29 Haziran 2013 Cumartesi

Aşk Adında Hayat YA SONRA (Konuşan Kitaplar İle Blog Turu)



 Ya Sonra

Ben her gün bir düzine kırmızı kadife keki pişirmiyor, erkek arkadaşımın sevgilisinden bir çocuğu olduğunu öğrenmiyor veya bir cinayete tanıklık etmiyordum. Sakin olmalıyım ve Miranda uyarısını temel alarak tüm menüyü yapmalıyım. Soğan, füme jambon ve biberli peynir gereklidir. Bütün malzemeleri derin bir ekmek kabuğunun içine koyun ve ağır krem şantiyi, tuzu ve karabiberi ekleyin. Dolgu esmerleşinceye kadar 400 derecelik fırında pişirin. En-iyisi-sessiz-kalın ve en-iyisi-avukat-Pita-Dippers-olun salsa sosu ile servis edin.

Coop O’Malley benim avukatım ve erkek arkadaşım. O sadece Charleston’da büyük bir firmada çalışmaya başlamıştır. İş, cumartesi öğleden sonra Palmetto Place’de tatlı çay eskalopu yemek yerine kek pişirmek için evde kalmak yüzünden ülser oldurur. Biz orada buluşup Coop’un 31. yaş gününü kutlamayı düşünüyorduk ama ben kapıdan çıkıp yola düşmüşken telefon etti.

“Merhaba Tenny” dedi. “Son dakikada iptal etmekten nefret ediyorum ama mesaiye kalmam gerektiğini söyledi.”

Ondan şüphe etmek için hiçbir neden yoktu. Coop, kurallara göre bir adamdı. Sadık, titiz ve çalışkan. Bu, biz daha çocukken, ilk yerde beni ona çekmişti. Ben doğal, soruna eğilimli bir kızım ama Coop, tedbirli ve kuralları izleyen bir adam. Onun kişisel sloganı, saatinin arkasına oyulmuştur; semper paratus, her zaman hazırlıklı. Benim sloganım, merda accidit, olur böyle şeyler! Karşıt düşünceler, öyle değil mi?

Günümün geri kalanını, The Picky Palate –tarihi bir bölgede bulunan bir café- için siparişlerimi hazırlamak için harcadım. Ben, özgür bir fırıncıyım. Benim gibi kendi kendini geliştirmiş biri için hayallerin mesleğidir, özellikle bu şehir profesyonel aşçılarla dolduğundan beri. Evde çalışıyorum ve hamur işlerimi, sattığım her şeyden komisyon aldığım ceféye taşıyorum. Kırmızı kadife kek, diğer Low Country’nin favorileri olan –karides ve irmik matinesi, Bene Wafer Trifle, Pluff Mud Pie- gibi döner cam tabakta gidiyordur. Günün sonunda ise, raflar bomboş kalıyordur.

Öğleden sonra geç saatlerde, keklerimi üstü açılabilen türkuaz hırpalanmış araba koyuyorum ve caféye sürüyorum. Tereyağlı mısır ekmeğinin kokusu beni koridorda yerle bir ediyor ve şeritlerle bağlanmış gurme jöle, limon loru ve bamya turşusu kavanozları ile dolup taşan rafların yanından geçiyorum.

Patronum ofisinden çıkıyor ve çilli kolunu belimin etrafına koyuyor. “Şef okuluna geri dönüyorum,” diyor Jan. “The Picky Palate’i satıyorum. Burayı satın almak ister misin?”


Çekilişe katılmayı unutmayın :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder