26 Mayıs 2013 Pazar

HANDE ALTAYLI - KAHPERENGİ

MERHABALAR;

Son dönemlerde ekranlarda yerini alan "MERHAMET" adıyla alan Hande ALTAYLI'nın romanı "KAHPERENGİ"ni paylaşmak istiyorum sizlerle..(Kitabın yanında çay ve kurabiye de iyi gider diye düşünüyorum...)

Romanımızın kısaca özetiyle başlayalım;


ÖZET;

Roman iki farklı tarihten başlayarak olayların birbiri içine geçmesiyle kurgulanmış. Konu 2006 yılı İstanbul’unda ve aynı zamanda 1986 yılı Yaslıhan’ında başlıyor.

Roman boyunca geri dönüşüm işaretli kısımlar Yaslıhan’dan; romanımızın başkahramanı Narin’in çocukluğundan başlayarak anlatılıyor. Bu kısımda Narin 25.000 nüfuslu küçük bir kasaba olan Yaslıhan’ın Murateli mahallesinde yaşamaktadır. Birbirine mecburiyetlerle bağlı, sevgisiz bir ailenin ortanca çocuğudur. Ama tüm olumsuzluklara rağmen; Narin’in bir şansı vardır: Zekası… Tek amacı okumak ve kendini kurtarmaktır.

2006 yılında geçen kısımlarda ise; Narin Üniversiteyi kazanmış, başarılı bir avukat olmuştur. Kendisine ailesinden uzak bir yaşam kurmuştur. Roman Narin’in Fırat ile yıllar sonra Deniz’in evinde Deniz’in kardeşi Irmak’ın nişanlısı olarak yeniden karşılaşması ile başlamaktadır. Romanımızdaki bu kısımlar ise; sayı ile numaralandırılmış. Roman boyunca 2006 yılındaki olalar anlatılırken geçmişe dönülerek olaylar anlatılmış ve bu şekilde günümüzdeki olayları hazırlayan zemin konuya dâhil edilmiştir.
Romanın genel hatlarından bahsettikten sonra biraz Narin’in birbirlerine sevgi ve bağlılıktan ziyade mecburiyetlerle bağlı ailesinden bahsetmek istiyorum.


Bu mutlu ailemizin biricik babasından başlayalım tanımaya !?...
Moskof Recep; (lakabı sarışınlığından mı yoksa zalimliğinden midir bilinmez) çocuklarına ve karısına şiddet uygulamaktan geri durmayan, karısı ile sırf babasının parası için evlenmiş, beklediği para gelmeyince; sırtını okulda olmaları gerekirken çalıştırdığı, sevgi göstermek bir tarafa Kara Hatice’nin çocukları olmaları dolayısıyla neredeyse nefret ettiği küçücük çocuklarına yaslamış, zalim bir baba…

Kara Hatice; lakabıyla münhasır çirkinliği dillere destan, kocasını kaybetmek en korkulu rüyası olan, bu uğurda çocuklarını bile gözü görmeyen, fal ve büyü işlerine çokça kafa yoran, yüzünün çirkinliğinin tersine çok güzel bir sesi olan anne.

Mehmet; futbol yeteneği ile Yaslıhan Spor Teknik Direktörünün dikkatini çekmiş, büyük kulüplerde oynayacağı günü bekleyen, ailenin kurtulma umudu ve büyük çocuğu…

Şadiye: Ailenin en küçük çocuğu.

Tabi ki başkahramanımız Narin; bu sevgi topağı(!?...) ailenin ortanca çocuğudur. Ailenin tüm bireylerinin toplamından daha zekidir. Amacı üniversite okumak kendini Yaslıhan’dan ailesinden kurtarmaktır. Ve başarır da… Babasının komşuları Erdoğan’ın karısı Ümmü ile kaçmasından sonra abisi ve annesinin tüm baskılarına rağmen; üniversiteyi kazanır, gizlice kaçarak İstanbul’a gelir ve kendine ailesinden uzak bir yaşam kurmayı başarır. 

Geçmişin hayaletlerinden kurtulmuş gibidir. Ta ki en yakın arkadaşı, kardeşi, ailesi bildiği Deniz’in evinde verilen partide büyük aşkı Fırat ile tekrar karşılaşana dek… Fırat bu esnada Deniz’in kardeşi Irmak’la birliktedir. 
Bu karşılaşmadan sonra Narin’in geride bıraktığını sandığı geçmişin hayaletleri bir bir saklandıkları yerlerinden çıkmaya başlarlar. Bununla birlikte Narin’in büyük bir sorunu daha vardır. Bir taraftan Fırat’ı hala severken; ondan nasıl uzak kalacaktır. Fırat’a karşı olan duyguları ve Deniz’i kaybetme korkusuyla nasıl baş edecektir. Üstelik Narin’in Fırat’a olan duyguları da karşılıksız değildir.

Bundan sonrası romanımızda….


ARKA KAPAK;

Romanları yayımlandığında en çok satanlar listesinden aylarca inmeyen Hande Altaylı'dan yaşamın içinden, samimi ve sarsıcı yeni bir roman.

O sabah yatakta gözlerini açtığında ise kendini iyi hissetmiyordu. Bir gece önce Fırat'ı görmek dengesini altüst etmişti. Geçmişin asla sandığımız kadar uzakta kalmadığı gerçeğiyle yüzleşmek, yeteri kadar uzağa gidemediği kaygısını doğuruyordu. Yoksa yıllar geçtikçe güçleneceğine, zayıflıyor muydu insan? Olgunlaşacağına koflaşıyor, dayanıklılığını yitiriyor muydu? Öğreneceğine unutuyor, bildiklerinden şüpheye mi düşüyordu? Geride bıraktığı onca şeyden ve onca yıldan sonra böyle yaprak gibi titremek, kendini başa dönmüş gibi hissetmesine yol açıyordu. Yürümüş, yürümüş ama hiçbir yere gidememişti. Belki de dünyanın yuvarlak olması, daima başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu.

Küçük bir Anadolu kasabasından İstanbul'un ışıklı gecelerine uzanan bir yolculuğun hikâyesi. Sevginin değil, mecburiyetin birlikte tuttuğu bir ailede büyüyen Narin ilk kez âşık olduğunda yolların nihayet daha büyük yollara bağlandığını, o büyük yolların da başka şehirlere, ülkelere kavuştuğunu anlar. Ve biri gittiğinde arkasında bir yol bıraktığını. Ama o yolların nefrete, ihanete de açıldığını anlaması için aradan yılların geçmesi, dostlukların sınanması, kaybedilenlerin bulunması gerekecektir.

Aşka Şeytan Karışır ve Maraz adlı romanları yayımlandığı yıllarda en çok satanlar listesinden aylarca inmeyen Hande Altaylı'dan yaşamın içinden, samimi ve sarsıcı yeni bir roman.



ALINTILAR;

“Doğduğu şehirden hiç çıkmadığı için yolların birbirine bağlandığını, hepsinin birleşip daha büyük yollara aktığını, o büyük yolların başka şehirlere, ülkelere kavuştuğunu bilmiyordu. Daha doğrusu biliyordu ama anlamıyordu. O, gün çocuğun arkasından bakarken, ilk kez anladığını hissetti. Biri gittiğinde arkasında bir yol bırakıyordu. Yürüyüp ona varabileceğin bir yol…” (s. 86)

“Yürümüş, yürümüş ama hiçbir yere gidememişti. Belki de dünyanın yuvarlak olması, daima başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu.” (s.100)

“Yalnızlık tek başına kalmak değil, tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır. Bunun için ne kadar uğraşırsan durumun o kadar açıklı hale gelir. Geceyi uzatmak, son bir sigara yakmak, bir kadeh daha içmek, ayak sürümek, bin dereden su getirmek… Bütün bunlar, kapının arkasına gizlenmiş seni bekleyen tekilliğinle karşılaşmanı geciktirmekten ve çaresizliği arttırmaktan başka işe yaramaz. Durumu sükûnetle kabullendiğin ve onunla savaşmaktan vazgeçtiğinde ise aniden daha az yalnız biri haline gelirsin.” (s. 153)

“Yalnızlıkta “çat kapı” yoktur ve yalnız biri kimsenin hayatının doğal uzantısı olmadığından, biriyle buluşmak için daima randevulaşmak zorundadır. Kimsenin hayatını tamamlamaz ve bunun karşılığı olarak da kimse onun hayatını bütünlemez. Kimileri böyle olmasını tercih ettikleri için, kimileri de kimse onları tercih etmediği için yalnızdır. Yalnızlık bir aksesuardır. Süslü bir toka, zarif bir kolye, boktan bir kemer, ya da bir çift güzel küpe… O kadar. Yoklukları üzüntü verici olsa da kimseyi öldürmez.”(s.153)


KİTAPTAN NOTLAR;

Öncelikle romanın adından başlayalım…“Kahperengi” oldukça yaratıcı bir isim olmuş. Romanın adı romanın 132. Sayfasında açıklanmış.

“…..Adam (Erdoğan) ona (Kara Hatice’ye) her baktığında Ümmühan bakıyor gibi geliyordu, o “kahperengi” gözleriyle. Yıllardan beri karısını bitmeyen bir aşkla seyretmekten olacak, Ümmühan bürümüştü Erdoğan’ın gözünü” (s. 132) (Parantez içleri tarafımdan eklenmiştir. )

Fakat romanda “kahpe” üzerinde pek de durulmamış. Bir de önceki bölümlerde aralarında ilişkileri olduğu şüphesi uyandıracak bir konuşma geçmeyen,( sadece Moskof’un Ümmü’ye olan ilgisini bir kere yazılmasının ardından) Ümmü ile Moskof’un yıllardır ilişkileri varmış gibi kaçmaları biraz ilginç olmuş. Üstelik oğluna son derece bağlı, merhametli bir kadın olarak gösterilen Ümmü’nün öz oğlunu odunluğa kapatarak kaçması yine romanın ilginç tezatlıklarından. Keşke kaçma sahnesinden önce bu bölümün alt yapısı daha iyi yapılmış olsaydı.

Romanda birçok insan gibi bende de en nefret uyandıran karakter elbette Moskof Recep; içindeki sevgisizliği, hiç çekinmeden karısı ve çocuklarına şiddet uygulaması, çocuklarını nakde çevirmeye çalışması, neredeyse ayık gezmemesi, Mehmet’in vurulup da Futbol hayatının bitmesini fırsat bilip, arkasına bile bakmadan komşusu ve arkadaşı Erdoğan’ın karısı Ümmühan ile kaçması… daha ne olsun…

Ancak zalim baba Recep; Ümmühan ile kaçıp İstanbul’da bir aile kurduğunda çizilen baba karakteri oldukça farklı. Ümmühan ile bir tuhafiye işleten, Ümmühan’dan olan çocuklarının elinden tutup parka götüren, Ümmü’yü dövmek bir tarafa el üstünde tutan bir adama dönüşüyor.  Kara Hatice’ye ve çocuklarına çok gördüğü sevgiyi, yeni ailesinde bolca dağıtıyor gibi… Aslında Moskof’un çocuk sevgisi ile tezatlar bununla sınırlı değil. Romanın bir yerinde çocuklarını küçükken sevdiği ve annelerine benzer taraflarını gördükçe çocuklarından nefret ettiği söylenirken; başka bir yerde çocukların babalarından hiç sevgi görmediği yazıyor. Basit ama yine de dikkat çekici bir hata olduğunu düşünüyorum.  

Buna benzer bir hata da Deniz’le ilgili yapılıyor. Başlangıçta Deniz'in direksiyon başında yaptığı trafik kazası sonucunda annesi ve babasının ölümüne neden olduğu yazıyordu. Sonradan arabayı babasının kullandığı, Deniz'e sinirlenip tokat atmak için geri döndüğü anda kaza yaptığından bahsediliyor. 


Romanda Moskof Recep’in yanında bende acıma ile karışık nefret uyandıran bir karakter var ki; Kara Hatice… Böyle zalim bir babadan çocuklarını korumak bir tarafa; oğlu vurulduğunda bile Recep’in kendilerini bırakıp gitmesinden korkan, babasından kalan Recep’ten gizli üç beş altını, küçücük yaşta çalıştırılan çocukları için değil de; kocasını eve bağlamak için büyücülerde, falcılarda harcaması bu durumun başlıca sebepleri.

Narin’in İstanbul’a kaçtıktan sonra ailesiyle yani; geçmişiyle bağlantı kurmamayı tercih eder.  Ailesinin soba dumanı ile zehirlendiklerini yıllar sonra Fırat’tan öğrenir. Burada dikkatimi çeken annesi ve abisiyle ciddi sorunlar yaşayan Narin’in; kız kardeşi Şadiye ile de bağlantı kurmak için girişimde bulunmaması ve nefret etmesi gereken babasını uzaktan izlemesi.

Romanın belli bölümlerinde ilkin tesadüfen sonrasında ise; yılda birkaç kez Narin’in babasını ve onun yaşantısını uzaktan izlediği söylenirken; roman boyunca Narin’in babasının karşısına geçip; onunla yüzleşmesini bekledim. Bence yazar Narin ile babasını, babası ölmeden önce son kez karşılaştırmalı ve Narin babasına hesap sormalıydı. 


 “Demek ki bazı sevişmeler insanları yakınlaştırırken bazıları uzaklaştırıyordu ve iki insan birbirine sırtını döndüğünde aralarındaki mesafe dünyanın çevresine eşit oluyordu.” (s. 248)

 “Bir insana yüzde yüz güvenmekle yüzde doksan dokuz güvenmek arasında dağlar kadar fark vardı. Çünkü eksilen yüzde birin nereden eksildiğini bilemezdin ve dünyanın bütün kazıkları o küçük “bir”in içine saklanabilirdi. O yüzden yüzde doksan dokuz, yüzde yüze olduğundan daha yakındı yüzde sıfıra.” (s. 257)

“Bazen başladığın yere dönebilmek için dünyayı dolaşman gerekiyordu.” (s.322, Kitabın Bitiş Cümlesi) 


Kısaca toparlayacak olursak; “kahperengi” bir fakir kız, zengin oğlan hikâyesi. İçerisinde Yeşilçam melodramlarından alışık olduğumuz bolca klişe barındırmakta. Bunun yanında; akıcı bir dille yazılmış ve merak unsurları romanın sonuna kadar sürdürülmüş… Özellikle yazın sıcak günlerde okuyup geçmek için uygun bir kitap diye düşünüyorum.

Bu günlerde romandan uyarlanılarak senaryolaştırılmış “Merhamet” dizisi ekranlarda arz-ı endam etmekte. Romandan oldukça bağımsız olmakla birlikte romanda olmayan ancak diziye eklenmiş olan “Babür” karakterinin konunun ilerlemesine çok katkısı olduğunu düşünüyorum.

Yeni kitaplarla görüşmek dileğiyle…. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder