Sıcak bir yaz akşamıydı.
Yürük saz semaisi çalıyordu, notalar dans ediyordu gecenin karanlığında.
Ve yıldızlar yağıyordu üstüne.
Ne notalar dans eder geceleri, ne de yıldızlar yağabilir bir insanın üstüne.
Ama yanılıyorsunuz.
Bu söylediklerim doğru, bu anlattığımın tümü gerçek.
Çünkü “aşk” gerçek…
Bilim adamları aşkı karmaşık bir sinirbilimsel görüngü (fenomen) olarak kabul ediyorlar.
Aşkı başımıza musallat eden beynimizin bir parçası olan limbik sistemimiz…
Limbik sözcüğü Latince “sınır” anlamına geliyor.
Beynimizin içinde kıvrılmış duran bu sistem, işlevsel olarak dış dünyada yaşananlara verdiğimiz içsel yanıtların birleşimini ve ilişkisini düzenliyor.
En önemli bileşeni hipotalamus olan Limbik sistem, öğrenme becerilerimizi bir anlamda belirliyor, aslında yönetiyor.
Isı düzenlenmesi, açlık ve susuzluk gibi bedensel fonksiyonlarımız ve duygularımız da bu sistemin kontrolü altında.
Limbik sistemin ani uyarılmaları duygularımızı allak bullak edebiliyor, ilk görüşte aşk bu yüzden belki de.
Cinsel dürtülerimiz, korkularımız, öfke ve saldırganlıklarımız hep bu sistemin marifeti.
Limbik sistem sayesinde heyecanlanıyoruz, acıkıyoruz, uyuyoruz.
Sosyalleşmemizi, duygu ve düşüncelerimizi ifade edebilmemizi, moralimizin sağlam ve yerinde kalmasını sağlayan da aynı sistemimiz.
Bu sistem sayesinde birilerine bağlanıyor, özlüyor, âşık oluyoruz.
Yapılan çalışmalar, oksitosin, seratonin, vazopressin, dopamin, endorfin gibi hormon ve sitokinlerin “âşık olma” halinde rol aldığını gösteriyor.
Yani, bilimsel veriler, aşkın mutluluk etkisi yaratan hormonlarımız marifetiyle ortaya çıktığını düşündürüyor.
Peki, insan neden sevdiğini öldürür o halde?
O halde, insan bir zamanlar delicene sevdiği birinden sonrasında nasıl çılgınca nefret eder?
Aşkın içine şiddet, gözyaşı, güvensizlik ve yalan nasıl girebilir?
Yerleşik ahlak anlayışımız giderek daha kolay olanı seçmeye doğru yöneldikçe, kaba kuvvet, korku ve güvensizlik temel duygumuz haline geldikçe aşklar da kayboluyor tabii.
Bir filme ağlamayan, hayatında hiç kahkahalarla gülmemiş, anne-babasından, öğretmeninden, devletinden sevgi ve değer görmemiş birinin limbik sistemi ne yapsın?
Ülkeye şiddet, adaletsizlik, korku ve bilgisizlik egemen olunca toplumun limbik sistemi, yani aklının önemli bir bölümü de kayboluyor, beyinsizleşiyor, ahmaklaşıyor.
***
Bu ülkede veya bu ülkeden çok uzak bir yerlerde, belki uzak bir zamanda ama sıcak bir yaz akşamıydı gerçekten.
Yürük saz semaisi çalıyordu ve notalar dans ediyordu gecenin karanlığında.
Yıldızlar üstüne yağıyordu.
Karanlıkta seçtiğim gözleri yirmi beş yıl öncesi kadar parlak bakıyorlardı yüzüme.
İlk günlerde olduğundan çok daha iyi arkadaşımdı.
İlk yıllarda olduğundan çok daha fazla güveniyordum ona.
Yirmi beş yıl boyunca hiç yalnız bırakmamıştı beni.
Uzanıp en parlak yıldızı yakaladım gökyüzünde ve onu saçlarının arasına taktım usulca.
İnanmıyor musunuz bana?
Yoksa inanıyor musunuz?
Zenginlerin tezgâhlayıp yoksulların öldüğü savaşlara, adaletsizliğe, ikiyüzlülüğe, yalana, iç görüsüzlüğe, tahammülsüzlüğe karşı durmayı onurunuz sayıyorsanız yazdıklarıma inanıyorsunuz demektir.
Gökten sevgilinizin saçlarına dökülen yıldızları biliyor ve aşkı tanıyorsunuz demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder