Toroslarda hep beni çeken bir gizem, bir güzellik, bir yücelik olmuştur. Sanki zamanın ve mekanın dışına çıkıverirsiniz bu dağlarda, trenle geçerken bile, durduğunuzda bir dağ istasyonunda, başınızı çıkardığınızda kapıdan, güzel havasını kokladığınızda, hatta pencereden baktığınızda, koyu maviye dönmekte olan akşamın renklerinin arasından, bu gizemli dağlar sizi içine çeker, büyüsüne kapılıp gidersiniz sanki...
Mersin, Erdemli yakınlarında, Tömük mevkiinde deniz kıyısında geçirdiğim beş gün boyunca yakın Toros köylerini de ziyaret etme imkanımız oldu. Tömük Köyü'nün 10-15 kilometre ilerisindeki Karahıdırlı Köyünü geçtikten sonra Toroslardan gelen lezzetli dağ sularının şırıl şırıl aktığı bir çeşme vardır yol üzerinde... Hem bidonlarımızı bu nefis suyla doldurmak, hem de su almak bahanesiyle Torosların harikulade çam kokulu havasını koklamak için Karahıdırlı Köyüne yollanıyoruz. Kısa sürede denizden oldukça yükseliyoruz. Hakim vadilerden sahil şeridi sanki uçaktan bakarcasına ayaklarımızın altında uzanıyor. Çevredeki dağ şekilleri ve mağaralar son derece esrarengiz ve biraz da ürkütücü görüntüler oluşturuyor. Kurukafa kayasını geçtikten sonra şirin dağ çiçeklerinin arasından şırıl şırıl akmakta olan pınar suyuna ulaşıyoruz. Bol bol içip saçlarımızı ıslatıp serinliyoruz. Bidonlarımızı da dolduruyoruz. Bu sudan yapılan çay ve kahveler de ayrı bir lezzet oluyor...
Dönüşte Karahıdırlı köyünde ulu çınar ağaçlarının altındaki köy kahvesinde oturup birer de çay içiyoruz. Buraya bir kere daha gelmiştim. Çevre köylerden gelenlerin de katıldığı bir köy pazarı vardı. Eski bir minibüs, kasasının kapılarını açmış, sanki bir köy dükkanı gibi, süs eşyaları, dikiş malzemeleri, mutfak eşyaları, kumaş gibi şeyler satıyordu. Bir diğer eski kamyonet, kasasının önünde sanki seyyar bir berber dükkanı gibi, bir sandalye atmış, birisini tıraş ediyordu... Tüm çevre köylerden gelen satıcılar ve alıcılar etrafta dolaşıyorlardı... Gerçekten görülmeye değer bir manzaraydı... Sanki bir İpek Yolu belgeselinin içine girmiştik... Bunlara benzer ama daha büyük bir kamyon-marketi de Ankara yakınlarında bir trekking sırasında bir köyde görmüştüm. Kapalı kamyon kasasının içini sanki bir seyyar market haline getirmişti... Tabii böyle pazarlar haftalık değil de hasat zamanlarına göre mevsimlik olarak kuruluyor... Tabii ki hepsini fotoğrafladım...
Peki hani nerede diyeceksiniz. Sonra gelip fotoğraflarımı bilgisayarıma aktardım... Daha doğrusu ben öyle sanıyordum... Ama ne yazık ki fotoğraf makinamda pil bittiğinde tarih sıfırlanmasından ötürü bazı fotoğrafların aynı tarih zaman kodunu aldığını ve bunların bilgisayara aktarıldığında çakıştığını bilmiyordum... Öğrendiğimde ise fotoğraf makinamdaki fotoğrafları silmiştim bile... O yüzden şimdi size ancak tarif edebiliyorum...
Neyse ki Fethiye kıyılarından, Güneydoğu Anadolu'ya kadar Toroslarda öyküler ve fotoğraflar bitmez... Daha size anlatacak ve fotoğraflarla bilgisayarınızın ekranına taşıyacak pek çok fırsatımız olacaktır...
Yemyeşil yamaçlardan, vadilerden kıvrılarak inen dar yoldan inerken Akdeniz'in maviliği giderek yakınlaşıyor. Tömük köyünde salaş, daha doğrusu dışarıdan bakıldığında kötü görünümlü bir pideciye giriyoruz. İçeride ise bizi apayrı bir küçük dünya bekliyor. Toroslardan gelen bir küçük şelalenin başında harika pidelerimizi yiyoruz. Hemen altımızda ise akan su, bir değirmeni çalıştırıyor. Kıymalı pideleri bol maydanoz ve limonla harika gidiyor. Maydanoz ve limon, Çukurova yöresinde, kıymalı pide, lahmacun, dürüm kebap gibi yiyeceklerin olmazsa olmazlarından...
Tömük köyünde oldukça büyük boyutlarda, İstanbulda görmeye alıştığımız geleneksel mimari tarzda bir cami dikkatimizi çekiyor. Ama büyüklüğü caminin kendisinden çok aynı yapıyı paylaştığı ofis, dükkan gibi işyerlerinin olduğu bir işmerkezinden kaynaklanıyor. Bir köy için oldukça ilginç bir yapı. Köyün geleneksel yapısını ve günümüzün sürekli değişen ve gelişen dünyasını bir arada buluşturan ilginç bir örnek...
Hazır buralara gelmişken size biraz da Tömük sahil şeridinden bahsedeyim... Buralar henüz Türkiye'de pek keşfedilmemiş cennetler arasında... Aslında yabancılar giderek daha fazla keşfediyorlar... Hatta bana da sık sık "ne işin var Erdemli'de" diyorlar arkadaşlarım... Biz Gondol adlı cennet bahçesi gibi bir tatil sitesinde kalıyoruz. Sabahları kuş sesleri ile ve nefis çiçek kokuları ile uyanıyorum. Türkiye sıcaklardan kavrulurken burada 33 derece... Çok tatlı bir meltem esiyor. Burası klimaya ihtiyaç duymayacağınız bir yer. Belki meltem kesilirse diye çevredeki hipermarketlerden 25-30 liraya bir vantilatör alabilirsiniz eğer kaldığınız evde yoksa... Ama ben en sıcak günlerde sabaha karşı battaniye örtmek zorunda kaldım...
Akşamları sahil boyunca, kumsalın hemen gerisinde, sitelerin önündeki kilometrelerce uzanan yaya yolu ışıl ışıl, yerel yiyecekler ve içecekler sunan kafeler, kumsala masa sandalye atmış restoranlar, balıkçılar, tatlıcılarla doluyor.
Hayat burada inanılmaz ucuz. Denizden hemen çıkan balıklar sahilde satılıyor, ayıklanıyor, bahşiş fiyatına mangalda kömür ateşinde pişiriliyor, sahilde yeniliyor ya da folyoya sarılıp paket yapılıyor. Burada İstanbul'da, Antalya'da, Bodrum'da, Marmaris'te adını bile telaffuz etmeye cesaret edemeyeceğiniz kocaman leziz bir çinekop ızgarayı 3.75 kuruşa yiyebiliyorsunuz. 25 kuruş, 50 kuruş burada önemli... Çünkü 50 kuruşa börek yiyebiliyor, 25 kuruşa çay içebiliyorsunuz. 30 kuruşa fırından yeni çıkmış çıtır çıtır pideler yiyebiliyorsunuz... 2.5 liraya şortlar tişörtler alabiliyorsunuz... 1,000 liraya bütün bir yaz ma aile tatil yapabiliyorsunuz. Ya da 25,000 liraya mükemmel bir yazlık sahibi olabiliyorsunuz... Tur organizatörlerinin kişi başı bir hafta için, hem de öğle yemekleri hariç 1000 liraya yaklaşan rakamları talep ettikleri düşünülürse şaşırtıcı rakamlar...
İşte size mükemmel, ekonomik, alternatif bir tatil yeri. Burası Torosların yörük yaşantısını, Çukurova'nın zenginliğini, Türkiye'nin ve dünyanın ilgisini, denizi, güneşi, kumu, doğayı, dağı, tarihi, site hayatının lüksünü ve evinizin rahatını bir arada toplayan, Türkiye'de turizmin yükselen değerlerinden, harika bir gizli cennet. Aslında hiç de gizli değil... Mersin'i, Erdemli'yi herkes bilir... Ama herkes "ne işin var orda" diye bilir... En çok bilinen şeyler en saklı şeylerdir aslında...
Buralardaki öykümüz devam edecek... Olba Kraliçesi Aba'yı ve Uzuncaburç'u unutmuş değilim. Ayrıca Toros yaylalarını, Limonlu'nun kuzeyinde Toroslardaki gizli cennetlerden Kayacı vadisini de kapsayacak... Tabii bu Aysun Kayacı değil... Yani vadinin ismi öyle... Tesadüf... Yoksa değil mi?? Peki ya Lamas vadisi ile bir zamanların popüler pembe dizisi Şahin Tepesinin Lance'i ve daha sonra Renegade dizilerinin Vince'i ve pek çok aksiyon filmlerinin Lorenzo Lamas'ı ile bir ilişkisi var mı? Peki ya California, Los Angeles, Santa Monica'lı Hollywood yıldızı Arjantin asıllı Lorenzo Lamas, Erdemli yakınlarında tarihi bir bölgenin neden kendi adı ile anıldığından haberi var mı? Bakalım göreceğiz... Şimdilik iyi tatilller dilerim...