Time for just one more this month, The World of Rockets!
Crosby, Alexander L. Illustrated by McMains, Denny. The World of Rockets. New York: Random House. (79 p.) 24 cm.
Gives a short history of rocketry and the US Space program. Derived partially from: Crosby and Larrick. “Rockets Into Space (1959)”.
30 Eylül 2009 Çarşamba
Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri / Edirne
Güreş, geleneksel Türk sporları içinde ön sıralarda yer alan ve yaşlı güreçilerle gelenekselliğini sürdüren bir spor türüdür.Kırkpınar güreşleri ile de bu geleneksellik devam etmekle ve devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
Edirne 'nin 1361 yılında fethinden önce, Anadolu 'da bulunan Osmanlılar, Orhan Gazi devrinde oğlu Süleyman Paşa Komutasında 1356-1357 yıllarında Rumeli 'ye geçerler. Burada yaptıkları akınlar sırasında savaş yapmadıkları ve mola verdikleri günlerde zamanlarını aralarında çeşitli sporlar yaparak değerlendirirlerdi. Bir keresinde güreşe tutulan 40 yiğit içinden ikisi tutuştukları güreşi gece yarısına dek sürdürdükleri halde sonuçlandıramazlar ve ikisi de güreştikleri yerde can verirler. Arkadaşları bu iki yiğidi güreş yaptıkları yerde bulunan bir incir ağacının altına gömdükten sonra Edirne 'ye doğru akınlarına devam ederler. Edirne 'nin fethinden sonra Ahırköy Çayırlığına geldiklerinde, o incir ağacının civarında billur kaynaklı bir suyun Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görmüşler, bu nedenle de "Kırktı bunlar. Bu yakaya ilk ayak basanlardır bunlar" diyerek o yere Kırkpınar demişlerdir.
I.Murat Edirne 'nin alınmasından sonra, Edirne 'de bir güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böylede her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.
Kırkpınar Edirne 'yi Ortaköy 'e bağlayan 35 km.lik yolun üzerinde, Simavina (Samona) ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan savaşından sonra (1913) Yunanistan 'a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen Çimenlik bir yerin adıdır. Bu yerin bir tarafı Topçu Ali Ağa 'nın tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikio 'lu (Totio 'lu) Recep Ağanın tarlası, bir tarafı Çilingiroğlu 'nun sebze bahçesi ve bir tarafıda Kırklar çeşmesidir. Bu Yiğitleri anmak ve güreş geleneğini sürdürmek için de güreşler 1923-1924 tarihlerinden itibaren Edirne 'nin "Sarayiçi" denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır.
www.edirne.gov.tr
Adalet Kasrı / Edirne
DALYAN KÖFTE
KÖFTE MALZEMELERİ
750Gram kıyma
1 yumurta(sarısı içine beyazı dışına)
2 dilim bayat ekmek içi
1 adet büyük boy kuru soğan
Tuz,karabiber, pulbiber
Maydanoz
İÇ MALZEMESİ
3 adet yumurta (haşlanmış)
2 adet patates (haşlanmış)
2 adet havuç( haşlanmış)
1 su bardağı( haşlanmış bezelye)
DIŞINA
2 adet patates
1 adet domates
4-5 adet biber
SOSU
1 tatlı kaşığı biber salçası
1 tatlı kaşığı domates salçası
YAPILIŞI
Köfte malzemeleri ile köfte yoğurulur, yarım santim kalınlığına gelene kadar inceltilir , içine haşlanmış bezelye , haşlanmış tavla zarı gibi doğranmış patates , havuç ve ortadan ikiye kesilen yumurta yerleştirilip kapatılır, yağlanmış tepsiye ters çevrilip yerleştirilir, üzerine yumurta beyazı sürülür kenarlarına doğranmış ve sıvıyağ ile yağlanmış patatesler dizilir, domates ve biberlerde yerleştirilir, 2 su bardağı sıcak su ile salçalar sulandırılır, yarısı köftelerin üzerine dökülür .Isıtılmış fırına koyulur, salçalı suyun kalanı yavaş yavaş eklenerek pişmeye bırakılır.
29 Eylül 2009 Salı
5 dakikada 15 bahane
Ödev yapmamak için 5 dakikada 15 bahane uydurdu oğlum.Yahu ne zor işmiş ödev yaptırmak.Şiştim 3 sayfayı yaptırana kadar.Bahanelerimiz de şahane, buyurun...
- Anne kolum uyuştu
- Anne bacağıma kramp girdi
- Anne çok susadım
- Anne yapmasam olmaz mı
- Anne okumazsam simitçi mi olurum
- Anne acıktım
- Anne biraz oynayım ,sonra yaparım
- Anne sırtım kaşındı
- Anne cumartesi bilgisayarda oynamama izin verecekmisin
- Anne bana şeker versene
- Anne silme yalnışlarımı
- Anne hastalanırsam okula gitmiycekmiyim
- Anne Ben10'li silgi almiycakmısın
- Anne kalemlerimi açalım mı
- Anne Berke ne zaman okula gidecek
Whopper Space Stories/ The Giant Book of Amazing Stories (1952)
So here are two of a kind. Publishers were constantly repackaging stories and here is the hardback and softcover versions of the same British annual for kids.
Boyd, Edward and Allward, Maurice. Illustrated by North, T E, Branton, R.A. and Gaffron, Bruce. Whopper Space Stories. London : Children's Press. (62 p.) 26 cm. Softcover.
A softcover reduced version of "The Giant Book of Amazing Stories". Still includes the articles by Maurice Allward with a comic strip and several fictional space stories. Has the same cover and illustrations (for the included articles) but no color plates.
Giant Book of Amazing Stories (Children's Press, nd) [96pp], cover by ?, sc)Front cover has a glass-roofed space station with rockets flying past.* [Comic Strip] * Rex Strong on the Planet Orbona * cs [Rex Strong]* [Comic Strip] * Dave Garrett and the Space Pirates * cs* Anonymous * A Question of Proof * ss* Anonymous * Mickey's Monkey * ss* Anonymous * Space Barr and the Saboteur * ss* Anonymous * A Matter of Time * ss* Anonymous * Mutiny in Space * ss* Anonymous * Space Barr and the Insect Army * ss* [Comic Strip] * Rex Strong: Space Ace * cs [Rex Strong]* [Comic Strip] * Don Regan * cs* Anonymous * The Miraculous Mushrooms * ss* Anonymous * Space Pirate * ss* Anonymous * Operation Mirror * ss
27 Eylül 2009 Pazar
ahh...
Yağmur yağıyor her vakit sanki. Güzel birşey aslında. Severim oldum olası yağmuru ve getirdiği o ince huzursuzluğu. Kimileri eve tıkılmak gibi görse dahi benim içi yağmur bir kendinibuluştur aslında. Kendinibuluş? k.çımdan uydurdum şimdi. Ama öyle aslında. Bakarım öyle mal gibi dışarıya ve dinlerim yağmur tanelerinin yere düşüşünü. Bir grup olsa aslında sırf yağmur tanelerinin çıkardığı sesi kullanarak müzik yapan. Alırım onun albümünü.
Boş şeyler bunlar düşününce. Dışarıda ölüm var acı mutluluk aşk belli çevreler. Olmasını istediğim pek bir yer yok ama. Ben ıslanmak istiyorum...
Boş şeyler bunlar düşününce. Dışarıda ölüm var acı mutluluk aşk belli çevreler. Olmasını istediğim pek bir yer yok ama. Ben ıslanmak istiyorum...
25 Eylül 2009 Cuma
Moskova
Şimalin Yıldızı
Yüzümüz hep Batı’ya dönük olduğu için akla doğuya gitmek hiç gelmiyor. Oysa devasa kültürlerle kapıkomşuyuz ama bu kapıkomşularla muhabbetimiz hiç yok.
Moskova'dayım, bir haftalık uluslar arası bir seminer. Seminer katılımcıları Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Azerbaycan ve Ermenistan, yani dağılan SSCB ülkeleri ve Türkiye’den ben. 20’yi aşkın ülke. Hemen şunu söylemeliyim: organizasyonu düzenleyen rus yetkililerin Türkiye’ye verdiği önem diğer hepsine verdiklerinden fazla. Belki diğerlerini hala kendi “şehir-devletleri” olarak addediyorlardır. Verilen önemin yanında, gösterilen sıcaklık da boşver ABD’yi, kur bir Rus Türk ittifakı dedirten cinsten. Ancak rus üst düzey bürokratlardan gördüğüm bu sıcaklığın halk arasında mevcut olan Türklere bakış açısıyla birebir örtüşmediğini söylemeliyim. İlk olarak inşaat sektörümüzün bu ülkeye girmiş olması, ve Türkiye’yi temsilde inşaat işçilerimizin öncü misyonu (!), 90’lı yıllarda işadamlarımızın(!) rus halkına attığı kazıklar (misalen, fındık diyerekten leblebi satılması!) ve bugünkü seks turizmi meyvelerini(!) sokakta veriyor. Türk olduğunuz öğrenilince haffiten bir çekinseme kendini gösteriyor. Avrupa’da uzun bir sürede oluşturduğumuz olumsuz imajı Rusya’da 20 yılda oluşturmayı başardık!
Her zamanki gibi “imaj meselesi” konusuna değindikten sonra şehir hakkındaki izlenimlerimizi anlatmaya geçebiliriz.
Sıcak veya elin tabiriyle “cosy” bir şehir değil!
Çok geniş caddeler, büyük binalar ve meydanlar şehrin içinize bır sıcaklık vermesini engelliyor. Bir meydanı diklemesine geçmeniz 15 dakikanızı alabilir, ama zaten meydanı üstten geçemezsiniz ki, alttan alt geçitlerden dolaşmanız gerekir. Veya bir ana caddenin diğer tarafında yürüyen arkadaşınızı seçme şansınız çok düşük mesela. Böyle olunca çok büyük açık alanlarda küçük insan moduna giriyorsunuz. Ben kainatta bir nokta bile değilmişim hissi Ama diğer yandan bu kadar geniş caddeler ve meydanlar her ne kadar bugün iyi kullanamasalar da ilerde şehir plancılarına büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Burada bir not düşmek lazım: Haritaya bakıp kendinize bir rota çiziyorsanız, yolların meydanların genişliğini gözönünde bulundurunuz. "Şurdan şuraya yürümek" öyle hiç de kolay değil.
Güvenli bir şehir, hiç korkmayın!
Gitmeden önce okuduklarım ve bana söylenilenler şehrin hiç de güvenli olmadığı idi. Kesinlike öyle değil. Tabi ki bu sözüm “golden circle” için geçerli. Halkanın dışı için konuşamam. Bu demek değildir ki ihtiyatı elden bırakın. Çok geç saatlerde de otelime yürüyerek döndüm ve etrafta rahatsız eden hiç kimse olmadı. Bununla birlikte gece taksi kullanın, taksiler çok ucuz. 100 rubleye hadi 200 diyelim en fazla, istediğiniz her yere gidersiniz. Ama bunu resmi taksilerle yapamazsınız. Üzerinde taksi şapkası olanların ücreti yüksek olur. Siz yoldan geçen “devrim arabaları”na el edin. Eski model sovyet arabaları. Korsan taksicilik yapıyorlar. Zamanında bunlardan almak için 3-4 yıl sıra bekleniyormuş. Gördüğünüzde el edin. Standart fiyatları 100 rubledir. Bu arada resmi taksilerde de taksimetre olmadığını söyleyeyim. Her şey pazarlık usulu. Havaalanından şehre gitcekseniz sizden 4000 ruble isteyeceklerdir. Siz 1500 ruble deyin ve bir ruble dahi yukarı çıkmayın.
Metroyu kullanın!
Size tavsiyem özellikle yoğun saatlerde taksi ile bir yerlere gitmeye çalışmamanız. Metroyu kullanın, aceleniz yoksa metroda kaybolun. Ama kaybolurken de elinizde bir metro haritası bulundurun. Haritada istasyonların hem kiril hem de latin harfleri ile yazılmış olması işinizi kolaylaştırcaktır.
Moskova metrosunu gördükten sonra bir kez daha kendimize kızdım. 1930’larda inşaatına başlanmış metronun. Biz ise 1993’te metroya ilk kazmayı vurmuşuz. Arada yaklaşık 60 yıllık bir gecikme, 60 yıllık bir uzak görüş eksikliği var.
Metro istasyonları güzel avizelerle ve bazıları ise sanat eserleri ile süslenmiş. Belli başlı gezilecek olanlar Mayakovskaya, Novokuznetskaya, Kropotkinskaya, Novoslobodskaya, Kievskaya.
Metro sistemini anlamanız bi kaç gününüzü alacaktır, panik yapmayın. Bol bol yardım isteyin.
Eğer metroyu anlarsanız ve Yeşil Hatta binecek kadar da ilerlemişseniz havalanı dönüş yolunu metro ile yapabilirsiniz. Yeşil hattıın son istasyonu Rechnoy Vokzal’e varın, trenin gidiş yönünden sağdan çıkın, karşınızda dolmuşları görceksiniz. Dolmuşlar konforlu. THY ile uçuyorsanız ilk havaalanında ineceksiniz. Bu seyahatin Bellaruskaya metro istasyonundan itibaren toplam süresi 1 saat, maliyeti ise 1 dolar. Şayet havaalanına taksi ile gitmek istiyorsanız akşam 6.30 uçağı için taksiye biniş saatinizin 13-13.30 olması öneriliyor. Moskova’ya gidiş yolunda yanımda oturan Türk işadamının tavsiyesi bu. Kendisi yoğun trafikten dolayı 2 kere uçak kaçırmış.
Moskova’nın bu kadar geniş caddelere ve gelişmiş metroya rağmen İstanbul’dan beter trafiğe sahip olması nasıl açıklanır bilmiyorum. Bir görüş şehrin trafiğini yönetmekten bihaber olmaları.
Yemekler/Cafeler
Rus yemeklerini denemedim, ama zaten güzel bir rus mutfağından da bahsedildiğini hiç duymadım. En beğendiğim restorantlar Akademiya (pizzaları çok iyi) ile Kofemania oldu. Akademiya’nın birkaç şubesi var. Tiverskaya üzerinde yürümüniz muhtemel olduğu için her iki restoran da yolunuzun üzerinde olacaktır. Sırtınız Kızıl Meydan’a dönükken Tiverskya üzerinde sağdan 50-100 mt yürüdüğünüzde ilk sağda trafiğe kapalı yoldaki sağdaki ilk restaurant Akademiya’dır. Kofemania ise Tiverskaya’da soldan yukarı doğru yürüdüğünüzde soldan ilk ya da ikinci gireceğiniz bir sokağın ilerisindedir. Tiverskaya üzerinde gitmediğim ama övgüsünü duymuş olduğum bir İtalyan restaurantı var: Mi Piace. Burayı da deneyebilirsiniz.
Görülecek Yerler
Görülecek yerler açısından Moskova çok da zengin değil. Kızıl Meydan ve Kremlin ile Arbat Sokağıni iki günde rahatlıkla gezebilirsiniz.
Kızıl Meydan’daki renkli soğan kubbeli dünyanın en meşhur kilisesi Sn. Basili Rusların Kazan’ı fethi şerefine yapılmış. Lenin mozolesi de (Red Square) Kızıl Meydan’dadır. Pazartesi günleri hariç her gün 10-13 saatleri arasında ziyarete açıktır. Kremlin Sarayı’nın yapımına III. Konstantinopol’u kurma hayali ile başlanmıştır. Kremlin’in içindeki müze ve katedralleri görmek için sıraya girmelisiniz. Ben girmedim ve Kremlinin içini de ziyaret etmemiş oldum. Kızıl Meydan’da yer alan çember şeklindeki yükselti ise zamanında ibret-i alemlik baş kesme törenlerinin yapıldığı yerdir.
Moskova’nın trafiğe kapalı Arbat Sokağı ise Moskova’da göreceğiniz en sıcak sokaktır. Güzel yapılarla süslüdür ve sokak üzerinde pek ressam karikatürist hünerlerini göstermektedir. İstiklal Caddesi’ni anıştırır. Uzunluğu yaklaşık 1 km kadardır. Moscow Hard Rock Cafe de buradadır. Moskova’nın en pahalı apartmanlarının bu sokak üzerinde olduğu söylenir. Pek çok ünlü müzisyen şair bu sokakta yaşamıştır. Burada yaşamış ünlülerden biri de troçki’dir. Arbat’a girişinizde hemen ilk sol sokağa saptığınızda Balşoy Afanavsiyevskiy Pereulok’a gireceksniz. Bu sokak zamanında anarşistlerin “baba”larından Bakunin’in de yaşamış olduğu sokaktır. Zamanında Lenin’in Bakunin’e ettiği küfürlerle ağzı bozulmuş kuşaktansanız bu sokağa dalınız. Sokaktaki kilisenin kilise olarak kullanılmaması için Sovyet rejimi zamanında bayağı uğraşılmış, kilise elektromekanik fabrikasına bile çevrilmiştir.
Gorki Parkı (Park Kultury) rusların dinlenmek ve yürüyüş için kaçtığı Moskova nehri kıyısında içinde oyun parklarının da olduğu, bisiklet kiralayıp gezebileceğiniz bir parktır. Özellikle yazları çok kalabalık olduğu söylenir. Sonbaharda da parkın güzel göründüğünü söylemeliyim. Kışın parkta ren geyiklerinin çektiği kızaklarla gezinti yapıldığını da duydum.
Dünyanın en güzel süpermarketi
Yelisev Yiyecek Pazarı Tiverskaya üzerinde bir market. Dünyada bu kadar güzel bir market başka bir yerde göremezsiniz. Ziyaret etmenizi salık veririm. Çıkışta da kapı komşusu Ecad'da kahve içmeyi unutmayın.
Moskova’yı tepeden görmek için şehrin biraz dışına çıkmanız gerekir. Lenin Tepesi Moskova’ya kuşbakışı bakabileceğiniz bir tepedir.
Fotoğraftaki yeni şehir merkezinin önemli bir kısmının Türk şirketleri tarafından inşa edildiğini söylemek lazım. Moskova Devlet Üniversitesi (Moscow State University) yani 7 kızkardeşten (seven sisters) biri de bu tepededir.
Moskova’da göreceğiniz 7 yüksek bina Stalin’in Seven Sisters’i olarak adlandırılır. Sanırım New York’taki Empire State’e öykünülmüş, bizde de yüksek gökdelenler olsun misali. Zaten Sovyet Blokunun çökmesinin nedeni Batı’yla Batı kurallarına göre giriştikleri rekabet değil miydi? Gökdelenler 1947 ile 1953 tarihleri arasında yapılmış. Şehrin merkezindeki Rusya Dışişleri Bakanlığı bunlardan biri. Bir diğeri ise Lenin Tepesi’ndeki Moskova State Universitesi.
Yüzümüz hep Batı’ya dönük olduğu için akla doğuya gitmek hiç gelmiyor. Oysa devasa kültürlerle kapıkomşuyuz ama bu kapıkomşularla muhabbetimiz hiç yok.
Moskova'dayım, bir haftalık uluslar arası bir seminer. Seminer katılımcıları Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Azerbaycan ve Ermenistan, yani dağılan SSCB ülkeleri ve Türkiye’den ben. 20’yi aşkın ülke. Hemen şunu söylemeliyim: organizasyonu düzenleyen rus yetkililerin Türkiye’ye verdiği önem diğer hepsine verdiklerinden fazla. Belki diğerlerini hala kendi “şehir-devletleri” olarak addediyorlardır. Verilen önemin yanında, gösterilen sıcaklık da boşver ABD’yi, kur bir Rus Türk ittifakı dedirten cinsten. Ancak rus üst düzey bürokratlardan gördüğüm bu sıcaklığın halk arasında mevcut olan Türklere bakış açısıyla birebir örtüşmediğini söylemeliyim. İlk olarak inşaat sektörümüzün bu ülkeye girmiş olması, ve Türkiye’yi temsilde inşaat işçilerimizin öncü misyonu (!), 90’lı yıllarda işadamlarımızın(!) rus halkına attığı kazıklar (misalen, fındık diyerekten leblebi satılması!) ve bugünkü seks turizmi meyvelerini(!) sokakta veriyor. Türk olduğunuz öğrenilince haffiten bir çekinseme kendini gösteriyor. Avrupa’da uzun bir sürede oluşturduğumuz olumsuz imajı Rusya’da 20 yılda oluşturmayı başardık!
Her zamanki gibi “imaj meselesi” konusuna değindikten sonra şehir hakkındaki izlenimlerimizi anlatmaya geçebiliriz.
Sıcak veya elin tabiriyle “cosy” bir şehir değil!
Çok geniş caddeler, büyük binalar ve meydanlar şehrin içinize bır sıcaklık vermesini engelliyor. Bir meydanı diklemesine geçmeniz 15 dakikanızı alabilir, ama zaten meydanı üstten geçemezsiniz ki, alttan alt geçitlerden dolaşmanız gerekir. Veya bir ana caddenin diğer tarafında yürüyen arkadaşınızı seçme şansınız çok düşük mesela. Böyle olunca çok büyük açık alanlarda küçük insan moduna giriyorsunuz. Ben kainatta bir nokta bile değilmişim hissi Ama diğer yandan bu kadar geniş caddeler ve meydanlar her ne kadar bugün iyi kullanamasalar da ilerde şehir plancılarına büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Burada bir not düşmek lazım: Haritaya bakıp kendinize bir rota çiziyorsanız, yolların meydanların genişliğini gözönünde bulundurunuz. "Şurdan şuraya yürümek" öyle hiç de kolay değil.
Güvenli bir şehir, hiç korkmayın!
Gitmeden önce okuduklarım ve bana söylenilenler şehrin hiç de güvenli olmadığı idi. Kesinlike öyle değil. Tabi ki bu sözüm “golden circle” için geçerli. Halkanın dışı için konuşamam. Bu demek değildir ki ihtiyatı elden bırakın. Çok geç saatlerde de otelime yürüyerek döndüm ve etrafta rahatsız eden hiç kimse olmadı. Bununla birlikte gece taksi kullanın, taksiler çok ucuz. 100 rubleye hadi 200 diyelim en fazla, istediğiniz her yere gidersiniz. Ama bunu resmi taksilerle yapamazsınız. Üzerinde taksi şapkası olanların ücreti yüksek olur. Siz yoldan geçen “devrim arabaları”na el edin. Eski model sovyet arabaları. Korsan taksicilik yapıyorlar. Zamanında bunlardan almak için 3-4 yıl sıra bekleniyormuş. Gördüğünüzde el edin. Standart fiyatları 100 rubledir. Bu arada resmi taksilerde de taksimetre olmadığını söyleyeyim. Her şey pazarlık usulu. Havaalanından şehre gitcekseniz sizden 4000 ruble isteyeceklerdir. Siz 1500 ruble deyin ve bir ruble dahi yukarı çıkmayın.
Metroyu kullanın!
Size tavsiyem özellikle yoğun saatlerde taksi ile bir yerlere gitmeye çalışmamanız. Metroyu kullanın, aceleniz yoksa metroda kaybolun. Ama kaybolurken de elinizde bir metro haritası bulundurun. Haritada istasyonların hem kiril hem de latin harfleri ile yazılmış olması işinizi kolaylaştırcaktır.
Moskova metrosunu gördükten sonra bir kez daha kendimize kızdım. 1930’larda inşaatına başlanmış metronun. Biz ise 1993’te metroya ilk kazmayı vurmuşuz. Arada yaklaşık 60 yıllık bir gecikme, 60 yıllık bir uzak görüş eksikliği var.
Metro istasyonları güzel avizelerle ve bazıları ise sanat eserleri ile süslenmiş. Belli başlı gezilecek olanlar Mayakovskaya, Novokuznetskaya, Kropotkinskaya, Novoslobodskaya, Kievskaya.
Metro sistemini anlamanız bi kaç gününüzü alacaktır, panik yapmayın. Bol bol yardım isteyin.
Eğer metroyu anlarsanız ve Yeşil Hatta binecek kadar da ilerlemişseniz havalanı dönüş yolunu metro ile yapabilirsiniz. Yeşil hattıın son istasyonu Rechnoy Vokzal’e varın, trenin gidiş yönünden sağdan çıkın, karşınızda dolmuşları görceksiniz. Dolmuşlar konforlu. THY ile uçuyorsanız ilk havaalanında ineceksiniz. Bu seyahatin Bellaruskaya metro istasyonundan itibaren toplam süresi 1 saat, maliyeti ise 1 dolar. Şayet havaalanına taksi ile gitmek istiyorsanız akşam 6.30 uçağı için taksiye biniş saatinizin 13-13.30 olması öneriliyor. Moskova’ya gidiş yolunda yanımda oturan Türk işadamının tavsiyesi bu. Kendisi yoğun trafikten dolayı 2 kere uçak kaçırmış.
Moskova’nın bu kadar geniş caddelere ve gelişmiş metroya rağmen İstanbul’dan beter trafiğe sahip olması nasıl açıklanır bilmiyorum. Bir görüş şehrin trafiğini yönetmekten bihaber olmaları.
Yemekler/Cafeler
Rus yemeklerini denemedim, ama zaten güzel bir rus mutfağından da bahsedildiğini hiç duymadım. En beğendiğim restorantlar Akademiya (pizzaları çok iyi) ile Kofemania oldu. Akademiya’nın birkaç şubesi var. Tiverskaya üzerinde yürümüniz muhtemel olduğu için her iki restoran da yolunuzun üzerinde olacaktır. Sırtınız Kızıl Meydan’a dönükken Tiverskya üzerinde sağdan 50-100 mt yürüdüğünüzde ilk sağda trafiğe kapalı yoldaki sağdaki ilk restaurant Akademiya’dır. Kofemania ise Tiverskaya’da soldan yukarı doğru yürüdüğünüzde soldan ilk ya da ikinci gireceğiniz bir sokağın ilerisindedir. Tiverskaya üzerinde gitmediğim ama övgüsünü duymuş olduğum bir İtalyan restaurantı var: Mi Piace. Burayı da deneyebilirsiniz.
Görülecek Yerler
Görülecek yerler açısından Moskova çok da zengin değil. Kızıl Meydan ve Kremlin ile Arbat Sokağıni iki günde rahatlıkla gezebilirsiniz.
Kızıl Meydan’daki renkli soğan kubbeli dünyanın en meşhur kilisesi Sn. Basili Rusların Kazan’ı fethi şerefine yapılmış. Lenin mozolesi de (Red Square) Kızıl Meydan’dadır. Pazartesi günleri hariç her gün 10-13 saatleri arasında ziyarete açıktır. Kremlin Sarayı’nın yapımına III. Konstantinopol’u kurma hayali ile başlanmıştır. Kremlin’in içindeki müze ve katedralleri görmek için sıraya girmelisiniz. Ben girmedim ve Kremlinin içini de ziyaret etmemiş oldum. Kızıl Meydan’da yer alan çember şeklindeki yükselti ise zamanında ibret-i alemlik baş kesme törenlerinin yapıldığı yerdir.
Moskova’nın trafiğe kapalı Arbat Sokağı ise Moskova’da göreceğiniz en sıcak sokaktır. Güzel yapılarla süslüdür ve sokak üzerinde pek ressam karikatürist hünerlerini göstermektedir. İstiklal Caddesi’ni anıştırır. Uzunluğu yaklaşık 1 km kadardır. Moscow Hard Rock Cafe de buradadır. Moskova’nın en pahalı apartmanlarının bu sokak üzerinde olduğu söylenir. Pek çok ünlü müzisyen şair bu sokakta yaşamıştır. Burada yaşamış ünlülerden biri de troçki’dir. Arbat’a girişinizde hemen ilk sol sokağa saptığınızda Balşoy Afanavsiyevskiy Pereulok’a gireceksniz. Bu sokak zamanında anarşistlerin “baba”larından Bakunin’in de yaşamış olduğu sokaktır. Zamanında Lenin’in Bakunin’e ettiği küfürlerle ağzı bozulmuş kuşaktansanız bu sokağa dalınız. Sokaktaki kilisenin kilise olarak kullanılmaması için Sovyet rejimi zamanında bayağı uğraşılmış, kilise elektromekanik fabrikasına bile çevrilmiştir.
Gorki Parkı (Park Kultury) rusların dinlenmek ve yürüyüş için kaçtığı Moskova nehri kıyısında içinde oyun parklarının da olduğu, bisiklet kiralayıp gezebileceğiniz bir parktır. Özellikle yazları çok kalabalık olduğu söylenir. Sonbaharda da parkın güzel göründüğünü söylemeliyim. Kışın parkta ren geyiklerinin çektiği kızaklarla gezinti yapıldığını da duydum.
Dünyanın en güzel süpermarketi
Yelisev Yiyecek Pazarı Tiverskaya üzerinde bir market. Dünyada bu kadar güzel bir market başka bir yerde göremezsiniz. Ziyaret etmenizi salık veririm. Çıkışta da kapı komşusu Ecad'da kahve içmeyi unutmayın.
Moskova’yı tepeden görmek için şehrin biraz dışına çıkmanız gerekir. Lenin Tepesi Moskova’ya kuşbakışı bakabileceğiniz bir tepedir.
Fotoğraftaki yeni şehir merkezinin önemli bir kısmının Türk şirketleri tarafından inşa edildiğini söylemek lazım. Moskova Devlet Üniversitesi (Moscow State University) yani 7 kızkardeşten (seven sisters) biri de bu tepededir.
Moskova’da göreceğiniz 7 yüksek bina Stalin’in Seven Sisters’i olarak adlandırılır. Sanırım New York’taki Empire State’e öykünülmüş, bizde de yüksek gökdelenler olsun misali. Zaten Sovyet Blokunun çökmesinin nedeni Batı’yla Batı kurallarına göre giriştikleri rekabet değil miydi? Gökdelenler 1947 ile 1953 tarihleri arasında yapılmış. Şehrin merkezindeki Rusya Dışişleri Bakanlığı bunlardan biri. Bir diğeri ise Lenin Tepesi’ndeki Moskova State Universitesi.
How it works: The Rocket (1967)
The Ladybird book series had many many titles, but only two were about space. This one give a series of simple explanations to go with the great painted illustrations.
Carey, David. Illustrated by Robinson, B H. How it Works: The Rocket. Leichester, England : Willis & Hepworth. (53 p.) 18 cm.Can you see the astronaut's face in the window? I love this!
When we thought Gemini would make it to the Moon?
Yep, it looks like that capsule made it all the way there.
On
Five years ago today I posted the first blog in this space, on John Banville's Shroud. I have no memory of the book and little more sense of the self who wrote it. For this I am grateful. Perhaps this is the one clear advantage of writing about books; or just writing.
In the indeterminate space prompted by this thought, I wonder how closely sleep and forgetting are necessary to the experience of reading and writing; that is, necessary and paradoxical. To live critically in the wake of such sleep, in order to understand it, in order to make worldly use of it, becomes a betrayal; a misunderstanding and a misuse. For this I am not grateful. Yet one can't live any other way.
Two books, one recent, one brand new, may offer some paradoxical help: Harald Weinrich's Lethe: The Art and Critique of Forgetting and Jean-Luc Nancy's The Fall of Sleep (translated by Charlotte Mandell).
Before this blog, I had for another five years written the Splinters blog at Spike. So that's ten years of blogging. The rounded figure suggests a corresponding need to move on to other places, in other forms, to redeem the misunderstandings and misuses. Literary blogging isn't a moving business however; it's forgetful and repetitious, just like its subject. So, on.
In the indeterminate space prompted by this thought, I wonder how closely sleep and forgetting are necessary to the experience of reading and writing; that is, necessary and paradoxical. To live critically in the wake of such sleep, in order to understand it, in order to make worldly use of it, becomes a betrayal; a misunderstanding and a misuse. For this I am not grateful. Yet one can't live any other way.
Two books, one recent, one brand new, may offer some paradoxical help: Harald Weinrich's Lethe: The Art and Critique of Forgetting and Jean-Luc Nancy's The Fall of Sleep (translated by Charlotte Mandell).
Before this blog, I had for another five years written the Splinters blog at Spike. So that's ten years of blogging. The rounded figure suggests a corresponding need to move on to other places, in other forms, to redeem the misunderstandings and misuses. Literary blogging isn't a moving business however; it's forgetful and repetitious, just like its subject. So, on.
EL EMEĞİMLE HAZIRLADIĞIM BEBEK ŞEKERLERİMİZ
SEVGİLİ ARKADAŞLAR SİZLERİ ZİYARET EDEMİYORUM EMİNİM KUSURUMA BAKMIYORSUNUZDUR YAŞADIĞIMIZ SIKINTILI GÜNLER ÇOK ŞÜKÜR GERİDE KALDI HAZIRLADIĞIM BEBEK ŞEKERLERİNİ BİLE SİZLERLE PAYLAŞAMADIM BUNLARI BEBEK DOĞMADAN ÖNCE HAZIRLAYIP RESİMLERİNİ ÇEKMİŞTİM UMARIM BEĞENİRSİNİZ ENKISA ZAMANDA SİZLERLE BİRİKEN BİRÇOK TARİFİMLE BİRLİKTE OLMAYI DİLİYORUM SEVGİLERİMLE
BEBEK ŞEKERLERİ
ŞEKER SEPETİ
KAPI SÜSÜMÜZ
DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE HAZIRLADIĞIM ŞEKERLER
BEBEK ŞEKERLERİ
ŞEKER SEPETİ
KAPI SÜSÜMÜZ
DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE HAZIRLADIĞIM ŞEKERLER
21 Eylül 2009 Pazartesi
Speeding into Space (1958)
Neurath, Marie. Speeding into Space (3rd ed.) New York : Lothrop, Lee and Shepard. (36 p.) 21 cm. Cloth, DJ.
The first edition of this one was 1954:
Text and illustrations show rocket theory, space walks, space stations and a Moon landing. Illustrations are stylized and "blocky", very different from the usual paintings
17 Eylül 2009 Perşembe
Space Alphabet (1964)
Zacks, Irene. Illustrated by Plasencia, Peter P. Space Alphabet. New York: Prentice-Hall, Inc. (26 p.) 19 x 25 cm. C
One good alphabet book calls out for another. This has some of the most charming illustrations ever done for a space alphabet book.
Very basic book about space vocabulary, discussing words such as: capsule, engine, Laika, Moon and orbit. Each entry then has a 1 line definition and a simple illustration.
15 Eylül 2009 Salı
What Will I Be from A to Z (1959)
Why is this a space book?
Because "R is for Rocket Builder" of course:
What will I be from A to Z
Donald L Gelb
32 p. : 25 cm.
Chicago, Ill. : National Dairy Council,
14 Eylül 2009 Pazartesi
The Globe for the Space Age (1963)
This is basically a geography book pretending to be a book about spaceflight. However it does have a dynamite cover don't it?
Hirsch, S Carl. Illustrated by Silverman, Burt. The Globe for the Space Age. New York: Viking Press. (88 p.) 26 cm.
Winner of the 1963 Edicon award for the Best Children's Science Book. This combines a history of globes and planetary maps with the new uses and possibilities of maps in the space age. It ties in the seasons, weather prediction, with geography. The last chapter does project what other planets geography might be like as we explore the Moon.
SEVGİLİ ARKADAŞLAR ÇOK TEŞEKKÜRLER
Sevgili arkadaşlar bu mubarek günlerde ilk önce RABBİMİN izni, sonra sizlerin duaları sayesinde bebeğimiz hayati tehlikeyi atlattı. Yoğun bakımda uzun süre kaldıktan ve ufak bir operasyon geçirdikten sonra evimize döndük, dualarını esirgemeyen herkese çok teşekkürler. ALLAH kimseye böyle şeyler yaşatmasın çok zor günler geçirdik, hastahanede bebeğimizi yoğun bakımda bırakıp eve elimiz boş dönmüştük, bazı sıkıntılarımız hala devam ediyor ama onlarda inşallah ALLAHIN izniyle bitecek. Bu sene bizler ailecek hastalıklarla dolu bir sene geçirdik bunada şükür diyoruz, inşallah bundan sonra herşey son olur! güzel haberlerle birlikte olmaya devam ederiz .
KADİR GECENİZ MUBAREK OLSUN. KUCAK DOLUSU SEVGİLERİMLE
Bizde okullu olduk :))
Şimdilik herşey gönlümüze göre gidiyor.İnşallah oğlum için başarıyla dolu bir okul yılı olur.Bugün okula başlayan diğer tüm miniklere de başarılar dilerim.
Şimdi kitap kaplamaya gidiyoruz.Anlıycağınız çoooook işimiz var çooook...
Tatlı bal böcağam nasıl da mutlu görünüyor.Bir de daha az sıkılsa pek şahane olacak :))Hala aklı oyunlarda.
13 Eylül 2009 Pazar
Life performance: The Death of Bunny Munro by Nick Cave
Nick Cave's new novel is an impressive performance. Two features stand out. The first is the pleasure it takes in words and vivid descriptions: Bunny Munro is a man of the world, a cosmetics salesman on the move and he's always swigging from a bottle of whiskey and emitting "furious tusks of smoke" from his Lambert & Butler cigarettes. It's a lifestyle that takes its toll: his eyes are always "granulated", yet he maintains his appearance: the curl of hair on his forehead is always "pomaded". In order to read his watch, Bunny "trombones" his wrist out of its sleeve. And Bunny never closes his mobile, he "clamshells it shut" or "castaneted the phone". Of course, this is very reminiscent not of Cave's darkly romantic songs but of Martin Amis in his moneyed pomp. Had Bunny Munro contemplated a haircut, he would no doubt instead have considered "a rug rethink". This is why The Death of Bunny Munro has a conspicuously anachronistic quality.
While the novel is set in the city in which I live and describes the fiery destruction of the West Pier in 2003 (which I also witnessed), it also evokes another Brighton, one trapped in the cartoon era of the early 1980s during which in another city John Self trampled triumphant for a time, flapping his flares into non-existence. Perhaps this is only a stylistic effect, except Bunny Munro is also himself a throwback. His seedy swagger and unrelenting, unobstructed appetites reawakens Lazarus-like an extinct species. When we meet Bunny tromboning and casteneting, he has just spent the night with a prostitute while his wife is suffering at home with an unspecified psychological condition requiring medication. Scenes like this pepper the novel and are rarely less than uncomfortable. A review could well fill itself by adumbrating the most hair-raising with discreet relish. However, the highly-worked prose is their true significance. It emphasises the strain under which Bunny places his everyday life; an intensity so great the threat of collapse becomes inevitable (though of course inevitability in a novel is itself inevitable). This is why the prose style is more than spice added to the high entertainment of Bunny Munro's dissolution. It is a necessary part of the story. This is the second feature: for Bunny, and for readers following Bunny, everything is outside; the trombone, the castanets, the tusks of smoke, granulation and pomade are all projections of Bunny Munro's self. As Bunny lives, his actions in effect sublate his paltry, transitory self into the world, just as a musician – perhaps one playing the trombone or even castanets – is sublated into music. For this reason, Bunny Munro has no inner life to report or, rather, his inner life animates the world. Soon it becomes almost impossible to distinguish between the two.
Bunny is therefore an aspirant solipsist; where "man of the world" seeks to be a tautology. His nine-year-old son, also called Bunny Munro, "thinks there is something about the way his father moves through the world that is truly impressive". Yes, he moves as if he is at home in the world; as if the world is a function of his ego. The novel we are reading is both a manifestation of this condition and its controverting action (perhaps all novels are). Shocking events occur throughout these 278 pages that demand Bunny's active remorse yet Bunny's projections are also attempted rejections of the self. His responsibility has no ground on which to settle.
Bunny's incipient solipsism is threatened by the stirring opening sentence: " 'I am damned,' thinks Bunny Munro in a sudden moment of self-awareness reserved for those who soon to die." This is Beckett's Malone Dies with Catholic supplements. Already, the world is revolting against his selfishness and will not cede. But the realisation passes and Bunny is immediately back to picturing a disembodied vagina – another repository for his self-projection – and glugging a bottle of vodka from the minibar. When he has to deal with the apparent suicide of his wife, he tries to contain his responsibility in his hurried escape. He takes his son on the road – the concert tour meaning is relevant here – and we see things from the boy's perspective. At first, the son's point of view works against his father's domination of the narrative, yet, as we know, he shares his father's name, so he too may be a projection of Bunny Munro. They travel across town to meet his dying and thoroughly unpleasant grandfather, who also just happens to be called Bunny Munro. The centrality and repetition of "un" in their name suggests the eventual negation of all selfhood, as well as the misery of its inheritance. And of course the triune of Bunnys also alludes to the Trinity. Perhaps the holy spirit is embodied by the youngest Bunny. His fascination with learning from the world – he studies an encyclopedia on the road trip – is not as blatant an indication of the possibility of redemption as the toy figure of Darth Vader he places on the dashboard is of the threat of genetic influence. But the symbolic content is a given from start, as this is a narrative borne on the struggle between Bunny's deranged imagination and the world. The death of Bunny Munro would then be the end of the struggle.
The end of the struggle would also mean the end of the novel. Death is preceded by a final night, a final performance on the road, in which Bunny walks on stage and makes a humble apology to an audience composed of those he has ill loved. Bunny is thrilled, suggesting that his life has really been only one long performance and this its apotheosis. Therefore any remorse he shows on stage also serves his self-regarding posture; it's still all about him. In this sense Nick Cave's stylised performance is necessary to its subject; the spotlight after all cannot illuminate anything beyond the stage. This is the fulfilment and insufficiency of The Death of Bunny Munro. If, as this novel demonstrates, life and art constitute a performance, then Nick Cave's is entertaining, memorable and stimulating. Only after the experience do we note that the performance of death is – in life and in writing – a striking absence.
While the novel is set in the city in which I live and describes the fiery destruction of the West Pier in 2003 (which I also witnessed), it also evokes another Brighton, one trapped in the cartoon era of the early 1980s during which in another city John Self trampled triumphant for a time, flapping his flares into non-existence. Perhaps this is only a stylistic effect, except Bunny Munro is also himself a throwback. His seedy swagger and unrelenting, unobstructed appetites reawakens Lazarus-like an extinct species. When we meet Bunny tromboning and casteneting, he has just spent the night with a prostitute while his wife is suffering at home with an unspecified psychological condition requiring medication. Scenes like this pepper the novel and are rarely less than uncomfortable. A review could well fill itself by adumbrating the most hair-raising with discreet relish. However, the highly-worked prose is their true significance. It emphasises the strain under which Bunny places his everyday life; an intensity so great the threat of collapse becomes inevitable (though of course inevitability in a novel is itself inevitable). This is why the prose style is more than spice added to the high entertainment of Bunny Munro's dissolution. It is a necessary part of the story. This is the second feature: for Bunny, and for readers following Bunny, everything is outside; the trombone, the castanets, the tusks of smoke, granulation and pomade are all projections of Bunny Munro's self. As Bunny lives, his actions in effect sublate his paltry, transitory self into the world, just as a musician – perhaps one playing the trombone or even castanets – is sublated into music. For this reason, Bunny Munro has no inner life to report or, rather, his inner life animates the world. Soon it becomes almost impossible to distinguish between the two.
Bunny is therefore an aspirant solipsist; where "man of the world" seeks to be a tautology. His nine-year-old son, also called Bunny Munro, "thinks there is something about the way his father moves through the world that is truly impressive". Yes, he moves as if he is at home in the world; as if the world is a function of his ego. The novel we are reading is both a manifestation of this condition and its controverting action (perhaps all novels are). Shocking events occur throughout these 278 pages that demand Bunny's active remorse yet Bunny's projections are also attempted rejections of the self. His responsibility has no ground on which to settle.
Bunny's incipient solipsism is threatened by the stirring opening sentence: " 'I am damned,' thinks Bunny Munro in a sudden moment of self-awareness reserved for those who soon to die." This is Beckett's Malone Dies with Catholic supplements. Already, the world is revolting against his selfishness and will not cede. But the realisation passes and Bunny is immediately back to picturing a disembodied vagina – another repository for his self-projection – and glugging a bottle of vodka from the minibar. When he has to deal with the apparent suicide of his wife, he tries to contain his responsibility in his hurried escape. He takes his son on the road – the concert tour meaning is relevant here – and we see things from the boy's perspective. At first, the son's point of view works against his father's domination of the narrative, yet, as we know, he shares his father's name, so he too may be a projection of Bunny Munro. They travel across town to meet his dying and thoroughly unpleasant grandfather, who also just happens to be called Bunny Munro. The centrality and repetition of "un" in their name suggests the eventual negation of all selfhood, as well as the misery of its inheritance. And of course the triune of Bunnys also alludes to the Trinity. Perhaps the holy spirit is embodied by the youngest Bunny. His fascination with learning from the world – he studies an encyclopedia on the road trip – is not as blatant an indication of the possibility of redemption as the toy figure of Darth Vader he places on the dashboard is of the threat of genetic influence. But the symbolic content is a given from start, as this is a narrative borne on the struggle between Bunny's deranged imagination and the world. The death of Bunny Munro would then be the end of the struggle.
The end of the struggle would also mean the end of the novel. Death is preceded by a final night, a final performance on the road, in which Bunny walks on stage and makes a humble apology to an audience composed of those he has ill loved. Bunny is thrilled, suggesting that his life has really been only one long performance and this its apotheosis. Therefore any remorse he shows on stage also serves his self-regarding posture; it's still all about him. In this sense Nick Cave's stylised performance is necessary to its subject; the spotlight after all cannot illuminate anything beyond the stage. This is the fulfilment and insufficiency of The Death of Bunny Munro. If, as this novel demonstrates, life and art constitute a performance, then Nick Cave's is entertaining, memorable and stimulating. Only after the experience do we note that the performance of death is – in life and in writing – a striking absence.
Toz
Sadece güneş vurduğu zaman pencereye,
Farkediyorum ben üzerindeki tozları.
Şaşırıyorum içimden .
Bir ah çekiyorum kendi kendime,
Seni de gittiğinde farketmiştim...
10 Eylül 2009 Perşembe
The Real Book about Space Travel (1952)
Goodwin, Harold L. Illustrated by Geary, Clifford. The Real Book about Space Travel. New York: Garden City Books. (192 p.) 21 cm.
This one covers basic theory of spaceflight, conditions in space, planned manned exploration of space, and conditions found on other planets. Illustrations are charming, with drawings of rockets, astronauts, space stations, and a manned landing on the Moon. One of the most popular juvenile space books" of the 1950s. "Real Books" series (#33). Also 1956 edition.
For an extra treat here is the "book stamp" that you could use to order the book as part of the "Real Book About" book club.
It has a slightly different space ship, doesn't it?
9 Eylül 2009 Çarşamba
Astronomy (1963) "Whitman World Library"
Some of the best space art was hidden in astronomy books. Those of the early 1960s had great pictures of manned exploration.
Guillot, Rene. Illustrated by Giannini. Astronomy. Racine, WI: Whitman Publishing Co. (104 p.) 32 cm.
It is a translation of the French book "L'espace" by the same author.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)