Öğle yemeği sonrası odamda oturmuş çayımı yudumluyordum. Bir yandan internette geziniyor, diğer yandan ise görüşme saatimin gelmesini bekliyordum. Be bir süre sonra tanıdığım öğrencilerimden Ahmet odaya girdi. Her sınava hazırlanan öğrenci gibi o da kazanmak için dershaneye yazılmıştı. Sınavı kazanmak istiyordu ama içinden hiç ders çalışmak gelmiyordu. Koltuğumdan kalkıp tam da Ahmet’in karşısındaki koltuğa oturdum. Diğer türlü aramızda bulunan koca masa psikolojik olarak öğrencilerimin bana açılmasında engel oluşturabiliyordu. Ve Ahmet konuşmaya başladı:
- Hocam dershane açılalı bir ayı geçti ben hala oturup adam gibi ders çalışamadım. Ders çalışmam gerektiğini biliyorum ama bir türlü masanın başına geçip ders çalışamıyorum.
Ahmet’in sıkıntısını sınava hazırlanan bir çok öğrenci yaşıyor. Sınava giren tüm öğrenciler emin olun sınava kazanmak için giriyorlar. Hatta bunun için dershanelere gidiyorlar. Ama iş ders çalışmaya geldiğinde bir çok öğrenci oturup adam gibi ders çalışamıyor.
- Peki ne olsaydı oturup deliler gibi ders çalışırdın Ahmet?
- Bilmem hocam. İçimden ders çalışmak gelmiyor ki.
- Ne zaman gelir peki?
- Bir aydır hiç gelmedi hocam.
- İçinden ders çalışma isteğinin gelmesini beklersen daha çok beklersin Ahmet.
Birçok öğrenci içinden ders çalışma isteğinin gelmesini bekleyerek senesini geçirir. Ne var ki bu istek de bir tülü gelmez. Ve sonuçta öğrenci bir senesini kaybetmiş olur.
- Hocam ne yapacağız o zaman?
- Şimdi sana bir öykü anlatacağım. Dikkatle dinlemeni istiyorum:
Bir gün bir Kızılderili reisi torunu ile birlikte çadırın önünde oturuyormuş. Çadırın önünde biri siyah biri beyaz iki köpek birbiri ile boğuşuyormuş. Dede ve torun beraber onları izliyorlarmış. Torun merak dolu bakışlarla dedesine sormuş:
“Dede! Çadırımızı korumaya bir köpek yeterken neden iki tane var? Hem neden birisi siyah diğeri beyaz?”
Dedesi cevap vermiş:
“Evladım dediklerinde haklısın. Ama onlar benim için iki önemli şeyin simgesidir. Ben devamlı onlara bakarak ders alırım ve hayatıma ona göre yön veririm”
Torun yeni bir merakla tekrar sormuş:
“Neyin simgesi onlar, dede?”
Dede tok ses tonuyla cevap vermiş:
“Birisi tembelliğin, diğeri ise çalışkanlığın simgesi evlat. Karşımızdaki iki köpek gibi her birimizin içinde de tembellik ve çalışkanlık devamlı kavga eder. Ben bu köpeklere baktıkça içimdeki tembellik ve çalışkanlığın mücadelesini hatırlar ders alırım”
Çocuk dedenin hiç beklemediği bir soru daha sorar:
“Dede bu kavgayı hangi köpek kazanır?”
“Ben hangisini iyi beslersem o kazanır evladım”
Bir süre hiç konuşmadım… Ahmet’in kendi içinde hikayeyi yorumlamasını istiyordum. Ve sonra konuşmaya başladım.
- İşte Ahmet sadece senin içinde değil her insanın içinde hem tembellik hem de çalışkanlık ruhu vardır. Yani senin içinde hem tembel hem de çalışkan Ahmet var. Ve bunla senin bedenine hakim olmak için mücadele ediyorlar. Bazen oluyor ki çalışkan Ahmet bedene hak oluyor ve en ders çalışıyorsun. Oturup deliler gibi ders çalıştığın zamanlar olmadı mı?
- Oldu hocam. Bazen çok iyi çalışabiliyorum
- Şimdi yapmamız gereken senin içindeki çalışkan Ahmet’i güçlendirmek.
- Bunu nasıl yapacağız hocam?
- Bu odadan çıktığın andan itibaren içindeki tembel Ahmet ve çalışkan Ahmet’in mücadelesini izleyeceksin. Ders çalışman gerektiğinde ve masanın başına oturduğunda içindeki tembel Ahmet diyecek ki “daha sonra ders çalış”. Eğer sen bu sese kulak verirsek içindeki tembel Ahmet’in önüne kocaman bir et parçası atmış olursun ve o tarafın daha da kuvvetlenir. Ve bir dahaki sefere bu tembel tarafına karşı koyman daha güç olur. Eğer çalışkan tarafını dinler ve oturup ders çalışırsan bu sefer çalışkan tarafını beslemiş olursun ve o güçlendikçe senin ders çalışman çok daha kolay olur. Kısacası senden yapmanı istediğim devamlı çalışkan Ahmet’i beslemen. O yeterince güçlendiği zaman birilerinin sana ders çalış demesine gerek kalmadan sen rahatlıkla ders çalışabileceksin. Hatta ders çalışmadığın zaman rahatsız olmaya başlayacaksın.
- Bunu yapabilir miyim hocam?
- İstersen ve ısrarlı olursan rahatlıkla yaparsın. Şimdi seninle bu işi biraz daha zevkli hale getirelim. Bu olayı bir futbol maçına çevirelim. Ne zamanki içinde tembel ve çalışkan tarafının mücadelesi olursa bunu kaydet. Tembel tarafın mücadeleyi kazanırsa bir gol atmış gibi olsun. Çalışkan tarafını dinleyip de masa başına oturursan bu sefer o gol atmış olsun. Bakalım bir hafta sonra maç kaç kaç bitecek.
Bu şekilde yapacağımızı uygulamayı yeniden çerçeveleyerek öğrenci için daha zevkli hale getiriyordum. Ahmet bir hafta boyunca içindeki mücadeleye odaklanacak ve sadece bu odaklanma bile çalışkan tarafını güçlendirecekti. Öğrencilerimin bu mücadelenin skorunu kaydetmesi için tatlı bir form da hazırlamıştım. Öğrenci her gün hangi tarafı gol atmışsa onu bu forma işliyordu.
- Ahmet şimdi sana bir form vereceğim. Maç hakemi gibi kim hangi dakikada gol atmışsa onu bu forma yazabilirsin. Bu hafta senden istediğim maçı galip olarak bitirmen. Önemli olan hiç gol yememen değil, tembel tarafından daha fazla gol atman. Ve bunu yapacak gücü ben sende görüyorum.
- Tamam hocam fark atarak yanınıza gelmiş olacağım.
- Günlük bana uğrayıp maçın skoru hakkında bilgi vermeni istiyorum.
- Ne demek hocam.
Ahmet odadan çıktığında gözlerinde bir umut vardı. Benim istediğim de zaten buydu. İnsanların içindeki umutları dik tutmasına ve yeşertmesine yardım etmek mesleğimizin en güzel tarafıydı.
Ahmet her gün gelip beni maçın skorundan haberdar ediyordu. Maç genelde baş başa gidiyordu. Bir haftanın sonunda 26’ya 24 çalışkan Ahmet maçı kazanmıştı. Ahmet’in şimdiye kadar en fazla ders çalıştığı hafta bu hafta olmuştu. Benim de istediğim buydu. Bir ayın sonrasında Ahmet’in çalışkan tarafı artık açık ara farklarla tembel tarafını yenmeye başlamıştı.
Mehmet Teber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder