17 Mayıs 2012 Perşembe

TALİBAN SENDROMU


Dr. Arslan’ın öldürülmesinden sonra çok konuşuldu ve ben de öyle yazdım…

Hekimlerin kamuoyunda paragöz bir meslek grubu olarak tanıtılmasının sağlık çalışanlarına karşı yaygınlaşan şiddetin artmasında rolü var…

Acaba tek başına bu saptama yaşananları ne kadar açıklıyor?

Bu iş sadece sosyal statü ve ekonomik nedenlerle ilişkili midir?

Eğer öyle olsaydı, bu ülkedeki kimi futbolcular, şarkıcılar, iş adamları hekimlerin kazandığından çok daha fazlasını, üstelik kimse gücenmesin, daha kolayca kazanırken; kazandıklarını kimileri görgüsüzce, sakınmadan, yoksullara saygısızca, ayan beyan harcarken hekimlere gösterilen şiddetin küçük bir bölümü de onlara gösterilirdi. 

Oysa bu insanlara saygıda kusur edilmiyor, el üstünde tutuluyor, seviliyor, imreniliyor…

Bu insanların nerdeyse tamamı halka uzak, gündelik dertlerinin, kaygılarının dışında, sanal, erişilemez, parlatılan, hoş, çekici insanlar…

Belki de sadece bu nedenden onları seviyorlar…

Oysa bizler, yani şiddete maruz kalan hekimler, öğretmenler gerçeğiz…

Belki de şiddete maruz kalmamız erişilebilir olmaktandır, kim bilir?

Gerçekten merak ediyorum, neden insanlarımız tiyatrocuların, yazarların, akademisyenlerin, sanatçıların, emekçilerin feryadını duymazlar?

Bu ülke neden bilim insanlarına, hekimlerine, üniversite mensuplarına, tiyatrocularına, yazarlarına kuşkuyla bakar?

Bir kez daha soruyorum?

Dr Arslan neden öldürüldü?

Hastasını kaybettikten sonra ölüm raporu yazdı diye.

Hasta yakınları ne istiyordu?

Arslan’ın dedelerine ölüm raporuvermemesini ve dedeleri nedeniyle aldıkları maaşın kesilmemesini.

Doktor Arslan’ın ölüm nedeninde sorularımın bir bölümünün yanıtı yok mu?

Bu saldırılar, canına tak etmiş insanların artık kontrol edemedikleri tepkilerinin, uğradıkları haksızlıkların dışa vurumu da değildir tek başına.

Şimdi çok daha kritik bir soru sormak istiyorum.

Başbakanımız neden açıkça ve doğrudan bu ülkenin tiyatrocularını, sanatçılarını, akademisyenlerini yerden yere vuruyor?

Çünkü biliyor ki; bu ülkede yaşayanlar sanatçısını, doktorunu, tiyatrocusunu, akademisyenini sevmiyor.

Çünkü bu grupları ağır biçimde eleştirmek, küçük düşürmek sıradan insanın gözünde prim yapıyor.

Bu ülkede yaşayan insanların büyük bölümü soran, sorgulayan, kuşku duyan, karşı çıkan, farklı olanlardan hoşlanmıyor.

Bu ülkenin insanları bilgiyi yücelteni, eleştirel aklı, herkesten farklı olanı sevmiyor, sürüden ayrı kalanlara tahammül edemiyor.

Bu ülkenin insanları, 7 dil bilen, futbol bilgisi su götürmez ve bu bilgisini defalarca kanıtlamış Lucescu’ya silik bir kişilik diye ısınamadı.

Bu ülkenin insanları, kendisine armağan edilen eşyaları Cumhurbaşkanlığında bırakan, yakınlarının bir tekini bile tanımadığımız, sıradan bir vatandaş gibi kırmızı ışıkta duran eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i sevmedi.

Bu ülkenin insanları, aralarında Genç Konser Solistleri Yarışması Avrupa ve Dünya birinciliği, RTL Televizyonu Ödülü, Le Monde de la Musique Ödülü gibi 20’ye yakın ödülü olan, 30’a yakın beste ve 10’un üzerinde albüm yapan uluslararası değer Fazıl Say’ı bu ülkede istemedi.

Türkiye’nin aydınları, bilim insanları, sanatçıları, akademisyenleri, gerçek meslek sahipleri, entelektüelleri yaşadığımız bu “Taliban Sendromu”na bir çare bulmalıdır.

Çünkü yarın çok geç olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder