım. En iyisi yanlış bir numaraya yollayayım da gitmese de mesaj kutumda kayıtlı olarak kalır diye düşündüm. 1234 yazıp mesajı yolladım. Bi süre sonra mesaj geldi. "Okul öncesi eğitime vermiş olduğunuz katkıdan dolayı teşekkür ederiz. 10 tl bakiyenizden alıınacaktır." Nereden neleri buldurduğuma şaşırmıştım. Meğer Gülben ERGEN'in kapmanyasıymış. Sonra bir dilim pizza yedim 1 Euro. Peynirli ve patatesli. Çok basit ama çok güzeldi. Dönüşte de dondurma aldım. Bu zamana kadar dondurma yediğimi zannetmişim... Tabi ben bunları böyle yazıyorum, bilenler bana gülüyorlardır belki de beni küçük görüyor da olabilirler sonuçta yeni bişey keşfetmedim.Hani şöyle bir tavır vardır ya" ohoo daha yeni mi öğreniosun" falan. Evet yeni öğreniyorum, kendimi Dünya'nın en cahili olarak görüyorum. Çünkü öğrenmek kadar güzel bi şey yok. Bazen bildiğimi düşündüğüm şeyleri bile bilmediğimi hissediyorum.Hiç birşey bilmiyorum. Bu yüzden bildiğim şeyleri bile tekrar öğreniyorum. Çünkü her öğrendiğinde farklı bir yanını daha öğreniyorsun. Bence insanlar böyle ustalaşıyor. Ve ustaların bile öğreneceği bir şeyler hep oluyor...













Belki de hayatımda bir daha hiç göremeyeceğimi bildiğim yerlere bakıyor olmak enteresan bir duygu.Birisni kaybetmek gibi...

FLORANSA





















Floransa... Yolda resim yapan ressamlardan birisiyle tanıştım. Benden bildiğim teşekkür kelimelerini yazmamı istedi yani en azından kullandıklarımı. Ben de yazdım. Ressam Makedon'muş. Resim yalnızca  bir günlükmüş.Ertesi gün başka bir resim... Gerisi Floransa tarihi. Medici ailesi vs. Tarihi öğrenmek, bu günü ve kendi hayatını sorgulamak için çok önemli bence. Zaten bu yüzden bu kadar etkileniyorum geçmişten. Hırslarımı ve kaygılarımı unutuyorum. "Eğlenecek yer bulamam gönlümdeki köşk olmasa."  İnsanların gönlündeki köşk önemli geri kalanı tarihte bir virgül, bir nokta. Suriye'den savaştan kaçmış bir çocuk gördüm geçen haberlerde. Mendil satarak kazandığı paralardan arttırıp lösemi hastaları için yardımda bulunuyordu. İşte o çocuğun kalbindeki köşk kastettiğim. O köşk yıkıldıysa, kirlendiyse kim olduğun önemli değil. Tarihten bunu öğrendim. Bunca gezdiğim yer arasında en önemli şeyin bu olduğunu farkettim.

















   Daha önce de yazmıştım. Batı hayranı falan değilim. Objektif olmaya çalışıyorum. Adamlar yıllarca kilise baskısı yaşamışlar. İnanılmaz karanlık dönemlerden geçmişler. Çok kötü şeyler yaşanmış.Çok da kötülük yapmışlar. Sömürge ve kölelik. Bunca yapı ve eser ortaya öylece çıkmadı. Bir heykel için hayatını ortaya koyan insanlar oldu. Hayatlarını bu tarihe adayan köleler oldu. Öylece basitçe yazdığım ama benimkinden hiç aşağı kalır yanı olmayan hayatlar. İşte diyorum ya zaten tarih bu dersi veriyor. Bu gün ben ne yapıyorum, neyi görüyorum neyi nasıl anlıyorum. Bu insanlar neyi yaşıyor neleri dert ediyor. Nasıl davranıyor. Hayata nasıl bakıyor. Bu günlere nasıl gelmişler. Bunları görüp anladığında nerede olduğunu görüyorsun... Neyse bunlar benim kaygılarım. Belki de kafama takacak başka birşey bulamadığım içindir.Belki de önemli olan şey paradır, bilmiyorum...



    Sanırım en ilginç akşam yemeğini Floransa'da yedim. Ne gittiğimiz dükkanın adını ne de yerini ne de sahibini hatırlıyorum. Eğer turla giderseniz muhtemelen benzer yerlere gideceğiniz için sorarsınız yada mutlaka sorun. T-bone yicez diye. Rehberimiz bize söylemişti. Adamın kendi çiftliği varmış. Oradan getirdiği dana etleriyle yapıyormuş. Yalnız genelin aksine biraz ters ve şakacı bi adammış. Dükkanı da gayet salaş bi yer. Tam benim aradığım. Adam İngilizce konuşuyor ama konuştuğu İngilizce'yi anlamazsan kızıyor. Biz iki kere masa değiştirdik sıcaktan dolayı. Adam bağırdı "bi daha yer değiştirirseniz restauranttan gidersiniz" diye. Bayağı bi bekledik. Sonra bize örnek olarak yiyeceğimiz eti gösterdi. Tamam dedik ya getir öldük. Sonra biraz daha bekledik ve getirdi... Ben yerken elimi kestim...



