27 Kasım 2011 Pazar

GÜÇ ve CAHİLLİK ÜZERİNE

Cahil bir toplum özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse bile hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil bir toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen bir adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır.

Nietzsche söylemiş bu sözü.

İlk okuduğumda hiç hoşlanmadım. Bu sözlerin doğruluğuna inanmadığım için değil, ancak “seçmek” yerine ne koymak gerektiğini bilmediğimden.

O zaman cahil toplumlar adına cahil olmayanlar mı karar vermeliydi yani?

Onsekizinci yüzyılda yaşayan William Pitt Birleşik Krallık tarihinin en genç başbakanıdır. Diyor ki;

“Sınırsız güç yozlaşır”

Bir başka İngiliz, Lord Acton’un dediği daha anlaşılır;

“All power tends to corrupt and absolute power corrupts absolutely…”

Yani; “Güç yozlaşmaya eğilimlidir. Mutlak güç mutlak yozlaşma doğurur.”

Sanırım demokrasilerde “mutlak güç” o nedenle kabul edilemez. Sağlam bir demokrasi için yasama, yargı, yürütme ve medya bağımsızlığının mutlak gerekliliği bu “mutlak güç” korkusundandır. Mutlak ve kontrolsüz güç gaddardır çünkü. Demokrasinin asıl öcüsü, cahil insanların seçebilme yetersizliğinden çok yasama, yargı, yürütme ve özgür medyanın tekelleşmesidir. Yani demokrasi için en büyük tehdit “kontrolsüz ve doğası gereği adaletsiz ve gaddar olan mutlak güçtür”.

Farabi, İslam dünyasının en büyük bilim insanlarından biridir. Dokuzuncu yüzyılın bu çok önemli aydının o yıllardan günümüze ulaşan sözü ölümsüzdür…

İnsan ahlakının temeli bilgidir. Çünkü akıl, iyi ile kötüyü ancak bilgi ile ayırır.”

Yani Diyor ki Farabi; Eğer iyiyi kötüden ayıracak donanımınız, doğruyu yanlıştan ayıracak bilginiz yoksa seçimleriniz değersizdir. İslam’ın 9. yüzyıldaki bu aydınlanmacı yüzü, ahlaklı bir birey olmanın olmazsa olmaz koşulunu sunuyor.

“Bilgi sahibi olun”.

Farabi’ye göre “bilgisiz kalmak demek kötü Müslüman olmak” demektir. Bilgisiz olanların, bilgisiz bıraktırılmış bile olsalar yaptıkları seçimler ne yazık ki, değersizdir.

Doğrular ile yanlışları, kötülerle iyileri birbirinden ayıramayacak kadar bilgisiz geniş halk yığınlarının yaşadığı bir toplumda ne yapmalı?

Bilgisiz üstelik bilgiyi umursamayan, küçümseyen, sadece güce değer veren, tüm ilişkileri iktidar olabilme, iktidara yakın durabilme ve boyun eğme kültürü üzerine biçimlenmiş bir toplumda elden ne gelir?

İktidar-bilgi-cehalet çatışması denince aklıma ilk Galileo Galilei gelir.

Galileo, sadece kendisinin sahip olduğu bir bilgiyi, insanlara anlattı diye Engizisyonun hışmına uğramış, büyük acılar çekmiş, hapislerde yatmış, üç yıl boyunca haftada bir kere yedi tövbe pasajını okumak gibi gülünç cezalara çarptırılmıştır.

Engizisyonun yani o dönemdeki iktidarın derdi gerçek ile ilgili değildi elbette. İktidarın tek derdi iktidarını devam ettirmesine engel olabilecek, doğru veya yanlış olması fark etmeyen “o bilgi”yi yok saymak, göstermemek, diğer insanları korkutmak, sindirmek, “konuşursanız başınıza bu gelir” demekti. Çünkü Galileo, anlattıkları ile sahte bir “iktidarın” temellerini sarsıyordu. Kalabalık ve bilgisiz insan sürülerine “bilgi” sunuyordu.

Peki, günümüzde ne değişti?

En azından bilgisiz, eğitimsiz, bilime inançsız, bilgiden çok güce ve iktidara tapan, şu veya bu şekilde iktidarın dizi dibinde olmayı güvence sayan toplumlarda, yasama, yargı ve yürütmenin kol kola olduğu, birbirlerini denetleme fonksiyonunu tam göremediği geri kalmış ülkelerde halen hiç bir şey değişmemiştir.

Medyanın olup biteni anlatmak yerine iktidara çanak tuttuğu bu ülkelerde kendisini “aydın” diye tanımlayıp iktidardan yana yaşayan insanlar vardır. Onlar yönlendirir bilgisiz yığınları. Aydın kişilerin çoğunluğunun gerçeği arayan korkusuz muhalifler değil, “yardakçı” olduğu bu ülkelerde her şey ne yazık ki, Galileo döneminden neredeyse farksızdır.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder