Geçtiğimiz günlerde 1. Kök Hücre Araştırmaları Kongresi, Kocaeli Üniversitesinin desteği ile Sapanca’da yapıldı. Kongrenin açılışında daha önce birçok yerde anlattığım ve 1950-60’lı yıllarda kök hücre araştırmaları yapan Türk Bilim Adamı Süreyya Tahsin Aygün’ü tanıtan bir konuşma yaptım.
Süreyya Tahsin Aygün, öğretim üyeliği döneminde bir öğrenci jürisine katılır. Geçme notu 5.0’dir ve not her iki öğretim üyesinin ortalaması alınarak hesaplanmaktadır. Süreyya Öğretmen ile beraber jüride olan meslektaşı öğrencilerden birine çok kızar. Çünkü öğrenci sadece bilineni değil, konu ile ilgili hayallerini, projelerini ve umutlarını da anlatmaktadır. Jüri üyesi çok kızgındır.
-Ben sana öğrettiklerimi sordum hayallerini değil. Ne anlattıysam onu söyle bana, ne düşündüğünü söyleme...
Öğretmenin kızgınlığı yine de geçmez ve hızını alamaz. Notunu verir; eksi 1
Süreyya Tahsin Aygün ise meslektaşı ile aynı kanıda değildir, öğrenciyi ve hayallerini çok sevmiştir.
O da notunu verir; 11
Öğrenci sınıfı geçer.
Süreyya Tahsin Aygün’ün, Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen bir toplantı da açılış konuşması olarak yer alması beni çok mutlu etti. Bu üniversitenin Tıp Fakültesini kuran öğretmenim Prof Dr Baki Komsuoğlu’da tıpkı Aygün gibi hayallerinin peşinden koşan biriydi çünkü.
Koşullar nedeniyle Baki Komsuoğlu ile çok uzun birlikte çalışamadık, ama hep birbirimizi aradık, anladık. Baki Komusoğlu’nu ölümünden bir kaç hafta önce görmüştüm. O hasta haliyle halen aklında gerçekleştirmek istediği hayalleri ve yaşama dair onlarca planı vardı. Şimdi ki rektör, Baki öğretmenin eşi Sezer Komsuoğlu’nu ne zaman görsem, Baki öğretmeni anımsarım, umudum tazelenir, bilim ve bilgiye heyecanım ve merakım ayaklanır. Bilimsel içeriği bu denli zengin bir kongrede Sezer Öğretmen ile karşılaşmak bu anlamda da çok güzeldi.
Kim ne derse desin;
Uygarlık, herşeyini Süreyya Tahsin Aygün, Baki Komsuoğlu gibi sıradışı kişilere ve onların hayallerine borçludur.
Bu önemli toplantıyı izleyen günlerde hayalperestlerin en büyüklerinden birini, Steve Jobs’u kaybettik.
Yeryüzünde bir çok kişi aslında onu pankreas kanseri sayesinde tanıdı.
Ya da tam tersi oldu, pankreas kanseri onun sayesinde gündeme oturdu. Pankreas kanserine yakalananlardan bir başkası da Hugo Chavez’dir.
Dünyayı değiştirme iddiası olan bu iki insanın ortak olan kötü kaderini bir kenara bırakılırsa tek ortak noktaları ‘hayalperest’ olmalarıdır. Birisi kapitalizmin yarattığı bir kahramandır, diğeri kapitalizme ve onun temsil ettiği herşeye karşıdır.
Ama bir ortak noktaları daha oldu hastalık sayesinde. İkisi de deneysel tedavilere katılmak istedi. Birisi Küba’da, Brezilya’da derdine derman aradı, diğeri ABD’nin en seçkin kliniklerinde. Biri savaşı kaybetti, diğeri direniyor.
Kimi kaynaklar Hugo Chavez’in Amerika’daki klinik çalışmalara katılmak istediğini bile yazıyor.
Doğru mu bilmem, ama doğruysa yaptığında haklı mıdır?
Denebilir ki; yıllarca düşmanı olduğu bir sistemin kalesine gidip tedavi olmak, yıllarca inandığı ilkelere, destekçilerine ve yaşadığı yaşama ihanettir.
Ama şöyle de denebilir; Hastalık olunca, can derdi olunca herşey bir yanadır. Chavez’in de herkes gibi bu klinik çalışmalara katılma hakkı vardır.
Gerçekten de yanıtını bilmediğim bir soru bu.
Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir TV programında LOSEV’in ideolojik yanından söz edildi. İtiraz ettim, bir de meslek sırrı verdim onlara.
‘Lösemi tedavisi İran’da da, Küba’da da, ABD’de de aynı protokoller ve tedavi prensipleri ile yapılıyor.’
Bilim her şeyin üstündedir.
Süreyya Tahsin Aygün’ün, Prof Dr Baki Komsuoğlu’nun, Steve Job’un, Hugo Chavez’in ortak noktasını anlayamayanlar hayalleri olmayanlardır.
Hayalleri olmayanlara mevki ve konumları ne olursa olsun acımak gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder