Arabesk müzik araçtaki az sayıda yolcunun sohbetlerine karışıyordu. Adam, otobüsün terlemiş ıslak penceresinden dışarıyı seyrediyordu. Motor gürültüsü, müzik, insan sesleri ulaşamıyordu adama. Yanında oturan ve erkenden uyuklamaya başlayan yaşlı köylünün ara sıra omzuna düşen başı ile otobüsün içine çevrilen bakışları, silinmeye başlayan dışarıya çevriliyordu yeniden.
Küçük kızın görüntüsü, işte böyle bir anda otobüsün penceresinden doldu içeri ve bir fotoğraf keskinliği ile adamın beynine kazındı. Yola doğru uzanan yeşil tepenin üstünde gördü kızı. Upuzun saçları vardı. Çelimsiz bacaklarını çevreleyen etekliği rüzgârla savruluyordu koşarken; tüm gücüyle koşuyordu küçük kız. Batmakta olan güneşin kızıllığı altında bir gölge gibi tepenin ulaşabileceği en uç noktasına kadar koştu, oradan otobüsü seyretmeye başladı. Adam, müziğin, insan mırıltılarının, otobüsün homurtusunun, rahatsız koltuklarının uzağında, o tepede olma arzusu ile bakakaldı kıza. Büyülenmiş gibiydi. Kız, karşı konulmaz bir biçimde, o tepenin ucunda adamı çağırıyordu.
Hava iyice kararmıştı. Otobüsün iç ışıkları yanmış, camlarında dışarı kaybolmuştu. Cam sadece aracın donuk içini yansıtıyordu şimdi. Sigara dumanı adamın boğazını yakmaya başlamıştı. O tepedeki sınırsız özgürlük sıkıca kavramış hiç bırakmıyordu yüreğini, kızın görüntüsü aklından çıkmıyordu. Yanında oturan yaşlı köylü uykudan uyanmış, içini görmek ister gibi sakınmadan bakıyordu adama. Rahatsız oldu, farkında olmadan bedenini yaşlı adamdan en uzak noktaya doğru kaçırdı. Omzunu yasladığı otobüs camının soğukluğunu hissetti bir an. İnsanların mırıltıları azalmış, otobüsün içinde hiç eksik olmayan arabesk müzik daha da hissedilir olmuştu. Gecenin karanlığına asılı farlar, benzin istasyonlarının, yol üzerindeki küçük kasabaların, köylerin ışıkları otobüsün penceresinde upuzun renkli izler bırakıyordu. Adam, otobüsün penceresine belli belirsiz yansıyan yorgun yüzünü fark etti. Kendi farklılığını yaratmak sandığı çırpınmaların sonucu belirginleşen yüz çizgilerinden geriye koca bir sıradanlık kaldığını düşünüyordu. Hala aklında kızın rüzgârda savrulan uzun saçları vardı. Gece ilerliyor ve adam, otobüsün içindeki insanların aldırışsız, uykulu yüzlerine, yanında oturan yaşlı köylünün kendini inceleyen şaşkın bakışlarına katlanmakta daha da zorlanıyordu. Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Dirseği yanındaki köylünün koluna çarptı. Adamın bakışlarına yakalandı ansızın, göz göze geldiler. Dudağının kenarından sarkan ağızlıklı sigarasının külü uzamış, düşmek üzereydi.
- Buralara ilk gelişin mi efendi?
“Efendi” sözcüğünün üzerine bastırarak ısrarla söylemişti. Sigarası dudak hareketlerine uyarak aşağı yukarı hareket ediyordu konuşurken.
- ...
Kısa bir süre konuşmadan bekledi ve dayanamayarak yeniden sordu.
- Yol çok uzun değil mi?
Adam duymadı bile yaşlı köylünün dediklerini, başını çevirmiş pencereden dışarı seyrediyor ve hala o tepede gördüğü küçük kızı düşünüyordu.
Uzaktan kocaman bir leke gibi görünen köy tuhaf bir biçimde yaklaştıkça ufalıyor gibiydi sanki. İçine girildiğinde birkaç ev kadar küçülüyordu. Köy, sadece kerpiç evlerin bacalarından tüten dumanla nefes alıyordu. Bu bacalar, köyün yaşadığının tek kanıtıydı. Her yerde çamur vardı, köyü ikiye ayıran dar yolda, evlerin avlularında, kapılarında, pencerelerinde. Köyde de gece olmuştu. Yıldızsız gökyüzü, köyün ucundaki tepeden siyah noktalar gibi görünen diğer köyleri, siyah çizgiler gibi onları birleştiren çamurlu yolları, tarlaların yeşilini mutlak bir karanlıkla örtmüştü. Hava soğuktu. Sert bir rüzgâr esiyordu. Küçük kız olduğu yere çökmüş kıpırtısız bekliyordu. Başı avuçlarının arasına saklıydı, üşüyordu. Vücudu iyice büzülmüş, bir motor gürültüsü, bir ışık arıyordu karanlığın içinde. Yüzünde, bedeninde otobüslerde olma, o otobüslerle bilinmezlere, hiç görmediği yerlere savrulma isteği vardı.
Tepenin altında göz alabildiğince uzanan bozuk asfalt sessizdi. Uzaklarda köpek ulumaları işitiliyordu.
www.mustafacetiner.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder