Onu yaklaşık 5 yıl önce tanıdım. Poliklinikte sessizce muayene sırasının gelmesini bekliyordu. Çok uygar biriydi, adam gibi adamdı…
Genç yaşta “Miyelodisplastik Sendrom” tanısı almıştı. Hastalığını ve olabilecekleri ona anlattığımda son derece soğukkanlı bir biçimde dinlemiş, hiçbir aşırı tepki göstermemiş ve umudunu hiç yitirmemişti.
Yürekli adamdı. Kemik iliği nakli olduktan kısa bir süre sonra Eskişehirspor’u çalıştırmış ve takımın Süper Lige çıkmasını sağlamıştı.
Play-off maçları öncesi kamptayken antrenmanlar arasında kontrole gelir, kan sayımlarını yaptırır, yine büyük bir soğukkanlılık ve disiplinle kampa geri dönerdi.
Hasta insan, her zaman yakınlarında ona destek olacak birilerini arar. Bursaspor ve onun vefakâr taraftarını bir yana bırakırsak Türk futbolu ve bu ülke ondan desteğini esirgedi. Eskişehirspor’u şampiyon yaptıktan sonra hak ettiği ücretini alabildi mi, onu bile bilmiyorum.
Ölümü zaten pek temiz olmadığını yılardır hissettiğimiz ancak son birkaç aydır kirlenmişliği iyice gözler önüne serilen futbolumuzun en krizli günlerine denk geldi. Hakkında yazılan birkaç kısa haber ile duyuruldu ölümü. Hepsi o kadar ile kaldı. Unutuldu gitti hemen.
Onun yaşadıkları ülkemizdeki yüzlerce kanser hastasının yaşadıkları ile aynıydı.
Ülkemizin sağlık alanındaki en büyük eksikliklerinden biri kanser hastalarına yeterince sosyal ve psikolojik destek verecek oluşumların olmamasıdır.
Halen tıbbi anlamda birçok temel eksiğini bile tam olarak halledememiş bir ülke için bu tür desteklerden söz etmek gereksiz bir lüks değildir. Tam tersine bu en önemli eksikliklerimizden biridir.
Tıp pratiğinde sık kullanılmaya başlanan “farkındalık”, “hekim merkezli tıp yerine hasta merkezli tıp”, “kişinin başına gelebilecekleri bilme hakkı”, tedavi uygulamaları ve tıbbi girişimler için artık zorunlu olan “hasta onamı” gibi kavramlar, günümüzde bireyin özgürleşme sürecinin uzantılarıdır.
Hasta hakları hareketi aslında kişilik hakları ile yani demokrasi talebi ile tıbbın gündemine giren ve hastanın kendi sağlığı konusunda kişisel tercihlerine önem verilmesini, özerkliğine saygı gösterilmesini zorunlu kılan bir süreçtir.
Bu sürecin sağlıklı işlemesi ancak sağlam bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma ile var olabilir. Bunun için gerekli olan başta kanser olmak üzere ciddi ve kronik hastalığı olan kişilere sosyal destek verecek oluşumlardır. Bu oluşumların ana görevi hastaları hastalıkları hakkında bilgilendirmek, yalnız olmadıklarını hissettirmek, yasal tüm haklarını savunmaktır. Nejat Biyediç’in yaşadıkları bu tür destek grup ve kuruluşlarına sahip olmayan bir ülkede hastaların birçoğunun yaşadığı “yalnızlık ve savunmasızlık” haliydi.
Oysa bu ülkede Biyediç gibi yüzlerce hasta var.
Bu ülkede bırakın bu sosyal oluşumları, kendisini kanser merkezi olarak tanımlayan, hastayı ilk karşılamadan taburcu edene kadar her türlü tıbbi, sosyal ve psikoloji desteği vermeyi amaç edinmiş, hastanın süreçlere katılımını sağlayacak, hastalıklar ile ilgili temel eğitimin sunulduğu bir “kanser merkezi” bile yoktur. Hastalar, birlikte çalışmaya çok da alışkın olmayan hekimler ve merkezler arasında gidip gelmekte ve en temel sosyal ve psikolojik gereksinimlerini bile karşılayamamaktadır. Hastaların haklarını sağlık kuruluş ve çalışanlarına, çalıştıkları kurumlardaki işverenlerine, Sağlık Bakanlığı gibi resmi kurumlara karşı savunacak oluşumlar çok azdır.
Biz hekimler bilmeliyiz ki, ne kadar iyi tıbbi hizmet verirsek verelim, hastalara sosyal ve psikolojik destek sağlamadan yaptığımız iş eksiktir.
Hastaların talepleri nettir.
“Ben bir hasta olarak kendime ne yapıldığını bilmek, bana uyguladığınız tedaviler hakkında bilgilenmek, hakkımda aldığınız kararlarda söz sahibi olmak istiyorum, ben aynı hastalık tanısını aldığım diğer hastalar ile aynı kişi değilim, ben kendimim, benzersizim, bunu fark etmenizi ve öncelikli gereksinimlerimi göz önüne almanızı istiyorum”
Bu çok anlaşılır talebi karşılama zamanı çoktan gelmiştir.