31 Ağustos 2009 Pazartesi

Şapka ve Kelime


Kimilerine göre yaşamak bir keyif olabilirken, bazıları içinde isteklerinden öteye gidemeyen bir debelenme halidir bence. Hangi uçta yaşadığını farketmek dahi bir başarıdır düşününce. Kendini bilmek daima getirisi olan bir bilinç türü olmuştur.

Ne kadar sıkıcı başladım ya...

Aklıma düşen ilk kelimelerden düşünmeden cümle kurma hevesi geliyor bazen yazarken. Bir de arkada çalan o müziğin ritmlerine göre gidebiliyor bu yazdıklarım. Müzik durunca, bende duruyorum.

''Şapkayı alıp gitmek vardır. Hem kolayca söylenebilir bu, hem de kolayca yapılabilir. Mesele onu vestiyerden aldıktan sonra koyacak yer bulmaktır.'' demiş Özdemir Asaf. Elinde şapkayla gezen insanlardanım ben. Öte yandan yazı için bakarsam, kelimelerimi koyacak yer bulamıyorum kimi zaman. Elinde kelimelerini taşıyan insanlar arasına da giriyorum o sırada. Bir elimde şapka diğerinde kelimeler. Beni dinleyen ve okuyanların üzerine doğru koşuyorum sanki. Bir anlamda korkutucu geldi şimdi düşününce. En iyisi uzaktan bakmak herhalde yazara. Pek yaklaşmayın bana...


ek: Pek bir yaban hayatı modunda oldu bu

ek1: Dikkat köbek var

Kayıp zaman

Yazamadığım sure içinde,

-İstiklal caddesinde bir yer keşfettim yerden öte ismini hatırlayamadığım bir pasajdan açılan çay bahçesi mekanı. Güzel bir yer.

-Yengeç bacağı yedim bir akşam. Feci bir şeydi sabaha kadar kendime gelemedim. Balık desen balık değil böyle bir acaip.

-Karga grubunun bir kaç elemanıyla konuk sanatçı edasıyla stüdyoya girdim bas çalıp çıktım. Bayağdır girmemişim stüdyoya hamlaşmışım onu farkettim. Bu arada grubu dinleyiniz iyidir; http://www.karga.us/

-Arkadaşın isviçreden getirdiği votka ve martini ile kokteyl dolu bir gece geçirdim. Yeşil zeytinim olmamasına rağmen pek eksikliğini hissetmedim aslında.

-Master olayını büyük ihtimal bir sene daha ertelediğimi kendime itiraf etmeye başladım. Hala çabalıyorum aslında.

Geçmiş Olsun

Uzun bir gündüz uykusu gibi aslında,
Yersiz ve zamansız gördüklerim.
Üzerinden geçtiğim yollardan öte,
Patikalar kaldı aklımda hep,
Hayatı daha kısa yaşamayı sağlayan.
Geçmiş olsun güzelim,
Geride kaldı onlar...

30 Ağustos 2009 Pazar

Gelibolu Mevlevihanesi








Gelibolu Mevlevihanesi ülkemizde bulunan Mevlevihaneler arasında hem en büyük araziye, hem de en büyük semahaneye sahip olan mevlevihanedir. Yaklaşık 400 yıllık geçmişe sahip olan bina bir süre askeri bölge içinde kaldıktan sonra (hatta bahçesinin günümüze gelebilen giriş kapılarından biri hala yandaki askeri arazinin içinde) 1994 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satın alınmış ve yapılan onarımlardan sonra 2005 yılında tekrar semahane olarak kullanılmaya başlamış.
Mevlevihane'ler büyük Türk düşünürü Mevlana Celaleddin-Rumi (1207-1273)'nin düşünceleri doğrultusunda oğlu Sultan Veled tarafından şekillendirilen Mevleviliğin yaşandığı merkezlerde olup derviş yetiştirilen asihaneler ve sadece bulundukları yerlerde Mevleviliği temsil eden Mevlevi zaviyeleri olmak üzere iki kısımda değerlendirilir.

Tarihi
Mevlevihanenin banisi ve ilk postnişini (Postnişin, Alevi Bektaşi toplumunu temsil eden ocakların başında bulunan insanlara verilen addır. Her ocağın bir postnişini olur). Yeniçeri Ağalarından Kara Hasan Ağa’nın oğlu Azade Mehmet Hakiki Dede’dir. Azade NMehmet Hakiki Dede gençliğinde bütün malını kardeşi Asaf Ağa’ya bağışlamış ve dünya ile bağlantısını keserek Konya Mevlâna Dergahı’nda I.Bostan Çelebi’nin müridi olmuştur. Burada uzun süre hizmet ettikten sonra hilafet almış ve Gelibolu’ya dönmüştür.Gelibolu’daki Âhi Dede Zaviyesinde mesnevi dersleri vermiş, öğrencilerinin sayısının artması üzerine Asaf Ağa’nın geri verdiği malları ve dostlarının yardımı ile bu zaviyenin yanına bir Mevlevihane yaptırmıştır. Bu mevlevihanede ölümüne kadar (1653) postnişinlik yapmıştır.

Gelibolu Mevlevihanesi’nin vakfiyesi bulunamadığından mevlevihanenin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bir tarih verilememektedir. Ancak Ohrili Hüseyin paşa’nın 1621 tarihinde Sadrazam oluşundan önceki bir tarihte kurulduğu sanılmaktadır. Sultan II.Mustafa döneminde Lapseki’deki Bayramdere arazisinin gelirleri buraya tahsis edilmiştir. Sultan III.Mustafa zamanındaki 1766 depreminde Mevlevihane büyük hasar görmüş ve 5833.5 kuruş harcanarak onarılmıştır. O zamanki kayıtlardan mevlevihanenin köfeki taşından minareli, kiremit çatılı iki katlı semahanesinin olduğu öğrenilmektedir. Ayrıca semahanenin yanında kadınlar mahfili, divanhanesi, ocaklı köşkü, abdest alma yerleri, derviş hücreleri, şeyhin haremi, kütüphanesi de bulunuyordu.

Mevlevihane Sultan III.Selim zamanında 1805’te Kalyoncuzade Mustafa Efendi tarafından 8974 kuruş harcanarak yeniden tamir edilmiş ve Lapseki’nin Güreci Karyesi vakıf olarak verilmiştir. Sultan Abdülmecid de Çamhas ve Çeltikçi tımarlarını buraya vakfettikten sonra 47.430 kuruş harcayarak eski yapıları genişleterek yeniden yaptırmış ve doğu yönündeki kapısı üzerine de 1840 tarihli kitabesini koydurmuştur. Mevlevihane 1850-1851 yıllarında 95.390 kuruş sarfedilerek yeniden onarılmış ve batıdaki taç kapısı önüne bunu belirten bir kitabe yerleştirilmiştir. Sultan II.Abdülhamid 1899-1900 yıllarında semahane-türbeyi yenilemiş ve bunu belirten kitabeyi de semahane kapısına koydurmuştur. Mevlevihane 1908 yılında yeniden onarılmıştır. Mevlevihane uzun süre askeri bölge içerisinde kalmıştır. Yıkılan mescidinin müştemilatının yerine askeri bir hastane yapılmıştır. 19080’den önceki yıllarda mevlevihanenin cephesi ve çatısı onarılmış, güney cephesi kesme taşla kaplanmıştır. Bundan sonra 1994’te Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından satın alınarak onarılmıştır. Mevlevihane’nin eski durumu XX.yüzyılın başlarında çekilmiş resimlerden anlaşılmaktadır. Oldukça geniş bir avlu içerisindeki mevlevihanenin kuzeyinde kesme taştan kiremit örtülü semahane-türbe binası, onun güneyinde hamuşan (dedeler mezarlığı) bulunuyordu. Hamuşanın doğusundaki taç kapıdan mescit, derviş hücreleri, selamlık ve harem dairesine geçiliyordu. Semahane-türbe 28.6x35.00 ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, diğer bölümlerden ayrılmıştır.

Bu mevlevihane Yenikapı ve Bahariye mevlevihanelerinin plan düzenine benzemektedir. İç mekan birbirlerine kemerlerle bağlanmış 15 sütunun taşıdığı sekiz bağdadi kubbeden oluşuyordu. Bu kubbelerin dışında kalan bölümler ahşap bir tavanla örtülmüştür. İçerisi iki sıra halinde 44 pencere ile aydınlatılmıştır. Semahanenin doğusunda bulunan korinth başlıklı altı sütunun taşıdığı 9.50 m. ölçüsünde bir kubbe ile örtülü türbe bulunmaktadır. Türbe 13.50x26.00 m. ölçüsünde olup, güney yönündeki talik yazılı bir kapıdan girilmektedir. Türbede Azade Mehmet Dede’nin sandukası bulunmaktadır. Gelibolu Mevlevihanesi Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce onarılarak 2005’te ziyarete açılmıştır.

Mevlevihaneye giriş 1.5 TL ve bazı tarihlerde sema törenleri düzenleniyor.

Geçmişten günümüze Galata Köprüsü ...

Blanchot at Harvard

In March of this year I reported a unique sale of Blanchot manuscripts from a bookseller in Ireland. Now Harvard's Modern Books and Manuscripts blog reveals the whereabouts of the most expensive item.
Houghton Library recently acquired page proofs of Blanchot's 1969 major work, L’Entretien Infini (The Infinite Conversation). Blanchot seemingly did not preserve the records of his literary work; these were (according to the dealer from whom they were purchased) salvaged from a rubbish bin by the husband of Blanchot's long-time housekeeper. [...]

An article providing an overview of the new material uncovered in the proofs, by Smith Professor of French Language and Literature Christie McDonald, along with a brief history of their journey to the Library by Curator of Modern Books and Manuscripts Leslie Morris, will appear in the fall issue of Harvard Review.
The blog also includes four images of pages with Blanchot's annotations. (Found via Site Maurice Blanchot).

28 Ağustos 2009 Cuma

Galata Köprüsü


İlk Galata köprüsünün 1453’de, kuşatma esnasında kullanılmak üzere, yine haliç’te arz-ı endam ettiğini söylüyor tarihçiler. Daha sonraki dönemlerde yapılacak yeni köprüler için Leonardo Da Vinci’den Michelengelo’ ya kadar dönemin bir çok önemli ismi projeler geliştirmiştir. En önemli girişim 2. Beyazıt döneminde gerçekleştirilen; Leonardo Da Vinci'nin, Padişah’la temasa geçerek tasarımını sunduğu, fakat dönemin şartlarında gerçekleştirilemeyeceğine karar verilince vazgeçilmiş girişimdir.


Köprünün Leonardo Da Vinci tarafından çizilen ilk taslakları, codex leicester adlı defterinde yer almaktadır. Bu defter şu anda Bill Gates'e aittir. Leonardo'nun defterlerindeki notları arasında, 1502 yılında Osmanlı İmparatorluğu padişahı Sultan II. Bayezid'e Haliç üzerine yapılması için sunduğu 240 metre uzunluğunda bir köprü tasarımı bulunur. Çizimleri kabul edilmez. Yıllar sonra 2001 yılında, benzeri bir köprü Norveç' de yapılır. (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 17 Mayıs 2006 tarihinde, Çırağan Sarayı, Yıldız Sarayı ve Sümela Manastırı restorasyonlarını yapan Bülent Güngör tarafından Leonardo'nun orijinal planında olduğu gibi bir köprü yapılacağını açıklamıştır. Bu köprü, orijinalinde olduğu gibi 240 metre uzunluğunda, 8 metre genişliğinde ve denizin 24 metre üstünde olacaktır Ancak bu şimdiye kadar hayata geçirilememiştir ne yazık ki).
Ancak Haliç’te, bu noktada kayıtlardaki ilk köprü 1845 yılında yapılmış, 18 sene hizmet vermiş adına da “cisr-i cedid” denilmiştir. İkinci galata köprüsü, 1863 yılında sultan Abdülaziz döneminde, ahşap olarak inşa edilmiştir. Üçüncü galata köprüsü ise 1875 yılında tamamlanan, 480 metre uzunluğunda, 14 metre genişliğinde, 24 duba üzerine kurulmuş bir köprü olarak tarihe geçmiş ve 1912’ye dek İstanbul’a hizmet vermiştir. 4. Galata köprüsü 350 bin altına yaptırılan, 466 metre uzunluğundaki, 25 metre genişliğindeki köprüdür, 27 Nisan 1912 günü hizmete açılmıştır.

Yaşayan bir tarih: Rebul Eczanesi

Rebul eczanesi 1895 yılında Paris’teki eczacılık fakültesinden mezun olan Jean Cesar Reboul un Trabzon Hopa yolu nu inşa eden şirketin mühendisi olan babasını ziyarete gelmesi ile başlar. İstanbul un güzelliği ve büyüsü bu genç eczacıyı öylesine etkiler ki Rue de Pera denilen bu günkü İstiklal caddesinde yeni bitirilmekte olan Roumelie hanın altında eczane açmaya karar verir. Kendiside Pendik’te bir köşkte oturan bay Reboul geçen zaman içersinde bir anda en tanınan eczanelerden biri konumuna gelir.

1920 yılında ise orta okuldan fark imtihanı vererek üniversiteye geçebilen Kemal isimli genç eczacı adayı mesleki deneyimini arttırmak için staj yapmak üzere bay Reboul a başvurur. Ancak Rue de Pera da Fransızca bilmeyene iş verilmez sözü ile geri döner. Bunu kabullenemeyen genç Kemal bir yıl Fransız konsolosluğunun gece lisan kursuna gider ve ertesi yıl bu sefer Fransızca staj yapmayı talep eder. Bu azim karşısında itiraz edemeyen Reboul Kemali staja alır. İşte o günden itibaren anne ve babasını on dört yaşında kaybeden ve ikisi çocukken ölen yedi kardeşten biri olan Kemal canla başla çalışarak geleceğinin temelini atmaya başlar. 1923 yılında daha 19 yaşına gelmiş olan Kemal Eczacılık okulundan mezun olunca Bayramiç hükümet tabiiliğine tayin olur. Ancak bay Reboul ondaki kıvılcımı kayıp etmek istemediğinden o günün yüksek ölçüsü olan İstanbul valisine yakın bir maaşla onu eczanesi Grand Pharmacie Reboul de işe alır.
Bay Reboul un tüm prensiplerini kabul ederek ortaya koyduğu çalışma ve yükselme azmi ile eczanede önce Reboul un başlattığı özel formül kremleri imal eder. Kırışık giderici, sivilce önleyici, masaj yağları, el kremi gibi pek çok ürünü günün teknolojisine göre en iyi şekilde üretmeye başlar. 1936 yılında Bay Reboul un Pendik’teki evinde ürettiği Lavanda çiçeklerinden kolonya üretir ve bu öylesine beğenilir ki ürettikleri hiçbir zaman talebe yetmez olur. Bu durumda Fransa’nın Grasse kentine giderek bir Fabrikadan beğendiği bir bahçenin ürünü olan Lavandayı ürettirerek kolonyasını yapmaya devam eder. O tarihlerden günümüze gelen Lavanda kolonyası daima aynı bahçenin ürünü lavandanın aynı fabrikada esansa dönüştürülmesiyle üretilmektedir.

1937 yılında evlenen Kemal, 1938, 1943 ve 1948 de doğan üç erkek çocuk babası olmuştur. Babalarının mesleği böylesine sevmelerinden etkilenen çocukları da Eczacılığı seçerler. Cumhuriyet yasaları modernleşmeye uğrayınca soyadı kanunu ile MÜDERRİSOĞLU soyadını alarak yoluna devam eder.

Gelişen işlerinin yanı sıra ilaç ithaline başlar ve daha sonra Tek ilaç isimli firmasında ilaç imaline başlar. Ülkenin en parlak ilaç sanayilerinden olan bu fabrika yakın tarihe kadar gelir ve sonunda piyasa şartlarına yenilerek yaşamına son verir. Her üç oğlu da eczacılık sahalarında faal olup zaman içersinde Tek ilaç, Sifar ilaçları en son olarak ta Tekmen parfümeriyi kurarak günümüze kadar gelen bir hayatı oluştururlar.
Kemal Müderrisoğlunun en küçük oğlu Mehmet, Eczaneyi 1970 yılında devir alır ve bayrağı bu güne kadar taşır. Ülkenin en bilinen kolonyalarından biri olan Rebul Lavanda kolonyasının üretimini ise bu gün oğlu Kerim ve ortakları Rebul kozmetik adı altında oluşturdukları şirkette devam ettirmektedirler. Bu gün on beş ülkede Rebul kolonyalarını ve parfümlerini satma başarısını geçiren Kerim Müderrisoğlu da 2006 yılında Marmara Üniversitesi Eczacılık fakültesinden mezun olarak ailenin üçüncü kuşak eczacısı olur.
Günümüzde hala daha eczacılık konusunda lider olmayı devam ettiren Rebul eczanesi faaliyetlerine her gün bir yenisini ilave etmektedir.

Kaynak: www.rebul.com.tr

Meşhur Lavanta Kolonyası
Kemal Müderrisoğlu lavanta kolonyası üretim ve satışına 1940'lı yıllarda girdi. Fransa'nın Grasse kentinde lavanta tarlaları kapatıldı. O gün bugündür Türkiye'nin en eski eczanelerinden biri lavanta kolonya markasıyla ünlendi.
Sadece Mehmet Müderrisoğlu (55) baba mesleğine devam ediyor. Mehmet Bey de babası gibi hem reçeteden hem de parfümden anlıyor:
‘‘Lavanta tarladan sabaha karşı güneş doğmadan, çiçek açmadan toplanır. Çünkü çiçek açtığında koku kaçar. Lavanta yağış ister. Eğer yağış olmazsa o yılki ürün odunumsu kokar. Yağış fazla olursa da şekerimsi... Bir tek rekolteye bağlı kalırsak üretimde istikrarı yakalayamayız. O yüzden bizim kolonyada yüzde 97 natürel malzeme, yüzde 2-3 de tampon vardır.''
Rebul Lavanta Kolonyası'nın tiryakisi fazla değil. ‘‘Yılda 40-50 bin şişe üretiyoruz'' diyor Mehmet Müderrisoğlu ve ekliyor: ‘‘Aslında bu rakam için değmez ama baba yadigarıdır anlayışıyla devam ediyoruz.''

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Galata Kulesi

Galata Kulesi benim İstanbulda en çok görmeyi ve taş duvarlarına dokunmayı istediğim yerdi. Bunun sebebi de 7-8 yıl önce Ankara'da yaşadığım dönemlerde bir gece rüyamda Galata Kulesine gittiğimi görmüş, duvarlarına dokunmuştum. Gerçekten çok garip bir histi bu. O zamana kadar kulenin yakın çevresinin fotoğraflarını görmediğim halde rüyamda şu andaki halini, ara sokaklarını birebir görmüştüm (bunu daha sonra tesadüfen anladım). O yüzden benim için özel bir yeri vardır bu tarihi mekanın. Galata Kulesine gittiğinizde İstanbulun muazzam manzarasını 360 derece izleyebilir, restoranında bu eşsiz manzara eşliğinde yemek yiyebilir ve kuleye çıkan ara sokaklarda çeşitli mağazalardan hoş şeyler alabilirsiniz (özellikle Lal adlı butikte biraz pahalı olsa da çok güzel şeyler bulabilirsiniz). Giriş ücreti T.C vatandaşları içi 5 TL, yabancılar için 10 TL, Müzekart geçmiyor.

Galata Kulesinin Tarihi
Bizans imparatoru Justinianus’un hükümdarlığı sırasında 528 yılında inşa edilmiştir.
13. yüzyılda Cenevizliler tarafından kullanılan kule 1453 te İstanbulun fethi ile Türklerin eline geçmiştir. İstanbul'un fethinin ardından, Zaganos Paşa'nın buyruğuyla onarılan kuleye bir dizdar tayin edilmiştir. Galata surlarının baş kulesi olan galata kulesi 1509 yılında İstanbul'u sarsan ve küçük kıyamet adı verilen depremde hasar görmüş, 2. Beyazıt'ın buyruğuyla Mimar Murat Bin Hayrettin tarafından onarılmıştır.

Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde
"Fatih hazretlerinin tamir ettirdiği galata kulesi denizden 118 zira -yani yaklaşik 95 metre- yüksekliğindedir ki, göklere baş kaldırmıştır. zirvesi halis kurşunla örtülmüstür. İstanbul surlarının her yerden görünmemesine karşılık, bu galata kulesi çok uzaklardan dahi kolayca dikkati çeker. Bursa'daki Keşiş Dağından bile (yani Uludağ'dan) açık, seçik görülebilir. Kuleye çıkılıp dürbünle bakılsa, Bursa'nın imaretlerinin bile görüleceğini söylerler."


Fotoğraflar Galata kulesinden çekilmiştir. Son fotoğraf panaromiktir. Üzerlerine tıklayarak büyük hallerini görebilirsiniz.

Kule 15.yüzyılda tersane deposu ve 3. Murat (1574- 1595) zamanında müneccimbaşı Takıyeddin efendi tarafından rasathane olarak kullanılır, 16. yüzyılda Kanuni devrinde kule, Kasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan forsa adı verilen savaş esiri hıristiyanları barındırmıştır. 1714 yılında bir itfaiye teşkilatının kurulması üzerine 1717 yılında kule’ye yangınları gözetleyecek gözcüler yerleştirilip yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır. Yine bu dönemde gece yarısını haber vermek için kule'ye mehterhan takımı yerleştirildi. 1918 yılında ise tepesine yerleştirilen "tayimbol" adlı araçla gemiler için saat kulesi olur.
1794 ve 1831 yıllarında tümüyle yanmış, 1875 fırtınasında ve 1894 depreminde zarar görmüş, 1960'lı yıllarda çatlakların oluşturduğu tehlike yüzünden kule halka kapatılmış ve tepeden tırnağa onarılmıştır. 1967 ye kadar süren çalışmalar sonunda külâhına nihayet kavuşan Galata Kulesi'nin ağırlığı 10 bin tondan 11 bin 200 tona çıkmış, yüksekliği ise 51 metreden 63 metreye çıkmıştır. restorasyonda yeni yükler zemine aktarılmış, iç duvardaki çatlaklar dikilerek onarılmış ayrıca bir de asansör eklenmiştir.


Fiziksel özellikleri:
Kule yerden 63 metre ve deniz seviyesinden 140 metre yüksekliğindedir. Çapı 8,95 metre ve duvar kalınlığı 3,75 metredir. 4. katta Osmanlı döneminde yapılmış mazgallar, 5. katta ise top namlularının yerleştirildiği yuvalar vardır

Hazarfen Ahmet Çelebi
Galata Kulesinden havalanarak Üsküdar'da doğancılar mevkiine konan Ahmet Çelebi, başarısından dolayı 4. Murat tarafından ödüllendirilmiş fakat tehlikeli bulunarak Cezayir'e sürdürülmüştür. Aslında kıtalararası ilk uçuşa havaalanı olarak ev sahipliği yapmıştır Galata Kulesi.

Colonizing the Planets (1975)

I am off to vist the far off planets for a couple of weeks, so no posts for a while. Here is a beauty to leave you with.



Bergaust, Erik. Colonizing the Planets. New York : Putnam. (93 p.) 24 cm.



Discusses "the factual story of manned interplanetary flight into the 21st century' (according to the cover). Topics include unmanned probes, the exploration of Mars and Venus, nuclear-powered rockets and the terrafoming of Venus.





Illustrations of rockets, manned spacecraft going to Mars, manned landing on one of Saturn's moons, and a permanent space station around Venus.











21 Ağustos 2009 Cuma

DUALARINIZI ESİRGEMEYİN

Sevgili arkadaşlar 20 ağustos perşembe günü sabah 9.30 da büyük kızım doğum yaptı 4 gözle beklediğimiz bebeğimiz sağlık sorunları yaşıyor çok üzgünüz dualarınızı esirgemeyin.

Dizüstünüzün Monitörüne güç gitmiyor dediler...

Efenim aynı sorunu tekrar yaşamaktayım. Bir süre kayıp olabilirim. Siz eğlencenize bakın bir de bulutlara bakın ne kadar ineklere benziyor.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Rockets and Missiles (1957)

I really like the cover of this one with evoking exploration and how rockets will take us to the moon.

UPDATE :Reader Graham Bates tells me "The cover illustration is, in fact, from a series of ads issued by Northrop Aircraft in the late 1950's (the Snark being one of their missiles).

Bergaust, Erik. Rockets and Missiles. New York: GP Putnam's Sons. (48 p.) 28 cm.


This one is a pictorial encyclopedia of the rockets and missiles used by the Army, Navy and Air Force. It also has sections on research rockets and "missiles of tomorrow" It gives 1 page to each type of missile. With a 1 page glossary of rocket and missile terms at the back of the book.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Rockets and Spacecraft (1966) Vols 1 & 2


Children's books come in all sizes. These are some of the smallest I have found that fit my "children's non-fiction" about space collection. These were part of the "Orbit Pocket Library" and are only 10 cm by 10 cm.


Rockets and Spacecraft, Book One. and Two London : Collins. (28 p.) 10 cm. Board, DJ.






With no obvious copyright date, from spacecraft depicted it is around 1966. Has text alternating with illustrations. They have many illustrations of rockets, both military and various civilian programs.



Especially interesting are the British rocket designs depicted. It is almost impossible to find children's books about the British rockets.

as well as American concepts that never quite got beyond the planning stages.

18 Ağustos 2009 Salı

Rockets, Missiles, and Satellites (1958)


Knight, Clayton. Rockets, Missiles and Satellites. New York: Grosset and Dunlap. (61 p.) 29 cm.

This book focuses more on airplanes and military rockets rather than space flight (which is covered only on pp. 1-18). Describes basic rocket history and theory. Illustrations of rockets, satellites and space ships of the future.
Best thing about it is it has a nice rocket drawing on the cover.

İzmir ve blog arkadaşlarımla buluşmam

İşte döndüm geldim burdayım.Harika iki gün geçirdim.Çok sevdiğim iki blog arkadaşımla buluştum.Tarif edilemez bir duyguydu,sanki kırk yıllık arkadaşmışız gibiydik.

Seni çok seviyorum Enerjim !!!



İlk buluşmam Enerjimle yani Fatoşçuğumla oldu.Harika bir insan.Aynı blogta ki gibi sıcacık ,enerji dolu,samimi ve misafirperver.Çok tatlı bir eşe ve çocuğa sahip.Harika iki saat geçirdim.Keşke daha uzun saatler birlikte olabilseydik.Enerjim çok çok teşekkür ederim.Efe de sizi çok sevmiş.Sürekli Anıldan bahsediyor.Bursaya muhakkak bekleriz.Dilerim tekrar buluşuruz,hem de en yakın zaman da...


Gülenim benin,çocuk ruhlum, yüzü ışık gibi parlak ve gülen(tıpkı adın gibi) seni gerçekten çok seviyorum !!!!


Bu da ikinci buluşmanın kahramanı.Ankaralı Gülenim.Ne Ankara da ,ne de Bursa da buluşmak nasip oldu.İzmir de görüşmek kısmetmiş.Bir insan bu kadar samimi,tatlı,komik,şamata dolu ve aynı anda inanılmaz duygusal olabilir mi?Gülen bu.Gözyaşıyla buluştuk,gözyaşı ile ayrıldık.Sanki çok uzun zamandır birbirimizi tanıyormuşuz gibiydik.Eşi de harika biri.Efe çok sevdi.Tabii şımartıldı bir güzel.Bu ilk ama son buluşma olmayacağı kesin.Çok çok keyifli saatlerdi.Teşekkür ediyorum Gülenim, sabah erkencikten kalkıp ,taaa Bornovaya kadar gelip benle buluştuğunuz için.Hiç unutamıycam bir buluşmaydı.

Gülen'i seven Sem ,Sem'i seven Gülen !!!(bizim logomuz)

Keşek her iki arkadaşımla da daha uzun bir zaman diliminde görüşebilseydik.Çok çok harika saatlerdi.Her ikinizi de çok seviyorum.Tekrar görüşmeyi çok istiyorum...

Not:Her iki arkadaşım da çok ince ,belirtmeden edemiycam.Bilgisayar çok daha kilolu gösteriyor insanı.Gülen pilatesle çok çok incelmiş.Görünce inanamadım.Haydi kızlar pilates yapmaya....

17 Ağustos 2009 Pazartesi

360 istanbul


Geçenlerde bir kaç kişiyle birlikte 360istanbulu görme şerefine erişebildim. Bayağdır gitmek istediğim bir mekandı, çok methettiler açıkcası. Bri mazarası var dibin düşücek bayılacaksın ama çok pahalı off feci pahalı aman aman tarzında. Bu söylemlerden sonra kendimi hazırlayıp gittiimde aslında bir b.k olmadığını gördüm ne yazık ki. Manzarası evet güzel ama daha güzel yerler de var ya da ne bileyim benim uyuzluğuma geldi. Fiyat konusunda benim dünyaca kıstas aldığım şey bira fiyatı ki o da 10-14 arasıydı bu da bu mekan için normal. The marmara nın üzerindeki cafe buradan daha güzel bence gidecekseniz oraya gidin. Fakat iç tasarımı gayet şık, tam evlilik teklifi için arkaplan ayarında bir yer. Hoş güzel, görünüz.
Fikir sahibi olmak isterseniz linki;
http://www.360istanbul.com/flash.html

Planes and Rockets (1965)

One of those thin pamphlets that seemed to be in every classroom in the mid-60s.




Victor, Edward. Illustrated by Barss, Bill. Planes and Rockets. Chicago: Follett Publishing Co. (30 p.) 21 cm.

Elementary text about flight and rocket theory. Includes illustrations of rockets, satellites and the Apollo lunar lander. Also found in softcover. "Follett Beginning Science" series.





This may be the cover you are used to since they would rebind it for extended use:











Lord of the Files

John Carey's revelation taken from William Golding private papers, preparing the way for his forthcoming biography, is not the first time he has been involved in divulging facts about the author. In 1986, Carey edited a volume of essays in which the late Stephen Medcalf describes how a dawn spent alone at Stonehenge prompted Golding to tell him a secret.
It seems a good way to have begun a Sunday the rest of which was spent drinking cans of beer with Mr Golding. I protested impotently that my upbringing constrains me to go to church on Sunday: he protested genially that we all have these difficulties with our upbringing but must learn to overcome them. It was that day that he said – swearing me, since 'the discovery should go to him who published it', to a secrecy which with his permission I now break – that he had seen the carving of a Mycenaean dagger on one of those stones before it was noticed and generally proclaimed. And didn't he remark that the moving thing about Stonehenge is that while its proportions, its entasis and geometry make it a piece of architecture, the rain has worn runnels in it and turned it back to nature? I think he did – and it matches another remark of his about the possible etymology of Arthur, artos a bear, something black, animal and inarticulate which seems to convey one dimension of the Arthurian stories, crossed at right angles by the white light of the Grail – 'that's what all my novels are about, only no one has seen it.'

I suppose it is what he is about too.
From Bill and Mr Golding's Daimon, in William Golding: The Man and His Books.

Of course, while I accept this hardly begins to satisfy the extra-literary demands of Carey's disclosure, it is perhaps more relevatory in regard of Golding's fiction in which we are moved by what (in a cursory manner) may be called the crossing of the white light of novelistic architecture with the something-black, animal and inarticulate of what lives within. And it's the fiction we're interested in, right?

"A great popular movement that's growing all over the world"

14 Ağustos 2009 Cuma

Rockets into Space (1955)


...the Story of Rockets and the exciting possibilities of space travel.

Here is an rare and odd one. This was an early SRA book (Science Research Associates). SRA were classroom reading books. You would read a short book and then answer questions about it testing your reading comprehension. As you can tell this copy is an ex-school library copy and may be the only copy you will ever see.

Joseph, Alexander. Illustrated by Merrick, Don. Rockets into Space. Chicago: Science Research Associates. (48 p.)

Produced for use as a science text, this pamphlet presents basic rocket theory. Also discusses atomic fueled rockets, and a visit to the moon. It is part of the "Modern World of Science" series.