22 Mart 2007 Perşembe

Assos, Ayvalık, Altınoluk, Kazdağları...



Eğer Ege'de, Çanakkale, Balıkesir arasında, Kazdağları'ndan, Assos'a, Altınoluk'tan Ayvalığa, Cunda Adasına kadar uzanan bir fotogeziye çıkmaya hazırsanız en sevdiğiniz müziği açın, içeceğinizi alın ve ekranın karşınına geçin...





Altınoluk

Balıkesir Çanakkale arasında, Ida Dağı'nın (Kazdağları) eteklerinde şirin bir balıkçı köyü iken, bir büyükşehir halini aldı. Eskiden yalnız İskele denilen bir balıkçı barınağı ile yukarıdaki köyden oluşuyordu. Ama yine de o eski küçük köy özelliklerini görmek mümkün iskelede ve köyde... Küçük barınakta balıkçılar sandalları ile ilgileniyorlar, ağlarını tamir ediyorlar, çınar altı kahvesinde tarihi büyük çınar ağacının gölgesinde toplanıp çay içip sohbet edip, kooperatif meselelerini tartışıyorlar.



İskeleden yürüyerek köye çıkıyorum. Bir büyük çınar ve ve bir çınar altı kahvesi de burada var köy meydanında. Oturup bir çay içiyorum. Biraz etrafı seyrettikten sonra kalkıp köyü dolaşıyorum. Taş yapıların mimari özellikleri çok ilginç. Buradan Altınoluk'un ne kadar büyüdüğü daha iyi görülüyor. Masmavi Edremit Körfezi Ayvalık'a hatta Midilli adasına kadar görülüyor. Istanbul, Ankara, Izmir gibi büyükşehirlerden insanlar bu eski taş evleri alıp restore ediyorlar ve yazları harika bir tatil geçiriyorlar. Hatta buraya yerleşenler ya da butik otel olarak işletenler de var. Kazdağlarında otantik binalarda, köylerde konaklama, trekking, jeep safari, doğa gezileri, trekking yapma imkanları da var. Kazdağlarında şırıl şırıl akan derelerde ve şelalelerde yazın sıcak günlerinde serinlemek ve alabalık yemek mümkün. Altınoluk'tan sürekli geziler düzenleniyor. Altınoluğun yeryüzünde oksijen oranının en yüksek olduğu yerlerden birisi olduğu söyleniyor. Çam ormanları ve zeytin ağaçlarından gelen oksijenin Kazdağları'ndan gelen serin esinti ile bir vadiden geçerek tam şehrin üzerine gelmesine bağlanıyor.













Köyde ve İskele'de otantik binalarda pansiyonlar var. Otellerde de fiyatlar çok ucuz.

İskele'nin biraz ilerisinde eski bir zeytinyağı tesisini restore edip müze ve kafe ve restoran haline getirmişler. Sabahları da açık büfe kahvaltı sunuyorlar. İsterseniz zeytinyağı ve zeytin ürünlerinden, sabunlarından satın alabiliyorsunuz.





Küçükkuyu - Zeus Altarı

Yoldan Küçükkuyu dolmuşlarına biniyorum. Niyetim Assos'u Behramkale'yi görmek. Ama Behramkale dolmuşları Küçükkuyu'dan kalkıyor. Küçükkuyu'ya tam girerken bir tabela dikkatimi çekiyor. "Zeus Altarı, 3 km." Aslında hiç kafamda yoktu ama hemen şöföre sesleniyorum "İnecek var usta!". Üç kilometre bir şey değil. Yürünerek gidilir. Çocukluğumdan beri hep duyarım Zeus Altarı'nı. İşte karşıma çıktı. Yola bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum. Bahçelerin, bağ evlerinin, bir kaç kereste tesisinin arasından yoldan yürümeye başlıyorum. Sırtımda da küçük sırtçantam. Biraz sonra yol Kazdağlarına tırmanmaya başlıyor. Hava da sıcak mı sıcak. Tabii üç kilometre ama yükseklik dahil değil. Amma da dikmiş bu yol. Tam söylenirken yoldan bir motor sesi geliyor. Biraz kenara çekilip yol veriyorum. Köyün gençlerinden birisi köye çıkıyor. Duruyor. "Köye çıkıyorsanız çıkarayım!" diyor gayet nazik ve candan. Hiç kırmıyorum. Bu öğlen güneşinde Allah gönderdi. Ne kadar candan yurdum insanı. Zeus Sunağı olarak çevrelenmiş park alanının tam kapısında iniyorum. Teşekkür edip içeri giriyorum. Öğlen güneşinde çam gölgesi. Ilık ve tatlı bir rüzgar esiyor. Mis gibi çam kokularının arasında yürümeye başlıyorum. Kuş ve cırcır böceği sesleri birbirine karışıyor. Kurumuş çam iğne yaprakları ayaklarımın altında kıtır kıtır sesler çıkarıyor. Hemen karşıda köy görünüyor. Yine taş binalardan oluşuyor.







Zeus Altarı hakim bir tepenin üzerinde büyük bir kayanın üzerinde. Kayaya oyulmuş merdivenlerle çıkılıyor. Tam sunağın üzerinde genç bir çift dalmış körfezi seyrediyorlar. Çok iyi yer seçmişler ama tam da hedefte. Burada yalnız kalabileceklerini mi zannediyorlar. Hani kenarda olsanız rahatsız etmeden geçelim... Beni görünce toparlanıyorlar. Kız utanıyor, biraz kızarıyor. Sessizce gidiyorlar. Tüm Edremit körfezi Ayvalık, Midilli görünüyor. Delikanlı iyi yer seçmiş. Herhalde kendisini Zeus gibi hissediyordu.

Biraz keyfini çıkardıktan geldiğim yoldan geri dönüyorum. Çıkarken köylü kadınlardan kekik ve dağ çiçeklerinden satın alıyorum. Çiçeklerin çayı yapılırmış. 23 çeşit çiçekmiş. Kekik de demin ben yürürken mis gibi kokusunu duyduğum kekiklermiş. İşte size bir de Kazdağları usulü salata tarifi: Kekiği ezip halis sızma zeytinyağına koyarsınız. Soğanı da rendeleyip tuz ve limonla beş dakika bekletirsiniz. Ama mutlaka limonla. Acısını alır. Sonra harika tarla domatesi ile salata yaparsınız. Allahım bu kadar mı güzel olur yaa... (Kırmızı kırmızı tarla domatesi olacak, ööle içi beyaz naylon market domatesi değil, Burhaniye ya da Ayaş domatesiyle çok güzel olur). Benden söylemesi.

Tekrar Küçükkuyu'ya dönüyorum. Hazır dönmüşken bir de kır pidelerinin ve ayranın tadına bakıyorum. Sonra Behramkale dolmuşuna binip Assos, Behramkale tarafına doğru yola çıkıyorum. Kah dağdan tepeden, kah plajlardan kumsallardan geçiyoruz. Zeytinliklerin arasında pansiyonlar, bahçe evleri, kampingler, keyfini bilenler için harika imkanlar var. Behramkale'de inemiyorum en yazık ki çünkü inersem son dolmuşu kaçırırım. O yüzden Assos'ta iniyorum. Dolmuş dönene kadar bir saatim var. Bu da etrafı görmek için bana yeter.

Assos

Assos da küçük ve sapa bir balıkçı köyü görünümünde. Bu taraflarda göze çarpan belirgin mimari tarzda evler, pansiyon, otel, restoranlar... Tüm köy bir konaklama tesisi halini almış. Geniş plajın ve kumsalın eksikliğini deniz üzerindeki tahta iskelelerle, sallarla çözmüşler.

Akşam için balıkları hazırlıyorlar. Etrafta bol bol dondurmacılar var. Ee ne de olsa aylardan ağustos.








Dolmuşçu yavaş yavaş sohbetini tamamlamı, dolmuşunun başına geçiyor. Ben de yerimi alıyorum. Ve Altınoluk'a dönüş yolculuğumuz başlıyor.

Ayvalık

Ertesi gün Altınoluk'tan yine bir dolmuşa atlıyorum. Edremit'te Ayvalık dolmuşuna biniyorum. Niyetim Cunda adası diye yıllardır duyduğum adayı görmek. İlginç kasabalardan geçiyoruz. Egeliler harika insanlar. Konuşmalarına şivelerine bayılıyorum. O yüzden dolmuş yolculukları da çok ilginç geliyor bana.

Ayvalık'ta Cunda Adasına nasıl gidebileceğimi öğrenmeye çalışıyorum. Sonra anlıyorum ki adaya giden bir karayolu var. Kafamda şekillendirmeye çalışıyorum. "Yürüyerek gidilir mi?" diye soruyorum. "Çok uzak olur" diyorlar. Sonra adaya giden bir belediye otobüsünün olduğunu öğreniyorum ve otobüsü buluyorum. Ayvalık'ta eski köklü bir büyük şehir, biraz İzmir havası var. Bütün Edremit Körfezi'nde görülen mimari tarzı burada da görmek mümkün. Yalnız biraz daha süslü, biraz daha heybetlisi. Neyse otobüse atlayıp Cunda (Alibey) adasına doğru yola koyuluyorum. Denizin üzerine yapılmış dar bir şeritten geçip adaya varıyoruz. Satılık, kiralık villalar, dupleksler, tripleksler, güzel bahçeli evlerin arasından geçip bir meydan bir iskele ve bir kordondan oluşan bir merkezde duruyoruz.

Sahil boyunda balıkçı restoranları ve kendine özgü otantik menüleri var. Hemen arka sokakta taze balık satanlar, eski tarz binalarda pansiyonlar var. Ara sokaklara doğru ilerliyorum. İç kısımda eski bir kilise var. "Girmek yasaktır, yıkılabilir" yazılı bir tabela, ve üzerinde geniş çatlaklar.







Biraz aceleye geldi bu sefer, Behramkale'yi göremedim. Sizin için fotoğraflar çekemedim. Ayvalığı tam olarak gezemedim. Şeytan Sofrası'nın harika panoramasını ve güneş batışını fotoğraflayamadım. Artık bir dahaki sefere... Tabii siz "ben gezdim, çektim, yazdım, işte de burda" derseniz başka...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder