12 Aralık 2006 Salı

Osman ile Hamdi ve Gitar ve Yüzeysellik Üçgeninde Dışa Vurum Şeysi

Hamdi ve Osman ayrılmaz iki dosttu. Birazdan okuyacağınız hikaye bu iki dostun gitar ile tanışmasını anlatır. Gözyaşlarınıza hakim olamayabilir ama babanızın yanına gidip "baba bak hakim oldum" diyebilirsiniz.Ehuehue (korkmayın bu ilk ve son kötü espriydi) (yalnız şu espriden sonra bütün hikayeden soğudum ya)

-Hamdi bak!
+Noldu Osman?
-Bak bu gitar
+İnanmıyorum!
-Evet Hamdi
+Hadi gel çalalım
-Tın tırı tınrıtı tın rıtın tın tıır
+Osman cok zevkliymiş bu
-Evet Hamdi oleeeeey
+Osman oleeeeey
-Tın tırı tın tırırı tın rırı
+Osman bak sımdı napcam
-Napcan Hamdi
+....
(burda Hamdi gitarı rtük tarafından onaylanmayan bi şekilde kullanır)
-oww Osman manyaksın
+eheueheueh
-Hadi Hamdi bu gitar denen şeyi herkese gosterelim
+Hadi
-Oleeeyy
+Oleeeey

Ve böylece gitar İspanyadan başlar ve papuayenigineye kadar gider. Şimdi diyeceksiniz İspanyada hamdinin osmanın ne işi var onu da ayrı bir hikayede irdeleriz

(bu arada bütün bu yazıdan fln soğudum ya ne böle teletabi gibi, bide Osman ipneymiş galiba)

11 Aralık 2006 Pazartesi

Avcılar Üzerine

Şimdi hepinizin aklında şöyle bir soru olabilir ki avcılar nedir ne değildir. Bilmeyenler için söyleyelim avcılar çöp kutularının ve bilimum düz yüzeylerin üzerinde yapıştırılan kağıtlarda görüldüğü gibi Türkiye'nin parlayan yıldızıdır. Ama hakkatten öyle midir?
Tabiki değil..
Bi kere herbişeye çok uzak yaw hadi onu geç böle altgeçitler kavşak çalışmaları falan azına zçtılar parlayan yıldızın.
Peki neden Avcılar?
Bilindiği gibi İstanbul Üniversitesinin avcılarda bir kampüsü var. Ve o kampüste okuyan bir öğrenci kesim var.
Ne kadar acı değil mi?
Acı olduğu kadar iç burkucu ve bir o kadarda gıcırtıcı boğazınızda kımıllık yaratan bişey.
Avcılar kampüsü konusunda demek istediklerime gelirsek ele almamız gereken iki şey var;
1)Rüzgar
2)Köpek, At ve bilimum avcılar hayvanları
3)Rüzgar
4)Çok soğuk lan
Rüzgar avcılar gençliğinin önemli bir sorunu. Yazın bile kışı yaşadım lan yeter. Beynime kaçtı vuuu vuu sesi. Ama neşeli dakikalarımız da olmuyor değil... aha ahah haha diyerek hakkattan neşeli, dakikalarımızın olmadığını anladım.
Gelelim köpek at ve bilimum hayvanlara. Kampüste bissürü köpek var, ama pek saldırmıyorlar. Ot yemekten başka bi bok yaptıkları yok. Veterinerlik bölümündeki atların bırşş bırşş diye üzerinize doğru koşması ile atlarıda görebilirsiniz.Bilimum Küzük hayvanlar aklıma gelmedi fare fln vardır belkü bilmiyorum.
Kutup ayısı beslemeyi düşünürseniz kışın avcılara gelmenizi önerebilrim. Herkese de önermem bu arada.
Bide gençlik fotokopi var ucuz bayağı çıktıyı 100binliraya alıyorlar. Hobilerima rasında çıktı almak var.
Parlayan yıldızımız avcılar hakkında verdiğim bilgilere bir de fotograf ekleyip kapatıyorum.

3 Aralık 2006 Pazar

Bir Tek Ben Kaldım Geriye O'na Ait

Nerde oldugumun bir önemi yok, O'nu ilk gördügüm an dahi seviyordum sanki. Bir abarti vardi benim iliskimde zaten hep. Ben gereginden cok seviyordum ve O gereginden cok güzeldi. Ben her zaman O'na çok fazla yakindim, O ise zaten sikilmisti bunlardan. Fazla uzakti ya da bilmiyorum iste. Tek emin oldugum, gereginden fazla güzeldi.

Dürüsttü en azindan. Seni seviyorum diyebildigi günler de oldu. Senden çok sikildim dedigi günlerde. Ne yapsam bir yetersizlik vardi sanki. Ya da kendi komplekslerime yeniliyordum O'nun karsisinda. Elimde degildi. O'nun karsisindayken hiç bir sey yapamiyordum.

-Nasilsin?
+Seni seviyorum, seni seviyorum
-Nereye gidelim?
+Seni seviyorum, seni seviyorum
-Bu aksam neredeyiz?
+Seni seviyorum, seni seviyorum

Abarttigimi düsünüyorsunuz degil mi?

Basta demistim. Hep bir abarti vardi iliskimizde. Benim bu abartmalarima cevabi, O'nun öylece karsimda durmasiydi. "Beni her zaman sevebilecek misin?" derdi hep. O'nun hakkinda bana sorulcak en aptalca soruydu bence. Benim gitmemden korkuyordu. Ben daha kolumu zor oynatýyordum O'nu görünce.
Oysa O'nu birakip gitmek?

Bütün bunlari anlamis olacak ki O gitti... Bunu da demistim ya, dürüsttü. Kahretsin çok dürüsttü. Seni sevmiyorum demesi sarildigim bir atom bombasinin patlamasi kadar yakin bir aci verdi. Demesinden çok bunu diyebilmesi...

Gitmesinden korktugu bir insana git diyebilmesi. Çok zordu. Gidebildigim yere kadar gittim. Ne zaman O'ndan uzak olduguma emin olmak için arkami döndugumde hiç ilerleyemedigimi farkettim. Uzaklasamiyordum... Tabi ki bu O'nun da uzaklasamayacagi anlamina gelmezdi. Git dedigi ilk andan itibaren kaybolmustu. Ben ise O'na ait bir gölgeye hapsolmustum. O'na son baktigim yerde, O'na son dokundugum yerde öylesine bekliyordum.

Bir aci vardi hep. Abartmadigim tek sey buydu belki. Sonsuz bir aci vardi. Ve gayet gerçekti. Hep içimde, sonsuz bir aci vardi...

Dediğin Gibi Yaşıyorum

"" Birgün ardina bakip da
Ayirdina varirsan ayrintilarin,
Iste o andir
Beni anladigin,
Anlamakla kaldigin
Geciken bir hesaptir...""

Bana kalan O'nun kelimeleri mi sadece?

Uzun zaman sonra eski yazdiklarima baktigimda dahi karsima çikan, okudugumda yeniden dokundugumu hissettigim...

Sadece yazdiklarim mi kalmis O'nu anlatan?

""Kim bilir asilik hep vardi içimde, giderek zaptetmesi imkansizlaþan.
Asi ve hirçin bir deniz gibi!üzgünüm ama iste bu benim, ben böyleyim...""

Sanirim sadece ben kaldim O'ndan geriye... Evet yanlis, bir aptallik. Zaman kaybi...

Ama bu benim...

O'nun da dedigi gibi;
Ben böyleyim...

Benim Ütopyam

Umut... Her zaman aklimda aslinda. Basit bir beklenti olmadi hiç bir zaman benimkiler. Olamayacak olani istedim hep. O'na ait ne varsa, onda olmak istedim. Çünkü biliyordum aslinda ben degildim... Evet ben degildim yaninda olmasi gereken. Eger haksizsam bile, yapacak bir sey kalmamisti.

Benden geriye, elinde kalanlari yasamaya çalisan bir herif kaldi.Ve ne yazik ki biraz düsündügümde elimde bir bok kalmadigini da farkedebiliyordum. Neyi yasatmaya çalisiyorum ki ben? Neyi yasiyorum?

Bir Bilsem...

Seni sevmiyorum! Senden nefret ediyorum! bu yalanlari bile duyuramayacagim kadar uzak kaldi bana sanki ütopyam. Bunu hiç düsünmemistim. O'na bu kadar uzak olmak... Hiç aklima gelmemisti.

Hala ayni sarkiyi dinliyorum, ayni resme bakiyorum ve ayni yerde duruyorum. Ilerleyemiyorum... Oysa o kadar kolay ki düsününce gitmek. Bastan yaratmak herseyi. Boktan bir silgi ariyorum iste herseyi bembeyaz yapabilecek. Aradigim neyi buldum ki ben?

Vazgeçiyorum...

Keske arkamda birakmam gereken seylerin içinde O olmasa diyorum. Gerçi bir sey farketmiyor ki böyle düsünmek. Ben zaten arkadayim, neyi birakmam gerekiyorsa, onlarin arkasindayim iste. Daha yanina dahi varamadim ki.

Hayali Yasiyorsun, O'na Hiç bir zaman ait olmadin, Bir hayali yasatiyorsun...
Çok duydum bunlari ben. Ama hala burdayim iste. Hatta keske burda olsam, hala O'ndayim... Benim ütopyam, hala aklimda.

Her zaman...

Biri Giderken Arkasından Bakmak

-bir nedeni var mı?
+yok
-o zaman?
+ben böyle istiyorum
-bi sebebi olmalı
+neden?
-kimse durup dururken ayrılmak istemez
+bilmiyorum, bi kılıf uydurmaya kasmadım hiç
-kasmana gerek yok ki
+artık bişeyler paylaşamıyoruz
-nasıl yani?
+konuşamıyoruz, aynı ortamda iki yabancı gibi
-ben konuşabildiğimizi zannediyodum
+ben zannetmiyorum işte
-ama sende konuşuyodun, en azından karşılıklı konuşabiliyoduk
+saçma sapan konularda evet
-hiç bi özel konuda konuşmadık mı sence?
+evet-ki bu normaldi
-niye?
+çünkü sen benim için özel biri değilsin
-hiç mi?
+evet
-...
+bunları konuşmamız gerekiyordu
-anlıyorum
+bunun için yüzyüze konuşmayı tercih ettim
-özür dilerim...
+neden özür diliyosun?
-bu sefer karşımdaki insanı mutlu edicektim... ama gene yapamadım işte, olmadı...
+sırf senin suçun değil, uymuyoduk belki birbirimize
-yürütürüz zannetmiştim ama işte görüyosun...
+benden daha iyilerini bulabilirsin, genç kızlar yazarlara deli oluyor bu aralar
-istemiyorum
+bi kere de beni dinle
-hayır
+iyi aferin sen gene yazıya ver kendini
-yazmayı seviyorum
+biliyorum
-ama seni de sevi-
+lütfen zorlaştırma
-daha ne kadar basitleştirebilirim ki?
+susabilirsin
-...
+ben şimdi gidiyorum, daha önce de dediğim gibi çok daha iyileri çıkcak karşına
-...
+hadii asma suratını
-...
+güle güle
-...

Sadece Kendimle Konuşuyorum Senin Hakkında

+kendiliğinden mi oldu sence?
-ne?
+şimdiki durumunuz
-ne var ki durumumuzda
+abi ne biliim çok uzaksınız birbirinize oysa eskiden bö-
-böyle değildi
+evet
-arkadaşım o benim
+peh güldürme beni
-niye ki abi aramız çok iyi, saatlerce konuşabiliyoruz
+sorunda bu zaten, aranız çok iyi... bu fazla değilmi
-saçmalama, her anlaştığım kızla beraber mi olmam lazım
+onunla konuşurken seni izledim
-ee?
+seviyosun abi...
-len sana kalsa ooo
+asıl sana kalsa keşke herşey, yani elinde olsa...istemezmiydin ki...
-neyi istemezmiydim?
+anlamamazlıktan gelme...
-hımm... isterdim galiba ama... olmaz ki
+niye?
-bilmiyorum ya... istediğim çoğu şey olmuyor genelde... alışkanlık işte
+bugün dünyada son günün olsa onla konuşurdun di mi?
-peh ben evet dicem sen de iyi o zaman git konuş diceksin di mi?
+direk git konuş diyorum kestirmeden...
-yok abi çok konuştum
+çok konuştuğunu biliyorum, önemli olan bu konuda konuşman
-sadece kendimle konuşuyorum onun hakkında...
+biliyorum ve doğru bulmuyorum
-bende...
+eee?
-yok abi ben beklemek istiyorum
+nereye kadar? sıkılmadın mı?
-onu kaybetmekten korkuyorum... ya giderse...
+yanında olmadıktan sonra gidip gitmemesi bişeyi değiştirir mi?
-hiç değilse onunla konuşuyorum, benim hakkımda değilsede... yüzünü görüyorum, her ne kadar bana bakmasa da... bunları kaybetmek istemiyorum...
+konuş onunla...
-hayır! beklicem...
+iyi bekle salak herif... eriyip gidiyorsun önümde...
-hiç değilse onda eriyorum...

Tek Bir Söz Yetebiliyor Bazen

-sanki zamanın durması gibi
+ne
-sen olmayınca...
+daha sonra konuşsak bunları
-daha sonra yok benim için, zamanı yaşayamıyorum sanki...
+saçmalama
-herşey durdu
+bazı şeyleri çok abartıyosun
-ben sadece seni abarttım, haksız da değilim aslında...
+beni abartmana hiç bi zaman ihtiyacın yoktu
-hep sen güzeldin, sen iyi... kimse çekici gelmedi senden başka...
+bir gün mutlaka benden çekici bi insanla karşılaşıcaksın. daha güzel, daha iyi...
-sanmıyorum... öyle bi beklentim olsa sana bunları yazamazdım
+bundan emin değilim
-ben... hiç birşeyden emin değilim... önümü göremiyorum, her şey yabancı geliyor...
+zamanla yeniden tanıdık gelicek herşey, yeni insanlar yeni ilişkiler...
-eskiyi yaşıyorum hala... daha doğrusu sana göre eski belki... ben şimdiyi yaşıyorum her zaman...
+bana göre hiç birşey eskide kalmadı... sadece yaşanananları taşımakta zorlanıorum...
-ben taşırdım herşeyi senin yerine. sadece taşırken yanımda ol... şimdi yalnız hissediyorum kendimi onca yükle...
+yanındayım ben...
-yanımdasın ama dokunmuyosun bana, sarılmıosun....
+...
-oysa sen de istemedin mi hiç?
+çok...
-lütfen... bi ara olsun bu dönem yaşadıklarımız... sadece bazı şeyler kesinleşene kadar...
+sorumluluk? boş yere ümit? bunlar ağır şeyler...
-tek başıma taşıyamam... ama sen olursan... sadece dokunsan bile yeter... konuşsan...
+...
-asla susmasan, seni seviyorum demekten çekinmesen...
+...
-her zaman sana dediğim gibi, eskisi gbi... sende bana seni seviyorum desen...
+...
-sadece seni seviyorum...

Şizofrenik Aşk...

-neden?
-ne neden?
-neden burdasın?
-sen çağırdın
-git...
-off gene şizofren tribine girme!
-istemiyorum
-iyi gidiyorum
-güle güle
-emin misin? bak gidiyorum
-..ktr git
-bir daha gelmem bak
-çok da ..kimde
-Gene beni çağırmayacağına nasıl emin olabilirim?
-olamazsın
-gene çağıracaksın
-bilmiyorum
-o zaman da ben gelmicem
-sen bilirsin
-bu kadar yolu boşuna mı geldim ben ya
-olabilir
-sadece bu mu? olabilir... çok iyisin
-değilim
-biliyorum
-gitmiyor musun?
-gecenin bu saatinde nasıl gitmemi bekliyorsun?
-yürü... ben çok yürüdüm
-bu saatte? kız başıma beni yürütüceksin yani?
-yürüyecek olan sensin bana niye soruyorsun
-ama beni yürütende sensin
-sen istedin
-ne demek ya sen istedin! sen çağırdın geldim şimdide git diyorsun
-gelmeseydin
-saçmaladığının farkındasın değil mi?
-değilim
-hiç değişmemişsin her zaman ki bıraktığım yerde duruyorsun...
-mümkünse yalnız durabilir miyim ?
-zaten yalnız duruyorsun salak!
-sen hala burdasın ama nasıl yalnız olabilirim ki?
-benim burda olmam hiç bişeyi değiştirmez, sen her ortamda yalnızsın
-kendi seçimim...
-neden bu kadar kasıyorsun kendini?
-bi gitceksin iki saattir bıdı bıdı beynimi yedin
-gitmicem işte! yorgunum zaten, bir de senin saçmalıklarınla uğraşamam
-iyi o zaman ben gidiyorum
-nereye?
-bilmem... çıkınca karar vercem
-salak salak konuşma dur burda
-elimi bıraksana!
-geceleri vede yalnız kalamadığımı biliyorsun... dur burda...
-ne gerip değil mi?
-ne?
-ikimizde yalnız kalamıyoruz
-peh ... iyi git...
-elimi bıraksan gidicem...
-al! bıraktım işte elini... git...
-...
-...
-hemen de ağlıyorsun dimi?
-gitsene sen! bıraktım elini de... ne duruyorsun...?
-bilmiyorum... allah kahretsin bilmiyorum...
-gel buraya...
-uykum var...
-yatalım o zaman
-cam kenarına ben yatarım ama...
-oldu... o zaman da büyük yastık benim
-çok uyanıksın dimi?

Üç Nokta

Geçmişte kalan insanlara baktım bugün... ya da kalmasını istediğim kişilere... hepsine ait onlarca resim, teker teker yaşadım herbirini, ayrı ayrı.... Gerçek olan hangisiydi? dedim hangisi seviyordu? hangi resimdeki daha yakındı, güzeldi... Saçma bir yarışta, jüri üyesi olarak buldum kendimi... İlhan iremin bi şarkısı vardı ya ben değilim diye... hayır ben değilim ben olamam yanındaki, öle dopdoluyken bugün gözlerim, nasılda gülmüşüm şu resimlerdeki gibi sözlerine sahip... benim durumum tam tersi galiba... O resimde gülenlere baktığımda onlar gerçekmiydi dedim, gerçekten O'na ait bir gülücük varmıydı... gerçek değilse bu nasıl biryansımaydı,okadar içten...
Öyle baktım birkaç saat... Şaşırma efektleri vardı hep içimde.. şu resme bak diyordum bayağı mutlu çıkmışım..hayır şuna bak en güzeli bu.. her zamanki gibi kendimle konuşuyodum işte... Kendimi dinlemeyi seviyordum... Benciliğim, sırf bende gösteriyordu kendini...
Herşey sahte bir tek ben gerçeğim geyiği vardır ya... Hakkatten öyle mi lan dedim... Neye inanıcam ki ben... Karşımdakini düşündüm gene-ki klasik ben, karşındakini düşünen...O'nun gözünden kendime bakan, hata arayan... Salak herif dedim, salak herif... Ne gereği vardı...
Seviorumda seviorum, aşığımda aşığım parantezinde yaşamışım ilişkilerimi... Parantezin içi boşsa, bunların bi değeri kalmıyor tabi... Ondan sonra alıyorsun silgiyi, herşeyi baştan yazıyorsun... herkesi siliyosun yerine yeni insanlar koyuyosun... ta ki parantezin içi doluncaya kadar...

Yağmurun Yağdığı Anlar

Masanın başında yeni bir yazı yazıyordum. Saate baktığımda, akrep iyice üçe yaklaşmıştı. Genellikle geceleri yazı yazmam ama o gün farklıydı. O gün yalnız kalmıştım...
Arkadaşımı kaybetmiştim... Aynı zamanda bir sevgiliydi belki. Yada sırf bir arkadaş...
Ne olduğunu bilseydim, biraz daha düzeltebilirdim belki bazı şeyleri.
Kapı sesini duydum. Telaşlı vuruşlar. Bayağı bir ses geliyordu ve gece buna tezatlık oluşturuyordu.Yavaşca kalktım. Üzerimden bir izci birliği geçmiş gibi bir halim vardı.
Hiç bir şey demeden kapıyı açtım. O gelmişti... Gözü yaşlıydı galiba, veya dışarda yağmur vardı.
İlk defa o gece yağmur yağmasını istememiştim... "içeri girebilir miyim" dedi. Asla hayır diyemezdim. O içeri girerken çaktırmadan aynaya baktım. Üstümü başımı düzeltmenin imkansız olduğunu farkedince içeri geçtim. Ayaktaydı, oturmasını söyleyerek en sevdiğim koltuğumu gösterdim. Herkes oturamazdı oraya. Sadece özel insanlar. Sanki bir sürü özel insan tanıyormuşum gibi...
"Özür dilerim.." dedi.
"Niye" diye sordum.
"Ben... seni bırakmamalıydım..." Fısıldıyordu sanki.
"Benimle berabermiydin ki?" diye sordum. Soruya soruyla cevap vermek hoşuma gidiyordu.
"Ben hep seninleydim" dedi. İçerde yağmur yağmasının imkansız olduğunu düşününce, o zaman
yavaşca ağladığını farkettim.
"Ama ben seni hiç görmedim" diyerek ayağa kalktım. ""


"" Mutfağa doğru gittim.Arkamı bile dönmeden "Çay istermisin" diye sordum. "Evet iyi olur" dedi. Yaklaşık yirmi dakikam çaydanlığı aramakla geçti. Arada içeriye uzanıp bakıyordum. Çift kişilik koltuğuma geçmiş uzanıyordu. "Ne kadar güzel" dedim içimden.
O an koşup ona sarılmak istedim. Çaydanlığı ateşe koyunca içeri geçtim.
"Çok uzun sürdü" dedi yattığı yerden. Üzerine benim battaniyemi sarmıştı. Ben evde her zaman battaniye ile gezerdim. Hiç bir zaman doğru düzgün ısınamazdı ev. Katalitik anca kendisini ısıtıyordu, bizde battaniye ile birbirimizi ısıtırdık. Onun kalktığı koltuğuma oturdum. Uzun uzun bana bakıyordu, benimde kıçım donmuştu. Bir türlü istediğim gibi bakamıyordum O'na. Böyle gizemli bir bakış o zaman iyi giderdi... Ama soğuktan dişlerim titrediği için dikkatim dağılıyordu.
"Yanıma gel" dedi. Vücudumun duymak istediği cümle buydu belki, ama...
"Yok ben böyle iyiyim" dedim. Yalan mı söylüyordum yoksa...
"Saçmalama gel hadi, dondun orda" diyerek uzandığı koltukta kenara doğru sıkıştı.
Öfleyerek ayağa kalktım. Biraz onu süzdükten sonra yanına kıvrıldım. Çok sıcaktı. Evet bayağı sıcaktı.

Ama hala dışarda yağmur var mı diye düşünüyordum, yoksa gerçekten ağlamışmıydı?

Melankoli Bir Akşamdan Kalma

Tanıştığımız zaman o da yalnızdı, yada ben öyle zannediyordum. Açıkcası gerçeği bilmek istemiyordum. Ona ayırabileceğim o kadar çok zamanım vardı ki, vaktimi bu konularda düşünerek geçirmek saçma geliyordu. Ciddi konular... Beni yoruyordu.


O’nu tanımak istedim. Rüzgara karşı yürümek gibi olabilirdi belki ama beni ayağa kaldıramayacak derecede güçlü bir etkisi olacağını beklemiyordum. Bunu o da beklemiyordu... Benim ona bu kadar değer
vermem korkutmuştu kendisini. Kendi tabiriydi bu. Korkmuştu... Kendimi lunaparklardaki korku tüneline
benzetmiştim bende. Gülmüştü... Arada yapıyordu bunu. Belki klasik olacak ama gülmesi onu güzelleştiriyordu.

O oluyordum güldüğünde. Ona ait bir oyuncak gibi, mutlu oluyordum... Aptallıktı bu belki. Ama ben
aptallığımla gurur duyacak hale gelmiştim.

O'na anlatmak istedim. Kendimi değil tabiki. Onu, şahsına anlatmak istedim. Kendini bilmesini...
Ne derecede değerli olduğunu görmesi gerekti. Umursamıyordu... Beni, kendisini, etrafını... İstemiyordu
belki yüzgöz olmak bunlarla. Gerçeklere bulaşmak ona acı verebilirdi.

Beraber olduğumuz zaman nereye gittiğimiz, ne yaptığımız önemli değildi. Amacım olmamıştı. "Alın işte bu benim sevgilim" diye bağırasım gelmiyordu. Hırsım yoktu... Bunu o öğretmişti. Bu bir oyun olurdu bazen. kendimizle dalga geçerdik. Ama herzaman birimiz ciddi oluyordu. Arasıra ben, arasıra o...

Ayrıldığımızda ben ciddiydim. Ağladığında o... Giderken ben ciddiydim, dur derken o... Neden onu
bıraktığımı anlamıyordum. Melankoli bir akşamdan kalma düşünceler mi getirmişti beni bu noktaya? bir
türlü duramıyordum...

O dur diyordu, ben gidiyordum...

Sana Ait Kelimelerden yüzebilenleri

Kendiliğinden konuşuyordu aslında, ben bişey demedim hiç bir zaman... olamayacak kadar dürüsttü aslında, ya da alışmadığım kadar. Seni sevmiyorum demesinden anlamıştım, yüzüne baktım... gerçekten sevmiyordu...

Neden yanımdasın? dedim, istediğin ne? ben böyleyim dedi. sadece ben böyleyim... bu kadar basitti aslında, veya ben anlamıyordum...

Senin beni sevmeni seviyorum dedi... seni sevmiyorum, ilgini seviyorum... Yanımda mısın dedim sadece, her ne şekilde olursa yanımda mısın... sen sevdiğin sürece dedi düşünmeden...

her zaman dedim... seviyorum işte ne olursa olsun, sen okumasanda yazıyorum kendimi...

Sonuna kadar...

Düşünmek Bile Tek Başına Olmuyor Bazen

Gene bir düş gecesiydi belki. Gerçek yada değil, bir hikaye vardı ama...
Adam bir mucizeye sahipti, veya öyle sanıyordu. Ama O'na ait bir şey olduğunu sanmak bile mutluluk veriyordu...
O sıralar mutluluk nedir? diye sorsan adama; O diye cevap vericekti. Üzüntü nedir? diye sorsan, gene O diyecekti. Gülmek, ağlamak... Adam herhangi bir konuda, daima O'nu göstericekti. Herşey O'ydu çünkü. Ya da herşey O'ndaydı. Ve bu herşeyin içinde, adam da vardı...
Hiçbir zaman bozulmayacağını zanettiği bir oyuncağa sahip çocuk gibiydi adeta. İstediği her an oyuncağına dönebilecek ve mutlu olabilecekti. En azından böyle bir beklenti vardı içinde. Umut olmadan yaşanmaz denir ya; yaşanmıyordu gerçekten...
Adam bir gün çok mutlu olduğunu farketti. Uzun süre... bu olamazdı... Korkmaya başladı. Ya biri bütün bu olanları durdurursa. Gözünü aç salak! derse. O'ndan başka insanlar da olabileceğini gösterse... Fakat adam bunları söyleyebilecek hiç kimseyi dinlemezdi. Dinleyemezdi...
O hariç... Eğer sadece O derse başka olabilirdi belki. Yalnız O derse; başka insanlar var benden başka, içinde ben olmadığım başka bir dünyada...
Olabilir miydi?
Olmadı... Evet başka bir dünya vardı. Mutluydu, maviydi, yağmurluydu, sakin, huzurluydu... Ama O yoktu içinde... Başka bir dünya vardı ama, herşey sahte geliyordu. Deniz, gökyüzü hatta yağmur bile gerçek değildi. Çünkü O'nun olduğu dünyada, denizi O yaratmıştı, gökyüzü O'ndaydı, yağmur... O'ydu... Ve O bir yerde yoksa, hiçbir şey de olamazdı...
Adam bunları düşündü. Tekrar... tekrar... tekrar... Bunları düşünmesi gereken başka biri daha vardı galiba... Kahretsin! düşünmek bile tek başına olmuyordu...

9 Ekim 2006 Pazartesi

Ne yaygara, ne yaygara; Niagara!

Sahiden insanimiza bu ogretildi mi; buna inanmak istemiyorum; peki buna gonulden inananlar var mi; hayir, bunu hic ama hic inanmak istemiyorum! Niagara’ya Orta Asya’dan goc eden turkler yani kizilderililer suyun cikardigi sese bakarak niagara demisler!! Sozun bittigi yerdeyiz, pes diyorum sadece:)

Evet, onca Avrupa ulkesinden ve tadimlik Latin Amerika’dan sonra, en sonunda yogun israrlara(!) dayanamayip Kuzey Amerika yazilarima basliyorum; en kuzeyden Niagara’dan. Kanada’dan diyemiyorum, uzgunum!

Boston’dan hareketle gittik, 8 saat surdu yolculugumuz, ki New York’tan hareket ederseniz de 8 saat suruyormus. NY eyaletinin Kanada sinirinda, Niagara Falls sehrinde selalemiz.

Boston’dan hareket etmeden once kararsizligim had safhadaydi, salt bir selale gormek icin sekiz arti sekiz 16 saat yolculuk cekilir mi diye. Sonucta bir selale, bir saat gor ve geri don! Olacak is mi bu:) Neyse, kararimizi verdik ve yola koyulduk.

Ekimin 8’i ve hava olaganin disinda guzeldi, gunesli ve 20 dereceye yakin bir sicaklik bu. Bu tur bir gezi icin ideal havalardan. Niagara Falls’a vardigimizda saat 4pm’e geliyordu. Hemen selaleye kostuk ve akan guzelligi cok begendik. Dusuncemiz asil olarak bu guzelligi Kanada tarafindan gormekti. Cunku bize soylenen selalenin buyuk olaninin ve de her ikisinin karsi taraftan, yani Kanada’dan daha iyi gorundugu idi. Biz ilk gunu ABD tarafinda gecirip ikinci gun asil seronomimizi diger tarafta yapacaktik yani. O zaman, tekne turunu da Kanada tarafinda yapacaktik. Ee, Geriye kalan Cave of the Winds’i ziyeret etmekti.


Cave of the Winds’e kucuk selaleyi ortadan ayiran adadan indik. Su zerreciklerinin yuzumuze savruldugu, surekli olarak bir gokkusaginin bize gorsel hizmet sundugu harika bir atmosferin icindeydik. Suyun ugultusu, gokkusaginin guzelligi ve bizi sirilsiklam eden eden su zerrecikleri (zerrecik demek hafif kaciyor aslinda) bizi bizden aldi! Islanmayalim diye bize verilen naylon yagmurluk ve terlikler bizi korumakla birlikte, hayir ben islancagim diyenler icin pek de ise yaramiyordu acikcasi:) Islandik, guzellestik:)



Bu islak vaziyette turumuza devam ettik, selalelere 40 degisik acidan bakalim; parki da gezelim, eksik kalmasin dedik:) Bu dedik’lerden sonra hastalandim demeye gerek yok sanirim. Ama yilginlik yok direnis var! Yemek vakti geldi, aksam saat 7!

Biz cahil sureka tayfasindaniz ya; nicin aksam yemegini Kanada tarafinda yemiyoruz dedik.Ki Boston’da bize soylenen pasaport, I-20 belgesi ve universiteden alacagin tam zamanli ogrenci oldugunu gosterir belge ile Kanada yakasina gunubirlik gecebilecegimizdi. Gumruk kapisina vardik, Gumruk dedigime bakmayin, Niagara’ya ilk vardigimizda nerdeyse bu giselerden karsiya geciyorduk yanlislikla, sadece kopru giseleri mevcut; oyle sinira benzeyen bir hal yok ortada! Cevredeki bir polise soralim yine de dedik; sordugumuz polis bize karsiya gecebilecegimizi; yaya olarak gecersek 80 cent, araba ile gecersek $2.40 verecegimizi soyledi. Oh ne ala dedik. Gule oynaya siniri geciyoruz, abd-kanada iliskilerinin guzelliginden bahsediyoruz. Koprunun ustunden selalelere bakiyoruz. Evet kopruyu de gectik. Kanada topraklarindayiz artik; ama son prosedur, Kanada gumrugu!! Gorevli bayana, biz geldik dedik, yemek yiyip hemen donecegiz, asil gelisimiz yarina!:) Hayir dedi, vizesiz No Passaran! İsrar etmedik:) elimize verdigi kagitla kopruden gerisin geri abd gumrugune.. Neyseki memleket topragina kolay geri donus yaptik:) Koprunun karsi tarafinda duran Planet’ta yemek yeme hayali suya dustu. Ertesi gunku plan da iptal oldu.

ABD-Kanada arasinda git gel yaptigimiz kopru asagida!

Neyse, hele bir karnimizi doyuralim dedik; Hard Rock Cafe’de aksam yemeginde karar kildik. Bir saatlik bekleme sonrasi sira ancak bize geldi, yarim saatlik ekstra bekleme sonrasi yedik ictik guzellestik!

Artik donmak uzereyim, hastalik pek yakin, hatta yarindan da yakin. Henuz online satin aldigimiz otelimize check in yapmamis durumdayiz. Tek dilegimiz var artik: Odalarimizin temiz, yataklarimizin rahat olmasi. Evet otelimizi bulduk, biraz yol karistirmalardan sonra, nihayetinde bulduk iste. Knight Inn Motel. Hintlilerin islettigi bir otel, ama sovalye oteli:) Odamiz temizdi, yataklar da rahatti. Uyumak icin yeterli vasiflara sahipti yani. Luks ariyorsaniz baska yerlere bakin. Ama otellerin genelde bu ayarda oldugunu soyleyeyim. Econolodge daha iyi gorundu gozumuze.

Kat kat giyinip, ter atma, vucut isisini yukseltip ertesi gune bomba gibi baslama cabalarim meyvesini verdi! Vucut saglam kafanin altinda saglam sekilde; tepede gunes ha yukseldi ha yukselecek, sicaklik, istedigimiz bahardan kalma bir Ali Sami Yen gunu sicakliginda... Kahve ve muffinli mukellef(!) free kahvaltimizi yaptiktan sonra ver elini 'macera dolu Amerika' dedik ve selalaye geri donduk.Evet, asil macera bugun yasanacakti. Selalenin icine dalis yapacaktik. Mist of the wind turuna katilacaktik. Mist of the wind, konuklarini selalenin yakinina goturen teknenin adi. Tekneye bindik once kucuk selaleyi gectik, onceki gun onun kenarindaydik, bizi buyulemisti. Simdi karsidan goruyorduk onu, tam cepheden, tanrim ne guzellikti bu. Cektik fotolarini tabii. Ama dur, asil selaleye, buygune gidiyorduk simdi. “Oh my gosh” diye salak bir laflari var, onu demek istiyorum. Hilal seklindeki buyuk ama buyuk selalenin karsisindaydik simdi. Bu nasil bir seydi oyle? Tekne akintiya karsi orda durmaya calisiyordu. Biz tam olarak selalenin ayaklarindaydik, sagim solum, onum selaleydi! Keyfini cikardik, tadina vardik. Fotolar, video goruntuleri asagida. Bu kez de islandik ama ilk gunku gibi degildi. Yagmurluklar daha korunakliydi.

Bir gece ve 2 gunluk niagara gezimizi tamamladik, iki selalde kopartilan yaygarayi gorduk ve aile ocagimiz guzelim Boston’imiza geri donduk. Boston”im sen Amerika’nin gulusun:)

1 Ağustos 2006 Salı

Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali

Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali

Her yıl Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü organizasyonuyla Haziran Temmuz aylarında, olağanüstü akustiğe sahip 2000 yıllık Antik Aspendos Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali, dünyaca tanınmış pek çok topluluğun sahne almak istediği bir festival haline gelmiştir.

Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali

24 Ekim 2003 tarihinde Avrupa’nın saygın kuruluşları arasında olan Avrupa Festivaller Birliği’ne (EFA - European Festivals Association) kabul edilen Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali, dünyadaki diğer festivaller arasında saygın yerini almıştır. İngiltere’de yayınlanan Independent Gazetesi’nin, dünyanın dört bir yanında düzenlenen opera festivalleri arasında 2004 yılında yaptığı araştırmada en iyi 10 festival arasında 5. sırada yer alan Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali, aynı zamanda dünyanın ilk ve tek “Kalite Yönetim Belgesi” ne TS-EN-ISO 9001: 2000 sahip festivalidir.

Bu yıl da festivalde Aida, La Bayadere, Il Trovatore, Winds in the Void, Jivago, Zhivago, Sihirli Flüt, The Magic Flute, Emrah İle Selvihan, Emrah and Selvihan, Otello, Manon, Carmen, Carmina Burana gibi tanınmış eserler sergilenmiştir.

ASPENDOS: Antalya-Alanya arasında, Antalya’ya 45 km. uzaklıkta Köprüçay (Eurymedon) Nehri’nin yanında kurulmuş olan Aspendos, tiyatrosuyla dünyaca tanınmaktadır.

Şehrin Truva Savaşı’ndan sonra Pamphylia’ya gelen Argive kolonicileri tarafından kurulduğu söylenir. Aspendos eski çağlarda politik bir güç olarak önemli rol oynamamıştır ve kolonileşme döneminden sonra bir süre Likya egemenliği altında kalmıştır. Büyük İskender Perge’yi ele geçirdikten sonra M.Ö. 333’te Aspendos’a girmiş, İskender’in ölümünden M.Ö. 133’e kadar Pergamum Krallığı’nın eline geçmiştir. Aspendos diğer Pamphylia şehirleri gibi en parlak dönemine M.S. 2.-3. yüzyıllarda ulaşmış ve yapıların büyük bölümü bu çağda yapılmıştır. 13. yüzyılın başından itibaren, Aspendos, Selçuklu Türklerinin yerleşimlerinin izlerini taşımaya başlar. Özellikle I. Alaeddin Keykubat’ın hükümdarlığı sırasında tiyatro, Selçuklu tarzında zarif çinilerle süslenmiş ve saray olarak kullanılmıştır.

Kente gelen yolun sonunda en görkemli ve en eksiksiz Roma tiyatrosu örneği ile karşılaşılır (M.S. 2. yüzyıl). Caeva yarım daire şeklindedir ve geniş bir diazoma ile ikiye bölünmüştür. Yukarda 21, aşağıda 20 oturma sırası vardır. Tiyatronun 10.000 - 12.000 kişilik oturma kapasitesine sahip olduğu söylenebilir. Son yıllarda düzenlenen etkinliklerde tiyatroya 20.000 seyircinin alınabildiği görülmüştür. Aspendos’un başlıca diğer kalıntıları tiyatronun batısında yeralan Akropolisin yukarısındadır. Tiyatronun yanından başlayan bir patikadan ulaşılan Akropoliste karşılaşılan ilk yapı, 27x105 metre ölçülerindeki Bazilikadır. Bazilikanın güneyinde Agora vardır. Agoranın kuzeyinde, bugün sadece ön duvarı ayakta duran Nymphaeum ve onun arkasında bir Bouleterion ya da Odeon olarak kullanılan bir yapı daha bulunmaktadır. Aspendos’un gözden kaçırılmaması gereken bir diğer kalıntısı da su kemerleridir. Su, kaynağından 15 metre yüksekliğindeki kemerlerin üzerinde, oyulmuş taş bloklardan oluşan bir kanal aracılığıyla şehre getirilirdi.

Ulaşım

Her on dakikada bir Antalya Otogarı'ndan Kemer'e araç bulunabilir. Karayolunun denize paralel olduğu yerler çok güzel bir manzaraya sahip olup aynı zamanda oldukça virajlı ve gece saatlerinde de karanlık olduğundan sürücülerin çok dikkatli olması gerekir. Kemer'den Antalya - Finike yolunu kullanarak Ege'ye, Burdur istikametinden E-5 karayolu ile İstanbul, İzmir ve Ankara'ya gidebilirsiniz.

Antalya Limanı'ndan hareket eden teknelerle Kemer'e ulaşmak mümkün. Yat turları ile bu bölgeye gidilebiliyor. Civardaki beldelerden de bu yöreye bot turları düzenleniyor. Havayolu ulaşımını tercih edenler en yakın alan olan Antalya Uluslararası Havaalanı'nı kullanıyor. Havaalanı ile Kemer arası 1 saat...Kemer içinde çok sayıda araba kiralama acentası var, özellikle cip kiralamak çok yaygın...

Nerede Ne Var ?

15.000 kişi kapasiteli Aspendos Tiyatrosu'nun en önemli özelliği, dayanıklılığı. Bölge pek çok deprem görmüş, ama şaşırtıcı mimarisiyle Aspendos Tiyatrosu hep ayakta kalmış.

Aspendos Tiyatrosu, Roma tiyatro özelliklerini taşır. Yan ana girişlerin üzerinde, kent elitlerinin oturduğu localar bulunur. Auditoriumun en üst sırası 58 sütun ve kemerden oluşan bir galeriyle çevrelenmiştir. Tüm auditorium altta 21, üstte 20 olarak toplam 41 oturma sırasına sahip. İmparator Antonius Pius (138-164) döneminde, yerel mimarlar Xenon ve iki erkek kardeşi Curtius Chrispinus and Curtius Auspicatus tarafından inşaa edilen bu tiyatro, akustik düzeniyle de ilgi çekiyor. Bunu, kendiniz bile test edebilirsiniz. Tiyatronun en üst basamaklarına çıkın ve seyahat arkadaşlarınızı sahne bölümüne gönderin, onların alçak sesle konuşmalarını rica edin. Eğer çevrede çok gürültü yoksa, onların ne konuştuklarını rahatça duyabilirsiniz. Aspendos'u ziyaret eden turistler bu oyunu oynamayı çok seviyorlar.

Aspendos için bir efsane de üretilmiş. Yöredeki halkın inandığı bir söylentiye göre; Antonius Pius'un çok güzel bir kızı varmış, iki mimar bu kıza çok aşıkmış. Antonius Pius ikisine de birer ödev vermiş, hangisi en güzel ve yararlı yapıtı ortaya koyarsa, kızını onunla evlendirecekmiş. Bir mimar Belkıs'a su getiren akuadükü inşaa etmiş, öteki de tiyatroyu. Hükümdar yapıtların güzelliği karşısında çok şaşırmış ve kararsız kalmış. Kızını ortadan ikiye böldürmek istemiş. Akuadükü yapan mimar, kızı daha derinden seviyormuş, bu bölünmeye hemen itiraz etmiş, "Kızınızı tiyatroyu yapan mimarla evlendirin, hükümdarım", demiş.

Tiyatro, 1930'lu yıllara kadar bakımsız ve otlar içindeymiş. Yöreyi ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk, kültür hazinelerine duyarlı bir yönetici olarak, tiyatronun hemen bakıma alınmasını ve kullanılır hale gelmesini istemiş. Aspendos Tiyatrosu Müzesi'nde 1930 öncesine ait fotoğraflar var. Bu fotoğraflarda bu tarihi yapıtın bir zamanlar ne kadar ihmal edilmiş olduğunu görebiliyorsunuz. Yani, Aspendos'un şimdiki bakımlı halini Atatürk'e borçluyuz. Aspendos Tiyatrosu Müzesi, içinde dönemin tiyatro anlayışı ile ilgili yazıları, aktör resimlerini ve tiyatronun çeşitli fotoğraflarını içermektedir.

Antik tiyatronun güneyinde yer alan Bazilika-Agora, otların içinde, oldukça harap bir halde görülmektedir. Dolayısıyla tiyatronun arkasından dolanıp, patikadan yukarı doğru yürümeniz gerekiyor. 200 metre kadar olmasına rağmen, otlar ve dikenler nedeniyle yorucu bir yol. Üstelik patika boyunca, çeşitli mermer kalıntılara rastlıyorsunuz, yani tarih ayaklarınızın altında. Tepenin yukarısında, gymnasium ve hamam kalıntıları, çeşme kalıntılarına rastlıyorsunuz. Agoranın kuzey kısmında yer alan bu çeşmenin bugün sadece ön kısmı görülebiliyor. Kent meclisi binasının kalıntıları da hemen kuzey batıda. Agora'da kalıntıları açıklayan levhalar bulunmuyor. Bu nedenle her yere dikkatle bakmak gerekiyor. Müge çiçekleri, yabani papatyaların kapladığı eski kent merkezinin doğusunda da bir nekropol bulunuyor. Bu bölgedeki kazılar Antalya Müzesi'nce yürütülüyor.

225 metre uzunluğundaki Belkıs Köprüsü, eskiden Eurymedon olarak bilinen Köprüçay üzerinde kurulmuş. Romalılar'ın yaptığı köprünün kalıntıları üzerine, Anadolu Selçuklu İmparatoru Alaaddin Keykubat döneminde (1219-1236) bir köprü daha inşaa edilmiş. 1996-1998'de restore edilmiş ama daha sonra üzerinden geçen araçların tarihi kalıntıya zarar verdiği gerekçesiyle kapatılmış. Bugün köprünün üzerine araç giremiyor.

Belkıs Köyü Akuadükü'nün Antonius Pius döneminde, tiyatroyla eş zamanlı yapıldığı düşünülüyor. Su kemerlerinin ortasından dar bir geçitle yukarı çıkılıyor. Yukarı çıkan geçit, dar ve karanlık merdivenlerle kaplı, döne döne en üst kısma varılıyor. Yukarı çıkmak için bir miktar tırmanmak ve merdivenli kısma ulaşmak gerekiyor. Kemerlerin büyük bir bölümü harap olmuş, ancak doğuya ilerlediğinizde Bizans döneminden kalan künkleri görüyorsunuz.

ASPENDOS (BELKIS)

Helen geleneğine göre Aspendos, Mopsos’un öncülüğü altında Argos’tan gelen kolonistler tarafından kurulmuştur. M.Ö. 5.ve 4. yüzyıl paraları üzerinde kentin adı Estvediye olarak geçer. Bu kent adı, Adana yakınlarında Karatepe’de bulunmuş olan ve M.Ö. 8. yüzyıl tarihiyle Hitit hiyeroglif yazıtlarında Asitawadia ya da Asitawada olarak bahsedilen kralın adından alınmıştır.

Aspendos, M.Ö. 5. yüzyılın başlarında Side dışında gümüş para basan tek kent idi. Aspendos’un 500-1000 m. doğusundan akan Eurymedon Irmağı o zamanlar kente kadar ulaşıma elverişli idi ve böylece Pers donanması M.Ö. 468’de Eurymedon Savaşından önce Aspendos’da demir atmıştı. M.Ö. 330’da Büyük İskender aşağı kenti işgal etti. Hellenistik Dönem’de, Side gibi Aspendos da varlıklı bir yerleşme yeri idi. M.Ö. 190 yılındaki Magnesia ad Sipylum Savaşı’ndan sonra Aspendos, Roma ile iyi ilişkiler kurdu. III. Attalos’un ölümü üzerine, Asia Eyaleti’ne dahil edildi ve Roma egemenliği altında zenginliğini sürdürdü. Günümüzdeki kalıntılar o döneme aittir. Aspendos’un Roma Dönemi öncesine ilişkin izler bugüne değin bulunamamıştır.

ASPENDOS ANTİK TİYATROSU

Anadolu hiç kuşkusuz bir tarih, kültür ve bunlara bağlı olarak turizm cennetidir. Pek çok eski uygarlığın beşiği olan Anadolu, güney ve batısında eski Yunan ve Roma uygarlıklarının çeşitli yapılarını da barındırmaktadır. Tiyatrolar, bu uygarlıkların günümüze kadar gelebilmiş kentlerinin en görkemli yapılarındandır.

Kültür varlıkları açısından çok zengin olan Anadolu’da 50 kadar büyük, küçük tiyatronun kazıları yapılmış ya da yapılmakta olup, bu tiyatrolar toprak yüzeyine çıkartılmıştır. Aspendos Tiyatrosu yalnızca Anadolu’nun değil, tüm Avrupa ve Kuzey Afrika Roma tiyatroları içinde en iyi korunmuş durumda olanıdır. Aspendos kenti Pampilya’da, tiyatro ise akropolisin güneyinde yer almaktadır. Bu tiyatronun maksimum kapasitesi 9.000 kişidir. Auditoriumu (seyirci oturma alanı)oldukça dik eğimli bir yamaca oturmuştur. Bu eğim nedeniyle de görsel ve akustik özellikleri açısından diğer tiyatrolardan daha üstündür.

Tiyatro Marcus Aurelius döneminde (İ.S.161-180) mimar Zenon tarafından tasarlanmıştır. Daire şeklindeki orkestra, auditorium ile sahne yapısı arasında yer almaktadır. Oturma alanının en üstünde 59 tonozdan oluşan yarım daire şeklinde bir galeri vardır. İzleyicilerin bu galeriyi yağmurda sığınak olarak kullandıkları sanılmaktadır. Aspendos Tiyatrosu’nun günümüze bu denli sağlam ulaşmasının nedenlerinden biri de hiç kuşkusuz Selçuklular döneminde restore edilmiş olmasıdır.

18 Şubat 2006 Cumartesi

Karayipler

Cennete Gittik Geldik- yok bunun otesi!

Kuba hayalimiz vardi, hep de var olacak Castro oldugu muddetce. Tabii, Cuba ne kadar CUBA tartisilir artik; ama iste ozlemi her daim mevcut icimizde. Amerika’ya kadar gelmisken Kuba’ya gidemiyoruz, bari bir komsusuna, Karayipler’deki Porto Riko’ya gidelim dedik. ABD Kuba’ya ambargo uyguladigi icin ABD’den direkt Kuba’ya gidemiyorsunuz, ancak baksa bir ulkeye gecip onun uzerinden Kuba’ya gidebilirsiniz. Donuste pasaportunuzda Kuba muhru gorunce bu da problem oluyormus galiba, ama Castro bunun da caresini bulmus, pasaportlara muhur bastirtmiyormus:)

Neyse, bizim olayimiz Porto Rico; Amerikan bolgesi sayiliyor ve ayri bir ulke gibi de degil; yani biraz karisik bir durum. Amerikan eyaleti olmak icin yapilan referandumlar hep basabas sonuclaniyormus, su ana kadar amerikan karsitlari kazanmis..

Kucuk Amerika diyelim oraya! Bu bize hic de yabanci degil! Kuba’ya niyet, Porto Riko’ya kismet diyelim; oyle oldu bizim durumumuz.

Ilk once Karayipler hakkinda biraz cografya bilgisi!! Hep Karayipler denir durulurdu ama haritadaki yerini bile bilmezdim. Bunu dusununce buraya bir harita koymak sart oldu..
Iste Porto Riko bu 7 Karayip adasindan biri.


Porto Riko, nufusunun yarisini ABD’ye goc vermis; 2 milyona yakin porto rikolu ABD’de yasiyor. Ve bir Porto Riko mafyasi mevcutmus New York’ta. Tabii ABD’de ‘en alttakiler’i olusuturunca geriye donusler baslamis.

Baskent San Juan ve biz de San Juan’a gittik.

Ocak ayinin 3’unde Boston’in sogugundan kazaklar, paltolar giyinmis vaziyette havaalanina gittik; Atlanta aktarmali 10 saatlik bir yolculukla Porto Riko yazina vardik. Atlanta’ya kadar olan yolculugumuzun ilk kisminda ucaktaki herkesin elinde kitap varken, Atlanta’dan yaptigimiz aktarma ile bindigimiz Porto Riko ucaginda bu tur aliskanliklari olmayan memleketim benzeri bir memlekete gittigimizi fark ettik:) Ucakta muzik dinlemek veya film seyretmek icin kulakliklari satin alma gerekliligi de ayri bir ilginclik!

San Juan’a vardik. Otelimiz Caribbean Hilton. Porto Rico’nun ilk uluslararasi oteli ve bizim İstanbul Hilton’la ayni donemlerde acilmis; uluslararasi bir proje yarismasi sonrasinda bugunku oteli yapmislar. Ilk otele ilave yeni bir bina yapmislar (New Tower); giderseniz bu yeni yapida kalmak istediginizi soyleyin!

Otelin kendi ozel plaji var ve bu plaj cok guzel. Iste bu guzelligi ve konforu bizi otele cakili birakti. Her zaman elestirdigim “otele cakili kalma” olayini bu kez ben yaptim. Tabii bu biraz da dinlence tatili idi, sinavlar bitmis, kafa yorgun; cok da hareket aramiyor insan.



Otelde cakili kalinca pek de porto rikolu tanima firsatimiz olmadi. Otel tamamen amerikali doluydu. Porto rikolu olarak gorduklerimiz sadece garsonlardi.

Tatilden 2-3 hafta once globallesme ile ilgili bir derste amerikadan kalkip Bahama’lara giden bir grup amerikalinin gorduklerinin (gunes, plaj, bikinili kizlar, dans vs) bir plan arkasina, onlara hizmet eden garsonlarin hayati araciligi ile yoksullarin hayatina gecis yapiliyordu. Amerikalilar ne de aptal gorunmustu gozume; oysa su anda o filmdeki amerikalilarin arasindayim ve porto rikolu garsondan icki istiyorum.. Cok dusunmemek lazim, tatildeyim deyip olayimi mesrulastirayim!!

San Juan tam bir kent; buyuk yapilar ve otellerle dolu. Yapilarda estetik yok. Insan elinin degdigi yerler cok kotu; ya insan elinin degmedigi yerler!! Oralar ise cennetlik. Cennete gitmis oluyorsunuz. Bunun otesi yok diyorsunuz. Yani cennetligiz.

Bu da kaldigimiz otelin penceresinden San Juan'a bir bakis. Goruldugu gibi insanoglunun eli degince ortaya cikan da bu oluyor; keske degmez olaymis!


Deniz inanilmaz guzel; hemen kiyida onlarca cesit rengarenk balikla birlikte yuzmek ayri bir zevk. Denizin rengi sizi alip goturuyor. Billur gibi bir su ve rengarenk baliklar.


Porto Riko denince akla gelen seylerin basinda Pino Colado gelir. Hindistan cevizi, ananas ve romdan yapilan bir kokteyl. Bu arada Bacardi Porto Rico’nun dunyaca bilinen rom markasidir. Rom fabrikasina turistik geziler duzenlenmektedir.

Bu kokteyli 50’li yillarda bulan Hilton’un barmeniymis, sorduk hayatta mi diye; ama vefat etmis! Pino Colado romsuz sekilde sokaklarda da satiliyor, bizim ayran benzeri bir misyonu var, serinlemek icin birebir.

San Juan’da Old Town sehrin eski yapilarinin korundugu turistik merkez; guzel restaurantlar ve barlar mevcut; sadece cumartesi aksami kalabalik oldugunu soylemeliyim; diger aksamlar sessiz sayilirlardi. Genelde insanlar otellerinde eglenmeyi tercih ediyor herhalde. Tabii otellerin pek cogunun kumarhanesinin oldugunu, dolayisiyla musterilerin otellerinden pek de ayrilmak istemediklerini dusunebiliriz:)

Restaurantlarda fiyatlar Boston fiyatlarina yakindi.
Erkekler icin soyleyebilecegim, gelecek yillarda da Porto Riko’nun dunya guzellik yarismalarinda Venezuella ile yarismaya devam edecek olmasidir. Kadinlara soyleyecegim ise, Ricky Martin gibi bir kisinin Porto Riko’dan herhalde 50 yilda bir ciktigidir. Yani kadinlar bakimli, hos ve guzel; erkekler bakimsiz ve sinif disi.. Yani Ricky Martin gibi bir delikanli umup giderseniz buyuk hayal kirikligi yasarsiniz.

Porto Riko’da yapmaniz gereken en guzel sey katamaran turu almak olacaktir. Beyaz buyuk yelkenleriyle bindigimiz katamaran bizi issiz, beyaz kumlu bir aday goturdu; dedik biz olduk ve cennete gittik herhalde. 'Issiz bir adada tek basiniza kalsaniz' diye bir soruya baslansa benim aklima bundan sonra burasi gelecek herhalde. Sinorkel ile birlikte yaptigimiz dalislarda sualtina asik olduk! Hic gormedigimiz renklerde, renklerin binbir cesidinde baliklar… Ne guzel bir arada yasiyorlar diyorsunuz; onlar benden korkmuyorlar; biz (ben) korkuyoruz. Bi keresende bi balik surusunun arasinda kaldim; korkudan ne yapacagimi sasirdim.. Sizden kacmiyorlar, tabii ki insan gibi yuzerseniz:)
Yoktur birbirimizden farkimiz, hepimiz latiniz! Latin amcamin Anadolu'da bir kir kahvesinde oturan amcamdan bir farki var mi? Sicaklik ayni sicaklik; poz verirkenki tebessumu dil, din, irk vs bilimum ayriligi ortadan kaldirip gonlunuzun icine direkt nufuz ediyordu. Demek ki guzel insan her yerde guzel insan!

Bu da son gun kesfettigimiz salas bir balikcinin dunya tatlisi patronu, ascisi, garsonu! Otelin hemen yanibasinda kucuk bir retorant. Son gecemizde akil ettik gitmeyi. Otel musterilerinin pek gitmedigi bir yer, daha cok porto rikolular gidiyor; patronu dunya tatlisi dedik, abartmadik bunu derken. Restorant salas ama cok cok temiz.

Devam edecegiz yazmaya; yazacak anlatacak cok sey var!

15 Ocak 2006 Pazar

Paris

Hayallerin Yıkılışı!!

Mürekkep yalamış her insan evladının bir Fransa özlemi vardır mutlaka, ömrümüzün büyük bir kısmı ya Fransız tarihi ya da Fransız siyasetbilimci, filozof, sosyolog ve bilimum sosyal bilimcileri okumakla geçmiştir (L. Althusser’e selam). Ki iddia ederim ki Aydınlanma sonrasi Fransız tarihini Fransızların çoğundan daha iyi biliriz. Her neyse! Bu şekilde bir yakınlık tabii ki Fransa’yı bizim için cezbedici kılıyor. Olay tabii ki salt sosyal bilimlerle ilgili değil, Fransa’yı daha doğrusu Paris’i hep romantizmin başkenti olarak algılamışızdır; bir çok etken vardır bunda, bunları saymaya gerek yok şimdi.


Althusser'e selam gönderdik de 20. yuzyılın en büyük filozof / düşünürlerinden Jean Paul Sartre'i es geçer miyiz? Sartre'n elinde La Humanite ile özgür basın için yapılan yürüyüşteki fotoğrafını koymak isterdim ama maalesef onu bulamadım. Fransa Cezayir savaşı sirasında Cezayir'i savunduğu için "vatan haini" ilan edilir. Polislerce gozaltına alınır, bunu duyan De Gaulle "siz ne yapıyorsunuz, çabuk onu serbest birakın, ben tarihe Sartre'ı tutuklatan başbakan olarak geçmek istemiyorum" der ve akıllılık da eder!!



Her neyse diyelim!! Evet, nihayetinde Paris'e gittim, yalnız, zamanlamam yanlıştı.

Yağmur yagmıyordu ama hava buz gibi soğuktu, . Londra’dan Eurostar ile 3 günlüğune bir kaçamak yaptık. Londra Paris 3.5 saat suruyor hizli trenle. Tren harbiden hizli, bizim İstanbul Ankara hizli treni gibi degil yani, ve de cok konforluydu. Manch tunelinden gecerek Paris’in North Station’una variyorsunuz, sehrin gobegine direkt dalis yapmis oluyorsunuz. Otobuslerle feribotlarla ugrasmayin bos yere derim.

Paris hakkinda konusmaya baslamadan once Londra’dan ayrilisimiza deginmek gerekir herhalde; bayagi macerali oldu. Sabah Waterloo tren istasyonuna vardigimizda trenin kalkmasina 45 dakika birsey varken arkadasim, pasaportunu yanina almadigini fark etti, ehliyetiyle ulke degistirebeilecegini dusundu, nicin olmasindi!! Saka yapiyor zannettim. Ne de olsa AB vatandasiyim diye dusunmus. Tabi, gorevliler bunun mumkun olmadigini, pasaportsuz gecise izin vermeyeceklerini soylediler. Ne yapacaktik, treni kacirirsak butun bir tur icin odedigimiz para da havaya gidiyor olacakti. Arkadasim muthis uzgun, ben de hem uzgun hem sinirli. Yardimimiza pasaport polisi yetisti. Bize istasyondaki ilgili amirlerini cagirdilar. Amirleri muthis bir sekilde elinden geleni yapmaya calisti; normalde trenin kalkmasina bu kadar kisa bir sure varken biletinizde bir degisiklik yapma imkani yoktur. (bizde olsa bir “bananecilik” olacagi, gorevlinin pek de umurunda olmayacagi asikar tabii)., pasaportu ne kadar sure icerisinde gidip alabilecegimizi sordular, oglen oncesi son trenin 11.30’da oldugunu bu trende bizim icin yer ayirtacaklarini soylediler, bu bize gidip pasaportu alip donmek icin yeterli bir sure veriyordu.
Bunu niye anlattim? AB denen olay Avrupa’yi tek bir ulke yapmis, insanlarin artik pasaport tasima geregini/pasaportun onemini ortadan kaldirmis (bir Ingiltere Kita Avrupasi inatlasmasinda gerekiyor size), oysa pasaportlar bizim icin hala en degerli ve en korunasi dokuman olma ozelligini surduruyor.

Paris’e vardik. Kaldigimiz otel 2 yildizli otel guya ama ben tek yildiz da vermezdim, her neyse, sonucta 3 gece kalacaktik ve gece haricinde otele ugrayacagimiz da yoktu. North Station’in etrafi bu tur otellerle dolu.

Paris’i anlatmaya nerden baslamali? Ilk olarak sunu soylemeliyim. Londra’ dan sonra Paris bana kendimi Istanbul’da hissettirdi. Londra’nin kita Avrupasi’ndan tamamen farkli oldugunu daha iyi anladim. Bir kere Paris istanbul’a daha cok benziyordu ve istanbul’un kesmekesine benzer bir kesmekesi vardi.

Aslinda Paris hakkinda yazacak keyifte de degilim, bi turlu Paris’i ovecek birsey bulamiyorum. Paris’i silmek de istemiyorum boyle cabucak, bir cirpida. Ikinci bir sans verecegim ona:)kendisini sevdirmesi icin, en azindan yillarca onun icin biriktirdigim hayellerimi bu kadar kolay yerle bir etmemesi icin.

Paris’e (aslinda hicbir yere!) sevgilisiz gitmeyin denir, dogrudur, cunku Paris’in kendisi size cok birsey vermeyecektir, teselliniz sevgilinizle birlikte olmaniz olacaktir. (Evet farkindayim, cok kirici konusuyorum!:). Biraz pratik bilgi ve izlenimlerimi aktarayim ve de Paris defterini gelecek seyahatime kadar kapatayim.

Londra’yi bir “parklar kenti” olarak adlandirirsak Paris’i de bir “meydanlar kenti” olarak adlandirabiliriz. Ki bu meydanlarin isimleri hic de yabanci degil, isimlerine asina oldugumuz meydanlar.


Sen nehri tekne gezisi turu alabilirsiniz, almayabilirsiniz de:). Guzel bir kopru gectigimizi hatirliyorum:) Eiffel kulesine cikma istegi duymadim, onundeki sirayi gorunce. Eiffel insa ediliriken bu“demir yigini”(muhalifleri oyle adlandiriyormus) icin yapilan tartismalar insaatini durduramamis, simdi Paris Belediyesi’nin para basma makinesi. Her aksam 21.00-21.15 saatleri arasi aydinlatiliyor, guzel bir isik gosterisi oluyor.

Louvre Muzesi (Mona Lisa) tablosu buradadir), Notre Dame da mutlaka gorulecek yerler listenizde olacaktir.. En begendigim yerin Notre Dame oldugunu soyleyebilirim…

Cafelerine oturup Le Monde, Le Figaro okuma havalarina gecebilirsiniz, ama eh iste. Ama bu cafe olayinda israrciysaniz bari Sartre ile Simone'un takildiklari, asklarini, dostluklarini guzellestirdikleri "Cafe de Florette" de oturun. Sen oturdun mu diyeceksiniz? Hayir, o da ikinci Paris seyahatine kaldi!
Bu arada goreceksiniz ki birakiniz normal yerleri turistik alanlarda bile İngilizce aciklamalar kullanilmamis. Kendileri bilir; onlarin gereksiz kibri ile ugrasacak degiliz.

Champs Elysees de aman aman bir cadde de degil, luks magazalar ve restaurantlar mevcut. Burada basimdan gecen bir olayi anlatip Paris mevzusunu gecici olarak kapamak en iyisi.

Champs Elysees’de yururken iki uzakdogulu kadin yanimiza yaklasip yardimci olup olamayacagimiz sordu, evet tabii ki dedik. Kendilerinin Yves Laurent’ten alisveris yaptiklarini ama belli urunlerden sinirli sayida kaldigi icin ayni kisilere magazadan cok fazla satis yapilmadigini, bizden onlar icin bu urunlerden almamizi rica ettiler. Biz de saflik, ne diyor bunlar diye sorgulamadan neden olmasin, ne kaybederiz ki diye dusunduk. Elimize 700 euro’yu saydilar, mutluluktan ucuyorlar. Kendileri bizi sokagin basinda bekleyeceklerini soylediler. Magaza ana caddeden bir 100-150 metre kadar icerde. Biz magazaya giderken geri donup baktigimizda onlari goremedik, alllah allah nerde bunlar diye geri gidip baktim, bana uzaktan devam edip magazaya gitmemiz icin isaret yaptilar, neyse peki dedim saskinlikla. Magaza’ya vardik, iceri girdik, tabii ki cok sik bayanlar karsiladilar bizi. Bizim uzerimizde de normal turist spor kiyafeti. Guleryuzlu bir sekilde nasil yardimci olacaklarin soylediler. Biz de cuzdan alacagamizi soyledik, arkadasim 2 tane cuzdan gozune kestirdi, iksi 500 euro civarinda oluyordu. Fakat satis gorevlisi kadin nazik bir sekilde bu cuzdanlari kendimiz icin alip almadigimiz sordu. Guvenlik gorevlilerinin cadde basinda bizi iki uzakdogulu ile konusurken gorduklerini, bu kisilerin turistlerden yardim isteyerek kendilerinden alisveris yaptirdiklarini soyledi. Sonrasinda tabii ki her biri 200-250 euro olan cuzdanlarin aynisini uretip 5-10 euroya satiyolarmis.(iyi de yapiyorlarmis:)) Baktim bu konu beni cezbetmiyor, arkadasimla tezgahtari basbasa birakip diger urunlerle ilgilenmeye basladim:) Ketrin durumu anlatmis, tezaghtar da bize satis yapamayacaklarini soylemis. Magazadan ciktiktan sonra uzakdogululari aramaya basladik, ama bir turlu bulamiyoruz, elimizde 700 euro var fakat onlar ortalikta yoklar. Ketrin’e bunlar salak mi ya diye sordum, nerde bunlar. Ketrin salak olanin bizler oldugunu, parayi vermek icin bu kadar cirpinmamizin baska bir anlami olmadigini soyledi:)Sonunda onlari bulduk, yine gulumsuyorlardi ve bu duruma hic de yabanci degillerdi galiba. Bi de kendilerini tembihledim, “boyle her yabanciya guvenip paranizi teslim etmeyin” diye:)

Evet Paris Paris diye tutturanlar, gidip de anlata anlata bitiremeyenler, merak ediyorum samimiler mi:) Ama dedim ya tekrar deneyecegim. Paris’i bu kadar kolay silemem:)

Onerilerle kapatayim bu mevzuyu: Kis aylarinda kesinlikle Paris’e gitmeyin ve yapacaginiz gezi haftalik olsun, 3 gunluk tur ile Paris’in havasini almaniz mumkun olmuyor.