Öncelikle şunu belirtmeliyim St. Petersburg - Moskova gezisi yapmayı düşünürken Beyrut maceramız THY'den kampanyalı bilet bulmamızla başladı. Biletler gidiş - dönüş 300 TL. olunca gidelim görelim bari doğunun Paris'ini dedik. İyikide gitmişiz. 40 yıl düşünsem aklıma Beyrut'u bu kadar seveceğim gelmezdi. Hadi bakalım başlayalım beraber Beyrut'u gezmeye...
Yaklaşık bir saatlik bir rötarla başladı uçuşumuz. Beyrut - İstanbul arası 1.5 saat. Gece üç gibi Refik Hariri havaalanına indik. Taksi şoförüyle sıkı bir pazarlık yapıp, taksi parasını 45 dolardan 15 dolara indirip otele doğru yola çıktık. (Aklınızda olsun taksimetre benzeri birşey olmadığı için taksilerde Beyrut'ta mutlaka pazarlık yapın çok yüksek fiyattan kapı açıp, ortalama fiyata kadar iniyorlar. Sadece havaalanında pazarlığa rağmen pahalı kalıyor ama taksiciler sıralarını kaybettikleri için 15 doların altına inmiyorlar). Geç saatte indiğimiz için ilk kalacağımız oteli havaalanına yakın seçtik (Otelimiz havaalanına 4 km. idi). Bu tip gezilere turla gitmekten hoşlanmadığımız için otel rezervasyonlarımızı Booking.com'dan daha önce yapmıştık. (İlk otelimiz olan Assaha Hoteli oteller kısmında detaylı olarak yazacağım ileride) Genel olarak bahsetmem gerekirse Assaha Hotel tek kelimeyle muhteşem bir otel. Sabah kahvaltıdan sonra tekrar taksiciyle pazarlık yapıp, 10 dolara Hamra bölgesindeki otelimize doğru yola çıktık (Plaza Hotel). Gece geç saatte vardığımız için fark etmediğimiz trafik keşmekeşine daldık.
Beyrutta trafik tek kelimeyle felaket. İstanbul trafiğine kötü diyenlerin bir de burayı görmesi lazım. Neredeyse kimse trafik işaretlerine ve lambalara uymuyor. Arabaların neredeyse hepsi son model lüks arabalar (mercedes, ferrari, porshe, lamborghini ve envai marka jeep'ler) ama hepsinin bir taraflarında vuruklar var. Türkiyede bile bu kadar lüks arabayı bir arada görmemiştim. Bir de her yerde kaportacılar var. Hepsinin ön cephesi lüks arabaların ön kaportalarıyla dolu. Herkesin arabalarını birbirinin önüne kırmasına rağmen ne zarıl zarıl korna gürültüsü var ne de bizdeki gibi arabadan inip, sana gününü gösteririm durumu (biz araba kiralayıp gezmeyi planlıyorduk ama durumu gördükten sonra vazgeçtik bundan. Bu arada Beyrutta toplu taşıma bizdeki gibi değil. Ya külüstür minibüslere balık istifi biniliyor yada kırmızı plakalı binek arabalar dolmuş gibi hizmet veriyor ama onlarda tıklım tıkış. En iyi çözüm taksiye binmek. London Cab denilen taksiler çok sevimli fakat diğer taksilere göre daha pahalı çalışıyorlar)
Neyse, kelle koltukta Hamra'da ki otelimize vardık (Plaza Hotel). Odalarımız henüz boşaltılmadığı için valizleri bırakıp bir şehir turu atalım dedik. Şehir tam bir şantiye görünümünde. Bir tarafta kurşunlar ve bombalardan yerle bir olmuş binalar bir yerde son derece lüks bina ve inşaatlar. Yıkılan binaları yeniden aslına uygun restore ediyorlar (Gerçi inşaat işlerini yapan Solidere firmasına karşı olanlar çok). Halk ya çok fakir yada çok zengin. Ortası yok.
Neyse otelden ayrılıp iyiki de dolaşmaya çıkmışız. Bakkaldan alışveriş yaparken bir genç yanımıza geldi ve yarım yamalak türkçe konuşmaya başladı. Meğer annesi türkmüş. Oraya buraya nasıl gideriz derken yanımıza birkaç kişi daha geldi ve taksi şöforumuz Khalil'le tanıştık. Yine sıkı bir pazarlıktan sonra bizi tüm gün dolaştırması için 100 dolara anlaştık Khalil'le. İlk durağımız ünlü Meryem Ana heykelinin bulunduğu Harissa oldu. (detaylar Harissa yazısında) Daha sonra Lübnan'ın meşhur sahil kenti Byblos'a doğru yola çıktık. Khalil'in önerdiği restoranda yemeklerimizi yedik (bkz Locanda) ve çarşıda dolaşıp biraz alışveriş yaptık. Gezimize geç saatte başladığımız için maalesef Byblos antik kentini gezemedik. Ama hatırladığıma göre giriş ücreti 5 dolar kadardı. Çarşıda karşımıza çok iyi Türkçe konuşan bir dükkan sahibi çıktı. Nerede öğrendiniz türkçeyi diye sorunca "Ben ermeniyim, Türkiye'den ailemiz" dedi (Fakat Khalil'in yarım yamalak anlattığına göre ermenileri pek sevmiyorlar Lübnan'da. Bu arada alışverişte de pazarlık yapmak gerekiyor). Otele dönüp biraz dinlendikten sonra da aldık elimize haritalarımızı ve downtown'da bir şeyler yedikten sonra ilk gecemizi bitirdik Beyrutta.
İkinci gün:
İkinci gün otelde kahvaltı ettikten sonra kendimiz gezmeye karar verdik ve ilk iş olarak deniz kenarına yanı Corniche denilen bölgeye indik. (bkz: Corniche) elde harita baya yürüdükten sonra Roma hamamları ve Halil Cibran Public Park'ta biraz mola verdik. (Beyrut biraz yorucu olsa da yürüyerek dolaşabileceğiniz bir şehir. Biz taksiyi çoğunlukla yorgunluktan bitmiş bir halde otel dönüşlerinde kullandık). Daha sonra Nejmeh meydanında bir cafe'ye oturup, birer türk kahvesi içtik (daha doğrusu tam türk kahvesi değil. Bizdeki gibi servis edilmiyor. Şeker oranını soruyorlar ama her halukarda yanında şeker ve kaşık getiriyorlar).
Meydanda oynayan çocukları seyredip, Virgin mağazasına bakmaya gittik. Virgin devasa bir binada. Ama herşey çok pahalı ve hepsi dolar üzerinden. Ama aklım kitaplarda kalmadı desem yalan olur. Martrys meydanındaki heykeli görüp, Hariri'nin mezarını ve El Ömer camii'yi görmeye gittik. (bkz ilgili yazılar). Yine elde harita yürüye yürüye National Museum' gittik. Gerçekten inanılmaz bir müzeydi. (bkz: National Museum) Yemek yemek için Al Falamanki'yi ararken birisi büyük bir parti var gelin dedi bize. Okul gibi bir şeyin bahçesine gittik. Her yerde müzikler, yemek standları etrafı izlerken genç bir kız çıkıp konuşmaya başladı. Ve birden işin rengi değişti. Meğer hükümetin yabancı işçi çalıştırma şartlarına karşıt gösteri yapan bir gençlik grubunun etkinliğiymiş parti dedikleri. Daha önce fark etmediğimiz askerleri görünce aman dedik biz yavaştan uzaklaşalım buradan. Daha sonra kafamızda senaryolar yazıp çok güldük ama. Tutuklansaydık ne olurdu acaba diye. Al Falamanki'de yemeklerimizi yedikten sonra otelimize döndük, biraz dinlendikten sonra Hamra caddesinde bulunan cafelerden biri olan Hamra Cafe'de tatlılarımızı (bread pudding) yiyip, nargile içerek geceyi sonlandırdık.
Üçüncü Gün:
Üçüncü gün kahvaltıdan sonra saat 9 gibi taksi şoförümüz Khalil bizi otelden aldı ve Şaraplarıyla ünlü Ksara'ya doğru yola koyulduk (ikinci gün daha fazla yol gideceğimiz için taksi ücreti bu sefer 150 dolardı). Ksara'yı gezip şarap tadımı yaptıktan sonra Baalbek'e gitmek için yola çıktık. Khalil'in uyarısı üzerine (zaten yanımızdalardı ama) pasaportlarımızı yanımıza almıştık. Gerçi hiçbiri bakmadı ama yolda Bekaa vadisine giderken birçok askeri kontrol noktasından geçtik. (Ben bir de Mleeta'da bir müze olduğunu duymuştum fakat Khalil oralar tehlikeli hala çatışmalar var diye götürmedi bizi). Baalbek'e vardığımızda hava biraz kapatmıştı ama neyseki tapınakları tamamen gezene kadar yağmura yakalanmadık (bkz: Baalbek). Tapınaklardan çıkmamızla beraber felaket bir yağmur başladı ve biz Zahle'ye doğru yola koyulduk. (bkz: Zahle) Zahle'ye vardıktan sonra biraz dolaştık yemeğimizi akarsu kenarındaki restorantlardan birinde yedikten sonra Khalil sizi birkaç değişik yere daha götüreceğim dedi ama götürdüğü iki mumya müzesi ve bir mağaraya girmek istemedik. Herbirinin girişi 12 dolardı - sanırım devlet politikası Byblos, National Museum harici çoğu yerin giriş ücreti aynı- ve Jeita'yı gördükten sonra hiçbir mağara daha güzel olamaz dedik. Dönüşte Khalil bizi Spinney's adlı büyük bir süpermarkete götürdü. Free shop'lar pahalı olduğu için içki, ıvır zıvır alışverişlerimiz oradan yapıp akşam yemeğine hazırlanmak için otele döndük. Akşam yemeğimizi meşhur Abd el Wahab'da (bkz: Abd el Wahab) yemek için rezervasyon yaptırmıştık. Dokuz gibi restorana gittik, yemeklerimizi yedikten sonra günün yorgunluğunu gidermek için geceyi otelde sonlandırdık. (Bu arada biz gün içinde çok yorulduğumuz için gece hiç bara gitmedik ama duyduğumuza göre Hamra caddesindeki Ferdinand ve De Prag en çok gidilen barlardanmış. Gemayzeeh bölgesinde de çok popüler barlar varmış)
Dördüncü gün:
Uçağımız 3.5 da olduğu için yine erkenden kalkıp şehir turu atalım dedik son kere. Hamra caddesinde kurulan pazarı dolaşıp, gözleme türü birşeyler aldık ve Starbucks'da oturup birşeyler içip gözlemelerimizi yedik. (Bu arada o gün bir sürü ayakkabı boyacısı ve loto bileti satan çocuk çıktı ortaya. Bir tanesi yanımıza gelip, türkçe olarak son derece acıklı bir hikaye anlattı bize. 14 yaşındaymış ve ailesi Suriye'deki savaştan Türkiye'ye kaçmış. Çocuk da amcasının yanına Lübnan'a gelmiş ve loto satarak ailesine para yolluyormuş. Çok sevimli ve temiz yüzlü bir çocuktu. Türk parası var mı Türk parasını özledim deyince para verdim ona ve nereden bakacağımı bilmediğim Lübnan lotosundan bile aldım. Hatta Starbuks'ta otururken baya ağladım çocuğun haline. Ama corniche doğru inerken benzer bir hikaye ile boyacı iki çocuk daha çıktı karşımıza. Sanırım iyi kandırıldım. Aklınızda olsun siz de aynı kandırmacaya düşmeyin...)
Corniche bölgesinde biraz yürüdükten sonra Hamra'ya geri döndük ve Cafe Hamra'da son kez bir nargile içtik. Hediyelik alışverişlerimizi yaptıktan sonra Khalil Havaalanına götürmek için bizi gelip aldı (Hamra havaalanı arası 15.000 lübnan pound'u ödedik) ve Lübnan tatilimiz sona erdi....
1 Dolar: 1.5oo livre
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder