27 Ocak 2007 Cumartesi

Tanrılar Diyarı Nemrut



Nemrut Dağı Tapınağı; Adıyaman ilimize, toplam 105 km. uzaklıkta olan, Kahta ilçesinin kuzeyinde yer alır. 2150 mt. zirvesinde yer alan Doğu ve Batı teraslarındaki tanrı tahtlarının arasında yazılı 200 satırlık kitabelerde bulunan, Kommagene Kralı Antiokhos I'in sözleri şöyledir: "Gerçekten tanrılara layık bu heykelleri ben diktirdim. Zeus-Oromasdes'in, Apollon-Mithras-Helios-Hermes'in, Artagnes-Herakles-Ares'in heykellerini ve vatanımın (sembolü olarak) her şeyi besleyen Kommagene'nin bir suretini diktirdim. Aynı taştan yontulmuş olarak ve onlarla birlikte tahtta oturur şekilde, kendi şahsımın bir suretini de, her şeyi duyan tanrıların yanına diktirdim..."

Antik dünyanın en görkemli eserlerinin yer aldığı Kommagene Krallığı, Roma İmparatorluğu ile Pers Krallığı arasında M.Ö. 162-M.S. 72 yıllarında 234 yıl hüküm sürmüş tampon bir devlettir. En parlak dönemini M.Ö. 69-36 yılları arsında Antiokhos I zamanında yaşamıştır. Bu ilginç kral, Nemrut Dağı zirvesinde kendisi için görkemli bir mezar anıt ve kutsal alan yaptırmıştır. Mezar odasının üzeri 30 bin metre küp hacimindeki kırma taşlardan oluşan 50 metre yüksekliğinde bir suni tepe (tümülüs) ile örülmüştür. Tümülüsün doğu ve batısında devasa heykellerin ve kabartmaların yer aldığı iki teras yapılmıştır. Antiokhos, her terasa kendi heykeli ile beraber tahtlar üzerinde oturur vaziyette 9 mt. yüksekliğinde devasa tanrı heykelleri diktirmiştir. Tepenin dört tarafındaki kayalar oyularak teraslar oluşturulmuş. Güney terası kaydığı için bugün göremiyoruz. Doğu terasının en önünde bir altar bulunuyor. Heykeller tümülüse arkalarını dönmüş durumda sıralanıyor. Dev heykellerin kafaları öndeki terasa yuvarlandığından ayrı olarak yerde durmaktadırlar ve belki de bu daha etkileyici bir görünüm sağlamaktadır. Gövdeler 10 metre kadar yüksekte ve koltukta oturuyorlar. soldan sağa doğru Apollon, Mithra, Helios, Hermes, Kommagene’nin bereket tanrıçası Tyche-Fortuna, baş tanrı Zeus, Oromasdes, Kral Antiokhos, Herakles, Ares heykellerini görüyoruz. Heykellerin iki yanında da krallığın sembolleri olarak kartal ve arslan heykelleri bulunuyor. Alt taraftaki alçak duvarın güneyinde kralın Makedonyalı ataları, kuzeyinde ise Persli ataları gösterilmiş. Buradaki yazıtlarda tören hakkında bilgiler veriliyor. Yerdeki kafalardan bereket tanrıçasına ait olan çok tahrip olmuştur. Koltuklarda oturan gövdeler sekiz yontma taş üstüste konularak yapılmış. Kuzey terasından geçerek batı terasına geliyoruz. Burada da heykeller aynı sırayla dizilmişler. Herakles, Zeus ve Apollon başları doğu terasındakilerden daha iyi durumdalar. Terasın yan kısmında da birçok kabartma görülüyor. Kabartmaların çoğu kralı tanrılarla el sıkışırken gösteriyor. Buradaki arslanın üzerindeki 19 yıldız ve boynundaki ayın bir tarih gösterdiği belirlenmiş. Bu tarih Antiokhos’un tahta çıkışını belirtiyor.

Kahta Çayı kenarına iniyoruz. Kommagene Krallığının başkenti Arsmeia bugünkü adı Kocahisar olan eski Kahta Köyünde. Yörede harabeye eski kale deniliyor. Burada 3.43 m. yükseklikte bir kabartma dikkat çekiyor. Kabartma Mithradates’i Herakles ile el sıkışırken gösteriyor. Kral giyinik Herakles ise çıplak olarak tasvir edilmiş. Kabartmanın hemen altında 1.80 m. uzunluğunda kemerli bir tünel var. Cephesinde Grekçe bir yazıt bulunuyor. Yazıt 1. Antiokhos’a ait ve babasının burada gömülü olduğunu, kendisine ve atalarına nasıl törenler yapılması gerektiğini bildiriyor. Basamaklardan aşağıda bir odaya iniliyor. Arsameia kentinde bir tünel ve Işık Tanrısı’nın heykeli, tepe üzerinde saray ve ev kalıntıları görülüyor.

Eski Kalenin karşısındaki Yeni Kale Memluklularca yapılmış. Arsameia’nın 2-3 km. ötesinde Cendere Çayı üzerinde halen kullanılan tarihi köprü 4 Kommagene kenti tarafından imparator ve karısının onuruna yapılmış. Köprünün iki tarafına dikilen 4 sütundan üçü ayaktadır. Köprünün 10 km. ötesindeki Karakuş Tepesi’ne gidiyoruz. Nemrut Dağı’ndaki tümülüs gibi Kommagene Krallığı’ndan kalma, kraliyet kadınlarının mezarlarının bulunduğu sanılıyor. Tümülüsün etrafında dört sütun bulunuyor. Üç sütunun üzerinde boğa, kartal ve aslan heykelleri bulunuyor. Dördüncüsü üzerindeki günümüze ulaşamamış. Prof. Dr. Sencer Şahin Nemrut Dağı'ında bilimsel çalışmalar yapmışlardır. Son çalışmaları sırasında yapılan jeofizik araştırmaları sonucunda kral mezar odasının tümülüs altında zirveye yakın bir noktada ve "Zeus ekseni" olarak tanımlanan çizgi üzerinde olabileceği ileri sürülmüştür. Bu görüşün doğru çıkması ve Antiokhos I'in mezar odasına ulaşılıp açılması halinde, Mısırda bulunan Tutankhamon'un mezarından sonra arkeoloji dünyasının en sansasyonel olaylarından biri olacaktır.

Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekmektedir. Her yıl binlerce insan gündoğumu ve gün batışını seyretmek için Nemrut Dağına gelmektedir. UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilen Nemrut Dağı, çevresindeki Kommagene Uygarlığı eserleri ile birlikte ülkenin önemli Milli Parklarından biridir. Nemrut Dağındaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü Milli Park sınırları içerisinde yer alıyor.

Her yıl Haziran’da Kommegene Festivali yapılıyor. (Nemrut, Karakuş Tepesi)

Kaynakça: Nezih Başgelen, Nemrut; Gezi Türkiye yayınları.
Photo: Florian Koch

24 Ocak 2007 Çarşamba

İstanbul Gezileri

 
Fotoğraflar:Vildan Sönmez

Otobüsümüz Tem otoyolunda ilerlerken Dilovası, Hereke, Gebze, Pendik'i geçerek İstanbul çevre yollarına bağlanan düzgün yol ile Fatih Sultan Mehmet köprü girişi yakınından sağa dönüş alarak Ümraniye-Beykoz istikametinde ilerledik. Beton yığını binaların oluşturduğu monoton görüntüden uzaklaşarak Beykoz Ormanlarının yeşilliği içinde Polonezköy' de mola verdiğimizde öğlen saati olmuştu. Yemek molası ve dinlenmeden sonra Sultançiftliği daha sonra da Ömerli'yi geçerek Karadeniz kıyısında yer alan ŞİLE' ye devam ettik.

Saat 16.00 'yı gösterdiğinde Şile'deydik. İlçe merkezi Karadeniz'e uzanan burun üzerine kurulu ve denizden oldukça yüksekte olduğu için denize doğru inen yollar ya yokuş ya da merdivenlidir. Dik yokuşlardan birinin başındaki Şile Feneri ,yamaç kenarına doğru uzanan büyük bir bahçenin içinde heybetle duran deniz feneri biz misafirlerine gölgelik yaparken, yeşil çam ağaçları arasında çayımızı yudumlayıp, karşımızda her zaman çılgın dalgalarına alışık olduğumuz Karadeniz bizi selamlarcasına sakin, sonsuz mavi ufka kadar uzanmakta idi. Bahçenin kenarına gidince oldukça yüksek bir yerde olduğumuzu fark ettik. Karadeniz'in köpüklü dalgaları, kayaları mağara gibi oymuş ve o gün sakinleştiği için, içine girilebilecekmiş gibi görünüyordu. Beyaz kayaların üzeri yer yer yosun kaplı, aralarında mevsim nedeniyle solmuş çiçekleri görmek mümkündü.

Deniz fenerinin bahçesinden limana kadar merdivenlerle indik. Balıkçı takalarıyla süslenmiş liman, denizin içindeki yüksek kayaların hemen önünde yer alır. Limana geldiğimizde takalardaki hazırlıklar, balık ağlarının kontrolleri başlamıştı. Limandaki elişi stantlarını dolaşmak için zaman ayırdık. Otelimize yerleştiğimizde güneş gökyüzünü rengarenk boyayarak, gri mavi bulutlarla bize veda ediyordu. Bu görsel şöleni fotoğraf kareleriyle ölümsüzleştirmek için idealdi. Şile'nin kumsalı kayalar arasında küçük bir koydan oluşur, diğeri ise ilçenin doğu yönünde yer alır. Akşam yemeğimizden sonra, Şile çarşısını gezmek için otelin arkasındaki yüksek merdivenlerle caminin etrafındaki sokaklara, mağazalara gittik. Her mağazada sıcak yaz günlerinde serin tutan Şile bezinden yapılmış değişik model ve renkte gömlekler, elbiseler, pantolonlar alıcılarını bekliyordu.

Şile'de Cenevizlilerden kalma olduğu tahmin edilen kale yıkıntısı dışında ilkçağ ve ortaçağ yapıtı herhangi bir kalıntıya rastlanmıyor. Dikdörtgen planlı küçük kale, Şile'ye en yakın Ocaklı Adasındadır. Kalenin güneybatı köşesinde, kare planlı bir burç bulunur. Şile'de güneş yeni güne merhaba derken, limandan ayrılan takaların sesleri ile uyandık. Deniz kenarındaki otelin bahçesinde kahvaltımızı ettikten sonra Ağva' ya gitmek üzere yolumuza devam ettik.

ŞİLE-AĞVA arası 45 dakikadır. Ağva, Çanak ve Göksu derelerinin arasında kalmış alüvyonlar üzerine kurulmuş şirin bir balıkçı kasabasıdır. Göksu deresinde yolculuk yapmak için tekne beklerken, iskelenin bulunduğu bahçeyi keşfettik. Göğün maviliğine inat her yer yemyeşildi. Ağaç dalları arasında sallanan uzun saplı, açık yeşil su kabakları, farklı türdeki diğer su kabağı uzun, ince neredeyse yere deyen boyu ile ilginçti. Bahçenin diğer bir köşesinde şimdiye kadar hiç görmediğim ve ne yazık ki ismini öğrenemediğim bir bitki yer alıyordu. Koyu yeşil, sert, ince uzun yapraklardan oluşan gövdeden düzgün, upuzun, ince saplar fışkırmıştı. Bunların ucu da beyaz tüylerle kaplıydı ve bahçeye bir başka güzellik katıyordu. Teknelerimiz geldiği için aceleyle fotoğraflar çekip iskeleye yöneldik. Turların çokluğu nedeniyle bize daha küçük tekneler kalmıştı. Üstü tente ile kapalı olan teknemize bindiğimizde oldukça heyecanlandım. Çünkü teknenin kenarları neredeyse dereyle aynı hizaya gelmişti. Göksu deresi, etrafındaki ağaçların yeşil rengini almış, akmıyormuş gibi karşımdaydı. Kötü şeyler düşünmeme kararı alarak etrafı incelemeye karar verdim. Gerçekten çok ilginçti, sessizliği sadece teknenin motor sesi bozuyordu. Sağ ve sol tarafımız yeşil ağaçlarla kaplanmış, söğüt dalları derenin içine girmiş, bazı ağaçların dalları da derenin içinden gökyüzüne uzanmıştı. Her taraf yemyeşil sadece gökyüzü mavi, birdenbire aklıma '' Crocodile Dande'' filmi geldi. Şimdi dereden bir anakonda çıkacak, sağ taraftan bir timsah derenin içine kayacak gibi bir kare gözümde canlandı. Yeşil saten gibi duran nehirde ilerlerken sağ ve sol tarafta pansiyon ve motellerin ahşap iskelelerini, doğanın içine gömülmüş evleri ve bahçeleri görünce keşke her yer böyle olsa dedim. Bahçelerde keyif çaylarını içen tatilciler bize el salladılar. Belli bir noktadan sonra dönüş alan teknemiz Göksu deresinin Karadeniz'le birleşme noktasına doğru giderken bol bol fotoğraf çektim. Göksu deresinin rengi birden mavileşti, her iki yana doğru genişledi , beyaz kumsalın arasından Karadeniz'le birleşti. Bu birleşme yerindeki temiz, beyaz kumsalın genişliği 50mt. ve 2.5 km. uzunluğunda, kışın tamamen denizle kaplanıyormuş. Burada konaklayan tatilcilerin diğer zevki de bu kumsaldan denize girmek. Yeşil cennetten ayrılmak istemesem de geriye dönüp, başlangıç noktamızdaki iskeleye geldiğimizde , masal aleminde mi gezmiştik, bu rüyamıydı, yoksa gerçek mi karar veremedim. Bu şirin kasaba henüz müteahitlerin istilasına uğramamış, kendi güzelliği ile sahili süslemekte. Yeşilçay (Çanak) deresine geldiğimizde saat 12.00 idi. Bu sonbahar gününde güneş tüm sıcaklığıyla bizi neşelendiriyordu. Kocaeli (İzmit) Çal Tepesinden doğan Çanak Deresi masmavi, bazı yerleri koyu lacivert karşıdaki tepenin önünden sağ tarafa kıvrılarak bilinmeze doğru gidiyordu. Karadeniz'le sessizce birleşirken öyle durgundu ki üzerinde yürüyebileceğim hissine kapıldım. Her iki tarafında deniz feneri olan birleşme noktasında yer alan balıkçı tekneleri manzaraya ayrı bir güzellik katıyor. Tekir, palamut, lüfer, çinekop, levrek, mevsimine göre kalkan, aynı zamanda turna, sazan gibi tatlı su balıklarını burada bulmak mümkün. Yeşilçay' ın kenarında çayımızı içtikten sonra Kandıra tarafından Kerpe' ye doğru yola devam ettik. Doğa tamamen değişti, yeşil bir orman denizine girdik,hafif virajlı yolda ilerlerken her köşede durup fotoğraf çekmek hatta otobüsten inip bol oksijeni içime çekerek yürümek istedim. Ağaçların arasında saklanmış köyleri geçerken doğanın cömertliği sayesinde sadece o anı yaşama hevesi kapladı içimi. Her şeyi unutup sadece şimdiyi yaşamak...

Kefken yol ayrımını geride bırakırken kendimi yemyeşil bir tüneldeymiş gibi hissettim. Yol biraz bozukta olsa etraf ağaçlarla süslenmişti. Kırmızı çatılı, iki katlı villaları görünce burası Kerpe dedim. Kerpe sokaklarını gezerek kumsala doğru gittik. Kuzey ve kuzeydoğu rüzgarlarına kapalı olduğu için sakin,dalgasız bir sığınak. Mevsim nedeniyle tatilciler gitmiş ama günübirlik turlar sayesinde etraf cıvıl cıvıl. Öğlen yemeği için bir balıkçı lokantasına gittik. Fakat turların kalabalık olması nedeniyle palamutlar yetmemiş ve bir balık fiyatına yarısını servis yapmayı uygun bulmuşlar. Ancak manzara bizi öyle acıktırmıştı ki yarım balık asla yetmezdi. Lokanta ararken çay bahçesinin arkasında eşiyle çalışan gözlemeciyi keşfederek siparişlerimizi verdik. Harika bir salata ve gözlemeden daha güzel ne olabilir ki!!!!! Kendileri her sezon Konya'dan Kerpe' ye gelerek bu işi yapıyorlarmış. Ama sezonluk kiralanan çay bahçesinin fiyatı oldukça pahalıymış. Ekim ayında tertemiz,saten gibi Karadeniz sahilinde şişmiş ayaklarla yürümek ayrı bir eğlenceydi. Kerpe' de konaklamak için çok sayıda pansiyon ve otel var. Lokantada her zaman taze balık bulunuyor. Kıpırtısız duran koyun arkasındaki ormanda gezinti yapmak ayrı bir zevk.

Kerpe (Kalpe), İlkçağ Bithynia'sının bir limanı olup Kefken Adası'nın yaklaşık 8 km. güney batısındadır. Kalpe, Helen dilinde çanak, çömlek, testi, küp anlamındadır. Kalpe adı ilk kez, İÖ 400'de ünlü Onbinler'in buraya gelmesiyle, Xenophon'un Anabasis'inde anılır. İran seferinin dönüşünde, Onbinler, Sinop'tan gemilerle Ereğli'ye gelmişler ve burada üçe bölünmüşlerdi. 4500 kişilik birinci bölüm, Ereğlililerden kiralanan gemilerle yola koyulmuş; baskın yaparak tüm çevreyi talan etmek için Kalpe Limanı'na çıkmıştır.

Dönüş yolunda Adapazarı ve harika Sapanca Gölü kenarından geçerken hava kararmaya, yağmur çiselemeye başlamıştı. Doğa harikası gökkuşağının altından geçerken dilek tuttuk. Gökkuşağı bizi çok sevdi ki birinci kaybolmaya başlarken ikincinin altından da geçtik. Doğanın bir başka harikası olan dolunay eşliğinde Ankara'da yolculuğumuz sona erdi.

Sizde , Orhan Veli'nin mısralarında belirttiği gibi ''açsam rüzgara yelkenimi ,dolaşsam ben de deniz, deniz'' diye gezme arzusu ile doluyken az bilinen bu Karadeniz köşesini keşfetmenizi öneririm. Yeni gezilerde buluşmak ümidiyle, sizlere Orhan Veli'nin şiiri ile veda etmek istiyorum...

Yazı: Nurperi Ünsal, Fotoğraflar: Vildan Sönmez
Tarihi bilgiler Bilge Umar' ın Bithynia kitabından alınmıştır.



AÇSAM RÜZGARA

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş,
Maviliklerde sefer etmek,
Bir sahilden çözülüp gitmek,
Düşünceler gibi başıboş,

Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz, deniz,
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.

Bir limanda, büyük ve beyaz.
Mercan adalarında bir liman.
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.

Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.

ORHAN VELİ

3 Ocak 2007 Çarşamba

Charles Bukowski Hakkında

"... hakkımda yazilanlara gelince;bazi tanitma yazilari ,makaleler,bir kitap ve bibliyografi sayılabilir;ancak onlar bu duvarin arkasindaki dolapta biryerdeler ve şimdi gidip ararsam terler ve sıkılırım.siz de bunu istemezsiniz biliyorum.saolun.ayrica daktilo ve imla yanlisşari için ozur dilerim.ikisine de hiçbir zaman ilgi duyamadim..."



en iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sirf uzaklasmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklasmayi neden isteyebilecegini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.
..


''bir keresinde adamın birinden shakespeare sevmediğimi yazmaya hakkım olmadığını anlatan uzun ve öfke dolu bir mektup almıştım. gençler bana kanıp shakespeare okuma zahmetine bile girmeyeceklerdi. böyle bir konum almaya hakkım yoktu. sayfalarca bunu söyleyip durmuştu. cevaplamadım. ama burda cevaplayacağım. siktir git lan!!!. hem ben tolstoy'u da sevmem.''


günlük hayatın sıkıntısından biraz silkeler insanı
her şeyin aynı olmasından
kişiyi bedenin ve aklın dışına çıkarıp duvara yapıştırır
sanırım içmek
ertesi sabah
tekrar hayata
dönülebilen
ve her gün
tekrarlanabilen
bir intihar biçimidir
...



"ilgi duymuyordum.hiçbirşeye ilgi duymuyordum.nasıl kaçabileceğime dair fikrim yoktu.diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa.benim anlamadığım birşeyi anlamışlardı sanki.bende bir eksiklik vardı belkide..mümkündü..sıksık aşağılık duygusuna kapılırdım.onlardan uzak olmak istiyordum.gidecek yerim yoktu ama..intihar?..tanrım,çaba gerektiriyordu..beş yıl uyumak isterdim ama izin vermezlerdi."


mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.

ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intaharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.


"bir önyargı biçimidir aşk.ihtiyaç duyduğun şeyi seversin,sana iyi bir duygu veren şeyi,işine geleni.dünyada tanıyabilsen daha çok seveceğin on kişi varken birine aşık olduğunu nasıl söyleyebilirsin?ama asla tanımayacaksın o insanları..."


"...
ve aşk iki kez geldiğinde
ve iki kez yalan söylediğinde,
bir daha asla sevmemeye karar verdik
böylesi adilaneydi
bize ve aşkın kendisine
..."




1 Ocak 2007 Pazartesi

Eski Yıl Sona Erdi, Yepyeni bir yıl Geldiii Gazı Taşıyan Başlık

Şimdi bildiğiniz üzere eski yıl olan 2006-ki ben kendisine yeni alışmıştım bitti. Onu üzüntülerle sallayıp 2007ye höbereeeey dedik. Bir sürü mekanda yenildi içildi fln fln paraları harcadık yenii yıla girdik. Peki bundan sonra?
Eve zor döndüm lan! param bitmiş, elli elli bozuk paraları toplayıp çıkabildim yola. Kafada bir ağrı salak salak. Neyse eve geldik-ki ne görelim telefonlar dur durak bitmiyor. Çeşitli arkadaş kitleleri aynı esnada bayram olduğundan paralı olmuş olacak ki hadi gezelim hadi coşalım hobala hobala nidalarıyla arayışta. İyi diyorum sonra bakıyorum ..astr param yok! Lan bu yılbaşı nası bişi paramı emmiş benim kıymetlims paralarıms gitmiş. Düşünüyorum peki herkese bayram bana bayram değilmi? niye benim param yok... niye.. niye.. niy.. ni.. n.. (uzaklara doğru gider)