Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz “Hematolojide Yeni Eğilimler” sempozyumunda tartışılan yeni kanser ilaçları medyada geniş yer aldı.
Bu tür yeni gelişmeleri kamuoyu ile paylaşmak doğru mu sorusunun yanıtını bilmiyorum. Bunu yapmamak, bu alanı bir çok donanımsız insana terk ediyor, toplum tamamen bilgisiz kalıyor ve daha kötüsü yanlış bilgilendiriliyor. Bunu bilim insanlarının yapması ise ne kadar doğru bilgilenmeyi sağlıyor emin değilim.
Toplantı sonrası bana ulaşan telefon ve elektronik postalardan çıkarttığım sonuç, ne yazık ki, pek az anlaşılabildiğimizi gösteriyor.
Bu kadar büyük bir toz duman arasında konuyu biraz toparlamak gereği duydum.
Yeni kanser ilaçları temelde dört farklı biçimde etki ediyor.
İlk grupta yer alan kanser ilaçları, kanser hücrelerinin üzerinde taşıdığı bazı işaretleri tanıyor, bu hücrelere bağlanıyor ve onların bağışıklık sistemi tarafından yok edilmelerini sağlıyor.
İkinci ana grup ilaç ise kanser hücrelerinin mikroçevre ile ilişkisini kesiyor, kanser hücrelerinin gelişimi için gereken çevrel şartların oluşmasına engel oluyor. Yani hücrelerin lojistik desteğini sonlandırıp yaşamalarına izin vermiyor.
Üçüncü grup ilaç ise hücrelerin sinyal iletim sistemlerini bozuyor. Her hücrenin fonksiyon ve yaşamlarını devam ettirebilmek için bu sinyal iletimine gereksinimi olduğu biliniyor. Kanser hücrelerinde; tıpkı bir domino taşı dizisi gibi ilk dominonun yıkılması ile başlayan bu hücre içi sinyal süreci son domino taşı da yıkıldığında normal hücreden farklı olarak kanser hücresine “büyü ve çoğal” komutu veriyor. Kanser hücreleri bu komut ile anormal biçimde çoğalmaya, çevreye yayılmaya başlıyor. Yeni kanser ilaçlarının bir kısmı, benzetmek gerekirse, bu dizinin içinden bir kaç dominoyu çıkartıyor ve sürecin tamamlanmasına yani “büyü ve çoğal” komutuna engel oluyor.
Son grupta ise “apopitozisi” yani programlı hücre ölümünü uyaran ilaçlar var. Genel olarak normal hücreler, fonksiyonlarını tamamladıktan sonra çevre doku ve hücrelere zarar vermeden kendilerini yok ediyorlar. Bu sürece “apoptozis” veya “programlanmış hücre ölümü” ismi veriliyor. “Ölümsüz” olan kanser hücrelerinde bu sistem çalışmıyor ve hücre kendini yok etmiyor. “Programlanmış hücre ölümünü” aktive eden ilaçlar, kanser hücrelerini apoptozise itiyor yani kendilerini yok etmelerini sağlıyor.
Her ay neredeyse yeni bir molekülün raflarda kendine yer bulduğu bu yeni kanser ilaçları dönemi, görmezden gelinemez büyük bir maliyet anlamına da geliyor.
“Hematolojide Yeni Eğilimler” toplantısının konuşmacılarından ve Akut Lösemiler konusunda dünyanın en önemli bilim insanlarından sayılan Dr Alan Burnett, bu süreci anlatırken “moleküler tsunami” tamlamasını kullandı.
Moleküler Tsunami, onlarca molekül, yüzlerce faz I, II ve III klinik çalışma, binlerce gönüllü hasta ve milyonlarca dolar anlamına geliyor.
Bu yeni moleküller, küçük sağ kalım avantajları ile çok yüksek fiyatlar karşılığı eczanelere girmeye ve hastalarla buluşmaya çalışıyor.
Toronto Üniversitesinden Onkoloji uzmanı Prof. Dr. Ian Tannock’ın “moleküler tsunami” dönemi için söyledikleri oldukça düşündürücü.
“Eğer Ford marka bir araba aldıysak kimse bizden bunun karşılığı Ferrari ücreti ödememezi bekleyemez. Kanser ilaçlarında durum tam da budur”
Yani bir kaç aylık sağ kalım farkları için binlerce dolar ödeyemeyiz demek istiyor.
Size iki örnek...
Ünlü New England Journal of Medicine dergisinde 2004 yılında yayımlanan bir makale, kalın barsak kanserlerinde sağ kalım süresinin iki katına çıkabilmesi için maliyetlerin 340 katı arttığını yazıyor.
Bir başka çalışma, 2000 ile 2010 yılları arasında kanser tedavisi için onaylanan toplam 25 ilacın, bir yıllık sağ kalım artışı karşılığı yılda kişi başına 100.000 doların üstünde bir ek maliyet yarattığına dikkat çekiyor.
Peki ne yapmalı?
Bu ilaçları kullanmayalım demek kolay mı?
Geçen yazımda da belirttim.
Yönetenler için sağlık hep zor bir alandı... Öyle de kalacak.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder