29 Ekim 2013 Salı

ZORUNLU HİZMETTE HEKİM OLMAK…

Otobüsün arka kapısındaki son basamakta öylece kalakalmıştım. Otobüsten aşağıya adımımı atamıyordum. Karanlık bir sabahtı. Otobüsün dışında bağırışan insanların görüntülerini yok eden sis sanki aşağıya inmemem için beni tehdit ediyordu.
-Taksi lazım mı abi

Sesin geldiği tarafa döndüm, sisin arkasına gizlenen sesin sahibini görmeye çalıştım. Çamura gömülmüş bir çift lastik pabuç kadardı sanki, yüzünü hiç ayrımsayamadım.
Zorunlu hizmet yükümlülüğüm beni Ankara’daki korkusuz yaşamımdan Ağrı’nın bu uzak köşesine fırlatıvermişti.

Kızgındım, zorla gönderildiğim bu yerden hoşlanmayacağımı, her günümü büyük bir mutsuzlukla yaşayacağımı, burada geçireceğim günleri ileride hiç anımsamak istemeyeceğimi sanıyordum.

Yaşamla ilgili gerçekleştirmek istediğim onlarca hayalim vardı ve buralara gelmek onların arasında değildi.

Feci halde yanılmışım.

Ağrı ilinin bir dağ köyünde sağlık ocağı hekimi olarak geçirdiğim o bir yıl yaşamımın en muazzam deneyimlerimden biri oldu.

Mesleğe ve hastaya saygı konusundaki duyarlılıklarımı borçlu olduğum başlangıç noktası zorunlu hizmet günlerimdir. 

Hekimliğin ne demek olduğunu orada farkettim, mesleğimi orada öğrenmeye başladım.
Orada tanıdığım taksi şoförü Hayrettin, sevgili Bülent ağabeyim yaşamımda sahip olduğum en değerli dostlarım arasına girdiler. Daha sonraları da onlar kadar yakın dostlar edindim ama onlardan daha iyisine hiç sahip olmadım.

Franz Kafka diyor ki;
-Reçete yazmak kolaydır ancak insanları anlayışla karşılamak zordur.
Ben zorunlu hizmet süremde reçete yazmak kadar insanları anlayışla karşılamayı da öğrendim.

Bir çokları bana kızacaklardır, biliyorum.
Çünkü oralarda sadece bir yıl kaldım.
Yaşamımın büyük bölümü Ankara ve İstanbul’da geçti.
Bu kısacık doğu hizmeti deneyimimle boyumdan büyük konuştuğumu söyleyeceklerdir.
Tuzumun kuru olduğunu da.
Haklılar…
Büyük olasılıkla oralarda çok uzun yıllar yaşamak zorunda kalsaydım ben de kızgın, kırgın ve düş kırıklığına uğramış olurdum.
Herkesin yaptığını yapmayı ister ve oralardan bir an önce kaçmaya çalışırdım.

Ama bu bir gerçeği değiştirmiyor. 
Eğer bir gün bu ülkede daha güzel günler yaşanacaksa bu umudun ilk yeşereceği yerler Nişantaşı, Çankaya değil benim zorunlu hizmette çalıştığım Murathan köyü gibi gelişememiş yerler olacaktır.
Ve bu ülkenin her bir bireyi de bu umudun yeşerebilmesi için en azından yaşamının bir yılını bu hayale feda edebilmelidir...

Üniversitede öğretim üyesi olduğum yıllarda öğrencilerim diyorlardı ki;
-Altı yılımızı tıp fakültesinde geçirdik, şimdi zorunlu hizmete gideceğiz, sonra şanslıysak TUS sınavını kazanacağız ve 4–6 yıl uzmanlık eğitimi yapacağız. Daha sonra yeniden zorunlu hizmete gideceğiz. Sonra 2–3 yıl yan dal uzmanlık eğitimi, sonra yeniden zorunlu hizmet. Toplamı 20 yıla yakın bir eğitim. Sınırlı ekonomik olanaklar…”

Haklıydılar…

Onların haklılığını bilerek yine de onlara yanıtım şu oluyordu.
- Yaşamınızı belirleyen tercihlerinizdir. Mesleğinizi nasıl yapacağımızı, ne karşılığında hangi bedeli ödeyeceğinizi, hangi ilkeler için yaşayıp hangilerinden ne uğruna vazgeçeceğinizi tercihleriniz belirler. Tercihinizi yapın.
Evet, halen öyle diyorum.

Tercihinizi yapın…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder