21 Eylül 2012 Cuma

ATLARI DA VURURLAR


Filmin adı tam olarak şu: They shoot horses, dont they?

Ülkemizde “Atları da vururlar” ismiyle biliniyor.

Başrolünü Jane Fonda’nın oynadığı bu 1969 yapımı Sydney Pollack filmi, 1929 yılında Amerika’da yaşanan büyük ekonomik kriz sırasında düzenlenen bir dans yarışmasını anlatıyor. Yarışmaya katılanlar, pistte hiç dinlenmeden en uzun süre kalarak 1500 dolarlık büyük ödülü kazanmaya çalışıyor. Film boyunca bu yoksul çiftler çaresizce, sınır tanımadan, ölümüne ve günler boyu büyük ödülü kazanmak için durmadan dans ediyor.

“Atları da vururlar”  son zamanlarda o kadar sık aklıma gelmeye başladı ki…

Bu ülkede SBS (Seviye Belirleme Sınavı) adı altında bir sınav yapılıyor.

Yaşları 13-14 olan genç insanlar –çocuklar – yıllar boyu binlerce test sorusu çözerek birkaç saat sürecek bir sınava hazırlanıyor.

Kendilerine sorulan seçeneklerden doğrusunu işaretleyerek yapılan, ölçme ve değerlendirme gücü sınırlı bu acımasız sınav sonrasında çok küçük puan farklarıyla çeşitli liselere yerleştiriliyor.

Daha sonra bu gençler, şaibesi ayyuka çıkmış başka sınavlara, önce YGS’ye (Yüksek Öğretim Geçiş Sınavı), daha sonra LYS’ye (Lisans Yerleştirme Sınavı)  hazırlanmaya başlıyor.

Bu iki sınav da önceki gibi doğru yanıtı bulmak üzerine kurulu bir değerlendirme aslında.

YGS ve LYS sınavında başarılı olan öğrenciler, yine küçük puan farklılıkları ile yüksek öğretim kurumlarına yerleştiriliyor.

Bu yüksek öğretim kurumlarında sayıları ve kaliteleri giderek azalan, kalanların ise çözümsüz dertlerle uğraştığı bir akademisyen grubu tarafından eğitiliyor.

Gençler, ulaştıkları bu yerlerde çoğunlukla dünya standartlarının gerisinde bir eğitim alıyor.

Sonunda büyük zorluklarla bu üniversitelerden mezun oluyor ve meslek ediniyor.

Ama yetmiyor.

Aynı gençler, tamamı getirimci ve dışa bağımlı “al takke ver külah” usulü yürüyen gerçek hayat içinde iş bulamıyor, parasız kalıyor, uzmanlıkları olmayan alanlarda çalışmaya zorlanıyor.

Kamu personeli olabilmek için KPSS’ye (Kamu Personeli Seçme Sınavı) hazırlanıyor, devlet memuru olup kimilerinin bir gecede harcadığını aylarca çalışarak alabilmeyi umuyor.

Üstelik koca yaşamı dolduran, çocukluktan orta yaşa kadar ki bu uzun süreçte haksızlıklar, yolsuzluklar diz boyu…

Bunları bilerek, yine de yaşamak için savaşıyor.

Bir bölümü gerçekten savaşıyor.

Ölümüne savaşıyor.

Neden olduğunu bilmedikleri gerçek bir savaşta toprağa düşüyor birer birer.

Birer birer, bazen bir arada, bazen onlarcası gencecik yaşlarında bu yaşamdan göçüp gidiyor.

Bu ülkenin insanları koca bir pistte ayakta kalabilmek için, şuursuzca, acımadan, can havliyle dans ediyor.

Çok azının ulaşabileceği o büyük ödül için inançlarını, değerlerini, dostluklarını, gençliklerini, hayallerini, sevgilerini harcıyor.

Atlar vuruluyor, düşüyor teker teker…

Düşmeyenler ayakta kalmak için şuursuzca çırpınıyor, kan revan içinde dans etmeye devam ediyor.

Bir yandan da ödül koyucular, bu çaresiz kalabalığı daha da yalnız olmaya, daha da sessiz olmaya, daha da çaresiz olmaya, büyük ödülden başka bir şey düşünmemeye doğru itekliyor.

“Her eve üç çocuk” baskısıyla dans edecek daha fazla “at” sahibi olmaya, bu atları daha 66 aylık iken dans pistine fırlatmaya hazırlanıyor.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder