Samatya'nın Tarihi Farklı Kareler:
Samatya İstanbul’un eski semtlerinden biridir, hatta tarihçilerin bulgularına göre Samatya, İstanbul’dan daha eski bir yerleşim yeridir. Megaralılar'ın ünlü kumandanı Bizas, şehrin temeli olan Byzantion'u kurarken, Samatya’da küçük bir yerleşim yeri olduğu bilinir. Bu köy ancak Theodosios’un bugünkü kara surlarını yaptırdığı zaman, İstanbul’un içine katılmıştır. Samatya, İstanbul’un fethinden sonra uzun yıllar Hıristiyan semti olma özelliğini korudu. Bunda Fatih Sultan Mehmet’in uyguladığı politikanın da etkisi büyüktür. Fatih, Bursa’dan Ermenileri İstanbul’a getirerek Samatya’ya yerleştirmiştir. Fatih’ten gelen Osmanlı sultanları da Ermenilerin İstanbul’daki iskan politikasını sürdürdüler. 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilmesinin Samatya’daki durağan yaşamı etkilemediği söylenebilir. Bazı Rum kökenli vatandaşların Yunanistan’a gitmesinin dışında Osmanlı’nın son dönemindeki sakin yaşam 1940 yıllara kadar sürmüştür. 1942 yılında çıkarılan ve halk arasında Varlık Vergisi olarak bilinen yasa ile Samatya’da yaşayan Ermeni ve Rumlar’ın sayıları azaldı. 1950’lere kadar İstanbul’un görkemli tarihinden derin izler barındıran deniz surlarının dibindeki Samatya’da başka bir kültür iklimi hâkimdir. Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerin bir arada yaşadığı, birbirlerinin dillerini konuştuğu bu kültür, Samatya’nın farkını ortaya çıkarmıştır. Burada tam bir İstanbul mozaiğinden bahsedilebilir. 1950’li yıllara gelindiğinde İstanbul’un Anadolu’dan giderek artan ölçülerde göç alması, Samatya’nın kimliğinde değişmelere yol açar. İstanbul’daki Rum cemaati nüfusunun 6-7 Eylül olaylarından sonra iyice azalmasıyla semt, bir Rum ve Ermeni semti olmaktan biraz daha uzaklaşarak içinde Ermenilerin de yaşadığı bir Müslüman semti kimliğine bürünür. Göç dalgası ‘Küçük Paris’ olarak anılan Samatya’nın, kültürel yapısının yanında fiziksel yapısını da değiştirmiştir. Kagir ya da ahşap iki-üç katlı evlerin yerini apartmanlar almaya başlamış. Her şeye rağmen iki-üç katlı kagir, ahşap binalarıyla, dar ve ızgara planlı sokaklarıyla, eski Rum meyhaneleri geleneğinden gelen meyhaneleriyle, İstanbul’un kendine has bir semti olma niteliğini sürdürmeye devam ediyor. Samatya adının nereden geldiğine baktığımızda kökeninin Yunancadan geldiğini görüyoruz. Samatya Yunancadaki karşılığıyla ‘Psomatia’ kumsal anlamına gelir. Bizanslılar deniz dalgalarının çok fazla kum yığmasından dolayı bu sahillere Psomatia adını vermişler ve zamanla bu kelime değişimlere uğrayarak Samatya halini almış. Günümüzde semtin resmi olarak adı Koca Mustafa Paşa olarak geçmesine rağmen semt halkı hala Samatya’yı kullanır. Tarihi Samatya kapısı olduğu belirtilen tren istasyonunun altına geldiğimizde önümüzde Samatya Meydanı yer alır. Geniş, tarih kokan bu meydanda, sağ ve sol taraflarda balıkçı tezgahları ve meyhaneler bulunur. Samatya Meydanı, Hürriyet Gazetesi’nin “Türkiye’nin En Güzel On Küçük Meydanı” sıralamasında ikinci seçilmiştir. Bu meydan aynı zamanda dizi ve filmlere de ev sahipliği yapmıştır. Bu dizilerden ilki Türkan Şoray ve Şener Şen’in rol aldığı İkinci Bahar’dır. Ayrıca Yavuz Turgul’un Gönül Yarası ve Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun filmleri de bu meydanda çekilmiştir. Son dönemde kendiside Samatyalı olan Cem Yılmaz’ın rol aldığı Av Mevsimi filmine de ev sahipliği yapan Sefa Meyhanesi Samatya’nın sembolleri arasındadır. Samatya’daki ana yollardan biri olan Marmara Caddesi çevresi, Ermeni nüfusunun yoğun olduğu bölgedir. Geçen yüzyılın başında kayda geçmiş resmi sokak adları bunu göstermektedir. Bu isimlerden bazıları Şerbethane, Uzuncaova, Leblebici Köse, Kirkor Kalfa, Yazmacı Gaspar, Balıkçı Kirkor, Pamukçu Tatyos ve Pulcu Altun’dur. Samatya kültürel yapısındaki bu çeşitlilikle birlikte tarihi olarak değere sahip yapıları da içinde barındıran bir açık hava müzesi gibidir. Birçok tarihi yapıya ev sahipliği yapmaktadır. Bu eserlerin arasında büyük Türk mimarı olan Mimar Sinan’ın eserleri de yer almaktadır. Bunlar; Abdi Çelebi Camii ve Ağa Hamamı’dır. Abdi Çelebi Camii, Samatya’nın ana hatlarından biri olan Marmara Caddesi üzerinde yer alır ve “Yedim İçtim Camii” olarak da bilinir. Bir rivayete göre bu isim halkın cami yaptırılması için para biriktirmek adına canının çektiği yiyecekleri almayıp sanki yedim içtim diye saymalarından geliyormuş. Bu cami 1533-1534 yıllarında yapılmış fakat uzun süre bakımsız kaldığı için 1933 yılında tamir edilmiş. Mimar Sinan’ın diğer bir eseri olan Ağa Hamamı da Marmara Caddesi’nin yakınında yer almaktadır ve İstanbul’un en büyük ve en güzel çifte hamamlarından biridir. II. Dünya Savaşı’ndan önce hamam olarak kullanılmaktan vazgeçilmiştir. Uzun yıllar harap şekilde bırakılan eser şu sıralar restore edilmektedir. Samatya’daki önemli yapılardan bir tanesi de bir dönem Ermeni Patrikhanesi olarak kullanılan ‘Sulu Manastır’ yani Surp Kevork Kilisesi’dir. Bu kilise Marmara Caddesi üzerinde Abdi Çelebi Camii’nin karşısında yer alıyor. Bu kilisenin kendi döneminde Aya Sofya’dan sonra İstanbul’un en görkemli kilisesi olduğu rivayet edilir. Kilisenin bahçesinde bir de Özel Sahakyan Nunyan Ermeni Okulu yer almaktadır. Ayios Nikolaos Kilisesi, Samayta’da yer alan tarihi bir Rum kilisesidir. Kilisenin 1583 yılında yapıldığı düşünülmektedir. Kilise; denizcilerin, balıkçıların, fakirlerin, yoksul çocukların koruyucu azizi Ayios Nikolaos’a adanmıştır. İmrahor Camii, önemli yapılardan biridir. Studios Manastırı veya Aya İoannes Prodroda (Vaftizci Yahya) Kilisesi ya da İmrahor Camii, Doğu Roma döneminde yapılmış İstanbul’da ayakta kalan en eski dini yapıdır. 454-464 yıllarında inşa edilen yapı günümüze ulaşan en eski Bizans manastırı ve kilisesi olarak kabul edilir. Burası imparatorların seferden sonra şehre girdiği Altın Kapı’nın yakınında olduğu için de önemlidir. Zafer kazanan imparatorlar törenle kente girdikten sonra hemen bu büyük kiliseye uğrayıp dua ederlermiş. Manastır zaman zaman dini tartışmalar nedeniyle kapatılmasına rağmen 15. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş. Bu kilise, Osmanlı padişahı II. Bayezid döneminde İmrahor (at uzmanı) İlyas Bey tarafından camiye çevrilmiş ve Osmanlı döneminde şehrin en büyük camilerinden biri olarak hizmet vermiştir. Samatya tarihindeki balıkçılarına karşı olan ve bir sahil semti olmasının verdiği sorumluluğu yerine getirmek için kurulmuş Balık Müzesi’ne sahiptir. Türkiye sahillerinde yakalanmış 350 balık türünün sergilendiği müze, Koca Mustafa Paşa Balıkçı Barınağı’nda yer almaktadır. Müzede balıkların yanında denizkestanesinden kabuklulara, Türkiye sahillerinde rastlanan mercanlardan kaplumbağalara, denizatları ve denizyıldızlarına kadar çeşitli deniz canlıları bulunmaktadır. Ayios Yeoryios Kiparissas Kilisesi, Ayios Minas Kilisesi, Surp Anarat Higutyun Ermeni Katolik Kilisesi, Mirza Baba Tekkesi, Hristos Analipsis Kilisesi, Ayios Konstantinos ve Ayia Eleni Rum Ortodoks Kilisesi, Arapkapısı Mescidi ve Tekkesi semtin önemli yapıları arasındadır. Bütün bu yapılardan bahsederken Samatya’da yıllarca üretim yapmış köklü ailelerden olan Zildjian (Zilciyan) ailesine de değinmek gerekir. Ailenin kökleri Osmanlı’ya kadar dayanmaktadır. 1681 yılında Avedis Bey’e Sultan I. Mustafa saray bandosu için zil yapma görevi verir ve I. Mustafa yapılan zillerin sesine hayran olur. Böylece Avedis Bey Zilciyan soyadını alır. Yaptıkları zillerde kullanılan malzemenin miktarları bir sır gibi aile içinde kuşaktan kuşağa aktarılır ve saklanır. Günümüzde Madonna’dan U2’ya kadar birçok ünlü ismin kullandığı ziller bu ailenin elinde çıkmıştır. 400 yıl faaliyet gösteren Zilciyan’ın kullanıcıları arasında The Beatles, Pink Floyd, Deep Purple, Rolling Stones gibi isimler yer almaktadır. “İstanbul 2010 Kültür Başkenti Projeleri” kapsamında çalışmalar, dikkatleri son dönemde Samatya’nın üzerine çekti. Bu çalışmalar neticesinde kültürel mirasın devamlılığı konusunda olumlu sonuçlar elde edileceği belirtilmektedir. Buna ilk örnek olarak İstanbul'un görkemli tarihinde izler barındıran, eski ünlü bir balıkçı köyü olan Samatya'nın özgün değerlerinin canlandırılması amacıyla Nisan ayında çalışmalara başlamıştır. Bu çok kültürlü yapı içerisinde bir Samatya tablosu çizmek adına anlatılabilecek en güzel hikayeler bayramlar olur. Ramazan ayında Müslüman alemi oruç tutarken üstünde dumanı tüten sıcacık bir ramazan pidesi almak için Surp Kevork Kilisesi’nin karşısındaki fırında oluşan kuyruğu görürsünüz. Bu kuyrukta Müslümanların yanında Ermeni halk da sıraya girer. Paskalya Yortusu’nda ise Ermeni halkı çörek yaptırma telaşı sarar. Bütün pastanelerde tepsi trafiği yaşanır. Herkes bir an önce malzemelerini getirip çöreklerine kavuşmanın telaşını yaşar. Bu dönemde ise bütün Samatya’yı mis gibi çörek kokusu sarar. Tabi rengarenk yumurtalar olmadan Paskalya olmaz. Bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra yaptırılan çörekler ve boyanan yumurtalar Müslüman komşularla da paylaşılır, bunun karşı örneği ise tıpkı aşure ayında hayat bulur. Samatya’da hayat tamamen bir hoşgörü içinde yaşanır.
Farklı Kareler Samatya'nın Tarihi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder