XIX ve XX. yüzyıl içerisinde devam eden Osmanlı Avrupa mücadelesinin asıl sebebi “Şark Meselesi” ne dayanmaktadır. Daha ziyade XIX. Yüzyılda siyasi bir terim olarak ifade edilmeye başlayan Şark Meselesi’ nin tarihi menşei oldukça eskidir. Zaman ve mekana bağlı olarak çeşitli görünümlerde ortaya çıkan (günümüzde Ortadoğu, Lübnan, Irak, İsrail, Filistin meseleleri) ve değişik şekilde tarif edilen Şark Meselesi’nin temelinde Avrupa-Türk münasebeti yatmaktadır. Şark meselesinin esası Türkleri Anadolu’dan çıkarmak olarak özetlenebilir. Avrupa bu emelini gerçekleştirmek için önüne çıkan bütün fırsatları değerlendirmiştir. İmparatorluğun son yıllarında buna uygun zemini bulan batı bu amacına ulaşmak için insanlık için utanç verici tutum ve davranışlar sergilemekten geri kalmamıştır. Kitap İmparatorluğun son yıllarında yaşanan göç hareketinin sebep ve sonuçlarını belgelerle inceleyerek ibret vesikası sayılabilecek bir tabloyu gözler önüne sermiştir. Bugün sahip olduklarımızın değerini anlamak ve batının bizim hakkımızdaki değişmeyen düşüncelerini yaşanmış örnekleri ile doğru olarak algılamamızı sağlaması bakımından önemli bir eser.
Osmanlı Devleti 18’inci yüzyıldan itibaren askeri siyasi ve iktisadi gücünden çok şey kaybetmiştir. İmparatorluğun son yıllarında yapılan savaşlarda üst üste yenilgiler alınmıştır. Sonuçları bakımından alınan yenilgiler içerisinde en üzücü olanlarından birisi de Balkan Harpleridir. Balkan Harbi Meşrutiyet’ten sonra gerek iç gerekse de dış politikada yapılan ağır hataların devamından kaynaklanmıştır. Birinci Balkan Harbi’nde Osmanlı Orduları Çatalca hattına kadar çekilerek birkaç hafta içerisinde ancak fecaat olarak nitelendirilebilecek bir durum meydana gelmiş, hemen bütün Rumeli Bulgarların eline geçmiştir. Türkler tarihin hiçbir döneminde bu derece ağır bir hezimete uğramamıştır
Balkan Muharebeleri neticesinde, Balkanlar’ın siyasi haritası önemli ölçüde değişmiştir. Osmanlı Devleti Avrupa’daki topraklarının %83’ ünü, nüfusunun ise %69’ unu; bunlara ilaveten devlet gelirlerinin önemli bir kısmı ile önemli ölçüde bir ziraat potansiyelini kaybetmiştir. Çizilen yeni sınırlara göre Balkanlardaki Türk – İslam unsurunu çoğunluğu Osmanlı hakimiyetinden çıkıp diğer Balkan Devletlerinin idaresine geçmiştir. Bilhassa Yunanistan ve Bulgaristan’a bırakılan topraklarında kalan Türkler, yapılan anlaşma hükümlerine aykırı olarak, idaresi altına girdikleri devletlerin hükümetleri veya ahalisi tarafından baskılara uğramış ve gördükleri zulüm yüzünden, tarlalarını, ev – barklarını kısacası tüm maddi varlıklarını bırakarak Osmanlı Devleti’ne sığınmak zorunda kalmışlardır. Anadolu’ya gelen göçmenler, karşılaştıkları ve sebep oldukları problemlere nazaran, Anadolu’nun demografik, ekonomik ve içtimai yapısına da büyük etkilerde bulunmuştur. Kaybedilen topraklardan göçmenlerin gerek bulundukları yerlerde, gerekse nakil sırasında karşılaştıkları zorlukların yanında, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu mali sıkıntı yüzünden, göçmenlere gerekli yardım yapılamamış ve bu dönemde göçmenler çok zor güler geçirmiştir. Göçler esnasında başta barınma, yiyecek ve giyecek problemlerin yanında sağlık ve eğitim gibi birçok alanda ciddi sıkıntılar yaşanmıştır.
BALKAN HARBİ SIRASINDA RUMELİ’DEN TÜRK GÖÇLERİ (1912 – 1913)
Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyıllarda idari sistemi büyük ölçüde geleneksel temelleri muhafaza etmiş modernleşememiş; eğitim ve öğretim kurumları olan medreseler de eski ilmi hüviyetini hemen tamamen kaybettiklerinden buralardan mezun olanlar yetersiz kalmışlardır. Avrupa ilim ve teknolojide ilerlerken Osmanlı Devleti tarım sanayi ve ulaştırma da bir gelişme gösterememiş; öte yandan bozulmanın en çok hissedildiği Osmanlı Ordusu da teknolojik gelişmelere ayak uyduramadığından Avrupa’daki en geri ordu konumuna gelmiştir.
18’inci yüzyıl sonlarında III. Selim’in başlattığı Nizamı Cedit genel bir ıslahat teşebbüsü olmuştur. Bu yenilikler dar anlamda Avrupa usulünde yetiştirilmek istenen talimli ordu, geniş anlamda ise Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak, Osmanlı devletini Avrupa’nın ilim teknoloji ve ziraatta yaptığı ilerlemelere yetişebilmek için girişilen yenilik hareketlerinin bütünüdür. Padişah III.Selim’in şahsında ifadesini bulan Nizam-ı Cedit hareketi 1807 de onun tahttan indirilmesiyle son bulmuştur. Daha sonra tahta geçen II.Mahmut zamanında (1808-1839) ıslahatın ikinci aşaması başlamış bu dönemde yeni kurumlar daha geniş uygulama alanı bulmuştur. Yapılan bu yenilikler tabii olarak, aynı oranda devlete mali bir yükte getirmiştir.
19’uncu yüzyıla gelindiğinde, Avrupa’daki kuvvet dengesinin şartları ve unsurları büyük değişme geçirirken, Osmanlı Devleti’nin daha da zayıfladığı dikkati çekmektedir. 18’inci yüzyılda Osmanlı Devleti toprak bütünlüğünü tehdit eden ve devamlı bir baskı unsuru olan Avusturya ve Rusya’ya karşı yaptığı savaşları kaybederken, kendisine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı yanına daima bir büyük Avrupa devletini almak suretiyle bir denge kurmayı ve varlığını böylece kurmayı hedeflemiştir.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü Rusya’ya karşı koruma politikası 1878’e kadar sürmüştür. Bundan sonra hem İngiltere hem de Rusya Osmanlı Devleti’nin varlığının devamı için iki büyük tehlike haline gelmiştir. 1877-78 Osmanlı- Rus savaşı 1875 yılından itibaren Balkanlar’da başlayan karışıklıkların meydana getirdiği gelişmelerin sonucudur.
Tarihimize 93 harbi olarak gecen Osmanlı-Rus savaşı 19’uncu yüzyılda Türkiye’nin bir ölçüde kaderini belirlemiş olması bakımından önemli bir savaştır. Bu savaş sırasında Osmanlı Devleti’nin elinden birer birer çıkan topraklarda Bulgar ve Rus tecavüz ve zulümleri yarım milyon kadar Türk’ün yurtlarını ve yuvalarını bırakarak doğru Rumeli İstanbul ve Rodop dağlarına gelmelerine ve buradaki nüfusun önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. Tarihimize “doksan üç muhacereti” diye geçen 1877-78 göçleri, kadın-erkek çoluk-çocuk yüz binlerce kişilik kitleleri önüne katmıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ile Şark Meselesi’nin ilk maddelerini gerçekleştiren Rusya ve Avrupa devletleri Türkleri tamamen Avrupa ve Anadolu’dan atmak için Balkan Harplerinin zeminini hazırlamışlardır. Böylece 93 harbinden sonra en büyük göç hareketi Balkan Harplerinden sonra yaşanmıştır.
Osmanlı devleti’nin Rumeli ve Anadolu’daki toplam nüfusu 1911 Gotha yıllığına göre 23.806,000 yüzölçümü ise 3.027,700 kilometrekare idi. Buna karşılık savaşan dört balkan devletinin toplam nüfusu 10.167,719 yüzölçümü ise 158,456 kilometrekare kadardı.
Harbe sahne olan Doğu ve Batı Rumeli ‘deki duruma gelince: Osmanlı Devleti’nin Batı Rumeli’deki beş vilayetinin (İşkodra, Kosova, Manastır, Selanik ve Yanya) nüfusu 3.638.800, yüzölçümü de 125.000 kilometrekare kadardır. Trakya ise batı ve doğu kısımları dahil 2.291.200 kişi yaşamakta olup, 42.000 kilometre toprak bulunmaktadır. Bu durumda Avrupa Osmanlısı 5.930.000 ve 167.000 kilometrekare topraktan ibarettir. Bu nüfustan sayıları 2.730.000 olan düşman unsurlar çıkarılırsa, geriye her iki kısımda(Trakya ve batı Rumeli ) 3.200.000 Müslüman Türk kalmaktadır.
Balkanlar hakkında hatıratını yazmış olan yabancı yazarlardan William M. Salone ise bu dönemde toplam 36 milyon olan Balkan nüfusunun 6 milyonunu Türklerin oluşturduğunu yazmaktadır ki yerli kaynaklarda verilen bilgilerle uygunluk göstermektedir. Yine Salone’ye göre Bulgarlar yaklaşık olarak 4, Romenler 7, Sırplar 3, Yunanlılar 2.5, Karadağlılar ise çeyrek milyon nüfusa sahiptiler.
BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913)
Balkan Savaşlarının sebebini Ayestefanos Antlaşması’na kadar götürmek mümkündür. Bu anlaşmayla Bulgaristan’ın sınırları içine Makedonya’nın da katılması ve Sırbistan’ın ilk günden itibaren katılması ve Sırbistan’ın bağımsızlığını alması, bağımsız Sırbistan’ın ilk günden itibaren topraklarını devamlı genişletmeye çalışması, Batı Berlin Antlaşmasının Bulgaristan’da yarattığı hayal kırıklığı ve nihayet Yunanistan’ın Osmanlı devleti aleyhine toprak kazanmak gayesi bu savaşların sebepleri olarak görülebilir.
Balkan Harbi Meşrutiyetten sonra gerek iç gerekse de dış politikada yapılan ağır hataların devamından kaynaklanmıştır. Bulgaristan bu harbe daha II.Abdülhamid devrinde hazırlanmaya başlamıştır. Aslında 1909 senesinde II. Abdülhamid, bir Bulgar taarruzu olduğu takdirde hemen harbe girmek niyetinde idi. Çünkü bu şekilde hareket etmekle, Bulgarların diğer Balkan devletleri ile birleşmesine mani olacağını düşünüyordu. Zaten bu sıralarda Yunan Hükümeti de Bulgarlarla anlaşamadığından, Osmanlı Devleti bünyesinde uygun görülen yerlerde birkaç konsolosluk açmasına müsaade edilmesi halinde, Osmanlı-Bulgar savaşında Osmanlı Devleti’ne yardım etmeyi teklif etmişti.
İttihat ve Terakki Hükümeti bu teklifi değerlendiremediği gibi, Makedonyada’ki anlaşmazlıkları gidermek maksadıyla, bir “Kiliseler Kanunu” çıkarmıştır. Böylece çıkarılan bu kilise kanunu ile Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan arasındaki anlaşmazlıklar çözümlenmiş, Balkan Devletlerinin Osmanlı aleyhine birleşmelerine yol açılmıştır.
Aralarında yaptıkları çeşitli ittifaklardan sonra Balkan Devletleri 13 Ekim 1912’de yapılacak olan ıslahatın, büyük devletlerle birlikte kendi kontrollerinde yapılmasını istemişlerdir. Osmanlı Devleti bu notayı Balkan Devletleri ile olan münasebetlerini kesmekle cevaplandırmıştır. Bunun üzerine ilk olarak Karadağ 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. Ardından sırası ile Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan Osmanlı’ya savaş ilan etmişlerdir.
Birinci Balkan Harbi’nde Osmanlı Orduları Çatalca hattına kadar çekilmiş ve birkaç hafta içerisinde ancak fecaat olarak nitelendirilebilecek bir sonuçla hemen bütün Rumeli Bulgarların eline geçmiştir. Türkler tarihin hiçbir döneminde bu derece ağır bir hezimete uğramamıştır. Birinci Balkan Harbi neticesinde yapılan barış antlaşmasında Osmanlı Devleti Arnavutluğun bağımsızlığını tanımış, Yunanistan Selanik’i, Bulgaristan Kavala, Dedeağaç ve Edirne’yi topraklarına kamıştır. Böylece bu anlaşma ile Osmanlı Devleti Midye- Enez çizgisi batısında kalan bütün topraklarını kaybetmiş ve Balkanlar’da sadece Bulgaristan ile sınır komşusu olmuştur.
Birinci Balkan Harbi neticesinde “ganaim” paylaşımı neticesinde çıkan anlaşmazlıklar neticesinde İkinci Balkan Harbi patlak vermiştir. İkinci Balkan Harbi Bulgaristan’ın yenilgisi ile neticelenmiş ve Osmanlı Devleti Balkan devletleri ile ayrı ayrı anlaşmalar imzalamıştır. Bu harbin neticesinde Osmanlı birinci Balkan Harbi’nde kaybettiği toprakların bir kısmını yeniden ele geçirmiş, Bulgarlar ile yapılan anlaşma neticesinde Türk-Bulgar sınırı Meriç nehri olarak kabul edilmiştir.
RUMELİ’DEN TÜRK GÖÇLERİ (1912 – 1913)
XIX. yüzyılda Balkanlardan, Kırımdan, Kafkasya’dan, Türkistan’dan ve diğer Türk ülkelerinden Osmanlı Devletine olan göç hareketleri alınan her türlü tedbire rağmen, yıkılış döneminde büyük problemler çıkarmıştır. Balkan Savaşı’nın patlak vermesiyle göç durumu daha vahim bir hal almıştır. Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar ve Karadağlılar’ın Makedonya ve Rumeli’nin Müslüman Türk halkını yok etmek veya kovma isteği ile yaptıkları zulümler, Rumeli’de yaşayan Türk ahalinin göç ederek, İstanbul ve Anadolu’ya gelmesiyle neticelenmiştir. Göçleri doğuran sebepleri
Baskı ve zulümler
Dini baskılar
Ekonomik Sebepler, olmak üzere üç ana başlık altında incelemek mümkündür.
Balkanlarda Türklere karşı kurulan komitacılık, balkan harbinden çok daha önce başlamış bu yüzden Türklerde huzur ve sükûn kalmamış, önce Edirne ve oradan da İstanbul’a doğru göçler hızlanmıştır. Bu arada çok büyük insan kütlesinin birden ülkeden ayrılması sonucu, Bulgaristan’ın ekonomik durumunu felce uğratmıştır. Bunun üzerine Bulgar hükümeti Osmanlı devletine göç etmek isteyen Türklerden muhaceretlerine engel olmak maksadıyla çok fazla vergi talep etmeye başlamış, bu sebepten birçokları göçten vazgeçmiştir.
Balkanlarda Müslüman-Türklere yapılan zulümler, balkan savaşı sırasında daha şiddetli bir şekilde devam etmiş, Bulgarlar işgal ettikleri yerlerdeki Müslümanları vahşiyane bir şekilde yok etmeyi sürdürmüşlerdir. Bu zulümlere dayanamayan birçok kişide çeşitli güçlüklere katlanarak, göçe devam etmiştir.
Selanik’teki tarafsız hükümet konsoloslarından alınan malumata göre, Balkan müttefikleri Siroz sancağındaki toplam 134.000 Müslüman nüfustan 20.000’ini acımasızca katletmişlerdir. Kavala’da da birçok göçmen ve yerli İslam ahalisi öldürülmüştür.
Bulgarlar, Türklere karşı uyguladıkları zulümlerde yerli Bulgarların yardım ve rehberliğinden büyük ölçüde faydalanmışlardır. Hatta kendilerine yardım etmeyenleri de feci surette öldürmüşlerdir. Nitekim Çorlu civarında Osmanlı tebaasından olan Bulgarlarla meskûn çeşitli köy ve çiftlik, ahalisin kendilerine yoldaşlık etmedikleri bahanesiyle, Bulgar askerlerince yakılmışlardır.
Bulgar ve Yunanlıların Selanik’te Müslüman ve Musevilere yaptıkları mezalimin engizisyonları aratacak derecede olduğu bildirilmektedir. Hatta bu durumdan Selanik’te bulunan yabancı devlet konsolosları bile çok müteessir olmuşlar, kime şikâyet edeceklerini şaşırmışlardır. Arnavutluk tarafından ise Sırp, Bulgar ve Yunanlıların katlettikleri ahalinin sayısı 100.000’i geçmiş olup, sayıları 30.000’den az olmayan kadın ve çocuk cebren tenassur ettirilmişlerdir. Bulgar ve Yunanlıların ise, Makedonya’da yaşayan Müslümanlardan 150.000 kişiyi türlü işkencelerle yok ettikleri bildirilmektedir.
Yukarıda bahsedildiği üzere katliama uğrayan masum Türk halk kitlelerinin kesin sayısı bilinmemektedir. Rumeli’den Türk göçleri hususunda çeşitli araştırmaları bulunan Bilal Şimşir’in tahminlerine göre bu sayı 200.000’den aşağı değildir.
Halkı göçe zorlayan en önemli sebeplerden birini de dini baskılar oluşturmaktadır. Nitekim Osmanlı Devleti tarafından gayr-ı Müslim topluluklara tanınan din hürriyeti, yabancı devletler tarafından ülkelerindeki Müslümanlara tanınmamıştır. Aksine Müslümanlara uygulanan çeşitli baskılarla din değiştirmeye zorlanmışlar, böylece ülkelerini Müslümanlardan arındırmaya çalışmışlardır.
Bulgarlarca yapılan dini baskılar, isim değiştirme şeklinde de olup, bu baskılar kendilerine verilen Hıristiyan isimlerini söylemeyerek, Müslüman ismini söyleyen Türklere para ve idam cezası uygulamak kadın ve erkeklerin giyeceklerine müdahale etmek konusunda yoğunlaşmıştır.
Bulgar ordusu Türk topraklarının işgali sırasında, Keşan, İpsala, Babaeski, Selanik, Malkara ve Sofulu’da sadece 13 kişinin 395.060 kuruş değerindeki mal ve gayrimenkulünü, Sırp Ordusu ise Priştine Sancağı’nda toplam dörtbin kişinin 160.000 kuruşluk mal ve hayvanını gasp etmişlerdir.
Gerek Yunanistan gerekse Bulgaristan, göçe mecbur kalan Türklerin topraklarına, büyük ölçüde Osmanlı devleti’nden gelen Rum ve Bulgarları yerleştirmeye başlamışlardır.
Balkan Savaşı’nın başlamasıyla halkın çoğu ya doğrudan doğruya kendi imkanlarıyla karayolu ile Anadolu’ya geçmeyi tercih etmiş yahut da en yakın liman şehirlerine, istasyonlara gelerek oradan gemi ve trenlerle Anadolu’ya geçmişlerdir.
Marmara sahillerinden ve bilhassa Tekirdağ’dan da karayolu ile İstanbul’a çok sayıda göçmen gelmiştir. Lüleburgaz, Çatalca, Tekirdağ, Ahtapolu ve Midye’den İstanbul’a gelen göçmen sayısı 100.000’e ulaşmıştır.
Rumeli’de baskı ve zulme dayanamayarak göçe yönelen halk, deniz ulaşım vasıtalarından da yararlanmak istemiştir. Fakat Osmanlı Devleti’nin elindeki gemiler çok sayıda göçmeni taşımaya yeterli olmadığından, devlet başta Mısır olmak üzere, Romanya, Avusturya, Rusya, İtalya, Belçika ve İngiltere’den yardım veya kiralama yöntemiyle gemi istemiştir. Bunun yanında Yunanistan ile hangi devlete ait olduğu bilinmeyen gemilerle de göçmen taşınmıştır.
Zamanın en önemli ulaşım araçlarından trenden, asker sevkıyatı ve demiryolu yetersizliğinden gerektiği ölçüde yararlanılamamıştır. Nitekim Edirne’de bekleşen binlerce göçmenden her gün yüzlercesi istasyona gelmekte fakat askerî nakliyat sebebiyle, tren bulamayıp geri dönmüştür.
Demiryolu taşımacılığı esnasında Şark demiryolu şirketinden büyük ölçüde faydalanılmıştır. Adı geçen şirketçe Lüleburgaz, Çorlu ve Çerkezköy’den Kumkapıya 40 vagon civarında göçmen getirilmiştir. Selanik tarafından da Şark demiryollarınca çok sayıda göçmen nakliyatı yapılmıştır.
Göçmenlerin gerek bulundukları yerlerde, gerekse nakil sırasında karşılaştıkları zorlukların yanında, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu mali sıkıntı yüzünden, göçmenlere gerekli yardım yapılamamıştır. Bunun için istilaya uğrayan yerlerdeki halkın göçünü geçici olarak durdurmaya çalışılmıştır.
Balkan Harbi sırasında göçenlerin kesin sayısı gerek arşiv vesikalarında, gerekse dönemin yayın organlarında kesin bir bilgi mevcut değildir. Ancak bir arşiv vesikasında, İstanbul vilayetinde mevcut olan 200.000’e yakın göçmenin hazineye ait arazi ve çiftliklerde iskânı hakkında bilgiler bulunmaktadır. İkdam gazetesinde yer alan haberlerde ise, Balkan savaşlarının başlangıcından 10 Nisan 1913’e kadar, Rumeli’den göçenlerin sayısı yaklaşık olarak 200.000 kişi olduğu bildirilmiştir.
Tevfik Bıyıklıoğlu’na göre ise, Balkan Savaşı’nda toplam 440.000 kadar Türk, Mekedonya ve Trakya’dan Anadolu’ya göç etmiştir.Şimşir ise,Balkan Savaşı sırasında, aynı dönemde Balkanların başka yörelerinden kopan göçmenleri de hesaba katarak, yaklaşık bir milyon kadar Rumeli Türkü’nün yurtlarından söküp atıldığını, bu kitlenin 200 bin kadarının da savaş sırasında can verdiğini, geri kalanın ise Anadolu’ya sığındığını söylemektedir.
Bulgarların Edirne’ye gelmeleriyle, sadece Müslüman Türk ahali değil aynı zamanda önceki savaşta meydana gelen katliamların hala izlerini taşıyan birçok Müslüman, Ermeni ve Rum aileleri, İstanbul’a kaçmıştır.
Edirne’ye Osmanlı askerlerinin girişiyle müslüman bütün halk, bunu Allah’ın bir lütfu sayarak secdeye kapanmışlardır.
Kırkkilise bozgununu müteakip, ordunun ricata başlamasıyla zulme uğrayan Müslüman halk, adeta İstanbul’a hücum etmiştir. Öyle ki, birkaç gün içerisinde İstanbul pek acıklı bir manzara göstermiş, bütün camiler, mescitler, köşkler, konaklar göçmenlerle dolmuştur.
Göçmenlerden bir kısmı camilere, medreselere, boş bina, han ve köşklere yerleştirilirken, bir kısmı da İstanbul haricinde inşa edilen barakalara sevk edilmiştir. Bu sebeple bazı camiler ibadete kapatılmış olup bazılarının yeniden ibadete açılması için tahliyesi düşünülmüştür.
Kış mevsiminde, göçmenlerin devlete ait binalarla, camiler ve kışlarda barınmalarının mümkün olamayacağı ve bunların sefalete düşecekleri göz önüne alınarak, iskânları için boş arsalar ile kale dışında ahşap pavyonlar inşa edilmesi göçmenlerin oralara yerleştirilmesi ve kışlık ihtiyaçlarının da ona göre dağıtılması şehremanetince düşünülmüştür.
Bu kadar büyük düzeye ulaşan göç sonunda, tabii olarak birçok problemler ortaya çıkmıştır. Barınma, beslenme, giyinme, sağlık alanında çıkan problemlerin yanında çocukların eğitimi de zorlukla çözülmeye çalışılan önemli bir problem olmuştur.
Devlet Rumeli’den gelen fakir talebelere maddi yardımda “Rumeli’de istilaya uğrayan yerlerden İstanbul mekteplerine devam eden fakir talebelere dağıtılmak üzere 6000 kuruşun masarif-i gayr-ı melhüz tertibinden ödenmesi Meclis-i vükela’da kararlaştırılmıştır.”Harp sırasında Rumeli’den gelen talebelerden bazılar da geçici olarak gece mekteplerine yerleştirilmişlerdir.
Devlet, içinde bulunduğu durum ve maddi imkânsızlıklara rağmen, eğitim meselesini birinci derecede ele alarak göçmen çocuklarını eğitim kurumlarına yerleştirmiş ve tahsillerini sağlamıştır.
Göçmen iskan edilen yerlerin sağlık şartlarına ve temizliğe son derece itina göstererek doktorlar(Daire-i Hey’et-i Sıhhıye) tarafından her gün sağlık teftişleri yapılmıştır. Göçmenlerin sağlık durumları ile Hilal-i Ahmer Cemiyeti de yakından ilgilenmiş, ilk olarak camilerde, barakalarda iskân edilen göçmenlerin hayat şartlarının değişmesinden, şiddetli kıtlık ve yorgunluktan hastalandıkları göz önüne alınarak, cemiyetçe bunların tedavileri için derhal iki seyyar tabip tayin edilmiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus harbi nasıl ki çiçek, tifo ve diğer hastalıkların artmasına sebep olduysa, Balkan Savaşlarında kolera İstanbul’da salgın hale gelmiştir. Bunun üzerine şehremaneti bir tebliğ yayınlamıştır. Buna göre: İstanbul’a peyderpey gelen göçmenler arasında kolera mikrobu görülmesiyle, gerekli sıhhi tedbirler alınarak, koleralılara mahsus hastane ve tecridhaneler hazırlanmıştır. Bu arada önceden alınan karar üzerine günlük kolera vukuatı gazetelerde düzenli olarak yayımlanmıştır. Buna göre 9 Aralık 1912 tarihi itibariyle 100’ü şehirli olmak üzere, toplam 106 kolera vukuatı meydana gelmiştir. Bu sayı 25 Aralık 1912 tarihine günlük 20’lere kadar düşmüştür. Bunda kolera için alınan tedbirlerin büyük rol oynamıştır.
Göçmenlerin geçici yerleşme yerlerinden Anadolu’nun iç kesimlerine gönderilerek, oralarda iskân edilmeleri için devlet büyük çaba sarf etmiştir. Göçmenlerin sürekli iskân edilecekleri yerler, yapılan araştırma sonuçlarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Bu arada Rumeli’den gelen ve gelecek olan göçmenlerin iskânları için vuku bulan teşebbüsler sonuçlanıncaya kadar başka göçmene müsaade olunmaması uygun görülmüştür.
Balkan harbini müteakip Rumeli’deki Rumların, Batı Anadolu’da çoğunluğu Rumlar lehine temin etmek için, aileleriyle İzmir ve Balıkesir havalisine geldikleri tespit edilmiştir. Rum nüfusun artmasını önlemek maksadıyla da Osmanlı hükümeti Rumeli’den gelen göçmenlerin bir kısmının da bu gibi yerlere iskânını kararlaştırmıştır. Göçmenlerin iskânında bilhassa Ege adaları karşısındaki bölgede bulunan Rumların arasına yerleştirilmesindeki asıl maksat, Trakya ve Anadolu’yu ilerisi için birçok fitne ve fesattan korumak düşüncesinden kaynaklanmıştır.
Eskişehir’de göçmen iskânı için arazi satın alınıp muhacir köyleri inşa edilmiş, Ercin ve Çifteler çiftliği’ne iskân edilecek göçmenler için ise evler inşa edilmiştir.
Balkan savaşları 93 harbinde olduğu gibi, Rumeli’deki Türk varlığını doğrudan etkileyen bir savaştır. Nitekim bu savaş neticesinde, bilhassa Bulgaristan ve Yunanistan’a bırakılan topraklarda yaşayan Türkler, idaresi altına girdikleri devletlerin hükümetleri veya ahalisi tarafından çeşitli baskılara uğramışlar ve gördükleri zulüm yüzünden tarlalarını, evlerini, kısacası bütün maddi varlıklarını bırakıp, Osmanlı ülkesine sığınmak zorunda kalmışlardır. Adeta kaçmak şeklinde cereyan eden bu göçler, en kötü şartlar altında, Osmanlı devleti’nin kontrol ve iradesi dışında yapıldığından büyük sıkıntılar doğmasına sebep olmuştur. Fakat sonuçta göçmenler hangi merkezlerde toplanmış olurlarsa olsunlar, hükümetçe bunların öncelikle geçici iskanlarına çalışılmış ancak daha sonra sürekli iskan için ciddi çalışmalara başlanılmıştır.
Göçmenler gerek göçleri ve gerekse geçici iskânları sırasında çeşitli problemlerle karşılaşmışlardır. Bunun yanı sıra devlet bu tür problemleri giderici tedbirler almaya çalışmış, göçmenler için çeşitli muafiyetler sağlanmıştır. Fakat bunlardan askerlik ve vergi muafiyeti önceleri askerlikte 25, vergide 10 yıl olmasına rağmen, daha sonra göçmen sayısının artmasıyla, bu süre askerlikte 6, vergide 2 yıl olarak kısaltılmıştır.
Rumeli’den yapılan göçler, Osmanlı devleti’nin bunları yerleştirmek ve zararlarını telafi etmek çabaları yüzünden uğradığı zararların yanı sıra, asıl Rumeli’nin bir daha Osmanlı sınırlarına katılması ümitlerine de bir çizgi çizmiştir
Osmanlı Devleti 18’inci yüzyıldan itibaren askeri siyasi ve iktisadi gücünden çok şey kaybetmiştir. İmparatorluğun son yıllarında yapılan savaşlarda üst üste yenilgiler alınmıştır. Sonuçları bakımından alınan yenilgiler içerisinde en üzücü olanlarından birisi de Balkan Harpleridir. Balkan Harbi Meşrutiyet’ten sonra gerek iç gerekse de dış politikada yapılan ağır hataların devamından kaynaklanmıştır. Birinci Balkan Harbi’nde Osmanlı Orduları Çatalca hattına kadar çekilerek birkaç hafta içerisinde ancak fecaat olarak nitelendirilebilecek bir durum meydana gelmiş, hemen bütün Rumeli Bulgarların eline geçmiştir. Türkler tarihin hiçbir döneminde bu derece ağır bir hezimete uğramamıştır
Balkan Muharebeleri neticesinde, Balkanlar’ın siyasi haritası önemli ölçüde değişmiştir. Osmanlı Devleti Avrupa’daki topraklarının %83’ ünü, nüfusunun ise %69’ unu; bunlara ilaveten devlet gelirlerinin önemli bir kısmı ile önemli ölçüde bir ziraat potansiyelini kaybetmiştir. Çizilen yeni sınırlara göre Balkanlardaki Türk – İslam unsurunu çoğunluğu Osmanlı hakimiyetinden çıkıp diğer Balkan Devletlerinin idaresine geçmiştir. Bilhassa Yunanistan ve Bulgaristan’a bırakılan topraklarında kalan Türkler, yapılan anlaşma hükümlerine aykırı olarak, idaresi altına girdikleri devletlerin hükümetleri veya ahalisi tarafından baskılara uğramış ve gördükleri zulüm yüzünden, tarlalarını, ev – barklarını kısacası tüm maddi varlıklarını bırakarak Osmanlı Devleti’ne sığınmak zorunda kalmışlardır. Anadolu’ya gelen göçmenler, karşılaştıkları ve sebep oldukları problemlere nazaran, Anadolu’nun demografik, ekonomik ve içtimai yapısına da büyük etkilerde bulunmuştur. Kaybedilen topraklardan göçmenlerin gerek bulundukları yerlerde, gerekse nakil sırasında karşılaştıkları zorlukların yanında, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu mali sıkıntı yüzünden, göçmenlere gerekli yardım yapılamamış ve bu dönemde göçmenler çok zor güler geçirmiştir. Göçler esnasında başta barınma, yiyecek ve giyecek problemlerin yanında sağlık ve eğitim gibi birçok alanda ciddi sıkıntılar yaşanmıştır.
BALKAN HARBİ SIRASINDA RUMELİ’DEN TÜRK GÖÇLERİ (1912 – 1913)
Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyıllarda idari sistemi büyük ölçüde geleneksel temelleri muhafaza etmiş modernleşememiş; eğitim ve öğretim kurumları olan medreseler de eski ilmi hüviyetini hemen tamamen kaybettiklerinden buralardan mezun olanlar yetersiz kalmışlardır. Avrupa ilim ve teknolojide ilerlerken Osmanlı Devleti tarım sanayi ve ulaştırma da bir gelişme gösterememiş; öte yandan bozulmanın en çok hissedildiği Osmanlı Ordusu da teknolojik gelişmelere ayak uyduramadığından Avrupa’daki en geri ordu konumuna gelmiştir.
18’inci yüzyıl sonlarında III. Selim’in başlattığı Nizamı Cedit genel bir ıslahat teşebbüsü olmuştur. Bu yenilikler dar anlamda Avrupa usulünde yetiştirilmek istenen talimli ordu, geniş anlamda ise Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak, Osmanlı devletini Avrupa’nın ilim teknoloji ve ziraatta yaptığı ilerlemelere yetişebilmek için girişilen yenilik hareketlerinin bütünüdür. Padişah III.Selim’in şahsında ifadesini bulan Nizam-ı Cedit hareketi 1807 de onun tahttan indirilmesiyle son bulmuştur. Daha sonra tahta geçen II.Mahmut zamanında (1808-1839) ıslahatın ikinci aşaması başlamış bu dönemde yeni kurumlar daha geniş uygulama alanı bulmuştur. Yapılan bu yenilikler tabii olarak, aynı oranda devlete mali bir yükte getirmiştir.
19’uncu yüzyıla gelindiğinde, Avrupa’daki kuvvet dengesinin şartları ve unsurları büyük değişme geçirirken, Osmanlı Devleti’nin daha da zayıfladığı dikkati çekmektedir. 18’inci yüzyılda Osmanlı Devleti toprak bütünlüğünü tehdit eden ve devamlı bir baskı unsuru olan Avusturya ve Rusya’ya karşı yaptığı savaşları kaybederken, kendisine yönelen tehdit ve tehlikelere karşı yanına daima bir büyük Avrupa devletini almak suretiyle bir denge kurmayı ve varlığını böylece kurmayı hedeflemiştir.
İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü Rusya’ya karşı koruma politikası 1878’e kadar sürmüştür. Bundan sonra hem İngiltere hem de Rusya Osmanlı Devleti’nin varlığının devamı için iki büyük tehlike haline gelmiştir. 1877-78 Osmanlı- Rus savaşı 1875 yılından itibaren Balkanlar’da başlayan karışıklıkların meydana getirdiği gelişmelerin sonucudur.
Tarihimize 93 harbi olarak gecen Osmanlı-Rus savaşı 19’uncu yüzyılda Türkiye’nin bir ölçüde kaderini belirlemiş olması bakımından önemli bir savaştır. Bu savaş sırasında Osmanlı Devleti’nin elinden birer birer çıkan topraklarda Bulgar ve Rus tecavüz ve zulümleri yarım milyon kadar Türk’ün yurtlarını ve yuvalarını bırakarak doğru Rumeli İstanbul ve Rodop dağlarına gelmelerine ve buradaki nüfusun önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. Tarihimize “doksan üç muhacereti” diye geçen 1877-78 göçleri, kadın-erkek çoluk-çocuk yüz binlerce kişilik kitleleri önüne katmıştır.
1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi ile Şark Meselesi’nin ilk maddelerini gerçekleştiren Rusya ve Avrupa devletleri Türkleri tamamen Avrupa ve Anadolu’dan atmak için Balkan Harplerinin zeminini hazırlamışlardır. Böylece 93 harbinden sonra en büyük göç hareketi Balkan Harplerinden sonra yaşanmıştır.
Osmanlı devleti’nin Rumeli ve Anadolu’daki toplam nüfusu 1911 Gotha yıllığına göre 23.806,000 yüzölçümü ise 3.027,700 kilometrekare idi. Buna karşılık savaşan dört balkan devletinin toplam nüfusu 10.167,719 yüzölçümü ise 158,456 kilometrekare kadardı.
Harbe sahne olan Doğu ve Batı Rumeli ‘deki duruma gelince: Osmanlı Devleti’nin Batı Rumeli’deki beş vilayetinin (İşkodra, Kosova, Manastır, Selanik ve Yanya) nüfusu 3.638.800, yüzölçümü de 125.000 kilometrekare kadardır. Trakya ise batı ve doğu kısımları dahil 2.291.200 kişi yaşamakta olup, 42.000 kilometre toprak bulunmaktadır. Bu durumda Avrupa Osmanlısı 5.930.000 ve 167.000 kilometrekare topraktan ibarettir. Bu nüfustan sayıları 2.730.000 olan düşman unsurlar çıkarılırsa, geriye her iki kısımda(Trakya ve batı Rumeli ) 3.200.000 Müslüman Türk kalmaktadır.
Balkanlar hakkında hatıratını yazmış olan yabancı yazarlardan William M. Salone ise bu dönemde toplam 36 milyon olan Balkan nüfusunun 6 milyonunu Türklerin oluşturduğunu yazmaktadır ki yerli kaynaklarda verilen bilgilerle uygunluk göstermektedir. Yine Salone’ye göre Bulgarlar yaklaşık olarak 4, Romenler 7, Sırplar 3, Yunanlılar 2.5, Karadağlılar ise çeyrek milyon nüfusa sahiptiler.
BALKAN SAVAŞLARI (1912-1913)
Balkan Savaşlarının sebebini Ayestefanos Antlaşması’na kadar götürmek mümkündür. Bu anlaşmayla Bulgaristan’ın sınırları içine Makedonya’nın da katılması ve Sırbistan’ın ilk günden itibaren katılması ve Sırbistan’ın bağımsızlığını alması, bağımsız Sırbistan’ın ilk günden itibaren topraklarını devamlı genişletmeye çalışması, Batı Berlin Antlaşmasının Bulgaristan’da yarattığı hayal kırıklığı ve nihayet Yunanistan’ın Osmanlı devleti aleyhine toprak kazanmak gayesi bu savaşların sebepleri olarak görülebilir.
Balkan Harbi Meşrutiyetten sonra gerek iç gerekse de dış politikada yapılan ağır hataların devamından kaynaklanmıştır. Bulgaristan bu harbe daha II.Abdülhamid devrinde hazırlanmaya başlamıştır. Aslında 1909 senesinde II. Abdülhamid, bir Bulgar taarruzu olduğu takdirde hemen harbe girmek niyetinde idi. Çünkü bu şekilde hareket etmekle, Bulgarların diğer Balkan devletleri ile birleşmesine mani olacağını düşünüyordu. Zaten bu sıralarda Yunan Hükümeti de Bulgarlarla anlaşamadığından, Osmanlı Devleti bünyesinde uygun görülen yerlerde birkaç konsolosluk açmasına müsaade edilmesi halinde, Osmanlı-Bulgar savaşında Osmanlı Devleti’ne yardım etmeyi teklif etmişti.
İttihat ve Terakki Hükümeti bu teklifi değerlendiremediği gibi, Makedonyada’ki anlaşmazlıkları gidermek maksadıyla, bir “Kiliseler Kanunu” çıkarmıştır. Böylece çıkarılan bu kilise kanunu ile Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan arasındaki anlaşmazlıklar çözümlenmiş, Balkan Devletlerinin Osmanlı aleyhine birleşmelerine yol açılmıştır.
Aralarında yaptıkları çeşitli ittifaklardan sonra Balkan Devletleri 13 Ekim 1912’de yapılacak olan ıslahatın, büyük devletlerle birlikte kendi kontrollerinde yapılmasını istemişlerdir. Osmanlı Devleti bu notayı Balkan Devletleri ile olan münasebetlerini kesmekle cevaplandırmıştır. Bunun üzerine ilk olarak Karadağ 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. Ardından sırası ile Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan Osmanlı’ya savaş ilan etmişlerdir.
Birinci Balkan Harbi’nde Osmanlı Orduları Çatalca hattına kadar çekilmiş ve birkaç hafta içerisinde ancak fecaat olarak nitelendirilebilecek bir sonuçla hemen bütün Rumeli Bulgarların eline geçmiştir. Türkler tarihin hiçbir döneminde bu derece ağır bir hezimete uğramamıştır. Birinci Balkan Harbi neticesinde yapılan barış antlaşmasında Osmanlı Devleti Arnavutluğun bağımsızlığını tanımış, Yunanistan Selanik’i, Bulgaristan Kavala, Dedeağaç ve Edirne’yi topraklarına kamıştır. Böylece bu anlaşma ile Osmanlı Devleti Midye- Enez çizgisi batısında kalan bütün topraklarını kaybetmiş ve Balkanlar’da sadece Bulgaristan ile sınır komşusu olmuştur.
Birinci Balkan Harbi neticesinde “ganaim” paylaşımı neticesinde çıkan anlaşmazlıklar neticesinde İkinci Balkan Harbi patlak vermiştir. İkinci Balkan Harbi Bulgaristan’ın yenilgisi ile neticelenmiş ve Osmanlı Devleti Balkan devletleri ile ayrı ayrı anlaşmalar imzalamıştır. Bu harbin neticesinde Osmanlı birinci Balkan Harbi’nde kaybettiği toprakların bir kısmını yeniden ele geçirmiş, Bulgarlar ile yapılan anlaşma neticesinde Türk-Bulgar sınırı Meriç nehri olarak kabul edilmiştir.
RUMELİ’DEN TÜRK GÖÇLERİ (1912 – 1913)
XIX. yüzyılda Balkanlardan, Kırımdan, Kafkasya’dan, Türkistan’dan ve diğer Türk ülkelerinden Osmanlı Devletine olan göç hareketleri alınan her türlü tedbire rağmen, yıkılış döneminde büyük problemler çıkarmıştır. Balkan Savaşı’nın patlak vermesiyle göç durumu daha vahim bir hal almıştır. Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar ve Karadağlılar’ın Makedonya ve Rumeli’nin Müslüman Türk halkını yok etmek veya kovma isteği ile yaptıkları zulümler, Rumeli’de yaşayan Türk ahalinin göç ederek, İstanbul ve Anadolu’ya gelmesiyle neticelenmiştir. Göçleri doğuran sebepleri
Baskı ve zulümler
Dini baskılar
Ekonomik Sebepler, olmak üzere üç ana başlık altında incelemek mümkündür.
Balkanlarda Türklere karşı kurulan komitacılık, balkan harbinden çok daha önce başlamış bu yüzden Türklerde huzur ve sükûn kalmamış, önce Edirne ve oradan da İstanbul’a doğru göçler hızlanmıştır. Bu arada çok büyük insan kütlesinin birden ülkeden ayrılması sonucu, Bulgaristan’ın ekonomik durumunu felce uğratmıştır. Bunun üzerine Bulgar hükümeti Osmanlı devletine göç etmek isteyen Türklerden muhaceretlerine engel olmak maksadıyla çok fazla vergi talep etmeye başlamış, bu sebepten birçokları göçten vazgeçmiştir.
Balkanlarda Müslüman-Türklere yapılan zulümler, balkan savaşı sırasında daha şiddetli bir şekilde devam etmiş, Bulgarlar işgal ettikleri yerlerdeki Müslümanları vahşiyane bir şekilde yok etmeyi sürdürmüşlerdir. Bu zulümlere dayanamayan birçok kişide çeşitli güçlüklere katlanarak, göçe devam etmiştir.
Selanik’teki tarafsız hükümet konsoloslarından alınan malumata göre, Balkan müttefikleri Siroz sancağındaki toplam 134.000 Müslüman nüfustan 20.000’ini acımasızca katletmişlerdir. Kavala’da da birçok göçmen ve yerli İslam ahalisi öldürülmüştür.
Bulgarlar, Türklere karşı uyguladıkları zulümlerde yerli Bulgarların yardım ve rehberliğinden büyük ölçüde faydalanmışlardır. Hatta kendilerine yardım etmeyenleri de feci surette öldürmüşlerdir. Nitekim Çorlu civarında Osmanlı tebaasından olan Bulgarlarla meskûn çeşitli köy ve çiftlik, ahalisin kendilerine yoldaşlık etmedikleri bahanesiyle, Bulgar askerlerince yakılmışlardır.
Bulgar ve Yunanlıların Selanik’te Müslüman ve Musevilere yaptıkları mezalimin engizisyonları aratacak derecede olduğu bildirilmektedir. Hatta bu durumdan Selanik’te bulunan yabancı devlet konsolosları bile çok müteessir olmuşlar, kime şikâyet edeceklerini şaşırmışlardır. Arnavutluk tarafından ise Sırp, Bulgar ve Yunanlıların katlettikleri ahalinin sayısı 100.000’i geçmiş olup, sayıları 30.000’den az olmayan kadın ve çocuk cebren tenassur ettirilmişlerdir. Bulgar ve Yunanlıların ise, Makedonya’da yaşayan Müslümanlardan 150.000 kişiyi türlü işkencelerle yok ettikleri bildirilmektedir.
Yukarıda bahsedildiği üzere katliama uğrayan masum Türk halk kitlelerinin kesin sayısı bilinmemektedir. Rumeli’den Türk göçleri hususunda çeşitli araştırmaları bulunan Bilal Şimşir’in tahminlerine göre bu sayı 200.000’den aşağı değildir.
Halkı göçe zorlayan en önemli sebeplerden birini de dini baskılar oluşturmaktadır. Nitekim Osmanlı Devleti tarafından gayr-ı Müslim topluluklara tanınan din hürriyeti, yabancı devletler tarafından ülkelerindeki Müslümanlara tanınmamıştır. Aksine Müslümanlara uygulanan çeşitli baskılarla din değiştirmeye zorlanmışlar, böylece ülkelerini Müslümanlardan arındırmaya çalışmışlardır.
Bulgarlarca yapılan dini baskılar, isim değiştirme şeklinde de olup, bu baskılar kendilerine verilen Hıristiyan isimlerini söylemeyerek, Müslüman ismini söyleyen Türklere para ve idam cezası uygulamak kadın ve erkeklerin giyeceklerine müdahale etmek konusunda yoğunlaşmıştır.
Bulgar ordusu Türk topraklarının işgali sırasında, Keşan, İpsala, Babaeski, Selanik, Malkara ve Sofulu’da sadece 13 kişinin 395.060 kuruş değerindeki mal ve gayrimenkulünü, Sırp Ordusu ise Priştine Sancağı’nda toplam dörtbin kişinin 160.000 kuruşluk mal ve hayvanını gasp etmişlerdir.
Gerek Yunanistan gerekse Bulgaristan, göçe mecbur kalan Türklerin topraklarına, büyük ölçüde Osmanlı devleti’nden gelen Rum ve Bulgarları yerleştirmeye başlamışlardır.
Balkan Savaşı’nın başlamasıyla halkın çoğu ya doğrudan doğruya kendi imkanlarıyla karayolu ile Anadolu’ya geçmeyi tercih etmiş yahut da en yakın liman şehirlerine, istasyonlara gelerek oradan gemi ve trenlerle Anadolu’ya geçmişlerdir.
Marmara sahillerinden ve bilhassa Tekirdağ’dan da karayolu ile İstanbul’a çok sayıda göçmen gelmiştir. Lüleburgaz, Çatalca, Tekirdağ, Ahtapolu ve Midye’den İstanbul’a gelen göçmen sayısı 100.000’e ulaşmıştır.
Rumeli’de baskı ve zulme dayanamayarak göçe yönelen halk, deniz ulaşım vasıtalarından da yararlanmak istemiştir. Fakat Osmanlı Devleti’nin elindeki gemiler çok sayıda göçmeni taşımaya yeterli olmadığından, devlet başta Mısır olmak üzere, Romanya, Avusturya, Rusya, İtalya, Belçika ve İngiltere’den yardım veya kiralama yöntemiyle gemi istemiştir. Bunun yanında Yunanistan ile hangi devlete ait olduğu bilinmeyen gemilerle de göçmen taşınmıştır.
Zamanın en önemli ulaşım araçlarından trenden, asker sevkıyatı ve demiryolu yetersizliğinden gerektiği ölçüde yararlanılamamıştır. Nitekim Edirne’de bekleşen binlerce göçmenden her gün yüzlercesi istasyona gelmekte fakat askerî nakliyat sebebiyle, tren bulamayıp geri dönmüştür.
Demiryolu taşımacılığı esnasında Şark demiryolu şirketinden büyük ölçüde faydalanılmıştır. Adı geçen şirketçe Lüleburgaz, Çorlu ve Çerkezköy’den Kumkapıya 40 vagon civarında göçmen getirilmiştir. Selanik tarafından da Şark demiryollarınca çok sayıda göçmen nakliyatı yapılmıştır.
Göçmenlerin gerek bulundukları yerlerde, gerekse nakil sırasında karşılaştıkları zorlukların yanında, Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu mali sıkıntı yüzünden, göçmenlere gerekli yardım yapılamamıştır. Bunun için istilaya uğrayan yerlerdeki halkın göçünü geçici olarak durdurmaya çalışılmıştır.
Balkan Harbi sırasında göçenlerin kesin sayısı gerek arşiv vesikalarında, gerekse dönemin yayın organlarında kesin bir bilgi mevcut değildir. Ancak bir arşiv vesikasında, İstanbul vilayetinde mevcut olan 200.000’e yakın göçmenin hazineye ait arazi ve çiftliklerde iskânı hakkında bilgiler bulunmaktadır. İkdam gazetesinde yer alan haberlerde ise, Balkan savaşlarının başlangıcından 10 Nisan 1913’e kadar, Rumeli’den göçenlerin sayısı yaklaşık olarak 200.000 kişi olduğu bildirilmiştir.
Tevfik Bıyıklıoğlu’na göre ise, Balkan Savaşı’nda toplam 440.000 kadar Türk, Mekedonya ve Trakya’dan Anadolu’ya göç etmiştir.Şimşir ise,Balkan Savaşı sırasında, aynı dönemde Balkanların başka yörelerinden kopan göçmenleri de hesaba katarak, yaklaşık bir milyon kadar Rumeli Türkü’nün yurtlarından söküp atıldığını, bu kitlenin 200 bin kadarının da savaş sırasında can verdiğini, geri kalanın ise Anadolu’ya sığındığını söylemektedir.
Bulgarların Edirne’ye gelmeleriyle, sadece Müslüman Türk ahali değil aynı zamanda önceki savaşta meydana gelen katliamların hala izlerini taşıyan birçok Müslüman, Ermeni ve Rum aileleri, İstanbul’a kaçmıştır.
Edirne’ye Osmanlı askerlerinin girişiyle müslüman bütün halk, bunu Allah’ın bir lütfu sayarak secdeye kapanmışlardır.
Kırkkilise bozgununu müteakip, ordunun ricata başlamasıyla zulme uğrayan Müslüman halk, adeta İstanbul’a hücum etmiştir. Öyle ki, birkaç gün içerisinde İstanbul pek acıklı bir manzara göstermiş, bütün camiler, mescitler, köşkler, konaklar göçmenlerle dolmuştur.
Göçmenlerden bir kısmı camilere, medreselere, boş bina, han ve köşklere yerleştirilirken, bir kısmı da İstanbul haricinde inşa edilen barakalara sevk edilmiştir. Bu sebeple bazı camiler ibadete kapatılmış olup bazılarının yeniden ibadete açılması için tahliyesi düşünülmüştür.
Kış mevsiminde, göçmenlerin devlete ait binalarla, camiler ve kışlarda barınmalarının mümkün olamayacağı ve bunların sefalete düşecekleri göz önüne alınarak, iskânları için boş arsalar ile kale dışında ahşap pavyonlar inşa edilmesi göçmenlerin oralara yerleştirilmesi ve kışlık ihtiyaçlarının da ona göre dağıtılması şehremanetince düşünülmüştür.
Bu kadar büyük düzeye ulaşan göç sonunda, tabii olarak birçok problemler ortaya çıkmıştır. Barınma, beslenme, giyinme, sağlık alanında çıkan problemlerin yanında çocukların eğitimi de zorlukla çözülmeye çalışılan önemli bir problem olmuştur.
Devlet Rumeli’den gelen fakir talebelere maddi yardımda “Rumeli’de istilaya uğrayan yerlerden İstanbul mekteplerine devam eden fakir talebelere dağıtılmak üzere 6000 kuruşun masarif-i gayr-ı melhüz tertibinden ödenmesi Meclis-i vükela’da kararlaştırılmıştır.”Harp sırasında Rumeli’den gelen talebelerden bazılar da geçici olarak gece mekteplerine yerleştirilmişlerdir.
Devlet, içinde bulunduğu durum ve maddi imkânsızlıklara rağmen, eğitim meselesini birinci derecede ele alarak göçmen çocuklarını eğitim kurumlarına yerleştirmiş ve tahsillerini sağlamıştır.
Göçmen iskan edilen yerlerin sağlık şartlarına ve temizliğe son derece itina göstererek doktorlar(Daire-i Hey’et-i Sıhhıye) tarafından her gün sağlık teftişleri yapılmıştır. Göçmenlerin sağlık durumları ile Hilal-i Ahmer Cemiyeti de yakından ilgilenmiş, ilk olarak camilerde, barakalarda iskân edilen göçmenlerin hayat şartlarının değişmesinden, şiddetli kıtlık ve yorgunluktan hastalandıkları göz önüne alınarak, cemiyetçe bunların tedavileri için derhal iki seyyar tabip tayin edilmiştir.
1877-78 Osmanlı-Rus harbi nasıl ki çiçek, tifo ve diğer hastalıkların artmasına sebep olduysa, Balkan Savaşlarında kolera İstanbul’da salgın hale gelmiştir. Bunun üzerine şehremaneti bir tebliğ yayınlamıştır. Buna göre: İstanbul’a peyderpey gelen göçmenler arasında kolera mikrobu görülmesiyle, gerekli sıhhi tedbirler alınarak, koleralılara mahsus hastane ve tecridhaneler hazırlanmıştır. Bu arada önceden alınan karar üzerine günlük kolera vukuatı gazetelerde düzenli olarak yayımlanmıştır. Buna göre 9 Aralık 1912 tarihi itibariyle 100’ü şehirli olmak üzere, toplam 106 kolera vukuatı meydana gelmiştir. Bu sayı 25 Aralık 1912 tarihine günlük 20’lere kadar düşmüştür. Bunda kolera için alınan tedbirlerin büyük rol oynamıştır.
Göçmenlerin geçici yerleşme yerlerinden Anadolu’nun iç kesimlerine gönderilerek, oralarda iskân edilmeleri için devlet büyük çaba sarf etmiştir. Göçmenlerin sürekli iskân edilecekleri yerler, yapılan araştırma sonuçlarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Bu arada Rumeli’den gelen ve gelecek olan göçmenlerin iskânları için vuku bulan teşebbüsler sonuçlanıncaya kadar başka göçmene müsaade olunmaması uygun görülmüştür.
Balkan harbini müteakip Rumeli’deki Rumların, Batı Anadolu’da çoğunluğu Rumlar lehine temin etmek için, aileleriyle İzmir ve Balıkesir havalisine geldikleri tespit edilmiştir. Rum nüfusun artmasını önlemek maksadıyla da Osmanlı hükümeti Rumeli’den gelen göçmenlerin bir kısmının da bu gibi yerlere iskânını kararlaştırmıştır. Göçmenlerin iskânında bilhassa Ege adaları karşısındaki bölgede bulunan Rumların arasına yerleştirilmesindeki asıl maksat, Trakya ve Anadolu’yu ilerisi için birçok fitne ve fesattan korumak düşüncesinden kaynaklanmıştır.
Eskişehir’de göçmen iskânı için arazi satın alınıp muhacir köyleri inşa edilmiş, Ercin ve Çifteler çiftliği’ne iskân edilecek göçmenler için ise evler inşa edilmiştir.
Balkan savaşları 93 harbinde olduğu gibi, Rumeli’deki Türk varlığını doğrudan etkileyen bir savaştır. Nitekim bu savaş neticesinde, bilhassa Bulgaristan ve Yunanistan’a bırakılan topraklarda yaşayan Türkler, idaresi altına girdikleri devletlerin hükümetleri veya ahalisi tarafından çeşitli baskılara uğramışlar ve gördükleri zulüm yüzünden tarlalarını, evlerini, kısacası bütün maddi varlıklarını bırakıp, Osmanlı ülkesine sığınmak zorunda kalmışlardır. Adeta kaçmak şeklinde cereyan eden bu göçler, en kötü şartlar altında, Osmanlı devleti’nin kontrol ve iradesi dışında yapıldığından büyük sıkıntılar doğmasına sebep olmuştur. Fakat sonuçta göçmenler hangi merkezlerde toplanmış olurlarsa olsunlar, hükümetçe bunların öncelikle geçici iskanlarına çalışılmış ancak daha sonra sürekli iskan için ciddi çalışmalara başlanılmıştır.
Göçmenler gerek göçleri ve gerekse geçici iskânları sırasında çeşitli problemlerle karşılaşmışlardır. Bunun yanı sıra devlet bu tür problemleri giderici tedbirler almaya çalışmış, göçmenler için çeşitli muafiyetler sağlanmıştır. Fakat bunlardan askerlik ve vergi muafiyeti önceleri askerlikte 25, vergide 10 yıl olmasına rağmen, daha sonra göçmen sayısının artmasıyla, bu süre askerlikte 6, vergide 2 yıl olarak kısaltılmıştır.
Rumeli’den yapılan göçler, Osmanlı devleti’nin bunları yerleştirmek ve zararlarını telafi etmek çabaları yüzünden uğradığı zararların yanı sıra, asıl Rumeli’nin bir daha Osmanlı sınırlarına katılması ümitlerine de bir çizgi çizmiştir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder