Geçtiğimiz günlerde Küba’lı bir bilim kadını tarafından geliştirilen CimaVax-EGF isimli tümör aşısı çok konuşuldu. Akciğer kanserinin oldukça yaygın olduğu Küba’da aşının özellikle yoğun tedavi alamayan hastalarda yaşam süresini uzattığı ileri sürülüyor.
İlacın etkinliğinin test edildiği 7 farklı klinik çalışma, Küba dışında Kanada ve İngiltere’de de yürütülüyor ve CimaVax-EGF 700’ü aşkın hasta üzerinde deneniyor. İlaç sadece Küba değil, başta ABD olmak üzere bir çok batılı ülkede de ilgiyle karşılanıyor.
Mesela ABD’de Sarah Cannon Onkoloji Araştırma Enstitüsünde çalışan Dr Howard Burris, ilacın çok önemli bir tedavi potansiyeli taşıdığına vurgu yapıyor.
Elbette bu yeni tümör aşısı hastaların beklediği gibi bir mucize yaratmıyor ancak bu yolda oldukça önemli bir adım sayılıyor.
İlaç tartışılırken hep şu soruyu sordum kendime.
Nasıl oluyor da yıllardır ambargo altında yaşayan yoksul Küba böyle bir molekül geliştirebiliyor, sağlıkta dünyanın en iyilerinden biri olabilmeyi başarıyor?
Bu ülkede yaşadığı deneyimlerini “West Journal Medicine” isimli dergide paylaşan San Diego Tıp Fakültesi 2. Sınıf öğrencisi Christian Ramers’e kulak verelim şimdi (175:129-130, 2001).
“Öyle bir toplum düşünün ki, her vatandaşın sağlık hakkı devletin sorumluluğunda. Düşünün ki doktorunuzu istediğiniz sıklıkta para ödemeden görebiliyorsunuz. Düşünün ki tek bir elden bakım ve koruyucu tıp hizmetleri her köşe başındaki hekimlerce yürütülebiliyor.”
Ramers’in iddia ettiği gibi Küba gerçekten de böyle bir cennet ülke mi bilmiyorum ancak yazının son kısmı çok dikkat çekici bir tespit içeriyor.
“Küba'lı hastaların ve doktorların finans konularında birbirlerini destekleyen tutumları ile enerjilerini, zamanlarını ve beklentilerini çakıştırarak bu sistemi oturtmaya ne kadar önemli katkı sağladıklarını izledim”
Aslında benim tartışmak istediğim de tam olarak bu.
Acaba sağlık alanında hasta ve doktorların birbirini destekleyen, daha verimli ve ekonomik bir tutum izlemeleri, yani sağlığın rasyonalizasyonu mümkün mü?
Kanımca bu rasyonalizasyona en büyük engel sağlığın bir “endüstri” haline gelmesidir.
Günümüzde tedavi amacıyla kullanılan ilaçları kimler geliştiriyor?
Yanıt; dünyanın en büyük üçüncü sektörü olan ilaç sektörü.
Geliştirilen bu ilaçlar ile ilgili klinik çalışmaları kimler finanse ediyor?
Yanıt; bu molekülleri geliştiren ilaç firmaları.
Bu klinik çalışmaların nasıl yürütüleceğine kimler karar veriyor?
Yanıt yine aynı, ilaç firmaları.
Kimse kendini aldatmasın, akademinin bu süreçte rolü sınırlıdır ve bu klinik çalışmalar çoklukla “sübjektif” ve verimsizdir.
“Hayır yanılıyorsun” diyenler şu soruya yanıt verebilir mi?
“X hastalığı için A firmasının geliştirdiği bir ilaç ile B firmasının geliştirdiği bir diğer ilacın etkinliğini klinik çalışmalarla bire bir karşılaştırabiliyor musunuz?”
Yanıt koca bir “hayır” ne yazık ki.
Neden?
Çünkü hiç bir ilaç firması buna izin vermiyor ve sponsor olmuyor.
Bu karşılaştırma mümkün olabilse daha az veya etkisiz olan ilacı daha az kullanacağız çünkü. Firmalar “para kazanamama” riskini göze almak istemiyorlar.
Akademinin ağırlığının olmadığı ve akademi ile sektörün finansal ilişkilerinin bu kadar iç içe geçtiği bir dünyada “kuşkucu” olmak kaçınılmaz.
Soruyorum şimdi, bu klinik çalışmaların tarafsızlığına nasıl inanacağız?
Ve son soru;
Küba nasıl oluyor da sağlık alanının en vazgeçilmezi olarak görünen “global” ilaç firmaları ve onların ilaçları olmadan, onca yoksulluk içinde ve sadece akademinin gücü ile iyi bir temel sağlık hizmeti ve araştırma potansiyeli yaratabiliyor?
Küba’nın geliştirdiği “CimaVax-EGF” isimli aşı bu sorulara tek başına yanıt veremez elbette ancak yine de “ezberlerimizi” biraz bozmuyor mu, biraz kafa karıştırmıyor mu?
www.mustafacetiner.com