Ertesi gün biz Floransa'da Ufuzi galerisine, Da vinci müzesine, Floransa Katedraline ve Mercato Centrale'ye gittik. Ardından da Pisa'ya...




































    Atladık trene Pisa'ya doğru yola koyulduk. Ben Özge'lerden ayrı bir yere oturdum. Tren çok sıcaktı. Bi ara karşıma siyahi birisi oturdu. Özge bana bişeyler söylüyordu.Ben de ona doğru uzanarak konuştum. Genç adam kendisine konuştuğumu zannetti. İngilizce durumu izah etmeye çalıştım ama anlamadı. Nerelisin diye sordu. Dedim Turco. Adam Türkçe konuşmaya başladı. Meğer futbolcuymuş. Türkiye'de Zeytinburnu'da oynamış. Bi ara Antalyaspor'da idmanlara çıktım dedi. Dedim onlar Eto'yu aldı. Çok şaşırdı.Demek parayı buldular falan dedi. Ben Türkiye'yi çok seviyorum dedi. Bir sürü şeyden konuştuk. Evliymiş eşini falan gösterdi. Biz de çok alakasız bi durum ama adamların kültürü böyle herhalde. Sonra indiğimiz yerde bize yolu tarif etti otobüse bindirdi bizimle otobüse koştu falan enteresan anlardı. Fotoğraf çekinmeye yada iletişim kuracak herhangi bir yola ulaşmaya fırsatımız olmadı. Tek bildiğim Senegal'li olduğu. Çok sıcak ve cana yakındı. Bize yardım etti. Israrla sen git boşver biz buluruz dememe rağmen bizi otobüse kadar götürdü... Sonra işte bildiğin Pisa kulesi. Ama düşündüğümden daha eğikmiş. Bi de Türkiye'de böyle bir minare var ama Türkiye'de bile bilinmiyor... Eğik Minare, Aksaray







Trene binmek için tekrar istasyona döndük. Bu sırada aldığımız biletle trene yetişmek için acele ediyor ve tam olarak hangi trene bineceğimizi de bilmiyorduk. Hem soruyor hem koşuyorduk. Doğru olduğunu düşündüğümüz trenin kapısında bi adam bana bi şeyler söyledi. Bende ona trenin Floransaya mı gittiğini sormaya çalıştım. Meğer o da bana soruyormuş. Hemen daldım içeri, genç bir gruba yaklaştım. On farklı şekilde trenin Floransa'ya gidip gitmediğini sordum ve teyit aldım. Hemen bizimkilere ve adamla ailesine seslendim. Onlar da geldiler. Bütün bu tren kapısındaki hikaye bir iki dakika içersinde gerçekleşti. Sonra trene yerleştik. Klimalı ve iki katlıydı. Geldiğimiz trenden daha iyiydi. 

ROMA

Uzun otobüs yolculukları yapıyorduk. Ama keyifliydi.  Tarımın geldiği nokta rüya gibiydi. Ben de biraz tarıma mağruz kaldığım için hayranlıkla izledim. Hayal ettiğim şeylerin var olduğunu gördüm. Sanki " Köylü milletin efendisi"ydi. Gidip rehberimize sordum gerçektende çiftçilerin statüsü gayet yüksekmiş.Zaten tarlalardan ve yapılardan belli oluyordu. Geniş ve düz araziler ki Po ovasıymış gördüğümüz çoğu yer, yine geniş akarsularla sulanıyordu. Tarım için elverişli bu arazileri adamlar es geçmemiş çok iyi değerlendirmişler. Dışarıdan sadece  dört farklı tohum alıyorlarmış. GDO konusunda çok hassasmışlar. Hatta mısırdan enerji üreteek kadar üretim fazlaları varmış ama bir grup bunun etik olmayacağını Dünya'da bu kadar açlık varken burada böyle bir uygulamanın yapılamaması gerektiğini savunmuşlar. Geniş arazilerin ortasında çiftçilerin yaşadıkları evlere bizim buralarda dizi çekiyorlar işte ağa dizisi falan. Öyle böyle derken başkente vardık


    Bu yapının bir benzeri de Türkiye'de var. Erdek,Düzler'de. Tabi çok küçük bir kısmı ayakta. Yine de heybeti hissediliyor. Ülkemden bu kadar uzak bir yerde aynı yapıyı görmek ve bir zamanlar Roma'nın şuanda yaşadığımız yerlere kadar hüküm sürüp böyle koca yapılar inşaa etmiş olmasını bilmek çok şaşırtıcı geliyor. Bütün dünya Kollezyumu görmek için Roma'ya geliyor. Oysa Düzler'dekini yalnızca çok meraklılar ve zeytinlikleri olanlar görüyor. Dünya çok garip bir yer. Bundan çok uzun yıllar önce yine Bandırma'da olup akşam işim bittiğinde at arabasına atlayıp kollezyuma gittiğimi hayal ediyorum. Belki de vardı böyle insanlar...Benim baktığım yerden Kapıdağ'a bakıyorlardı. Roma'lıydılar...


Türkiye'deki kollezyumun koordinatları :40.398211, 27.884532







Biz Roma'ya devam edelim
















































Roma'da hızlı bir tur yaptıktan sonra Vatikan'a geçiyoruz





















    Sanırım görüp görebileceğimiz en ihtişamlı Katolik yapıları burada. Oysaki bir insan gelip "ben inanmıyorum" dediğinde bütün bunlar anlamını yitiriyor. Çok enteresan. Kimileri için dünyanın en önemlisi kimilerinin umurunda değil. Bu nasıl bir uçurum anlayamıyorum...


Yine güzel bi yerde yemeğimizi yedikten sonra, bu arada güzel demek pahalı anlamına gelmiyor yemek yediğimiz bütün mekanlar çok güzeldi ve fiyatları kendi paraları değerinde çok uygundu, evet yemeğimizi yedikten sonra Roma gecelerine doğru yelken açtık. Roma gecesi derken öyle disco falan filan değil tabiki. Tarihi meydanlarda oturup yemek yiyen insanlar, sokak sanatçıları, müzik, resim vs. Bizde hep beş gelen dersler yani :)

















Ertesi gün krater göllerinin olduğu köylere gidiyoruz. Gerçekten çok güzel yerler. Doğaya el değmemiş. Köylüler atalarının Türk'lerle aynı olduğunu iddaa ediyorlarmış.Tabi bilimsel yanı da var. Gezerken bir çeşmenin başında Göktürk alfabesine benzer bir yazı gördüm ama ne olduğunu öğrenemedim...

























Gece yine Roma'daydık. Yanıma fotoğraf makinamı bile almadan tadını çıkarmaya çalıştım. Güzel yemekler, müzikler, meydanlar, sanatçılar...

NAPOLİ ve POMPEİ


   Güneye inmiştik ve görüntü değişmeye başlamıştı. Kuzeydeki estetik ve düzen yerini biraz daha dağınıklığa bırakmıştı. Kuzeyde bir tane bile çizik araba yokken burada arabaların neredeyse hepsi vuruktu. Güney'de suç oranı da çok daha fazlaymış. Çantalarımıza daha çok dikkat ediyoruz. Zaten Napoli'de çok küçük bir alanı gezip direk Pompei'ye gidiyoruz. Pompei tarihine nazaran çok iyi ayağa kaldırılmış bir yer. Koca bir medeniyet ve yaşam tarzı birden yok olup geriye bu antik şehri bırakmış. İşte biz de bu kadar önemliyiz!?


















































    Şaşırtıcı bilgilerle Pompei'de olan yolculuğumuzu bitirdik. Bazen geçmişte yaşananları görür gibi oldum. O zamanın yaşantısını, anlayışını. Kendimizle çok böbürleniriz. O zamanki insanlarda öyleymiş. İnsanlar hep böyleymiş. Bu yüzden herkes kendini en iyisi en doğrusu sanıyor. Diğerlerini yargılıyor, aşağılıyor. Çünkü herkes kendi inandığı şeylerden çok emin. Bu insanlığın en büyük zaafı. Dünya yuvarlak dersin, asarlar. İşte böyle.

Sorrento'ya devam ediyoruz. İtalya turumuzun son durağı.

SORRENTO

    İtalya'da farkettiğim şeylerden birisi de, eğer bir yerde bir şey meşhursa gerçekten etkileyici oluyor. Üzüm diyolar, bağların sonu gözükmüyor; limon diyorlar. karpuz gibi limonlar çıkıyor karşına bunun gibi bir sürü şey, cam, seramik, el işi vs. Gitmeden önce makarna ve pizza olayının çok abartıldığını düşünüyordum hatta "basta" diyordum. Abartmıyorlarmış. Ben zaten bu yiyeceklere bayılıyorum İtalya benim için tam bir damak mutluluğu oldu.Bu terimleri de hep kendim uyduruyorum :)

     Sorrento da şaşırtıcı bir yer. Denizi muhteşem değil ama kıyı yapısı muhteşem. Asıl manzara denize doğru değil, denizden karaya doğru baktığınızda görülüyor. Sokakları ve tarzı bizim küçük sahil kasabalarımıza benziyor ama daha renkli ve daha canlı. Biraz da varlıklılar sanırım. Yine kuzeydeki havayı hissettiriyor. Son günümüz artık.Akşamı da burada geçiriyoruz. Son yemek. Güzel hatıralar. Benim için çok dolu ve tatmin edici bir gezi oldu. Son yemeğimizi yerken fonda canlı müzik var. Bi erkek ve bir kadın şarkı söylüyorlar. Masamızda yanan muma bakarken turun bittiğine üzülmüyorum.Tam tersine yeni geziler için yeni ilhamlar alıyorum. Mutluyum. Bu geziyi planlayan ve herşeyi ayarlayan eşime minnetarım. Gönlümün köşküne.  Ve tabi bize eşlik eden ablamıza...

    






















Türkiye'den gelen ve benim "merhaba"larıma çok şaşıran halk oyunları ekibi :)










Videoyu Hd izlemeyi unutmayın!




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder