23 Ağustos 2011 Salı

BİLİM VE SAVAŞ


İnsanlık tarihi boyunca savaşlar, bilimsel gelişmelerin de hızlandığı dönemler olmuştur. Kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçlarının keşfi de bir savaş döneminin ürünüdür.

Hardal gazı (mustard gas) ilk kez birinci dünya savaşında kullanılan biyolojik bir silahtır. Son derece basit moleküler yapıya sahip bu gaz aynı zamanda  büyük bir biyolojik hasar gücüne sahiptir. Gaza maruz kalma sonucu ciltte sulu yaralar, körlük, akciğerde sıvı birikimi, akciğer yetmezliği ve kemik iliğinin baskılanması gibi ölümcül etkiler ortaya çıkar. Bu ilk etkiyi izleyen dönemde kişi eğer canlı kalabilmeyi başarırsa  ikincil kanserlerin gelişme riski de çok yüksektir. 

Hardal gazı en son Saddam Hüseyin’in Halepçe katliamı sırasında tarih sahnesine çıkmıştır. Bu gazın insanlık için kullanılabilecek olması eminim ki, bunu savaşlarda kullanmak üzere üretenlerin hiç aklına gelmemişti. Ancak insanlık tarihi insanlığa karşı olanlar kadar, insanlıktan yana olanların da tarihidir. Yale Üniversitesinde çalışan iki ilâç bilimci, Louis Goodman ve Alfred Gilman, mustard gazının kanser tedavisinde kullanılabileceğini ilk düşünenlerdir.  Aslında bu düşünceleri çok basit bir gözleme dayanıyordu. Hardal gazına bağlı zehirlenerek yaşamlarını yitiren askerlerin otopsilerinde kemik iliği hücrelerinde azalma ve lenf bezlerinde belirgin bir gerileme, küçülme ortaya çıkıyordu. İkili, bu gözleme dayanarak lenfoma ve lösemi tedavisinde mustard gazının kullanılabileceğini düşündüler ve 1942 yılında “nitrogen mustard” isimli bir madde ile çalışmaya başladılar.

Farelerde yaptıkları çalışmalar tümörün belirgin olarak gerilediğini gösteriyordu. Nitrogen Mustardın artık insanda denenebileceğine inanmaya başlamışlardı. Nitrogen mustardın bir örneği olan “mustine” isimli bileşiği, 48 yaşında radyasyon tedavisine yanıtsız bir lenfoma olgusuna uyguladılar.  İlacı ne dozda ve ne kadar süre vermeleri gerektiği hakkında en ufak bir fikirleri yoktu. Yine de birbirini izleyen 10 gün boyunca ilacı farklı dozlarda denediler. Sonuç şaşırtıcıydı. Hastanın tümör kitlesinde ikinci gün yumuşama olmuş ve tedavi sonunda belirgin bir küçülme ortaya çıkmıştı. Ancak ne yazık ki, elde edilen bu yanıt haftalar içinde ortadan kalktı ve hastanın tüm klinik bulguları eski haline döndü. İlacı ikinci kez denediler, elde edilen yanıt yine geçiciydi. Üçüncü denemede ise yanıt alamadılar. Buna rağmen Goodman ve Gilman’ın denemesi şunu açıkça göstermişti. “kanser ilaç ile tedavi edilebilirdi”.

İzleyen süreçte Gilman ve arkadaşları Yale Üniversitesinde 67 hastaya ilacı uyguladılar ve o günün koşullarına göre çok iyi sonuç aldılar. Ancak bulgularını yayımlayamadılar ve diğer meslektaşları ile paylaşamadılar. Çünkü ikinci Dünya Savaşı halen sürüyordu ve ABD ordusu, ikilinin bulgularını askeri bir sır sayıyor ve yayımlanmasına izin vermiyordu. Ekip konu ile ilgili ilk makalelerini ancak savaştan sonra 1946 yılında yazabildi.

Kimileri bu makaleyi öylesine önemser ki, onlara göre kanseri ilaç ile tedavi etmeyi denemek, Mısırlıların ilk kez şifalı otları hastalıkların tedavisinde kullanmaya başlamaları kadar önemli tarihsel bir olaydır.

Alfred Gilman ve çalışma arkadaşı Louis Goodman çok yakın iki dost idiler.  Alfred Gilman, oğlu doğduğunda bu dostluğun göstergesi olarak onun ikinci ismini Goodman koymuştu. Alfred Gilman’ı anarken oğlundan söz etmemek olmaz. Çünkü Alfred Gilman’ın oğlu Alfred Goodman Gilman’da en az babası kadar önemli bir bilim insanıdır. Onun kariyerinin en tepe noktası G proteinlerini izole etmesi ve Martin Rodbell ile birlikte 1994 Nobel Tıp ödülünü kazanmasıdır.

Aydınlama çağının ve Rönesansın tüm dünyayı değiştirdiği, tüm değer yargılarını alt üst ettiği, insanlık tarihinin belki de en yoğun düşünsel sürecinin yaşandığı 1500’lü yılların başında ünlü filozof Erasmus tanrıya şöyle isyan ediyordu. “Ölümsüz tanrı, ufukta öylesine güzel bir dünya görüyorum ki! Tekrar genç olmak neden elimde değil ?.” Onun tanrıya isyan ettiği yıllarda insanlık savaşların, ön yargının, bağnazlığın pençesinde kıvranıyordu. Erasmus bugünü görüyor olsaydı sanırım yine hayal kırıklığına uğrardı. Ne de olsa, günümüzde de halen bağnazlık, şiddet ve önyargılar dünyaya egemen değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder