11 Mayıs 2012 Cuma

Diablo 3 e Kadar Olan Hikaye



(Efenim malum diablo 3 geliyor ve hepiniz daraldınız benim diablo yazılarımdan ancak bugün ekşide bir arkadaşın yazdığı diablo evreninde gelecek oyun olan diablo 3e kadar olan biteni anlatan entrysi üzerine kendisindende izin alarak burda paylaşmak istedim. Goldenwand nickli arkadaşa teşekkür edip yazısına geçelim;)

 diablo evreni üç farklı dünyaya sahip, birincisi meleklerin bulunduğu high heavens, ikincisi diablo gibi prime ve lesser evil'ların olduğu burning hell, ve sonuncusu insan ırkının yaşadığı sanctuary'dir. (bunların yanında, black abyss ve void gibi yerler de var, ama haklarında pek bilgimiz yok. hatta black abyss hakkında, demonların doğup geldiği ve ölünce gittiği yer olması dışında bi bilgimiz yok, ki bunu da deckard cain'in bir cümlesinden biliyoruz)

sanctuary, high heavens ve burning hell'in uzun yıllar boyunca "eternal conflict" olarak anılan karşılıklı savaşları neticesinde yaratılmıştır desek, yanlış olmayız.

cehennem, diablo, mephisto ve baal adındaki üç kardeşten oluşan ana kötülükler tarafından yönlendirilmekteyken, cennetin başında angiris konseyi adı verilen bir grup bulunmaktaydı. bu konsey, tyrael - adalet, auriel - umut, malthael - bilgelik, imperius - hüküm, itherael - kader meleklerinden oluşmaktaydı. amma ve lakin, bu beş kilit isimin yanında, adı çok önemli olan bir başka melek vardır, inarius. inarius, aslında angiris konseyine danışmanlık yapmaktaydı. ama ne var ki, bu yaradılışın başından beri devam etmekte olan bitmez tükenmez savaşdan tiksinmişti ve daha barışçıl bir evren peşindeydi. aynı şekilde düşünen şeytan ve melekleri bir araya toplayıp, insanların yaşadığı sanctuary'yi yarattı. ve daha önceden çaldığı worldstone yardımı ile ölümlülerin yaşadığı bu plane'i cennet ve cehennemlerden gizleyebildi.

ilk yaratılan insanlara nephalem denilmekteydi. bu insanlar, sanctuary'i kuran melek ve şeytanların çocuklarıydılar ve çok büyük bir güç sahibiydiler, alt edilmekten korkan inarius, worldstone'u kullanarak insan ırkını modifiye etmeye başladı. her yeni nesille, insan ırkı daha da güçsüzleşiyordu. bu güçsüzleşme neticesinde, inarius biraz mala bağlayarak, insanlığın kendisine tanrı gibi davranmasını istemeye başladı. ve bunu sağlamak için cathedral of light adında bir din yarattı. sanctuary'nin varlığından ilk haberdar olan yer cehennem oldu. ve prime evil'lar insanlığı kendi savaşında kullanmak için kendi tarafına çekmeye karar vererek, sanctuary üzerinde triune isimli başka bir din kurdu.

bunun üstüne, ee anuna korum böyle iş olmaz diyen insanlık triune ve cathedral of light'a baş kaldırmaya başladı. sonunda uldyssian isminde bir ölümlü, inarius'u öldürmek için worldstone'u kullandı. fakat o kadar güçlenmişti ki, bütün sanctuary'i yok edeceğini farketti. kendini feda ederek, sanctuary'nin yok olmasının önüne geçti. işte tam da bu olaylar sayesinde meleklerden oluşan agiris konseyi sanctuary'nin varlığını farketti ve dünyaya indi. gördükleri karşısında afallayan ve sanctuary'nin şeytan ve melek kanıyla yaratılmış korkunç bir ucube olduğunu düşünen melekler sanctuary'i yok etmek için oy kullanmaya karar verdi.

meleklerden ikisi yok edelim diye oylarken, biri yok etmeyelim dedi. malthael, yani bilgelik meleği oy kullanmayacağını açıkladı. son oy kullanma sırası kanatlarına kurban olduğum tryrael'deydi; tryrael, önce yok etmeyi düşünse de, uldyssian'ın sanctuary'i kurtarmak için kendini feda etmesinden çok etkilendi. zira uldyssian bir tanrı olabilecek kadar çok büyük bir güç kazanmasına rağmen, bütün elde ettiği gücü sanctuary'deki insanları kurtarmak için verince, tryrael insanlığın içindeki iyiliği gördü ve prime evil'lar dünyayı fethetmek için her ortaya çıkışında, insanlığa yardım etmeye çalıştı. bütün bu olan çatışmalara günah savaşı adı verildi. (bu olayların bir çoğu da zaten the sin war adlı diablo evreninde geçek kitap serisinde anlatılmakta)

günah savaşı bittiğinde, mephisto ve argiris konseyi aralarında bir antlaşma imzaladı ve insanlığı kendi savaşlarında kullanmayacaklarını söyledi. mephisto, bunun karşılığında inarius'u tutsak olarak cehenneme götürmeyi talep etti. bu talebi, melek konseyi tarafından onaylandı; bunun neticesinde üç büyük şeytan, sanctuary'den ayrıldı. bir antlaşma yapılmasına rağmen, diablo ve mephisto ibneleri bu antlaşmaya uymayarak, insanlığı etkileri altına almaya devam ettiler.

amma ve lakin, cehennem denilen çukurun da başı boş değildi. üç büyük şeytan olmasına rağmen, onların altında dört küçük çaplı şeytan daha vardı. duriel, andariel, azmodan ve, belial; üç büyük şeytan'ın insanlıkla uğraşmasını gereksiz bulmakta ve cennetle olan savaşı sekteye uğrattığını düşünmekteydi. zaman içerisinde üç büyük şeytan'a olan nefretleri iyice korlandı ve cehennem görebileceği en kanlı devrim'i gördü. üç büyük şeytan cehennemden siktir edildi, bu olaya "the dark exile" denmektedir.

sanctuary'ye mahküm edilmiş üç büyük şeytan ise farklı kılıklara bürünüp, insanlık arasına karışmaya başladı. diablo, dialon; baal, bala; mephisto ise mefis olarak bilinmeye başladı ve primus (gerçekte mephisto'nun oğlu olan lucion) tarafından yürütülen triune cult'ın yapı taşları haline geldiler. sanctuary'nin dört bir yanına tapınaklar kurarak, zayıf ve saf insanları kendilerine çekmeye devam ettiler.

üç büyük şeytan'ın sanctuary'de yürüdüğünü farkeden tryrael horadrim adında bir büyücü kardeşliğini (brotherhood of magi) kurdu. tabi horadric cube ve horadric staff'ı bu grubun kurduğunu hemen anlayabiliyoruz. bu kardeşliğin üç tane kral elemanı vardı. bunlardan biri diablo 2'de karşımıza çıkan tal rasha, bir diğeri jered cain, ve sonuncusu hepimizin "stay a while and listen" sözlerini unutamadığımız deckard cain'dir. horadrim üç farklı büyücü klanının birleşmesinden oluşmuştur ve her birinin görevi bir büyük şeytanı alt etmektir. tyrael bu klanlara, şeytanları hapsedebilmeleri için birer parça soulstone vermiştir.

bu süreçte ilk yakalanan en büyük ağabey olan, mephisto olmuştur. hapsolduğu soulstone kurast'da bir temple of light'a gömülmüştür. ardından baal'ın izi sürülmüş ve lut gholein'e kadar kovalanmıştır. amma ve lakin, yakalanması mephisto kadar kolay olmamıştır. bu süreçte baal, onu hapsetmeye çalıştıkları soulstone'u kırmıştır. ama tal rasha reyiz, tüm gücünü toplayıp, soulstone'un kırılan parçalarından en büyüğünü kendi göğsüne saplayıp, baal'ı kendi bedeni içerisinde hapsetmeyi başarmıştı. böylece kendi sonunu da hazırlayan tal rasha, canyon of the magi'de saklı bir anıt mezarın içinde, sonsuza kadar baal ile bitmek tükenmek bilmeyen bir savaşa girmişti.

son olarak geriye, en küçük, fakat en güçlü kardeş kalmıştı, yani diablo. jered cain uzun yıllar diablo'nun peşinde koşturduktan sonra, khanduras'da diablo'yu soulstone'a hapsetmeyi başarmıştı. soulstone, khonduras'ın altında bir mağara sistemine saklanmış, üzerine ise girişi saklamak ve korumak için bir tapınak dikilmişti. fakat zaman horadrim'e iyi davranmamıştı, bütün üyeleri vefat etmiş, geriye sadece deckard cain kalmıştı. khonduras'daki horadrim tapınağı, artık harabe halini almıştı. işte tam da bu sırada, kral leoric, tristam'ı ev şehri yapmaya karar vermişti. harabe halindeki horadrim tapınağını, kocaman bir katedral haline getirmişti. uzun süre halkı adaletli bir şekilde yönetti.

yıllar içerisinde diablo'nun hapsolduğu soulstone'un diablo tarafından çürütülmesi ile birlikte, diablo'nun etkisi artmaya başlamıştı. tekrar dünyada yürüyebilmek için bir insan bedenine ihtiyacı olan diablo, kral leoric'i etkilemeye çalışıyordu. ama koskoca kral leoric'i etkilemek öyle kolay değildi ve diablo bunun için henüz yeteri kadar güçlü değildi. o da kral'ın danışmanı olan lazarus'u etkilemeye niyetlendi, ve bunu başardı da. lazarus, kral leoric'e sürekli savaşlar çıkarması için etkilemeye çalışıyor ve zaman içerisinde bunu da başarıyordu. gereksiz yere savaşlar açan leoric'e ufaktan halkı ve şovalyeleri kıl olmaya başlamıştı. lazarus ve diablo'nun etkileri neticesinde alemin kralı leoric, akıl sağlığını yitirmiş ve deli kral olmuştu. diablo, leoric'i katedrale çekemeyeceğini farkedince, leoric'in oğlu olan prince albrecht'i çekti ve vücudunu ele geçirdi. oğlu kaybolan deli kral, iyice zıvanadan çıktı ve oğlunun kayboluşundan tristam halkını meshul tutmaya başladı. bir çok kişiyi, boş yere idam ettiren leoric'e sonunda şovalyeleri dur dedi.

"kasap" bir çok insanı katedrale çekiyor ve öldürüyordu. bu sayede, diablo gitgide güçlenmeye devam ediyordu. diablonun varlığı da fısıltılarla insanlar arasında yayılıyor, bunu duyan, para ve şöhret peşindeki kahramanları tristam'a çekiyordu. tabi bu kahramanlardan bir tanesi de bizdik. ve katlar boyunca savaşıp sonunda diablo'nun götünü kesmeyi başarıyorduk. soulstone'u diablo'nun vücudundan çıkarınca, aslında prens albreç'in olduğunu görüyoruz ve diablo'nun ortalarda dolaşmasına izin vermemek adına, soulstone'u kendi alnımıza yapıştırıyoruz. bu noktadan sonra, diablo 2'de gördüğümüz the dark wanderer halini alıyoruz.

şimdi buraya kadar yazdıklarım, ilk diablo oyunu başlamadan öncesini ve diablo 1'in sonunu anlatıyor. diablo 2'de ise, bütün bu parçalar birleşiyor. tal rasha'dan tutun da, dark wanderer'a kadar.

diablo 2 için söylememiz gereken şey ise, dark wanderer'ın peşinde olan kahramanları oynadığımızdır. her zaman dark wanderer'in bir adım gerisinde kalıyoruz. bu sırada, oyunun açılış sinematiklerinde göreceğimiz üzere, dark wanderer, yani diablo; marius adında yaşlı bir adamı etkileyerek, takipçisi olarak alıyor ve birlikte doğu'ya, hep doğu'ya doğru ilerlemeye başlıyorlar.

biz de peşlerinden koşturuyoruz. diablo'nun baal'ı özgür bırakmak için canyon of the magi'ye gittiğini öğreniyor ve kovalamaya devam ediyoruz. fakat geldiğimizde çoktan iş işten geçmiş oluyor, tyrael'i tutsak olarak buluyoruz. kurtardığımızda bize olanları anlatıyor. dark wanderer, yanında marius ile birlikte mezarlığa geliyor. bu sırada tyrael bu olayı durdurmak için sanctuary'e iniyor ve diablo ile kıyasıya bir dövüşe tutuşuyor. hala tal rasha'nın vücudunda tutsak olaran baal, marius'u etkisi altına alarak özgür bırakılmayı sağlıyor. bu sırada tyrael, "lan salak! ne yaptın! al bu soulstone'un kalan parçalarını ve kurast'da bulunan temple of light'a git. önünde cehennem'in kapıları açılacak ve soulstone'u cehennem alevinde yok etmen gerekecek" diyor. götü korkudan atan marius koşa koşa anıt mezardan kaçarken, tyrael, tek başına hem diablo ile, hem de yüzyıllardır tutsak olan baal ile karşılaşıyor. ve sonunda, bir kaç gün sonra biz gelene kadar hapsediliyor.

tyrael, baal ve diablo'nun kurast'a gidip mephisto'yu kurtaracağını biliyor ve bizi de bu olayı engellememiz için yönlendiriyor. bu noktada diabo 2'nin act üç'ünde olmamıza rağmen, en tiksindiğim bölüm olduğu için uzun uzadıya anlatasım bile gelmiyor olan biteni. kısaca anlatmak gerekirse, kurast'da children of zakarum diye bir rahip grubu var. bunlar mephisto'yu tutsak olarak tutmakla yükümlü insanlar, ama zaman içinde diablo'nun tristam'da yaptığını, mephisto da kurast'da yapıyor. çeşitli üyeleri etkisi altına alan mephisto, diablo ve baal'ın da yardıma gelişiyle kurtuluyor ve üç büyük şeytan güçlerini birleştirerek cehennem'e bir boyut kapısı açıyorlar. ikisi kapıdan geçerken, geride mephisto bizi öldürmek için kalıyor. bu sırada tyrael'in bahsettiği boyut kapısı da, tam da bu boyut kapısı. ama boyut kapısından geçmeye delicesine korkan marius, elindeki soulstone parçası ile birlikte ortalardan kayboluyor. amma ve lakin, biz mephisto'nun kötünü kesmeyi başarıyoruz ve mephisto'dan geriye sadece soulstone'u kalıyor. bunu da alıp, boyut kapısından geçiyoruz.

edit: linaros üşenmemiş, benim sevmediğim kurast kısmı hakkında tamamı doğru olan bilgileri paylaşmış, ben de buraya ekliyorum, ki act 3'de olanları net bir şekilde öğrenmek isteyenler okusun:

"mephisto kısmısı biraz daha değişik ilerliyor hikayede oraya bir parmak basayım istedim. prime evilların sanctuary'e göçünden sonra, mephistonun soulstone'u kurasttaki zakarum tapınağına - ki kendisi temple of light olarak geçiyor - zakarum - ki buda diablo evreninin katolikleri olarak kabul edilebilir - rahipleri tarafından korunması amacıyla bırakılıyor. tabi mephistonun da eli armut toplamadığından dolayı, yavaş yavaş zakarum priestlerini bozmaya başlıyor. en sonunda hepsini kendisine köpek yapıyor ve soulstonunu 7 parçaya böldürüyor. bu 7 parçanın 6 tanesi zakarum kardinallerinin sol ellerine saplanıyor, - act 3'deki high council of zakarum - en büyük parçada que-hegan isimli birine saplanıyor ve bu beyefendi mephistonun vucut bulmasında kullanılıyor. "

burada eklemem gereken bir iki şey var, que-hegan denilen şey bir title'dır. yani başrahip gibi bir pozisyondur. que-hegan olan kişi ise khalim'den sonra ve bu olaylar sırasında sankekur'dur. sankekur, ilerde mephisto haline gelse de, daha önceden de diablo evreninde çok önemli bir hareket yapmaktadır. o da lazarus'u kral leoric'in yanında çalışmaya göndermektir. elbette hiçbir kötü niyetle bunu yapmamaktadır. bu karar verilirken; lazarus da normal bir rahiptir, sankekur da. ama tabi ilerleyen zamanlarda ikisinin başına da korkunç işler gelmektedir.

sonunda cehennem'e ulaşıyoruz, buradaki son dinlenme noktamız olan pandemonium fortress'da kendimize geldikten sonra, diablo'ya doğru hareket ediyoruz. bu sırada tyrael, yüzyıllar önce savaşta yakalanan, yıllarca işkence gördükten sonra cehennemin derinliklerinden gelen bir yaratığın vücuduna bağlanan izual adlı meleği öldürüp, onu bu acıdan kurtarmamızı istiyor.

hemen, "olur panpa" diyip baltamızı, kılıcımızı alıp cehennemde yürümeye başlıyoruz. aslında sikko bir yan boss olduğunu düşündüğümüz izual'ı öldürüp, ruhunu kurtardığımızda hayvanlar kadar güzel bir twiste maruz kalıyoruz ve bize teşekkür edeceği yerde, yukardan bakıp laflar sokuyor. ve öğreniyoruz ki, en başından beri üç büyük şeytan'a yardım eden, onların cehennemden kovulmasını sağlayan darbeyi hazırlayan, onlara soulstone'u nasıl çürüteceğini ve güçlerini arttıracağını öğreten, ve ruhlarını soulstone'lara bağlayıp ölümsüz olmayı onlara öğreten kişi aslında izual imiş. bunları tyrael'e anlatınca, bize acele bir şekilde mephisto'nun soulstone'unu yok etmemiz gerektiğini söylüyor.

cehennemde, hephasto the armored, yani cehennemin silahçısından elde ettiğimiz çekiçle soulstone'u dövmeye başlıyoruz, üçüncü vuruşumuzda mephisto'nun soulstone'u parçalanıyor. akabinde diablo ile karşı karşıya gelmek için uygun adım ilerlemeye devam ediyoruz. ve sonunda diablo ile kıran kırana bir savaş sonucunda alnımızın akıyla işin içinden çıkıyoruz. diablo'yu öldürmüş olsak da, baal hala hayatta.

diablo 2 de tam da bu noktada bitiyor zaten ve diablo 2'nin expansion'u olan, lord of destruction'a geçiyoruz.

bundan bir süre sonra, kaçan marius'u baal buluyor ve parçalayamadığı soulstone'u elinden alıyor. ve kocaman bir orduyla sanctuary'e doğru ilerlemeye başlıyor. daha spesifik olmamız gerekirse, mount arreat'a doğru yol alıyor. tyrael de bize mount arreat'da bulunan son sağlam barbar şehri olan harrogath'a bir boyut kapısı açıyor. harrogath'ın ise hala sağlam olmasının tek bir nedeni var, druid'lerin yaptığı koruyucu büyü olan, the spell of warding. ki onlar da ardı arkası kesilmeyen yaratık saldırısı altında gitgide zayıflamış durumda ve ne kadar daha dayanacağını söylemek güç. bu büyüyü yapan druid'lerden ise geriye bir tek nihlathak kalmış halde. o da büyü yapımı sırasında hayatını kaybeden diğer druidler adına kendisini suçlu hissetmektedir. sürekli, neden onlar öldü de ben ölmedim diye kendini yemektedir.

harrogath'daki barbarlar ve kahramanlarımız (yani biz) güçlerini birleştirerek kuşatmayı sonlandırır. ama ne var ki, nihlathak, vicdanının verdiği ağırlıkla birlikte, harrogath'ın kurtuluşunun savaşarak kazanılmayacağını düşünür. ve baal ile bir anlaşmaya varır. harrogath'ın bağışlanmasına karşılık, eski bir totem olan relic of the ancients'ı baal'a vermeyi kabul eder. bu totemin özelliği, toteme sahip olan kişinin arreat dağındaki rite of passage'dan sorunsuz geçip worldstone'a ulaşabiliyor olmasıdır.

tabi bütün bu olanlardan kimsenin haberi yoktur. bu olayın ortaya çıkması da, anya ve nihlathak'ın ortadan kaybolmasıyla olur. uzun lafın kısası, anya bu olayı öğrenir ve nihlathak tarafından kaçırılır. biz de anya'yı kurtardığımızda ve nihlathak'a anyayı konyayı gösterdiğimizde olayın iç yüzünü öğreniriz. arreat dağının tepesine doğru hızlıca yönelir ve worldstone'a ulaşabilmek için rite of passage olayına gireriz. worldstone'a ulaşabilmek için üç tane ruh ile karşılaşmamız gerekiyor. bu ruhlar ise, öyle tırt ruhlar değil. üç tane nephalem'in ruhudur. zor da olsa, uzun süren bir savaşdan sonra üç ruhu yenip worldstone'un olduğu yere girmeyi başarırız.

bu arada yazmayı unuttuğum bir şey var, tal rasha, baal'ı kendi vücuduna hapsettiğinde; tal rasha'nın sahip olduğu bütün bilgiler doğrudan baal'a geçti. yani çok çok daha güçlü bir baal ile karşı karşıya kalmamız anlamına geliyor bu. ama bize etki eder mi bunlar, hemen indiriyoruz baal'ı aşağı. (bok hemen indiriyoruz, götümüzden ter akıyor)

tyrael ise baal'ı kesmemizden sonra gelip bize baal'ın çoktan worldstone'u bozduğunu, sanctuary'i kurtarmak istiyorsa worldstone'u yok etmesi gerektiğini söyler ve gerçekten de worldstone'u yok eder. (bu arada tyrael'in sonradan gelmesinin nedeni, baal'ın meleksi varlıkları worldstone'a sokmamak için yaptığı bir çeşit büyüdür.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder